Hoyrat Yolların Mazlumu
Hoyrat Yolların Mazlumu
Bir masum güzel evlat
Vurulmuş yatıyor upuzun
Çarşının orta yerinde
Cansız bedeniyle kıpırtısız
Ecel gelmiş kapıya dayanmış
Hangi feryat dindirir yangınını
Anasının, babasının, hısmının
Hoyrat yolların mazlumu
Ürkek bakışların ceylanı
Hangi çığlıklar içinde kaldı yarım sevdaların
Kör kurşun diyorlar
Bir karanlık ruhtan çıktı bu gümüş hışım
Bu ülkeye hâkim kılınmak istenen
Faşizmin ölüm kokan nefesi kesti nefesini
Sen bir yadigâr,
Sen bir mihman,
Sen ürkek bir güvercin yüreğisin,
Yaşamın kederini erken sırtlamış emekçi çocuk,
Ecelin pençesinden kurtulamayan çaresizim
Yarım kalan yaşamına
Ağlar, ağlar dururum şimdi
Ayhan Aydın
28 Nisan 2020
Adana'da polisin "dur" ihtarına uymadığı söylenerek öldürülen, Suriyeli, 19 yaşındaki Ali El Hemdan için yazılan şiir...
Bugün 23 Nisan
Bugün 23 Nisan
Paralel yapı mı, dediniz?
Bugün Türkiye'ye hâkim olan yönetim anlayışı, kabaca Emevi devrinde Halife Osman ve Muaviye zamanındaki anlayış gibidir.
Yani ülkenin tüm varlığını, tüm zenginlik kaynaklarını, her türlü yolu kullanarak, belli bir yandaş kitleye aktarmak gayreti ve çabasıdır.
Bununla yapılmak istenen, devlet içinde zenginler zümresinden, aynı dünya görüşüne sahip kişilerden oluşan bir yandaş hanedanlığı, yani paralel yeni bir devlet yaratmaktır.
Bu yapı, emrindeki bütün kurumları, bu arada kişiliği kalmamış emrindeki sözde basını da bir tetikçi olarak kullanmaktadır.
Bugünkü Türkiye'de Muktedir yapının yaptığı; kendi durumlarını kamufle etmek için, aslında kendi yaptıklarıyla başkalarını suçlamak, onları töhmet altında bırakmak, birilerini sözde paralelci ilan etmektir.
Tüm Türkiye bundan korkup sinecek mi?
Türk Milleti denen yapı, ulusun birliğine mi, bir hanedan varlığına mı tabi olacaktır?
23 Nisanlar, 30 Ağustoslar, 29 Ekimler bize ne ifade ediyor?
Bu yurt kimin yurdudur, bu vatan kimin vatanıdır?
Hakça üretip, hakça bölüşeceğimiz bir yer değilse bu topraklar, gerçekten bizim ülkemiz olabilir mi?
23 Nisanlar kutlu olsun, demek ne kadar kolay oldu.
Bizi biz yapan, bizi ulus yapan, vatandaş yapan, 23 nisanları yaratan o ruh, o bilinç, o irada nerededir?
Şimdi çocuklarımıza en büyük umutlarla teslim edeceğimiz varlığımız, eşsiz güzel ülkemiz, Türkiye'miz ne haldedir?
Halkın iradesine dayanmayan, milli iradeyi yok sayan, bir zümrenin egemenliğindeki yönetim anlayışına demokrasi denebilir mi?
Bu rejim cumhuriyet olabilir mi?
Tüm bunlara rağmen, halkın adaletsizliğe karşı çelikleşebilen iradesi oldukça umut her daim var vardır.
Her şeye rağmen bu bir bilinç işidir.
Bunun başka bir yolu yoktur.
Bilincini, dayanışma ruhunu, örgütlenme ve doğruya sahip çıkma gücünü kaybetmeyenler her zaman kazanırlar.
Tek tipçi, dayatmacı zihniyetlerin sonu her zaman hüsran olacaktır, yeter ki halk bilincini kaybetmesin, birliğini, direncini, kararlılığını yok etmesin...
Yaşasın ulusun tam bağımsız, özgür iradesi...
Yaşasın cumhuriyet ve insan hakları sevdası...
Yaşasın hakça üretip, hakça bölüşen düzen...
Yaşasın adaletle yönetilen demokrasi anlayışı...
Yaşasın bu topraklarda ulus ve vatandaş bilincini yaratan Mustafa Kemal Atatürkler ve Silah Arkadaşları...
Yaşasın geleceğe umutla bakan milyonların kalpleri...
Yaşasın bilimin aydınlığı...
Yaşasın aklın, vicdan özgürlüğünün teminatı laik sistem...
Yaşasın yurdunu özünden çok seven satılmamış ve satın alınamayacak halk yığınları...
Yaşasın halkların kardeşliği...
