• Ana Sayfa
  • Ayhan Aydın
    • Özgeçmiş
    • KENDİMLE İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME
    • Ayhan Aydın Arşiv Listesi
    • ŞAHKULU SULTAN DERGAHI GÖRSEL ARŞİVİ
    • Hakkındaki Yazılar
    • Hakkındaki Şiirler
    • Hakkındaki Haberler
  • Şiran
  • Söyleşiler
    • Dedeler
    • Babalar
      • BABAGAN (BALIM SULTAN ERKANI) KOLU
      • ÇELEBİLER KOLU
      • SULTAN SÜCEATTİN VELİ OCAĞI (DERGAHI) KOLU
      • ALİ KOÇ KOLU
    • Ozanlar
    • Yazarlar
    • Aydınlar Gazeteciler
    • Bilim İnsanları (Akademisyenler)
    • Kanaat Önderleri
    • Kurum Temsilcileri
    • Sanatçılar
    • Hocalar Mürebiler
    • İzzettin Doğan
  • Gezi Notları
    • Anadolu
    • Avrupa
      • Batı Avrupa Gezi Notları
    • İran
    • Suriye
    • IRAK
  • Yazılar
    • Basındaki Yazılar
    • Denemelerim
    • Etkinlik Haber Yorum
    • Cem Vakfı Yazıları
    • Kitapların Dünyası
    • Şiir Denemelerim
  • Kültür Sanat
    • Kültür Dünyası Söyleşileri
    • KÜLTÜR SANAT YAZILARI
  • Ahmet Hezarfen
    • Ayhan Aydın Kitap Yazıları
    • Osmanlı Arşivinde Aleviler Bektaşiler
    • Diğer Çeviri Belgeleri
    • Yazıları- Anıları - Görüşleri
    • Ahmet Hezarfen'le İlgili Yazılar
    • Ahmet Hezarfen Balkanlar(Rumeli)
    • Dergahlar Türbeler
      • Balkanlar Rumeli
        • Bulgaristan
          • Otman Baba
          • Demir Baba
          • Akyazılı Sultan
          • Ali Koç Baba
          • Elmalı Baba
          • Hüseyin Baba
          • Dallı Ali Baba Türbesi
          • Yunus Abdal
          • Saçlı Koçlu Babalar
          • Alan Mahallede Ali Baba Türbesi
        • Makedonya
          • Sersem Ali (Harabali) Baba
          • Sarı Saltuk
          • Hıdır Baba
          • Cafer Baba
          • Üsküp Halveti Tekkesi
        • Yunanistan
          • Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan
          • Ece (İce) Sultan
          • Nefes Baba
          • Atatürkün Evi Selanik
      • İran
      • Suriye
      • Diğerleri
      • Anadolu
        • Hacı Bektaş
        • Sultan Sucaettin Veli
        • Abdal Musa
        • Kolu Açık Acim Sultan
        • Seyyit Garip Musa
        • Haydar Sultan
        • Diğer
      • İstanbul
        • Şahkulu Sultan
        • Kurucu Ahmet Sultan
        • Garip Dede Türbesi
        • Erikli Baba Türbesi
        • Nafi Baba (Şehitlik)
        • Karaağaç
        • Karyağdı
        • Duvar Baba
    • Semahlarımız
      • Rumeli Semahları
      • Anadolu Semahları
      • Sultan Sucaettin Veli Ocağı-Dergahı Semahları
    • Atatürk Fotoğrafları
    • Etkinlik Fotoğrafları
      • Türkiye
      • Balkanlar
      • Avrupa
      • Diğer
    • İnanç Önderleri
      • Dedeler
        • Fetfi Erdoğan Dede
        • Aşık Ali Metin Dede
        • Hüsamettin Aydın (Seyyid)
        • Nevzat Demirtaş
        • Musa Küçük
        • Veli Akkol
        • Hüseyin Orhan
        • Celal Arslan
        • Dedeler Diğerleri
      • Babalar
        • Hakkı Saygı
        • Abidin Harman
        • Mehmet Şilli
        • Reşat Bardi Dedebaba
        • Babalar Diğerleri
      • Zakirler
      • Çelebiler
      • Dervişler
    • Cemlerimiz
    • Yazarlar
      • Abidin Özgünay
      • Baki Öz
      • Cahit Tanyol
      • Mehmet Yaman Dede
      • Mehmet Yardımcı
      • Refik Engin
      • Şevki Koca
      • Ahmet Hezarfen
      • Yazarlar Diğer
    • Ozanlar
      • Adil Ali Atalay (Vaktidolu)
      • Ahmet Akar
      • Ali Ekber Çiçek
      • Aşık Durmuş Günel
      • Aşık Veysel
      • Hüseyin Çırakman
      • Hasan Papur
      • Hüseyin Yorulmaz (Seyfili)
      • Aşık İhsani
      • Mahzuni Şerif
      • Muharrem Yazıcıoğlu
      • Murtaza Şirin
      • Müslüm Sümbül
      • Telli Suna Gölpek
      • Ozanlar Diğerleri
      • Ozanlarla İlgili Simgeler
    • Gümüşhane-Şiran (Kırıntı-Yeniköy
      • Yeniköy (2010) Sayı Sayma Oyunu
      • Yeniköy Kış - Güssün Aydın Cenaze 2000
      • Kırıntı Yeniköy Düğün 2003
      • Kırıntı Yeniköy
    • Ayhan Aydın
      • Hısım Akrabalarım-Arkadaşlarım
      • Cem Tv Proğramlarım
      • Ayhan Aydın Resimleri
      • Ayhan Aydın'ın İstanbulu
      • Ayhan Aydının Manzaraları Şehirleri
  • Önemsediklerim
  • Konuk Yazarlar
  • Site Haritası
  • Balkanlar (Rumeli)

