Çırpınıp Ölsem Sevdalarda
Çırpınıp Ölsem Sevdalarda
Ayhan Aydın
Bir şairin yüreğinin derinliğini, enginliğini yeryüzünde ölçebilecek hiçbir ölçü birimi yoktur. Apansız sevdaların insanıdır şair. Anlık denen, rüzgârla gelen, başka bir zaman boyutuna geçer gibi, bir başka âleme sürükler gibi sizi alıp götüren hislerin; benzersiz, tanımsız duyguların tercümanıdır şair.
Şairdir o, sözcükleri kullanırken hiç acıması yoktur, bir beklentisi de olmaz onun.
Şair şairdir, söze duygu katmışsa, sizinle ilhamını paylaşmışsa, şu ayağınızı bastığınız topraklar üzerindeyken sizi alıp başka bir yere götürmüşse onun yazdıkları şiirdir.
Yüreği engin ve sevgi dolu Metin Aybek dostumuzu epey bir zamandır tanıyorum. Emekçi bir insandır, işine sadık, işini çok seven dürüst bir memur arkadaşımızdır o. Ama onun arşınladığı yollar, dar kaldırımlar, nice nice binalar ve insan yüzleri onda her şairde olduğu gibi farklı renklere bürünür. Ama o diğerlerinden farklı olarak; sevgini, sevdasını, aşkını, yaşadıklarını veya yaşayamadıklarını dizelere döker, bize sunar.
Kitabın başlığı bile yetiyor aslında onu anlatmaya: Çırpınıp Ölsem Sevdalarda.
Sevda bambaşka bir şey; arı, duru, özden gelen yalın, karşılığı olmayan, değeri ölçülmez bir duygu hali. O aşkla yanayım da, sevda içinde olayım da, ölmüşüm, kalmışım bir önemi yok, diyor.
Sevdayı yaşama isteği, özlemidir ozanın çektiği, bülbülün zarı ve avazı gibi.
Hislerle dolu olmak ve o hislere başkalarını ortak etmek… Kederini, tasasını, özlemini dizeler, satırlara dökmek. Bir ilkbahar neşesi, bir güz hüznü gibi yüreğinin rengini uçan kuşun kanadına, sararan yaprağın üstünü yazabilmektir şiir.
Metin Aybek dostun şiirlerini severim, beğenirim. O aynı zamanda anılarını çok güzel anlatan, dostluğa, arkadaşlığa önem veren bir güzel yüreğe sahip bir yazardır.
Okuduğum bu kitapta da ozan bizi kendi dünyasına doğru götürürken, sevdalardan, hüzünlerden, yaşanmışlıklardan duygu dolu ve gizemli hislerle bizi besliyor.
Yüreğine, kalemine sağlık sevgili dost…
Şiirin bol, dostlukların, arkadaşlıkların daim olsun…
Metin Aybek, Çırpınıp Ölsem Sevdalarda, Kora Yayın, Şiir, 101 Sayfa, Haziran 2019, İstanbul
BİR ŞARKI YAZ
Bir şarkı yaz gülüm
Kederli olsun
Sıcak yaz günlerinden
Haberli olsun
Essin rüzgâr gülünden
Serinletici olsun
Bir şarkı yaz gülüm
Denizlere hâkim
Martıların çığlığı olsun
Bir ağıt yak gülüm
Bosna Hersek’ten
Hürriyetin çığlıkları olsun
Bir destan yaz gülüm
Tüm dünyaya haber olsun
Barış gelsin yaşlı gözlere
Bir şarkı yaz gülüm
Gülümseme gelsin herkese (Sayfa: 5)
TUTSAKLIĞIM
Bir şişe içine
Hapsedilmiş gemiyim
Yüzerim
Denizsiz sularında tutsaklığın
İyotsuz pullarında
Kazınırım balıkların
Bir martı çığlığında
Uçarım
Gemi güvertelerinde zamanın
İyot kokmalı mı
Gözyaşlarım
Bir şişe içine
Hapsedilmiş gemiyim
Yüzerim denizsiz sularında
Tutsaklığın!... (Sayfa: 52)
Harabati Baba Tekkesi Bir Özet Tarih
Makedonya’da Bir Erenler Ocağı
Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi
(Ayhan Aydın)
“Sersem Ali vardı Pir’e dayandı
Çerağımız kırk budaktan uyandı
Mürşit olan her boyaya boyandı
Hünkâr Hacı Bektâş, Pir’im Hü deyü”
(Sersem Ali Dedebaba)
Bektaşilik
Olgun insan (insan-ı kâmil) olma yolunda, kişinin tasavvufi olarak ve gündelik yaşamda izlemesi gereken öğretiler bütünlüğü olan Bektaşilik, yüzyıllar boyunca Alevi – Bektaşi erkânını, usullerini, sistemini iyi bilen inanç önderi, erenler sayesinde büyük bir coğrafyada yayılmıştır.