Yaşasın içleri aydınlıklar içindeki milyonlarla Türk genci...
Yaşasın tüm Türkiye'nin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...
Ayhan Aydın
23 Nisan 2020
1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun...
Emekçilerin ve Tüm Dünya İnsanlığının Bayramı;
1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun...
Bir Kadın Ozandan İlk İşçi Şiiri
Ayhan Aydın
Tüm gerici zihniyetlerin yok edildiği, emekçinin emeğinin karşılığını aldığı, açlığın, sefaletin, adaletsizliğin olmadığı günler görelim.
İnsan onurunu, varlığını yok eden; köhnemiş, paslanmış kafalar, yozlaşmış yapılar yok olsun.
Herkesi sadece ve sadece insan olarak sevelim; ırk, cinsiyet, milliyet, din, mezhep, görüş-yöre farkı gözetmeyelim.
Gerçek'ten tam bağımsız, özgür, adil bir Türkiye için, dünya için, hep birlikte üretelim, her şeyi hep birlikte paylaşalım, birlikte ortaklaşa tüketelim.
Bencillikleri yenip, tüm dünyaya daha çok sahip çıkıp, daha çok insanlığımızı hatırlayalım.
Bahar çiçeklerle, umutlarla gelsin.
Hep birlikte insanın dalında sevgiyle açıp gülelim...
Aynı Zamanda
İlk İşçi Şiirini Yazan Kadın Ozanımız; Yaşar Nezihe Bükülmez'i de (1880-1971) Sevgi ve Saygıyla Anıyoruz...
Ey işçi
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı, senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı, yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden,
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe, bugün kalmadı bir mani önünde.
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin,
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin,
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi,
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü,
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.
Yaşar Nezihe Bükülmez
Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar
Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar
Ayhan Aydın
Eksik Kalmasın
KAKAİLER SÖYLÜYOR, ALMANYA, 29 Eylül 2019
Almanya'da, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyon'unun "Yol Bir Sürek Binbir" Etkinliğine katıldıktan sonra, bir davet üzerine Demokratik Alevi Federasyonu'nun bir söyleşisine katıldık. Alevi Dernekler Federasyonu Başkanı ve Garipdede Cemevi Başkanı Sayın Celal Fırat, Gazeteci - Televizyoncu Hüseyin Kelleci ve uzun yıllardan beri Alevi Tv. Kanallarında Yöneticilik, Muhabirlik ve birçok görevde bulunan çok sevgili Şükrü Yıldız'ın da konuşmacı oldukları etkinlikte, Irak'tan gelen Alevi topluluğu Kakailer kültürleriyle ilgili konuşmalar yaptılar. Genç bir Kakai sanatçı ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Cemo Doğan birlikte çalıp söylediler. Ben de bunları cep telefonuyla kaydettim. Ne yalan söyleyeyim, yönetimin ve orada bulunan çok sevgili canların bize gösterdikleri ilgiden çok mu çok etkilendim ve duygulandım. Dahası Avrupa'da, inanç, kültür ve araştırma konularında, birilerinin hala yok saydığı, küçümsediği KÜRTLERİN en büyük ilgiyi ve alakayı gösterdiklerini gözlemledim.
Aşk ile ilginize muhabbetlerimle...
Ayhan Aydın
Seyyid Dursun Doğanay Dedemizi - Ozanımızı sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz... Işıklar içinde yatsın...
CEMEVİ OKULDUR
Cemevi okuldur, dede rehberdir,
Erenler orada, kelam öğrenir
Muhabbet içinde, mutlu bir yerdir
Erenler alışır kelam öğrenir
Vicdanın sözüne kulak verince
Laiklik özgürlük kutsal görünce
Ezene karşı tavır alınca
Rahmana yaklaşır, kelam öğrenir
İtibar edilmez, yalan çıkara
Olaylar çıkaran, gidilir dara
Kanunlar hak ile bulunca ara
Uygarlık paylaşır kelam öğrenir
Lokmalar ortaktır aynı herkese
Dualar okunur olmaz hadise
Uyulur nizama birlik nefese
Rızaya alışır kelam öğrenir
“Seyit Dursun” sevgi saygı olunca
Uyarlar birliğe meydan dolunca
Namazlar öğüttür, bir pay alınca
Nedenler sorulur kelam öğrenir
Seyit Dursun Doğanay
Yüreğine sağlık... Biz söyleyince etkili olamıyoruz. Gören gözler görüyor... Belediyeler Cemevlerini tanısa ne olur, tanımasa ne yazar? Bilinci kapanmış bazı dedelere, bazı kurum başkanlarına, hiç sesi çıkmayan kimi bazı Alevi yazarlarına duyurulur...