HÜSEYİN TEMİZ DEDE

Perşembe, 21 May 2020 13:16 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 1028

HÜSEYİN TEMİZ DEDE

(ZEYNEL ABİDİN OCAĞI -  KARACA KÖYÜ / YAZIHAN / MALATYA)

Çok değerli dedemiz Hüseyin Temize hoş geldiniz, diyoruz. Şimdi kendisi Birinci ve İkinci Anadolu İnanç Önderleri Toplantısına katıldılar, konuşma yaptılar yayınlanmış bir çalışması da var. Elinde şeceresiyle bugün Cem Vakfı’na geldi, bizi de çok memnun etti. Çünkü elindeki belgeyi buraya getirmesi onun bu yola, bu davaya bağlılığını gösterir, o yüzden de tekrar teşekkür ediyoruz dedeciğim. Her şeyden önce sizi daha yakınen tanıyalım. Nerelisiniz, doğumunuzdan, çocukluğunuzdan bahsederek isterseniz başlayalım sohbetimize.

Ayhan Aydın

Teşekkür ederim, sağ olun. Ben Malatya’nın Yazıhan ilçesine bağlı Karaca Köyü’nde doğdum ve akrabalarım da oradadır. Ben dünyaya gelmeden on bir gün önce babam vefat ediyor genç yaşta. Ben amcamın yanında yetiştim, kaldım.

Amcam ve soyumuz Zeynel Abidin Evlatları Seyit Temiz soyundandır.

Bizim bir çok bölgelerde taliplerimiz vardır, bugün “mürşit kapısı” olan taliplerimizin çokları Tokatta, Sivas’ta, Kırklareli’nde, Amasya’da, Malatya’nın bir çok çevrelerinde halen ta Bağdat’a kadar, Halep’te ve Şam’da bulunmaktadır. Bizim ailemizin geniş olmaması dolayısıyla, ailemizde dede çok az çıkmıştır. Zaten iki ev olarak kalan ailemiz, o ailede Ali Yusuf Temiz Dede isminde ünlü bir dede vardı. 1953 yılında vefat ettikten sonra biz de dedelik yapan kişi pek az kişi kalmıştır, kalmamıştır.

Amcamın oğlu İsmail Temiz, o dönemlerde 20 yaşlarında falan bir insandı, o yirmi yaşlarında o dönemlerde dedeliğe başlamıştı. Vekil bir çok taliplerden gelen eğitler dedelik için insanları götürmeye geldiklerinde, götürecek dede bulamıyorlardı. Bazı zamanlarda, beni götürüyorlar ve vekaleten dedelik yaptırıyorlardı. Yani bana vekaleten bir insan oturuyor o posta ve dedelik yaptırıyorlardı. Ve 1967 yılına geldiğinde ben Almanya’ya gittim, yaşamımı Almanya’da işçi olarak sürdürdüm.

Biraz ocağınız hakkında bilgi verir misiniz? Neler anlattılar size, kafanızda neler kaldı?