Anadolu’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkaslar’dan Afrika Mısır’a kadar 34 ülkede varlık gösteren Bektaşilik; inanç merkezleri olan tekkelerde (dergâhlarda), babaların rehberliğinde dervişlerin ve muhiplerin yolu yaşamaları ve yaşatmalarıyla bugünlere kadar gelmiştir.
Bugün de yine ABD’ye kadar uzanan birçok ülkede, Hacı Bektaş Veli’nin, Pir Balım Sultan’ın koyduğu ilkelerle Bektaşilik varlığını sürdürmektedir. Hacı Bektaş’ın; “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”, “Kadınlarınızı okutunuz.”, “Her ne ararsan insanda (kendinde) ara.”, “Bizim ocağımızda çiğler pişer, açlar doyar, dergâhımızdan barış güvercinleri uçar.” diyen ve 72 millete bir gözle bakmayı öğütleyen ilkeleriyle, Bektaşi çerağları, “Hakk – Muhammed – Ali” ve dünya insanlığının barış dilekleri için yanmaktadır.
Türkiye’de doğup gelişen, hangi kökenden olursa olsun, insanı insan bilen, dil, din, inanç, cinsiyet ayrımı yapmayan, her insana kapısını açan Bektaşi Öğretisi, bugün Balkanlar’da tekkelerde canlı bir şekilde yaşanmaya devam etmektedir.
Bektaşi Tekkesi
Bektaşi öğretisinin yaşandığı ve Bektaşi olanların yanı sıra herkesin gelip ziyaret edebildikleri tekkeler, bu inançla doğrudan ilgilenen ve inanç önderi olan derviş, baba, halifebaba, dedebaba ünvanındaki Bektaşi öncülerinin yaşadıkları mekânlara verilen isimdir.
Bir Bektaşi tekkesinde sosyal ve inanç dünyasının yaşaması için on iki kadar bina bulunabilir. Meydanevi’nde, inanç günlerinde ibadetlerini yapan Bektaşiler, her türlü eğitim için de bu tekkeleri bir okul gibi kullanırlar. Tekkelerin arazileri, binaları muhiplerin, dervişlerin yola bağlılıklarının sınandığı, Bektaşilikle ve yaşamla ilgili hayat boyu kendilerine lazım olan gerekli bilgileri edindikleri bir eğitim- öğretim yuvalarıdır. Buradaki tüm işler burada hayat boyu yaşamlarını sürdüren Bektaşi canlar tarafından yerine getirilir. Hayat boyu kendisini bu yola ve tekkeye adayan Mücerret (evlenmeden tüm hayatını bu yolda sürdüren) dervişler, babalar yedi yüz yıl bu ideallerle var olmuşlardır.
Kendilerine vakfedilen arazilerden elde edilen gelirlerle ve ürünlerle bir yıl boyunca orada yaşayan herkesin ve misafirlerin iaşelerinin temin edildiği tekkelerde aynı zamanda birçok ozan, sanatçı da yetişmiş, çevre yerleşim yerleri için de buralar bir yaşam kaynağı olmuştur.
Tüm Balkanlar’da halen ayakta kalmış, tüm birimleriyle hizmet yürütme kapasitesi olan ender Tekkelerden birisi de Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesidir.
Harabati Baba Tekkesi
Tarihsel Süreç
Kuruluşu 480 yıl önceye kadar giden Makedonya'nın Tetova (Tetovo – Tetobo) Kalkandelen kentindeki Sersem Ali Dedebaba, yaygın ismiyle Harabat Baba Tekkesi, tüm Balkan coğrafyasında en iyi korunup ayakta kalabilmiş, aynı zamanda Bektaşilerin dünyadaki en önemi inanç merkezlerinden birisidir.
26 bin metre kare alanı, ayakta kalabilmiş 9 hizmet binasıyla Harabati Baba Tekkesi, tüm Makedonya'da, Osmanlı döneminden kalma en önemli tarihi yapılardan birisidir.
2002'den beri, Bektaşileri yok sayan bir zihniyet tarafından bir işgali yaşayan Harabati Baba Tekkesi'nin bugün tümden Bektaşilerin elinden çıkması gündemdedir. Tüm dünya Alevi - Bektaşi toplumu ve kuruluşları ortak bir eylemlilikle bu gidişi değiştirmek zorundadır.
Şu anda kabir taşları dergâhın içinde olan, nice nice babaların hizmet yürüttükleri bu manevi yapı, tarihsel olarak 1800'lü yıllarda kendisi de bir Bektaşi olan Recep Paşa'nın ciddi yardım ve katkılarıyla mevcut halini koruyabilmiş Harabati Baba Tekkesi, Yugoslav Halk Cumhuriyeti devrinde, Tito döneminde, müzeye dönüştürülmüştür.
1945'de, Farsça'dan kitap çevirmiş, dört dil bilen buradaki son önemli Bektaşi babası Mücerret Kazım Bakali'nin doğum yeri olan Kosova Jakova'ya zorla gönderilmesiyle tekkede bir boşluk doğmuş, Bektaşiler kendi evlerine ibadetlerini yapmaya başlamışlardır.