Makedonya Gezisi Ekim 2016
Erenler Katarı Gezileri
Balkanlar (8-20 Eylül 2016)
Ayhan Aydın
KURBAN BAYRAMI VE BALKANLAR
Alevi - Bektaşi inancında en büyük kurban İmam Hüseyin’dir. Hz. Hüseyin hayatı boyunca ilke edindiği değerler uğruna, Kerbela’da 73 yoldaşıyla birlikte, zalimin zulmüne boyun eğmeyerek sonsuza kadar yaşama mertebesine ulaşarak ölümsüzlük şerbetini bile bile içmiştir. O inancımızda en büyük kurban, en büyük şehittir.
Ülke kan gölü… Yüzlerce şehit haberi yüreğimizi dağlıyor. Bir de Suriye olayı çıktı. Milyonlarca aç insan varken, emperyalizmin boyunduruğuna sürekledikleri ülkede, şimdiler de özellikle dindar sağcı kesim Avrupa ve Amerika’daki benzerleri gibi büyük bir lüks içinde yaşam sürme yarışında… Muhbirlikle birilerini Fetö’cu diye damgalarken, aslında onlardan zerre kadar farkları olmaksızın Türkiye’yi parselliyorlar… Sözde bunlar dindar, bunlar kul hakkı yemeyenler… Ama bunlar şerefini kaybetmiş, nefsini hırs bürümüş en büyük insanlık düşmanları…
Hal böyleyken Alevi - Bektaşi düşüncesinde insanın “kendi nefsini kurban etmesi” en büyük erdemdir, yol erkân kuralıdır. Yoksa niyet yardımlaşmaysa, gönül almasıyla, Hakk’ı anmaysa, bir gönüle girmeyse bir kilo elma da “kurban”dır. Dini kesim olayı sulandırmayın, diyorlar. Haklılar… İslam’da Kurban Bayramında nelerin kurban edileceği bellidir. Ama artık bu kurban olayının amacını aştığı görülmektedir; neyin öcünü almaktır bilinmez, kurban sadece kan akıtmak, boğaz kesmek gibi bir düşünceye indirgenmemeli, ihtiyaç sahibi kişi ve kurumlara bunların bedeli verilmeli, bağışlanmalıdır.
Balkan Gezisi…
Şu anda Balkanlar’da bir ateş yanıyor… Makedonya’da Tetova’da Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi bir yağmayı, bir işgali yaşıyor… Burada da bir savaş veriliyor… Kimi kesimlerin, bu arada Bektaşi ileri gelenlerinin de büyük duyarsızlıkları var bu konuda…
Mart-Nisan döneminde 3 hafta çeşitli araştırma ve çekimlerde bulunduğum Makedonya- Arnavutluk gezisinin kalan bölümünü tamamlamak için Hakk nasip ederse bayram boyunca buralarda olacağım… Hedeflerimden birisi de Bosna Hersek’te, Mostar yakınlarındaki Sarı Saltuk türbesini (makamını) ziyaret edebilmek.
Bugün yola çıkıyorum, imkânlar ne elverirse artık bu bölgeye 9 günlük bir gezim olacak.
Bu vesileyle tüm dostların bayramları şimdiden kutlu olsun…
Ölümlerin, zulümleri, açlıkların, adalesizliklerin olmadığı bir dünya özlemiyle hepinizi selamlıyorum. Bu gezinin gerçekleşebilmesine fırsat vererek maddi yardımlarda bulunan bir yol ve gönül insanı Adem Dağıdır’a, Kartal Cemevi Vakfı’na, Muharrem Yılmaz’a çok teşekkür ederim. (Toplam katkı, 1900 T.L.) Görüşmek umuduyla, muhabbetle kalın… Ayhan Aydın, Facebook Sayfamdaki yazım…
Nadime Kültepe
Nadime Kültepe özünü bu yola vermiş Sivas’lı genç bir canımız. Aynı zamanda Yüksek Lisans yapan, Balkanlar’ın sevdalısı, Bektaşiliği araştırmasının yanı sıra tekkelerdeki durumları da yakından takip eden çok duyarlı Nadime Kültepe tüm imkânlarını bu işlere seferber etmek istiyor. Öyle ki Arnavutça öğreniyor, kendisini sürekli geliştiriyor. O da bu tarihte bu çalışmalar için burada oluyor. Onunla gezinin bir bölümünde birlikte oluyoruz. Çalışma sonrasında Balkanlar’da yaptığım çalışmaların ürünleri olan tüm, fotoğraf ve görüntülerin bir kopyasını çalışmalarında yararlanması için kendisine veriyorum. Paylaşım varsa, insanlık ve Alevilik de vardır.