Şimdi bu ocağımızda ki, anlatılanları kısa bir şeyle geçiştirmek mümkün değil. Tabi bu yaşam boyunca her şey anlatılıyordu Alevilik hususunda, Alevilik nedir, nereden gelmiştir ve Alevilik İslamiyet’in içerisinde nasıl bir yaşam biçimidir, Alevilik nasıl bir İslam anlayışıdır? Bunları tabi ki büyüklerimiz, atalarımız, babalarımız, amcalarımız bizlere anlatıyor. Aleviliğin İslam içinde bir yaşam biçimi olduğunu ve gerçek İslam’ın özü olduğunu bize anlatıyorlardı. Şimdi ben bunu kısa bir şekilde ne diye anlatayım.

Biraz açalım şimdi. Büyükleriniz, gerçek erenlere göre, ne anlatırlardı size, çocukken ne dinleyerek büyüdünüz, yani Ehlibeyt hakkında bu kısmı anlaşılmıyor.

Şimdi bunun için tabi ki bizim yaşamımız biraz daha farklıydı. Çünkü Zeynel Abidin ocağına bağlı olmamız, bir örnek insan olmamızı gösteriyordu. Bütün topluma karşı örnek bir insan olmak zorundaydık. Ve hem de öyle olduk bizim ocağımızda. Bizim ocağımızda, bugüne kadar her hangi bir insanlığa aykırı hiçbir yaşam biçimi çıkmamıştır ve olmamıştır da, bütün topluma örnek bir insan olarak gelmiştir. Biz Zeynel Abidin evlatları tabi bu çok uzun zaman Anadolu’ya gelip yerleştiklerini söylerlerdi atalarımız. Yani daha Ebul Vefa zamanlarında o dönemlerde geldiklerini söylerlerdi. Şimdi bilemiyorum fazla.

Devamını oku: HÜSEYİN TEMİZ DEDE

Kategori: Dedeler

Geleneği Geleceğe Aktaran Çağdaş Ses: Hüseyin Gazi Metin

Perşembe, 21 May 2020 13:00 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 769

HÜSEYİN GAZİ METİN

 (HÜSEYİN ABDAL OCAĞI –HALK OZANI-  ŞAHİN KÖYÜ / DİVRİĞİ (ÇAMŞIHI BÖLGESİ) / SİVAS- 1939)

 Geleneği Geleceğe Aktaran Çağdaş Bir Ses

Pir Sultan Abdal’ın Yolundan Giden Bir Halk Ozanı

HÜSEYİN GAZİ METİN DEDE

Divriği Çamşıhı Şahin Köyü’nde, 1939 yılında doğan Hüseyin Abdal Ocağı’ndan Hüseyin Gazi Metin Dede, maden ocaklarının kıvılcımlarını ezen- ezilen ikilemi ekseninde ördüğü dünya görüşünü besleyen damarlar olarak hissetmiş.

Dünyada herkesin bir ve kardeş olabilmesinin yolunun adaletsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini görmüş, bunu hayat ilkesi edinmiş. Her zaman haklının yanında, işçinin yanında, horlananın yanında yer alırken, Alevilerin de bu dünya en çok haksızlığa uğrayan kitlelerden birisi olduğunu fark etmiş.

Erenler yurdu Sivas’tan tüm dünyaya uzanan ünüyle sazını her zaman, Pir Sultan Abdal gibi Anadolu ozanlarının karanlıkları yırtan, güvercin aydınlığında bir barış dünyası özleyen duygularıyla çalmış, yazdığı şiirleri de bu duygularla bezemiş.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yönetiminde uzun yıllar örgütlü mücadeleyi savunan Hüseyin Gazi Metin Dede, yurtdışında da özellikle Alevi gençlerinin ve kadınlarının yetişmesi için cemler yürütmüş, muhabbet meydanları açmış, gönüllerde silinmez izler bırakarak “devrimci dede” ünvanını almıştır.

Kendisiyle yaptığım uzun söyleşiden derlediğim bu yazıda; Halk Ozanı Hüseyin Gazi Metin Dede’nin dedelik kurumunu, Çamşıhı yöresinin etkili olan dedelerini, yörede yürüyen yol ve erkân hakkındaki bilgilerini ilginize sunuyorum.

Ayhan Aydın

(Gazeteci – Yazar)

 Çok sevgili dedem, halk ozanlığıyla ilgili olan sorularımızı yazılı olarak yanıtlamıştınız.