Baba Tayyar Gaşi, sonradan baba olan sonradan baba olan Derviş Tahir Emini, şu anda Tekkenin inanç önderi- dervişi, o zaman muhip Abdülmmütalip Bekiri ve bir takım önder isimler, 1994'de öncü olup tekkede tekrar hizmetlere başlamışlardır.
2000 yılında, Baba Tahir Emini, Makedonya Devleti'ne resmen başvurarak Bektaşiliğin yasal olarak tanınmasıyla ilgili dilekçesini vererek, Harabati Baba Tekkesi'nin de, Makedonya Bektaşiler Birliği Merkezi olarak tasdik edilmesi için yasal süreci başlatmıştır. Bu kayıtlama yerine getirilmiştir. Fakat bölgedeki savaş bir belirsiz ortam yaratmıştır.
Uzun yıllar boyunca burada “Baba” olarak hizmet yürütmüş Edmond Brahimaj (Baba Mondi) Harabati Baba Tekkesi’ndeki tüm gelişmeleri yakından izleyen ve müdahil olan kişidir. Tüm Bektaşi camiasında çok sevilen – sayılan Hacı Reşat Bardi Dedebaba’nın Hakk’a nail olmasından sonra (2 Nisan’da 2011’de Hakk’a yürüyor.)
Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nde Bektaşilerin inanç önderi olarak posta oturan Edmond Brahimaj (Baba Mondi), (19. 05. 1959 doğumlu. 2011’de Dedebaba oldu) bugün de yine Harabati Baba Tekkesi’yle ilgili yasal gelişmeleri takip etmektedir.
Tekke’de Yaşanan İşgal
15 Ağustos 2002 tarihinde, şu anda tanıkları hayatta olduğu gibi, 50 kadar insan, silahlarla Harabati Baba Tekkesi'nde Bektaşilerin ibadet mekânı olan meydanevini (cemevi) basmışlar, buradaki canları ölümle tehdit ederek oradan kovmuşlar, tahd-ı Muhammidiye, post, çerağ gibi Bektaşiliğin kutsal simge unsurlarını da dışarı atıp ezan okuyup, namaz kılmaya başlamışlardır.
Bektaşilere yapılan baskı, zulüm, hakaret o tarihten bu yana devam etmektedir.
Tekkedeki meydanevi'nin bacasına hopörler takılıp beş vakit ezan okunmuş, yöredeki insanlara baskı, ikna ve türlü vaadlerle sahte bir camii cemaati yaratılmış, daha önce buranın yolunu bilmeyen insanlara, "kafir Bektaşilerden" burayı kurtarıyoruz, burasını en iyi şekilde yeniden inşa edeceğiz, deyip propaganda yoluyla her geçen gün işgal hareketi genişletilmiş, burada direnen bir avuç Bektaşi türbelerin bulunduğu alana hapsedilmiştir.
Bu arada işgal ve baskılarla ilgili Makedon Devleti nezdinde Bektaşilerin yaptıkları tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır.
2010 yılında Bektaşilerin yaşadıkları Türbelerin bulunduğu avluda kundaklama sonucunda çok büyük bir yangın çıkmış, hizmet binası tümüyle, türbe yapıları önemli oranda yakılmıştır. Türkiye'den Bakırköy, Maltepe, Avcılar belediyelerinin katkılarıyla hizmet binası 2015'de tamamlanmıştır.
Günümüzdeki Durum
İslam Dini Birliği isimli kurum Makedonya'da Müslüman toplumunu temsil eden kurum olarak tüm İslam toplulukları adına faaliyette bulunmaktadır. Bu bir iddiadır, gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü Makedonya'daki Bektaşiler farklı bir İslam topluluğu olarak bağımsız bir şekilde Makedon Devleti tarafından tanınmak istenmektedirler.
Haraba Baba Tekkesi'ni işgal edenlerin, sözde bu yasal kuruluşun parayla tuttukları tetikçiler olduğu anlaşılmıştır.
Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği, Makedon Devleti'ne başvurarak, Harabati Baba Tekkesi'nin (işgalci oldukları halde, onca şikâyet olmasına rağmen) kendilerinin bir birimi olduğunu kabul ettirmiştir. Zaman içinde görülmüştür ki, Makedonya Devleti, İslam Dini Birliği'nin her dediğini yerine getirip, Bektaşileri yok sayan tavrıyla evrensel hukuk ilkelerini ve inanç özgürlüğü değerlerini yok saymıştır.
Makedon Devleti’nin Bektaşilerin örgütlenme özgürlüğünü ellerinde alan ve onları Sünni İslam içinde eritmeyi amaçlayan Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği’nin tüm baskılarına rağmen, Bektaşiler girişimlerini sürdürmüşlerdir. Makedonya’nın hukuk sisteminin tüm süreçlerine başvuran buradan bir sonuç alamayan ve bağımsız bir şekilde örgütlenme özgürlüğü isteyen Bektaşiler durumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımışlardır.