Burada Söylemek Zorunda Hissettim…
Aynı şekilde yine sadece Bektaşilik adına, insanlık adına, benim paradan çok hizmet için çaba harcadığımı göstermek adına, kayıtlarımın bir kopyasını da Arnavutluk, Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne veriyorum. Zaman zaman bu kayıtları televizyonlara büyük paralara verdiğim, sürekli bunların oralarda gösterildiği, yazlık ve ev aldığım dedikodusunun yapıldığını duyduğum, biraz buna sinirlensem de, daha çok acı acı güldüğüm, bu kurumun bazı yöneticilerine sadece ve sadece çok acıyorum. İnsanlar kendileri nasılsa, çoğunlukla karşısındakini de öyle görürler, öyle sanırlar. Din sömürü; Alevilik adına da olsa, Bektaşilik adına olsa çok kötü bir şey. Türkiye’den, Avrupa’dan sonra şimdi görüyorum ki, toplumumuzu kemirip bitirecek bu sömürü Balkanlar’ı da sarmış.
Hayatta çok büyük darbeler yedim; çalıştığım kurumlardaki yönetici-idareci kişiler beni çoğunlukla hakir gördüler, ezdiler ve kullandılar. Bazıları da adice iftiralar attılar. Ama ben özümdeki duygulardan hiçbir şey kaybetmeden yoluma hizmet etmeye devam ettim ve ediyorum.
İster Allah’a inanın, ister inanmayın bu önemli değil. Güzel bir söz vardır, “Hakk doğrunun yanındadır” derler. Ben de buna inandım.
Alevi - Bektaşi toplumu içinde, bu işlerle uğraşanlar içinde, ekonomik durumu en kötü olan kişi sanırım benim. Çünkü gerçekten yıllardır geçinemiyorum, bu konuda büyük zorluk yaşıyorum. Bu konularda kimseden de ciddi bir destek görmedim. İyi kötü işler elimden geldiği halde aslan sosyal demokrat bir belediyenin kültür – basın/ halkla ilişkiler biriminde görev alamadım. Bu konuda Alevi ileri gelenleri, kurumları bana yardımcı olmadılar. En ufak fırsatta yine her zaman ki gibi kendilerine, kendi yakınlarına çalıştılar.
Uzun yıllardır bu yapının içinde olan birisi olarak gördüm ki, birçok kurum başkanı, dede, yazar, şu bu, bu toplumdan sürekli bir şeyler almanın, bu toplumdan yararlanmanın, onu kişisel menfaatleri için bir basamak olarak kullanmanın peşinde oldular.
Bu topluma ben, aldığımdan çok fazlasını verdim.
Vicdanım rahat…
Yolumuz Erenler Katarına, gider…
Ben de özümdeki sevgimle, hizmet aşkıyla, Kalenderi duruşumla, bir derviş, bir yazar, bir derleyici, hizmet eri olarak aldığımdan fazlasını bu topluma verdiğim için en azından onun mutluluğuyla çok rahatım.
Muhabbet ile aşk ile…
Kurban Bayramı’nda Balkanlar’da Olmak…
8-20 Eylül 2016’da bu seneki ikinci Balkan gezimi gerçekleştirdim. Temel amacım her zamanki gibi Makedonya Tetova’daki Harabati Baba Tekkesi’ni ziyaret etmek, belli bir süre orada kalıp dergâh çevresinde yaşanan Bektaşilerle söyleşiler yapmak, sorunları gözlemlemek, burayla olan ilişkilerimi daha da geliştirmekti. Ama bu seneki asıl hedefim, bir Balkan Gezisi’nde yanından geçip gittiğimiz Bosna’daki Sarı Saltuk Türbesi’ne gitmek, başka bazı kentleriyle birlikte Balkanlar’ı daha da iyi tanımaya çalışmaktı.