Şimdi Hüseyin Gazi Metin’in yaşantısını kendi dilinden dinleyeceğiz; nerede doğmuş, nasıl yetişmiş, kimlerin yanında yetişmiş, hangi dedeleri tanımış, nasıl bir eğitimden geçmiş, bunları öğrenmeye çalışacağız. Biraz dedelik konusu üzerinde duracağız. Daha sonra ezilmişliklerin üzerinde duracağız ve daha sonra da esas konumuz olan dedelik müessesinin günümüzde ki görünümleri, problemleri, sıkıntıları dedenin bu yönde ki fikirlerini alacağız.

Evet dedem hoş sefa geldiniz, güzellikler getirdiniz, gözlerinizi nasıl bir ortamda açtınız, nasıl bir dünyada açtınız? Köyünüzden, bölgenizden, ananızdan, babanızdan biraz bahsedelim bakalım?

Şimdi sevgili can, ben Sivas’ın Divriği kazasının Çamşıhı yöresinden Şahin köyündenim. Nüfus cüzdanımda 1941 yazsa da 1939’da dünyaya gelmişim. Efendim Mahmut Dededen, Hatice anneden doğma sekiz çocuktan biriyim.

Bizim soyumuzda geleneksel olarak mı dersin ne derseniz deyin bu kültürün birinci taşıyıcısı olan saz sanki bizim ocağımızla da ilgili bir şeydi. Köyümüzde ilkokul vardı. Uyandım ki başımda bir saz asılı. Sorduk kimin sazı, diye. Dediler ki bu saz, deden Hüseyin Ağa’nın sazı. Hüseyin Ağa derlermiş Seyit Hüseyin aslında asıl ismi. Çok müthiş saz çalarmış Âşık Ali Metin’den de o iyice. Sanki böyle diyorum ki saz benden doğacak torunlarım kalksınlar, bizim bu kültürümüzü yürütsünler, bunu eline alsınlar, yerde koymasınlar, garip koymasınlar gibi bize sesleniyordu sanki. Biz de o sazı aldık elimizi başladık pirin himmetiyle hizmetlere. O zamanın behrinda Âşık Ali Metin ile aynı evin çocuklarıydık, amcamın oğlu olduğu için sazımı o düzenliyordu, en çok da, Battal Karababa vardı, rahmetli oldu ondan büyüktü, o düzenliyordu. Diğer bir Âşık Hüseyin vardı o ara sıra düzenliyorlardı halamın oğlu Feyzullah Çınar aynı zamanda kaynım o benden yaşça büyük olduğu için o biraz düzenliyordu. İşte Mahmut Erdal o da akrabam, yakınım onlar bizim sazı ufak tefek düzenliyorlardı.

Biz çalmaya başladık önce onlardan aldığımız parçalardan meydana çıktık yöresel parçalarla başladık. Yine bizim yöreyle ilgili olan, Âşık Veysel biliyoruz ki Çamşığıyla ilgili olan, Sivrialan, Emlek yöresi ve birçok yerde bulunuyor. Onunda ustası yine bizim büyük dedemiz Ali Ağa diye geçer onun kitabında da geçer Çamşıhlı Ali Ağa diye geçer, o da bizim yakın akrabamız, amcamızdır. Onun hocası da Çamşıhlıdır. Kalktık; bana deden gibi bir saz çalan yok, deden gibi söyleyen yok, sen de onun adısın dediler, bundan tabii ki biz etkilendik. Sazımızı elimize aldık bu üstatların manilerini çalmaya başladık, ayrıyeten biraz büyüyünce yöresel şiirler yazmaya başladık azda olsa. Askere gidenlere işte ne bileyim aman yaman işte sevda şiirleri ufak tefek bir şeylerimiz oldu. Köyümüzde çobanlık da yaptım, babam orta yollu bir ailenin çocuğuydu, beş on parça tarlası vardı, çiftçilik de yaptım, tırpan da vurduk… Velhasıl zamanı gelince askere gittik. Askerlikte jandarma onbaşı olarak görev yaptık. Oradan da askerlik dönüşümüzde Divriği’de demir madenlerine işe çağırıldık ve işe girdik. İşe girince bizim bu dünyamız birazcık daha değişti. Elbette herkesin olduğu gibi bizim de hasımlarımız vardı. Madende emeğin ne demek olduğu, yemeğin ne demek olduğunu, ezilenin ne demek olduğunu, işverenin ne demek olduğunu bu kutsal maden ocağından öğrenmiş olduk. Öğrenince de burada bir sınıfa katılmış olduk. Bunu öğrendikten sonra hepimizin ortaklaşa bir düşmanın olduğunu; memleketi sömürenlerin, fakir fukarayı ezenlerin, insanları ırka şuna, buna bölerek çıkarını sağlayanların bizim gerçek hasmımız olduğunu o kutsal maden ocağında anlamış olduk. Bu arada da şiirlerimiz birazcık daha gelişti.