2018 yılında AİHM. Aldığı kararla Kuzey Makedonya Devleti’nin Bektaşilerin özgürce bağımsız bir şekilde kendilerini ifade edecek örgütlenmelerini kısıtladığına hükmetmiştir.
Bugüne kadar ise Kuzey Makedonya Devleti tarafından bu konuda bir adım atılmamıştır.
Alevi - Bektaşî Kamuoyu'na;
Tarihler boyunca her zaman her inanç ve toplumdan kişinin hizmet yürüttüğü Harabati Baba Tekkesi nihayetinde tüm dünyadaki Alevi Bektaşi toplumunun ortak değeridir.
Arnavutluk Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’yle doğrudan bir bağlantı içinde ve şimdi oraya bağlı olarak hizmet yürüten bu Bektaşi Tekkesi kesinlikle gözden çıkarılamaz.
Bugüne kadar Harabati Baba Tekkesi'yle ilgili çeşitli kişi ve kurumlarımızın ciddi çaba ve gayretlerine rağmen maalesef sonuçta gerekli kamuoyu oluşturulamamış, süreç iyi idare edilememiştir.
Şimdi ise, Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi, Edmond Brahimaj (Baba Mondi) ile birlikte; Balkanlar, Türkiye ve tüm dünyadaki Alevi Bektaşi toplumu olarak; hiç bir kişi, kurum, kuruluş, görüş farkı gözetmeksizin tüm dünya çapında bir büyük hareket başlatılmalı, Harabati Baba Tekkesi'nin elden çıkmaması, Alevi- Bektaşi toplumuna iade edilmesi için uluslararası çapta bir gayret gösterilmelidir.
Türk parlamentosunda, Avrupa parlamentolarında konu gündeme getirilmeli, Kuzey Makedonya Devleti'nin ve Türkiye'nin hatalı, yanlış hak ve hukuk tanımaz, tek taraflı tutumundan vaz geçmesi, Makedonya Devleti'ni burada yaşayan Bektaşi varlığını, âmâsız, şartsız, şekilsiz, olduğu gibi kabul etmesi için baskı oluşturulmalıdır.
Bir tek Alevi - Bektaşi ocağının, tekkesinin, değerinin, varlığının yok olması; Aleviliğin- Bektaşiliğin yok olması anlamına gelir.
Tüm dünyadaki Alevi Bektaşi varlığı bir bütündür; bu yok sayma, bu işgal, bu oyun son bulsun!
Erenler durağı; Sersem Ali Dedebaba - Harabati Baba Tekkesi, 500 yıllık varlığı gibi gelecek yüzyıllara da aynı şekilde teslim edilsin, Bektaşilere bırakılsın!
Harabati Baba Tekkesi tüm dünya Alevi - Bektaşî toplumunun ortak değeridir; onu korumak, yaratmak, var etmek hepinizin görevidir, onurudur...
Haydi, harekete geç, konuyla ilgili herkesi bilgilendir, bilinci artır.
Harabati Baba Tekkesi hepimizin ortak ocağıdır; bu ocağın çırağını tüm dünyada görülecek kadar, hep birlikte daha gür yakalım...
Bu büyük insanlık yolunu çocuklarımıza, gençlerimize atalarımızdan aldığımız güzellikte teslim edelim...
İkrar verdik Hakk Muhammed Ali aşkına
Darına durduk İmam Hüseyin aşkına
Derisi yüzülen Hallacı Mansur
Seyyid Nesimi aşkına
Cümle erenler, evliyalar aşkına...
Harabati Baba Sultan Tekkesi gönüller durağı,
Buraya can baş koyup darı didar görenler aşkına...
Bin muhabbetlerimizle...
Ayhan La, Köye Ev Yapmıyon mu La?
Ayhan La, Köye Ev Yapmıyon mu La?
Doğduyum yöreyi, kendi köyümü çok mu çok severim. İmkânlar ölçüsünde gidip o kırsal alanda bulunmak, yaşlı insanlarla sohbetler etmek benim için çok mu çok güzel hayat deneyimleri. Yöremiz; Gümüşhane Şiran Yeniköy ve bu köyün bir zamanlar bağlı olduğu Kırıntı Köyü ve köylüleri.
Kültürel değerlerini, geleneklerini tümüyle bırakmamış, atalarından aldıkları bazı ananeleri yaşatan, bazı geleneklerine sıkı sıkı bağlı insanlarımızın yöresi. Gerçi dünya insanlara neler neler öğretiyor, son virüs salgınlarında değişim gösterse de cenazelere katılma, zaman zaman ağıt yakma, düğünlerde keşkek yapma, halaya durma. Yöre insanının hiç unutmadığı, çok sevdiği bazı gelenekler.
Bu yöre insanı İstanbul, Ankara, Almanya derken tüm dünyaya her Anadolu insanı gibi yayılmış, aş için, ekmek için. Okul yüzü görmek, daha iyi şartlarda yaşamak için gidenler elbette çok daha az. Öncelik aş, iş meselesi var.