Kısıtlı bütçemle yola çıktım. Bana bu gezi için yardımcı olanlar dışında, dişimden tırnağımdan arttırdığım biraz da kendi para da vardı. Ama yine de bütçem çok sınırlıydı. Her zaman ki gibi bedelini ödeyip idare etmekten başka yol yoktu. Bilim aşkıyla yanan samimi bir akademisyenden duymuştum, arabamı sattım, yüksek lisansımı daha rahat yaptım, demişti. Ben de gerçekten inandım. İnsanların hepsi, ya projelerle, ya devlet imkanıyla, ya burslarla, ya ciddi sponsor desteğiyle bu işleri yapacak değiller ya, içlerinde aşkını da, sevdasını, yaşamını da bu yolda, yani araştırma yolunda, bulanlar vardır benim gibi… (Bu arkadaş Alevi değildi, başka bir konu çalışıyordu.) Yoksa üç dört türbe gezip, bir iki çekim yaparak, bir –iki geziyle bir yörenin, bir konunun “uzmanı” olanlar yanında tüm özüyle, sevgisiyle, benliğiyle varlığıyla benimsediği işi yapanlar da olacak bu dünyada. Yoksa bu dünya gerçekten de dönmez…
Bünyem çok hassas. Yağlı- kilolu bir vücudum olsa da küçük bir soğukta üşüyorum (belki de gerçek nedeni de budur, bilmiyorum), sıcaktan etkileniyorum. Balkan havası da bana çok iyi gelmiyor doğrusu. Hele de Şar Dağları eteğindeki Harabati Baba Dergâhı’na ne zaman gelsem hastalanıyorum, hava çarpıyor. Bu sene bunun nedenini daha iyi anladım. Yola gönül vermiş, muhip bir can olan Ali Rıza Emini beni bir gün Dergâhın arkasındaki eteğinde yerleşimlerin de bulunduğu, olağanüstü manzaralı Şar Dağları’na doğru çıkarınca, buradan kayak merkezine de yol gider, deyince ben de neden eylülde kar soğunu omuzlarımda hissettiğimi şimdi daha iyi anladım. Evet, Tetova gerçekten çok yüksek dağ silsileleri arasında kalmış bir ova kenti. Nice çam ağaç kümelerinin bulunduğu yollardan giderken ve gelirden yüksek dağları görmek aslında insanda şairlik hissini de uyandırmıyor değil Tetova kenti. Bu dağların eteğindeki Harabati Baba Dergâhı da rüzgârlara açık, soğuğa açık bir yer. Alışan alışmış, hele hele de bizim dervişimiz Abdülmüttalip Bekiri gerçekten hiç üşümüyor. Ama geceleri burası soğuk, hem de çok soğuk oluyor. Ama dağların etekleri olağanüstü güzel, ağaçlık, manzarası çok çok güzel olan yerler.
Ben paranın sınırlı olması nedeniyle yine otobüsü tercih ediyorum. Sınırlarda arama taramalardan sonra nihayet Tetova’ya varıyorum. Geleceğimden haberdar Abdülmüttalip Bekiri her zamanki candanlığıyla beni karşılıyor. Çay, işler, şu bu derken hemen o saat adepte oluyorum dergâhıma ve buradaki yaşama.
Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...
Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...
Şiir dünyamızın önemli isimlerinden aynı zamanda yazar, Sone Yayınları'nın Sahibi ve Yayın Yönetmeni ve benim de çok sevdiğim Hasan Hüseyin Yalvaç ile Sultanahmet'te uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdim. Yaşamı, şiirleri ve Sone Yayınları üzerinde şiir tadında bir sohbette bulunduk... Umarım bu söyleşilerimiz devam edecek... Çekimleri yapan ve bize kapılarını açan İlkezgi Sanatevi Sorumlusu can insan Mustafa Karaçiftci'ye çok teşekkür ediyoruz...
11 Ağustos 2018
Sultanahmet, İlkezgi Sanatevi
Ayhan Aydın
SONE YAYINLARI SAHİBİ
ŞAİR, YAZAR, EDEBİYATÇI
HASAN HÜSEYİN YALVAÇ
İLE SÖYLEŞİ
Evet, sevgili dostlar, canlar, yurdumuzun, gönüllerinde Atatürk sevdasını taşıyan yurtsever insanları, merhaba. Uzun zamandan beri özlemini çektiğim bir söyleşiyi yapmanın mutluluğu beni sardı. Bir haftadır gerçekten de bir rahatsızlık vardı, içimde gülücükler açtı çünkü bu bir görevdi benim için. Hadi gidelim, dedik, Saray’a, hadi yapalım, dedik ama olmadı. Ama onu da yapacağız, oraya da gideceğiz, o güzellikleri de derleyeceğiz.
Sevgili dostlar, canlar, edebiyatımızın, şiirimizin sevdalıları, bugün büyük emektarımızla buluştuk, sohbet edeceğiz. Kendisini gerçekten yürekten seviyorum, emeğine büyük bir saygı duyuyorum. Bu emek, alın teri, namusunun getirmiş olduğu bir emektir. Bu emek, özden, yurdumuzun özünden gelen bir emektir ve bitmez tükenmez bir sevdadır. Hasrettir, özlemdir, aşktır, şiirdir. Dolayısıyla Hasan Hüseyin Yalvaç ismi, Sone Yayınları, Türk edebiyatında, yayıncılığında olduğu kadar kültür dünyamızda da bir büyük nefes açan penceredir. Bu bir abartı değildir. Yayınlanan birçok kitabını okuduğum bir yayınevinden bahsediyorum ki kendi kitaplarından da hemen hemen tümünü okudum. Kendisiyle de yazılı bir söyleşimiz de olmuştu daha önce zaten. Ekin dergisinde de çıkmıştı.
Evet, sevgili dostlar, canlar; şiirden, edebiyattan, kültürden, yurdumuzdan konuşacağız, emperyalizmden konuşacağız. Hasan Hüseyin Yalvaç abimizi sizlere biraz anlatmaya çalışacağız, kendi sözleriyle, dizeleriyle. Her şeyden önce, çok ciddi rahatsızlıkları da aşarak, yaşam savaşında, ben ona öyle diyorum, ulu ozanların yardımıyla yeniden hayat bularak bizlere kavuşan, yakın zamanda da çok sevdiği hayat arkadaşını kaybetmesiyle yeise de kapılsa, şiir aşkı, yaşam aşkı, mücadele direnci onu tekrar bizlerle buluşturan, Hasan Hüseyin Yalvaç abimiz.
Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, sağ olun var olun.
HHY: Sen de sağ ol.
AA: Bu heyula içerisinde… Cağaloğlu’nun yokuşu, güzel yokuşlar, bizim kalbimiz dayandıkça çıkacağız bu yokuşları. Abi sen de o sıkıntılara rağmen bu sevdayı sürdürüyorsun.
HHY: Değil mi, hayat biraz da yokuş yani? Işıl Özgentürk’ün bir kitabı var, Yokuşu Tırmanan Hayat diye, onun öyle bir şeyi var. Hakikaten yokuş… Ha bizim gibi insanlar için yokuş, bazılarına iniş tabii. Ha bire iniyor, bakalım nereye inecek? Çıkabileceği yere inseler rahatlayacağız da… Bazılarına hep iniş geliyor hayat, bize yokuş tabii. Neden yokuş? E tabii insan olmanın erdemi biraz da yokuş, ermişlik, öyle düşün, arınmak… Nedir? Her engeli, her kötülüğü bir kabul edersen, onu aşıyorsun. Arınmak için, güzelleşmek için. Biz de tabii, yayıncılık Cağaloğlu’nda olduğu için biz de Cağaloğlu’nun yokuşunu tırmandık bakalım işte. Sen de az tırmanmadın canım.
AA: Bizimki bir şey değil sizinkinin yanında. Bizimki de tabii ki güzel şeyler ama… Bu yokuşa, biraz başlara dönelim. Hani insan hayat öyküsünü anlatırken, çok şeyler var, hangi birini anlatayım diyebilir. Anılar biriktirir insan, acılarla yoğrulan anılar ama anı her zaman güzeldir bence. En azından geçmişte kalmıştır acılar, onların derin izleri olsa bile anılar önemli. Niçin anılar önemli ve bellek nedir sevgili üstadım?
HHY: Ya anı neden önemli, demin Ayhan söyledin de, şimdi eşimi ben kaybettikten sonra hemen hemen her gün mezarlığa gidiyorum, orada bir tane kameriye var işte, bir tane kitap alıyorum, oturuyorum… Bakıyorum şimdi, koskoca mezarlık suskun ama seni orada var eden şey, suskunluğu karşın anıla. Çünkü senin eşin olabilir, çocuğun olabilir, tanıdığın olabilir, onu orada görmenin nedeni, onun yanında olmayı hissetmenin nedeni anılar. Birlikte kotarılan, birlikte güzelleşen…
Aslında belki bu belki dünyanın genel analizinde de belki yapılması gereken bir şey, insanlar bir araya gelip bizleştikçe anılar da bizleşiyor, yani bir bağ lazım orada. E anısız da olmuyor, anı bir noktada da, şöyle bir çözümleme de yapılabilir, şimdi sen sorduğun için doğaçlama yanıtlıyorum, anı bir anlamda da, insan egosunun önüne geçen, egoyu besliyormuş gibi olan ama o paylaşım anlamında da egonun önüne set vuran bir kimlik anı. O anlamda da çok önemli. Şimdi anını paylaşıyorsun, orada egonu tatmin eder gibi oluyorsun ama o anı başkalarıyla birleştiği için otomatikman bizleşiyor, çoğalıyor, çoğaldığı zaman hem senin egona tatmin edici bir ket vuruyor, hem de toplumsal bir kimliğe getiriyor. E tabii anı bize, herkesin mutlaka anısı vardır ama ortak anıları bulmak, yaşanılan kenttir, köydür, ülkedir, coğrafyadır, onun sosyolojik, tarihsel birçok şeyini de yeniden örmeye başlamak demek yani. Anılara bir baktığın zaman, belki o ülkenin tarihini yeniden yazabilirsin. Mesela geçmiş siyasetlerde de böyle. Ben mesela çok severim edebiyatın anılarını. Hatta biraz önce buraya gelmeden önce, Bağlam Yayınları’ndan Sabit Abi’yle konuşuyoruz, Sabit Abi bana diyor ki, yaz bunları, anlat bunları filan. Neden? Çünkü çoklu ilişkilerimiz var, giden insanlarımız var.