Ondan sonra sağ sol kavramını orada kavramış olduk. Bizim yerimizin de nerede olacağı zaten belli, tarihten belli ezilen kimse onun yanında bizim yerimiz var. Hayatta hemen hemen kimseyi ayırmayı hiç bilmeyen bir toplumumuz var, bana öyle geliyor. Sınıfımızı bu maden ocağında tayin etmiş olduk. Burada işçilerin, insanların Alevi, Sünni demeden, sağ, sol demeden bir araya geldikleri zaman sevgili Ayhan, haklarını aldıklarını gördüm ve bunları yaşadım, grevler yönettim sazımla sözümle. Ne zaman ki işveren oyununa geldikleri zaman ya sen bizdensin, Elhamdülillah sen çok Müslümansın onun peşine niye gidiyorsunuz, dediğimiz zaman, bölündüğümüz zaman o zavallının da hakkının kaybolduğunu gördüm, benim de hakkımın kaybolduğunu gördüm. Ve söyledim o zaman işveren sana mükâfat verdi mi? Yok. Derdin neydi kurban olduğum, bak hak bir, ezen belli, ezilen belli hepimizin bir olması gerekiyor diye o insanları ikna ettik. Sendikalaşmayı savunduk, bunu da başardık.

Çağdaş Sünni dediğimiz o kökenden ılımlı adamlarından en azından sosyal demokrat adamlardan sendikayı aldık ve iyi bir sendika yönettiğimize inanıyorum ve insanları da takdir ediyorum. Buradan sendikamız Türk-İş’e bağlıydı o zaman işte Türk-İş’in biraz düzen yanlısı olması ortaya çıktı. Şura bura derken mücadele verdik sendikamızı Türk-İş’ten daha doğrusu Sarı Sendika’dan, devrimizi sendikayı yer altı madenine geçirmeyi başardık. Tabi ne başaracaksın orada seni dürbünle görüyorlar yukarıda biliyor musun birileri seyrediyor sizi. Seyrettiler haydi babam bir de 12 Eylül darbesi çıkarttılar karşımıza. Yerimiz de vardı, yurdumuz da vardı, geçerliliğimiz de vardı sendika işçi alımlarında üç sendika heyeti giriyordu üç de giriyordu, disiplin kollarında 12 Eylül darbesi geldi güzelce sendikamızı, yerimizi, yurdumuzu hepsini elimizden aldı ve bizi de sorguya çekti. Suçumuz ne? Hak aramak. Başka bir suçumuz da yok. Yargıdan sonra velhasıl zorunlu emekli ettiler bizi. Bakıyorlar kimler bu işin elebaşları onları görüyorlar tabi kendileri not etmişler. Onların not defterlerinde yazılı zaten herkesin kim olduğu. Hani nasıl insan adam ahirete göçtüğü zaman diyorlar ya işte birileri din adamları, solcuların sol tarafına koyacaklar defterleri, sağcıların da sağ tarafına koyacaklar defteri bizim orada defterimizi bu tarafımıza koydular demek ki, bizi sildi çıkardılar.

Ankara’ya geldim, Ankara’ya geldiğimde 1991’de bir kiralık ev tuttuk orada oturduk. Onun dışında fazla bir gelirim yoktur, emekli gelirim var. Pir Sultan Abdal Derneği Dikmen’deydi gittim hemen ona üye oldum, Halk Ozanları Derneği’ne üye oldum, 1968 kuşağının kurmuş olduğu derneğe üye oldum, başından beri yaşamım bu benim. Sevgili Ayhan sivil örgütlenmeye çok değer veririm ben.