Yöremin ilk kuşak insanları büyük fedakârlıklarla gittikleri yerlerde tutunmuşlar, yer yurt sahibi olmuşlar. İlk kuşak çileyi çeken kuşaktır her zaman. Sonraki kuşaklar onlarla kıyas edilmeyecek şekilde daha rahat ortamlarda yaşama tecrübesini etmişlerdir. Belki böylece en fazla üç kuşakla bugünlere gelmişler.
Ben de 1990’da, okul için İstanbul’un yolunu tutarken, bir zamanlar Ankara Mamak Ege Mahallesi’nin çamurlu tarlalık alanlarında mücadele veren insanları derneklerle, bir araya gelerek dayanışma ruhunu canlı tutuyorlardı. Geldiğim İstanbul’da da hummalı bir çalışma vardı. Gerçekten emektar insanlar kadınlı erkekli çalışıyorlar, gecekondulardan dört beş katlı gece kondu apartmanlar yapmaya gayret ediyorlardı. Üniversite bitti, ben de köylülerimin olduğu Rumelihisarüstü’nde yaşamaya karar verdim. Hısım – akraba canlısı birisi olarak ve de belki yalnızlık duygusunu yenmek isteğiyle bu mahallede yaşamaya başladım, 25 yıldır da burada oturuyorum.
Ankara’dakilerın şansı döndü o çamurlu tarlalar altın madeni gibi değerlendi. Bir zamanlar büyük zahmetler çekenler muratlarına erken erdiler. Ellerindeki arsalar çok güzel lüks binalara dönüştü. Çoğu hakkını aldı. İstanbul’dakiler yine dayanışma ve sabırla binalarına, iki, üç, dört kiracı olan gecekondu apartmanlarına kondular. Boğaziçi Üniversitesi’nden dolayı yerlerin değeri tahmin ettiklerinden daha fazla oldu, kira gelirleri arttı. Zaman zaman da her sene öğrencilerin gitmesiyle kiralarını iki katına çıkaran can insanlarımız, “sadece öğrenciye kiraya verilir” levhası asmaya başladılar. Para çok tatlı çünkü.
İnsanlar belki de köyde de çok aptal olmadıkları için kafalarını çalıştırdılar. Kimseye bir şey söyleyecek halimiz yok, inşaatçılar, kadınları gündelik işlere gittiler yıllar yılı elbette rahatlık, refah onların da hakkı. Kim ne diyebilir? İstanbul’un başka semtlerinden buradaki kira ve diğer gelirleriyle başka bina alanlar, yazlık alanlar, araba alanlar, köye balkonu mermer ev yaptıranlar, hatta iki üç katlı apartman dikenler… Hele hele Almancıysa, zamanında giden ilk büyükler yemeyip içmeyip arttırmışlarsa parayı onların çocukları, torunları elbette rahat edecekler.
Bunların hepsi gayet doğal, güzel şeyler.
Bizim insanlarımızdan bazıları yolda, köye gidince, şurada burada bana zaman zaman soruyorlar;
“Ayhan la, köye ev yapmıyor mu la, sizin de dedenizin yerleri var ya…”
Ben ne diyebilirim elbette onlara, benim babam fazla çalışmayan, ileriyi görmeyen “nevseniyetsiz” birisi, bunu hepiniz biliyorsunuz. Ben 30 yıldır İstanbul’da hayatın hangi girdaplarına girip çıkıyorum, çoğunuzun haberi bile yok. En büyük zorlukları yenerken, okulda yol parası bulamazken hiçbir köylüm, akrabam bana yardımcı olmazken, siz okumanın değerini yeterince ne anlarsınız? Annem olmasaydı, gündelik işlere gitmeseydi elbette ben de okuyamazdım. Onlara ardı sıra bir sürü şeyi anlat dur.
Okulu nasıl bitirdim, iş bulabildim mi, işsiz kaldığım da neler yaşadım, yalnız başıma bir hayatı nasıl geçirdim, benim akrabalarımın, köylülerimin, hemşerilerimin çoğunun haberi de yok. Çünkü arayıp, sormazlar, ilgilenmezler aynı mahallede olduğum halde. Almanya’da giderim hiçbiri ilgilenmez, telefonlara bakmazlar.
Onca candanlığa, her cenaze, hastaya gitmeme rağmen; yolda selam, kelam o kadar.
Keşkek yemenin tadını unutmayan Kırıntı, Yeniköy’lü canlarımız Kayacık, Şinik, Çal Alevi köyleri kendi inançsal ve kültürel değerlerini adım adım unuttular, zamanla başka yollara saptılar.
Binalar, yazlıklar, arabalar… Elbette hepsi olsun, daha da çok olsun…
Ayhan köye ev yapmayacak mı?
Ayhan otuz yıldır sürekli geçim derdi çekiyor, çilelerle uğraşıyor, geçinemiyor, köye ev yapacak?
Alevi aklı işte, kendilerini ne güzel ele veriyorlar. Hepsi istisnasız benden çok ağlıyor bu Alevilerin, dedelerin, ozanların, yazarların, halkın tümü benden çok ağlıyor.