Şimdi ben bir çalışma yapıyorum, “Ey Türk edebiyatı kendine gel!” diye. Neden “kendine gel” diyorum? Mesela Mahmut Alptekin diye bir benim hemşehrim, Denizlili, çok güzel bir insan. Öykücü, ödüller alan bir adam, bir sürü kitabı olan bir adam, öldü gitti, kimsenin haberi yok. Gazetede haber bile olmadı. Hatta rahmetli, sağlığında gelirdi, Samatya’da filan buluşurduk bir arkeolog arkadaşıyla beraber. Konuşuyoruz, bir gün dedi ki, Hasan ne olacak bu kitaplar… Bir sürü kitabı var, Varlık’ta çıkmış, Cem’de çıkmış bilmem ne, bunlara binaen. Tamam, dedim, Mahmut Abi, beraber, Cağaloğlu dediğin işte o yokuşun birçok yayınevine gittik, bu adamın kitaplarının yeni baskısını yaptıramadık. Onun yüzündeki ifadeyi hala unutmam yani. Sabahattin Ali Ödülü almış, bir sürü ödül almış yani bu adam. Şimdi onu yazacağım zaten, o ayrı bir şey. Şimdi bunun sahibi yok.
Şimdi gene o sözünü ettiğim, “Ey Türk edebiyatı kendine gel”, düşünüyorum, mesela Maraşlı bir Şevket Yücel vardı, yok, unutuldu, öldü gitti, adam unutuluyor ya. Silifke’de mesela hiç unutmuyorum, Eğitim-Sen’de bir konferans veriyoruz, çıktık, bitti konferans, dışarıda bir yaşlı geldi, Köy Enstitülüymüş. Evladım, dedi, burada mısın, buradayım amca, dedim ben, hayırdır? Yahu, dedim, benim bir kitabım var, eve gidip onu alıp geleceğim. 80 yaşında filan bir adam, bastonla. Dedik, birini gönderelim alsın, yok yok ben kendim alırım, dedi. Kendisi, o 80 yaşındaki adam, bir felsefe kitabı bastırmış, aşkı görüyor musun aşkı? O felsefe kitabını aldı getirdi, şimdi duruyor benim kütüphanemde. İşte bunlar görülmüyor. Mesela Yüksel Bütün var, gene Silifkeli bak. Şimdi, Silifke ADD’ye gittim, bu adam emekli albay. Bizim Karakeçililerden. Orada, merhaba merhaba, ne yaptın, kütüphane böyle güzel bir kat. Dedi ki, hocam burayı ben satın aldım, dedi. Nasıl satın aldın abi? 20 tane bizim gibi arkadaş birleşmişler, herkese düşmüş, diyelim o zaman dairenin fiyatı 80 bin lira, 20 kişi, adam başı 2 bin lira para. Yani 2 bin lira, Hasan Hüseyin 2 bin, Mustafa 2 bin, gidin bankadan mı çekersiniz, ne yaparsanız yapın. Tamam, mı kardeşim, tamam. Gitmiş herkes çekmiş mi 2 bin lirayı, gelmiş onu almışlar mı, ADD’ye. Şimdi bu bizim emekli Albay Yüksel Bütün, Kaynak Yayınları’yla, birçok yayınlarla ilişkiye geçmiş. Atı da var. Biniyor, heybelere kitap dolduruyor, Yörüklere, dağlara, sata sata, o destek olan arkadaşlarının paralarını da iade ediyor, bak o kitaplarla. O ADD’ye de bir tane daire kazandırıyor. Bu bir emek abi. Düşünebiliyor musun, bir emek yani. Dehşet bir şey.
Şimdi ben geçen, Dostlara Mektuplar diye bir şey var, orada da yazıyorum. Bizimkiler neyi belliyor abi, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, bilmem ne kültür merkezi… Şimdi ben de diyorum, geçen gün bunu Cazim Abi’ye de yazmıştım, sağcı, Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi, ulan Ziya Gökalp yok mu bu ülkede? Değil mi? Yusuf Akçura yok mu? Mehmet Emin Yurdakul yok mu? Anlatabildim mi? Mesela Cemal Süreya’nın yakın arkadaşı, şair Sezai Karakoç yok mu? Değil mi? Bunların adı yok. Şimdi emperyalizm öyle akıllı bir şey ki, sola da şöhreti dayatıyor, sağa da şöhreti dayatıyor.
Şöhret ne demek? Alttan gelen kuşağa, bak şöhretli olursanız sizin adınıza da… Yani toplumsal olmayın, bireysel olun, şöhrete yönelin. E biz de, Sabahattin Ali adına bir kültür merkezi açın değil mi, Hasan İzzetin Dinamo adına bir kültür merkezi açın, Hasan Hüseyin Korkmazgil adına bir kültür merkezi açın, Enver Gökçe adına bir kültür merkezi açın, değil mi? Bunlar yok. Direkt akla gelen Nazım Hikmet. Burjuvazi bunu kullanıyor bak. Çok ilginç Ayhan, yemin ediyorum, geçen gün Yapı Kredi Yayınları’nın kendi açıklaması bu, hiç unutmuyorum: Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı 1 milyon satmış. Bankanın açıklaması. 1 lira kalsa 1 milyon lira yapar. Peki, bu 1 milyon lira, kızı Filiz Ali bilir ama ben karışmam, benim aklımdan geçen… Bu adam Gümülcine doğumlu, Gümülcine’ye götürüp bir taş mı diktiler, Kırklareli’nde öldürüldü, öldürüldüğü yerde gidip bir şey mi yaptılar, Gönen’de çocukluğu geçmiş, Gönen’e bir şey mi yapmışlar? Yani buralarda edebiyatçılara, gerçekten, aydınlara, çok büyük görev düşüyor. Tabii bu görev şu anlama da geliyor benim için, elini taşın altına koymak eylemi. Elini taşın altına koymak istemeyenler de, bana ne, diyor, unutulsun gitsin, diyor. Unutup gidiyorsun işte ya.