Devamını oku: Geleneği Geleceğe Aktaran Çağdaş Ses: Hüseyin Gazi Metin

Kategori: Dedeler

Tuna'ya Şiirler

Cumartesi, 16 May 2020 18:14 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 664

Tuna’ya Şiirler:

Tuna’ya Bakıyorum

Oyun oynayan çocukların

Kaybolan zamanlarından

Rüzgarların yıkadığı altın başaklardan

Türkü söyleyen martıların kanatlarından

Tuna’ya bakıyorum

 

Ahir zaman gemilerinin yelkenlerinden

Viyana’dan, Silistre’den, Tutrakan’dan

Ihlamur ağaçlarının kokularından

Tuna’ya bakıyorum

 

Ateşle yakılan Evengalistlerin feryatlarından

Demir Baba, Hüseyin Baba, Yunus Abdal

Sarı Saltuk, Şeyh Bedreddin, Odman Baba

Akyazılı Sultan, Ali Koç Baba’nın kutlu nefeslerinden

Tuna’ya bakıyorum.

 

Tuna’ya Özlem

 

Düşlerime girer zaman zaman Mavi Tuna

Uykularımı böler en tatlı saatlerinde

Direkleri upuzun, kürekleri yağlı gemiler

Alıyla, yeşiliyle elleri kınalı bir gelin gider Tuna’dan

 

Tuna’ya özlem anlatılamaz ancak yaşanır

Bir Arap atının sekişi, ayçiçeklerinin gülüşüdür

Bir kimsesizin hayata feryadının

Zifiri karanlıklar içinde uğultulu akışıdır Tuna’nın

 

Razgart’ı, Dulovo’sı, Kubrat’ı, Alvanları

Çok uzaklardan da olsa işitir sesini Tuna’nın

Yaklaştıkça dayanılmaz olur özlemi kavuşmanın

Nazlı yare sarılmak gibidir ulaşmak Tuna’ya

 

Eski çağ tanrısı Apollon’un gözleri gibi mahzun

Mahzun bakar adama Tuna

Martı kuşlarının gagasındaki balık olur

Hayat verir tüm yüreği yanıklara Tuna

 

Tuna

En mutlu olduğum günlerden bir gün

Üstümde kucak kucak bulutlarla

Tuna’ya varacağım

Mavi meşe ağaçları altından

 

Ne nilüfer, ne orkideler olan

Bir kıyısına gidip

Bıkıp usanmadan

Hıçkıra hıçkıra ağlayacağım

 

Gönül köşkümde bir ana sevgisi

Hatıralarımda vefasız bir yar yarası

Yeşil gözlü bir oğlan çocuğu özlemi

Bayrak bayrak bir sevgi Yurdumdan

 

Kulaklarımda Mahzuni ve Bach

Kara bahtıma bakıp bakıp

Dalacağım dalacağım derinlerine Tuna’nın

Bir kez bile arkama bakmadan

 

Ayhan Aydın

3 Temmuz 2010, Cumartesi, Etiler-Kocasinan

Kategori: Şiir Denemelerim

Yol Cümleden Uludur - Kemal Bülbül

Cuma, 15 May 2020 16:00 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 695

Gönülden Gelen Deyişler…

Çok sevgili Kemal Bülbül’ün Aleviliğin değerlerini, insanlığın erdemlerini, yaşadığımız yaralı coğrafyanın feryatlarını birbirinden güzel dizeleriyle daha doğrusu deyişleriyle dile getirdiği, “Bülbül-i Şeyda Divanı”nın birinci cildini okuyup bitirdim.

Her bir şiirinden ayrı haz aldığım, duygulandığım, içlendiğim, zaman zaman isyan ettiğim bu divan, çağımız insanı için yaşadığı günlerin de, yaşadığı coğrafyanın da, köklerindeki inancının da bir güldestesi gibidir.

Yüreği var olsun üstadın, ne ısmarlama şiir yazılabilir, ne de hangi kimlikten olursanız olun, sadece fikir beyan etmek için kelime kurgularıyla oluşan dizelerin bir şiir tadı olabilir.

Onu;  Şehitler Serdarı İmam Hüseyin’in tarihler durdukça anılacak ölümsüz mücadelesinde Kerbela’ya, Koca Haydar’ın yurdu Banaz Yıldız Dağı’nda, ozanlar piri Pir Sultan’ın diyarı’na, kültürler beşiği kadim uygarlık merkezi Diyarbakır’a, yüreği yaralı anaların da bağrına, duygu dünyalarına kurulan, gönlü sevgi çağlayanı dizeleriyle selamlıyorum…

İnancını, kökenini, ruhunu inkâr etmeyenlere aşk olsun…

Bu yurtta umutlar tükenmez, sevdalar bitmez, bu devranın kör olası zalim zindanları yıkılıncaya kadar özgürlük türküleri her daim, her dilde söylenip, evrende sonsuza kadar yankılanır.