Yüz yüz elli bin lirayı sağlayabiliyor, hem de köye ev yapmak için. Demek ki, kendisini garantiye almış ki, bir de köye ev yapıyor.
Ah sevgili toplumum ah, sizleri yine yine çok severim ama mızrak çuvala sığmıyor, her zaman söylediğim gibi şu ağlama işi ne güzel meziyet yahu, ağladıkça meme veriyorlar demek ki insanlara…
Alevi toplumunun sosyo – ekonomik durumu bence Türkiye ortalamasının altında değildir. 30 yıldır onca gezdim, gördüm. Bu topluluğun bazı hakları verilmiyor ama kendi ekonomisini önemli oranda düzelmiş durumdalar. Ama o hep ağlar, dilencilik yapmayı meslek edinmiş bir şekilde başkasına bakmaz, yanındakini, yokluk içindekini hiç görmez, hep daha fazlasını ister.
Şükrü Genç başkanımız ne yapsın, ne etsin, Hisarüstünde hiçbir eğitimi olmadığı halde, sokaklar gezen yüzlerce insanı elbette işe alacak, okumuş yazmışı ne yapacak, gerçek ihtiyaç sahibini, işine yarayacak insanı ne yapsın, o da işi biliyor, çünkü sistemin bir parçası olacak.
Mesele Ayhan Aydın meselesi değildir. İçlendim kendim için yazdım. Ama mesele benimle ilgili değil, toplumsal bir mesele var ortada.
Kendi değerlerini kaybeden, sürekli çıkar için daha yukarılarda olma gayretiyle ağlayan sızlayan bir toplumun bir menzil alması söz konusu olamaz.
Bizim yöre insanını çok severim, sayarım. Keşkeği de çok sevmeme rağmen, para, ev, arsa her şey demek değildir. Köyde de üç beş kişilik guruplarla, guruplaşan, bir bütünde buluşamayan, birbirini arsa için mahkemeye verme sırasına girmiş, eğitime- kültüre – kendi inancına artık fazla önem vermeyen zavallı hemşerilerim, “Gö’ten gooor goya”, küfürünü Etiler’e doğru da duyabiliyoruz ya on katlı apartmanın olsa ne fayda?
Özüyle yaşayan, bu toplumun değerlerini ve duyarsızlıklarını dile getiren yöremizin can siması Âşık Durmuş Günel Dede’ye de selam olsun…
Onun deyimiyle; Beni sağlığımda aramayan dostlar, ben öldükten sonra mezarıma gelseler ne fayda…
Muhabbet ehline saygılarımla.
Ayhan Aydın
19 Temmuz 2020
Rumehihisarüstü
SURLAR
SURLAR
Hangi aşk, hangi heyecan, hangi duygu
Bir ressamın ellerinden farkı olmayan
O tılsımlı güç ve yetenekle işledi sizleri
İşledi de kaldı bir nakış gibi geleceğe
Üst üste konan onca bıçakla kesilmiş taşa
Hangi güç, hangi kudret, hangi hesap kitap
Ve bilinmez dehlizlerindeki efkârlarla örülü
Hangi yaralı yüreklerin alın yazısı yazdı yazınızı
Genç Osman’ın hıncı ve öfkesi, acı çığlıkları
Geleceğin boğazını sıkan hangi intikam hissi
Sardı da çelikleştirdi sizleri bayraklarda asılı kalan
Hangi gözyaşı aktı, için için yarılmış dudaklardan
Gurbet mi, sıla mı; hangi özlem vardı yürekte
Yoksa bir bulut mu aldı sizi sizden, savurdu uzağa?
Hangi dostuna söyleyemediği istek uyandı içinde
Düşten tatlı, Horasan tuğlası harcından karma
Denizden mavi, üstüne yağan kardan ak,
Yeniçeri’nin özlü yemininden öte
Kıtaları aşsa da
Hangi gemi yelkenin de kaldı tatlı küfürler
Ekmek aş mı, zorlu bir kırbaç mı, kan mıydı uçtaki
Bir burçtan bir burca kuşkanadında mıydı sevinç
Rum mu, Ermeni mi, Boşnak mı, Türk mü aynı bedende
Yoksa sen dünkü çocuk musun daha
İlk çağdan kalan ataların mı vardı bu ara yerlerde
Söyle asi çocuk söyle,
Bir küheylan kabadayı gibi kükrersin zaman zaman öyle!
Su mu taşındın sırtında benim gibi çağlarla
Yurt mu oldun eğlenecek yeri olmayan yolcuya
Dur durak mı oldun yâddan yabandan gelene
NE GÜLECEK NE DE AĞLANACAK HALİMİZ VAR
NE GÜLECEK NE DE AĞLANACAK HALİMİZ VAR
Bu Resimlerden Birincisi Sinan Boztepe ve İkincisi Xhemali (Cumali) Sejdija Beni Dava Etmiş!
(Yazı biraz uzun, sonuna kadar okursanız sevinirim. Muhabbetlerimle.)
Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırırmış. (Türk Atasözü)
İsmet İnönü’ye ait bir söz vardır; "bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur."