Enver Gökçe’yi nasıl 12.30 Köyü’nde sağken unuttuysa bu düzen, öldükten sonra gene orada unuttu. Dinamo 89’da öldü, 20 Haziran 1989’da, kaç kişi anıyor, ne yapıyor? Böyle bir şey var mı abi?
Sen o zaman ne yapacaksın, edebiyatçı olarak, herkes kendi sokağından sorumlu olacak kardeşim, kendi köyünden sorumlu olacak, kendi ilçesinden sorumlu olacak. Kim yaşamışsa orada, sen Şiranlısın, Şiran’da bir Ayhan Aydın var, bunu oraya kazıyacak, çevre kazıyacak onu. Yoksa Ayhan gidip Şiran’a, ben buranın yazarıyım, araştırmacısıyım, demez. Toplumsal kimlik onu dedirtmez, o yaşama biçimi onu dedirtmez ama çevre, bu bizim bir kültür değerimizdir, ona sahip çıkalım, derse, oranın devlet adındaki kurumu da, kaymakamlığı, valiliği bilmem nedir, halkın seçtiği belediye başkanıdır, bununla uğraşmak zorundadır, mecburdur buna. E sahip çıkmıyorsun. Ben şimdi Tekirdağ-Saray’da, bir gazetede köşe yazarlığı yapıyorum haftada iki gün, orada bir edebiyat eki çıkaracağım, onu düşündüm…
Kepirtepe Köy Enstitüsü, Trakya’daki köy enstitüsü bak, çok ilginç, yedi yüz araştırma yaptım, Menekşe diye bir abimiz, şu anda hastanede o, acil şifa diliyorum, 90 yaşlarında, iki tane böyle devasa kitabı var, Köy Enstitüleri Gerçeği ve Kepirtepe ve Köy Enstitüsü diye. 709 mezun vermiş Ayhan, Kepirtepe Köy Enstitülerinde. Neresi var; Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, üç vilayet ve ilçeleri. Ben araştırma yaptım, oradan, sen biliyorsun, ilgileniyorsun, emekli öğretmen abilerimle filan, 25-30 tane adam bulduk. Ya bir daha Kepirtepe açılmayacak 1954’te kapattı bunu, resmen yasa olarak kapattılar, Menderes döneminde kapatıldı. Türkiye’nin aydınlanmasının kilit kurumlarından birisini kapattılar bu gericiler. E şimdi sen onu niye yaşatmıyorsun ya? Kepirtepe Köy Enstitüsü’nden yöremiz mezunları, öğretmen abilerimiz, ablalarımız, oranın eğitim camiamızı düz akları… Ulan bir duvara mermer yap be, isimlerini kazır, çoluk çocuk desin ki, a bak benim dedem, falancanın dedesi, ablası, nenesi, anneannesi… Bir tane Kepirtepe Köy Enstitüsü yok, anlatabildim mi? Bir daha Alpullu Şeker Fabrikası yok, anlatabildim mi? Yani bunu aydın, sanatçı kavrayacak. Kavradığı zaman, o zaman ne olacak, ha diyecek ki, ona sahip çıkmazsam bana da sahip çıkmayacaklar. Ona sahip çıkma, buna sahip çıkma diye ilçen elden gidecek. En sonunda belki öyle bir noktaya geleceğiz ki, ulan bana ne, ben öldükten sonra dünya ölsün, diyebilecek kadar küçüleceğiz yani, cahilleşeceğiz. Anlatabildim mi?
Devamını oku: Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...
Diğer Makaleler...
- HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…
- Kutluay Erdoğan ve Durmuş Günel'le Muharrem Sohbetleri, 1999
- CAFER DÜZGÜNOĞLU DEDE'YLE SÖYLEŞİ
- Belediyeler ve Cemevleri
- Ayhan Aydın’dan Aralık Bülteni, 2019
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (18. Bölüm)
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (16. Bölüm)
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (11. Bölüm)
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (10. Bölüm)
- AKADEMİSYEN KEMAL AKGÜN'LE SÖYLEŞİ