Bağrında sevgi ateşi yananlara, birlik meydanı kuranlara, yaralı gönüllere merhem olanlara bin selam olsun…

 

Muhabbet ehline aşk ile…

Ayhan Aydın

14 Mayıs 2010,

 Rumelihisarüstü, Sarıyer

 

Hakkını yedirmez, zalim gaddara

Varsılı az olur, çoğu fukara

İkrarını darda vermiş Mansur’a

Harama dokunmaz helali vardır

 

Şeriat, tarikat, geride kaldı

Arifler aşk ile çok menzil aldı

Hakikat aşkıyla ummana daldı

Kirlisi bulunmaz zelali (duru) vardır

 

İnancımız birdir, dilimiz ayrı

72 millet bir olsun gayrı

Zalimin mazluma olur mu hayrı

İsyana çağıran gel geli vardır

 

Bülbüli Şeyda’yım yol süreğinde

Yağmur damlasında, dağ çiçeğinde

İsyankâr olmuşum, bak yüreğimde

Zülfikar kuşanmış bir Ali vardır…

6 Ekim 2011, Ankara

 

Şahı Şahidan Hüseyin

 

Şehitlerin Şahı canım Hüseyin

Ben senin yoluna candan olurum

Şahı Merdan ile Zülfikar kuşan

Mazlum cengâvere meydan olurum

 

Aşkını zikreder Kerbela’da kum

Ana Fatma ile birlikte duydum

Ne cemalini çevir ne gözünü yum

Zifiri karanlık zindan olurum

 

Ne olacak söyle, mazlumun hali?

Masum u Paklar’ın bizde vebali

Bir himmet eylese medet Ya Ali!

Zülfikar misali kından olurum

 

Natık-ı Hakikat seni dinlesem

Telli Kuran gibi aşkla inlesem

Hüseyin’in bir tek “Hü”yü anlasam

Mürşidi kâmile irfan olurum

 

Alınca ağzıma Hüseyn’in ismin

Ürperir yüreğim, zikreder cismim

Yüzünde Ali’nin Fatma’nın resmin

Ben o Mihr ü Mah’a seyran olurum

 

Düldül’ün şahlansa, uçsa Zülcenah

Hikmetin sırrına olurum penah

Ne bir eksik vardı, ne de bir günah

Cemalin nuruna hayran olurum

 

….

 

Umut galip gelir, acılar diner

Mazlumun direnci, zalimi yener

Salınarak suya bir ceylan iner

Fırat kıyısında reyhan olurum

 

Emelim kurtuluş, sevgidir işim

Yükün ağır geldi ondan ateşim

Gerçeğe dönüşse özgürlük düşüm

Senin aşkın ile mestan olurum

 

Ali’yi anlatsam, Mansur’u ansam

Darda sır olup da çölde uyansam

Ben de sizin gibi tutuşup yansam

Kerbela’dan beri destan olurum

 

Yüreğim aşkınla, mekânı ribat

Eyüp keremiyle eylerim sebat

Dönüşüp topuma olsam bir nebat

Çoğalıp çöllerde orman olurum

 

Bülbüli Şeyda’yım bitmez bu fasıl

Cevap aradığım şu soru asıl

Söyleyin erenler acaba nasıl,

Hüseyin’in yoluna kurban olurum?

21 Ekim 2014, Ankara

 

Kemal Bülbül, Yol Cümleden Uludur, Bülbül-i Şeyda Divanı (1.), Su Yayınları, 2019, İstanbul

Kategori: Kitapların Dünyası

Tarihimizi Yazmak ve Bektaşiliğin Doğuşu Kitabı

Pazar, 10 May 2020 13:36 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 686

Tarihimizi Yazmak ve

Rıza Yıldırım’ın Bektaşiliğin Doğuşu Kitabı Üzerine…

Ayhan Aydın

Can dostlar, iyi – kötü okuyan ve okumayı hiçbir zaman, hayatımın hiçbir döneminde bırakmayan birisi olmanın rahatlığıyla söylüyorum ki, Alevi- Bektaşi toplumu olarak yeteri kadar okumuyoruz. Okuduklarımızı ya tam okumuyor, ya da başka kitaplarla, metinlerle karşılaştırıp, sorup - sorgulayıp okuduklarımız hakkında belli analizler yapmıyoruz.