Çok şükür ki, artık hem günlük yaşamda, hem de zaten yaşamımız olan 30 yıllık Alevi Bektaşi Araştırmalarında yaşamadığımız kalmadı.
Deli – dolu bu yüreğin sürüklenmediği bir vadi, bir dağ, bir ova; yemediği bir rüzgâr, fırtına da yok gibi. Dur bakalım, yaşam bize daha neleri gösterecek.
Uzun yıllar boyunca çalıştığım Cem Vakfı’nda her daim yine üretmek, Alevi Bektaşi değerleri doğrultusunda hizmet etme aşkı ön plandaydı. Burada da her zaman yanlışların karşısında olduk. Kötü yöneticilerin, sahte dedelerin, yanlış işlerin karşısında olduğumuz için yaşamadığımız da kalmadı. Şimdi Cem Vakfı’ndan ayrılmış olsalar bile, benim yaşadıklarımın binde birini yaşamayan bazı isimler, Cem Vakfı’na tek toz kondurmuyorlar. Benim binde birim kadar orada iş yapmayan, binde birim kadar orada bulunmayan bazı dalkavuklar, bu kurumun her türlü nimetinden benden bin kez fazla yararlananlar bir satır yazı yazınca kuduruyorlar. Kişilik erozyonu buna denir sanırım. Biz yanlışların karşısındayız, zaten bir kişiyi hiçbir güç, benimsemediği bir kurumda o kadar uzun sürü çalıştıramazdı, herhalde. Tekrar ediyorum her daim yanlışların karşısında olduk. Ama o yanlışlar bazılarının doğruları olduğu için bu kadar feryat ediyorlar demek ki. Bazıları da yedi yıl olmuş ayrılalı, beni hala “Cem Vakfı’nın adamı” diye nitelendiriyor. Bir bakıyorsun, Cem Vakfı’na söylemediğini bırakmayan adamlar, ertesi gün Cem Tv.’de boy gösteriyor; zaman oluyor, İzzettin Doğan’a en adi küfürleri savuranlar sonra, “a olur mu, Cem Vakfı çok büyük işler yaptı, Hoca’nın emeklerini kimse ödeyemez” diyor aynı ikiyüzlü şarlatanlar ordusu… Kim bunlar? Her kurumda olan, sayıları yüzlerle ifade edilecek kadar çok, çıkarı için fırıldak gibi dönebilen sözde çok devrimci, demokrat, solcu, Alevi, çıkarcı asalaklar sürüsü…
Veremeyecek hiçbir hesabım, yeryüzünde konuşmayacağım hiçbir konu, gerekirse tartışamayacağım hiçbir kimse yok. Benim davam atadan dededen aldığım şekliyle dürüstçe bu Alevi Bektaşi Yolu’na hizmet etmektir. Bunu samimi bulmayanların tümünün şu veya bu şekilde Aleviliği Bektaşiliği kullandıklarını gördüm, anladım.
Daha önce yazdım; Aleviliğin Bektaşiliğin değerleri, ilkeleri bellidir. Herkesin kendine göre yaşamları, görüşleri, uygulamaları olsa da, çok ciddi bir şekilde sağa – sola çekilecek bir mesele yok ortada. Aleviliğin Bektaşiliğin yüzyıllar boyunca çok sağlam bağlarla oluşmuş, örülmüş, belirginleşmiş Yol, erkân, usul, ahlak, sürek, ahkâm gibi, kural, yapı, işleyişleri bellidir. Çektiği çileler bellidir, sürdüğü dava, yol, inanç ve kültür sistemi, yapısı bellidir. Siz Ona milyonların dediği gibi Alevilik, Bektaşilik deyin yeter. Olanı görün yeter, yaşananı anlayın yeter. Dili, gönlü neyi söylüyor dinleyin yeter. Aleviliği Bektaşiliği ya yaşayın, ya yaşatın, ya araştırın, ya da sorunlarını dile getirin, sorunlarının giderilmesi için yardımcı olun yeter.
Alevi - Bektaşi toplumu adına meydana çıkanların bir kısmı aynen söylendiği gibi meselenin özünden, doğrularından yola çıkarak güzel çalışmalar yapmışlar, eğer dile getireceksek, Cumhuriyet Dönemi’nde ve son otuz kırk yılda dernekler kurmuşlar, araştırmalar yapmışlar, cemler sürmüşler bunu böyle ortaya koymuşlardır.
Ama zamanla Alevilik Bektaşilik’le ilgilenenlerin önemli bir kısmının derneklerin, vakıfların, cemevlerinin, bunların başında olanların, yazarların, dedelerin, ozanların, akademisyenlerin, bu konuyu ele alan genç araştırmacıların önemli bir kısmının son zamanlarda iyice belirginleştirdiği gibi, ana amaçlarının; bu alanda çalışmak, bu yola hizmet etmek değil de, bundan, Alevilik – Bektaşilik Yolu’ndan faydalanmak olduğu iyice anlaşılmıştır.
Kişiler, kurumlar kendi algı, bilgi, beceri, hedef, amaç, kurgu dünyaları çerçevesinde olayı ele alır olmuşlar, Aleviliğe Bektaşiliğe hizmetten ziyade bu ana yapılardan şu veya bu şekilde yararlanmak, kendi dünya görüşleri ve hedefleri doğrultusunda, kendi yarattıkları kitlelerle bu yapıyı yönlendirmek, yeniden tanımlamak gibi bazı derin sorunları beraberinde getiren uygulamaları yeğlemişlerdir.
Tüm bunlar sonucunda “İslam İçi – Dışı, Ali’li – Ali’siz, Devlet Karşıtı- Devlet İçinde, Tek Tip Cemli – Geleneksel Yapılı, Ocak- Tekke Eksenli – Sivil Toplum Kurumu Eksenli, Eski - Yeni/Modern” gibi yeni yeni tartışmalar bu yapının içine sokularak, Alevi – Bektaşi toplumunun asıl izlediği yol saptırılmış, sorunları, hedefleri gölgelenmiş, yer yer ideolojik tartışmalar işin içine sokulmuştur.
Kentleşme olgusuyla birlikte kendi kimliğini araştıran, sorgulayan, okuyan, yazan geleneksel yapıdan kopmuş boşlukta bulunan çok büyük kitleler de bazı merkezlerin içlerine soktukları bu tartışların içinde kendilerini bocalar bir şekilde bulmuşlar, bir taraf seçmeye şu veya bu şekilde zorlanmışlardır.
Alevi Bektaşi kurumları bu aşamada çok belirgin olmuş; Avrupa’da, Türkiye’de kurumların açıklamaları, çıkışları, dolayısıyla yanlışlıkları da son otuz kırk yıllık süreçte Alevilerin Bektaşilerin üzerinde derin etki yaparak, bu topluluğun kendilerini şu veya şekilde var etmelerinde görünen o ki, maalesef zamanla parçalayıcı rol oynamışlardır. Aradan kâhinler daha doğrusu kendisini kahin, filozof, yarı peygamber vs. sayanlar sıyrılmış, eski tapınak şövalyeleri gibi fırtınalar estirerek “yazar, lider, prof., dede, ozan, bilinmezi bilen, mazlum Alevilerin Bektaşilerin haklarını gasp edenlerden alacak yiğit savaşçı” portreleri çok çabuk bir şekilde ortalığı doldurmuştur.
AĞAÇ VE HAYAT
AĞAÇ VE HAYAT
Çok Kısa Bir Öykü (Deneme)
Ben artık bu ağaçta ve bu ağaçla yaşayacağım dedi dertli adam. Mademki bu kadar uzun yaşamış, mademki, onca yıllar boyunca her türlü zorluğu yenmiş, yanmamış, yıkılmamış, yok olmamış o zaman ben bu ağaçla yaşayıp, tüm dertlerimin dermanını bu ağaçtan öğreneceğim. Yaz, kız, güz diye bir şey yok eğer olursa dallarının üstün yapraklar ve çiçekler, türlü meyveler elbette bana da yeter, bana da yeter. Eğer o büyük gövdesinin içinde rüzgârın dövdüğü günlerde geçireceğim bir derin ovuğu varsa, benim yerim yurdum da orası olur artık.
Bu kadar hayvan, börtü böcek benden akıllı mı, ya da ben onlardan aptal mıyım? Bunca yıl, dünyada yediğim darbeler, çektiğim çileler yetmez mi? O kadar tilki, sansar, saksağan, karınca benden çok mu akıllılar? Yok, yok bırakmam ben bu ağacı daha, ölsem de bırakmam. Hem kim bana ne diyecek, Allah aşkına? Yeryüzü tüm canlıların yurdu değil mi? İster dağ başında bir kovukta, ister bir tümsek de, ister bir dere kenarında artık neresi olursa olsun, tüm canlılar bir yer yurt edinmiyorlar mı? Ben de bir canlıysam elbette sığınırım bu zulaya. Zekeriya Peygamber olamam elbette ama onun torunlarından bir ademoğlu değil miyim nihayetinde? Bunca sızı, bunca ağrı, hem nereye gideceğim ki bundan sonra? Gidebilecek bir yerim mi var, bir evim mi var, bir yurdum mu var? Sarılırım, sızlayan sırtımı sürterim, dallarına koyarım ağrıyan başımı.
Diğer Makaleler...
- Akarsuyun Gözyaşı İdik, Bu Zulüm Hiç Yapılır Mıydı?
- SOSYAL MEDYA, SANAL ÂLEM
- Işığın Vurur Gönüllere Şahkulu
- Korona Koymuşlar Ayrılığın Adını
- Türlü Hayaller De Geldi Önüme
- Bir Güvercin Uçamadı Bugün
- İstanbul, Hayalim, Umudum, Sevdam
- Ummani Erden Hakk'a Nail Oldu...
- Birlik Meydanı Yıkılmasın…
- BAYRAM ve ACI ŞEKERİ