Duygusal insanlar olarak, bize ne iyi, ne hoş geliyorsa, bizim gönlümüz neye meylediyorsa, oraya yöneliyoruz. Hemen her konuda olduğu gibi kitapları okurken, yargılarda bulunurken, mutlaka taraf tutuyoruz, bazen de, hiç gereği yokken, yazılanlar doğruyu yansıttığı halde, yazılanlara öfkeleniyoruz. Bunların belki hepsi de belli oranlarda doğal şeyler… Bu durum herkes gibi elbette bende de var.  

Alevi – Bektaşi dünyasının 30 yıldır içinde olan birisi olarak, tüm gelişmeler, olaylar, etkinlikler beni ilgilendirdiği gibi, bu konuda yazılan kitaplar da beni çok yakından ilgilendiriyor. Gerçekten okuduğum binlerce kitap gibi, her bir yeni kitabı da okuyup ondan bir şeyler öğrenmenin merakı ve heyecanıyla kitaplara bakıyorum. Aynı zamanda artık elbette daha bir dikkatli okuyup, dipnotlarına varıncaya kadar bazen belli yerleri iki üç kez de okuyarak, hem metin, kitap bütünlüğü ama aynı zamanda o güne kadar bildiğim şeyleri de sorgulayarak/karşılaştırarak o kitabı daha fazla değerlendirmek istiyorum. Yani kitaptan tam yararlanmak için o kitabı okuyorum. Bu konuda en büyük ilgi alanlarım da edebi eserler dışında; tarih, sosyoloji, antropoloji, halkbilim çalışmaları. Bende ki okuma aşkı aslında bunca kitaptan sonra işte öğrenme isteğinin dışında da, Alevilik- Bektaşilik konusunda ne kadar eksik yanımızın olmasıyla da ilgilidir. Bu devasa örgünün her alanında da çok ciddi boşluklar var.

Yirmi yılda, kurumların çatışmalarının arasında kalan “dedeler birliği” üç beş sayfalık, “Alevilerde cenaze erkânını” bir kitapçıkta toplayınca büyük bir işi halletmişlerdi! Eyvallah, saygım var… Ama geçip giden 40-50 yılda hakkını yemeyelim hangi kökenden olursa olsun kimi bilim insanı, ciddi araştırma ruhu olan akademisyenlerin yazdığı kitapları toplumumuz tarafından maalesef her zaman uzak bir köşede bırakıldı.

Dedelere, babalara, âşıklara ve sadece kendi özgün yanınızı, kendi yörenizin cemlerini, o köyde doğup yaşamış âşıkları, dedeleri, türbeleri yazın dedikçe, yüzde doksanı, Nuh Aleyhisallam’dan başlayarak bugüne kadar birçoğu basit kurnazlıklar yığını olan birbiriden alıntılarla dolu, basmakalıp ezbere bilgileri alt alta, üst üste sıralayarak bize kitap olarak yutturdular. Bunlara maalesef ki yazarlarımız da dâhil oldu. Bir yazar, gazeteci tek bir alanda eser veya eserler ortaya koysaydı daha iyi olmaz mıydı? İlliha ki her birisi her konuda yazacak, kitaplarını birbirleriyle yarıştıracaklar… Birileri, her şeyi biliyor, her konuda konuşuyor, yazıyor, desinler, diye kitaplar yazıldı… Ne dersin, ne yaparsın?

Bu bilimdir hiç durmadan gelişir, büyür, çoğalır, önü açıktır akıp gider. Alevilik Bektaşilik konusunda yapılan çalışmalar, bu arada bilimsel çalışmalar da, onu tanımlama, ona don biçme, onu şekillendirme, yönlendirme bütünlükleri içinde ele alındığı için, haklı olarak bu konuda da tartışmalar yaşandı. Bundan doğal da bir şey olamaz. Birçok konumuz gibi bu yanımız da, bir gün elbette, bilim insanları tarafından ele alınacak, konuşulacak, kamuoyuyla paylaşılacak, bu da hayatın gerekleri.

Alevilik - Bektaşilik konusunda da, işte Türkçü / Devletçi görüş ve bakış açısı denilip şimdilerde çokça eleştirilen “Fuat Köprülü Ekolü” de denilen, dolayısıyla Alevilik -  Bektaşilik konusundaki araştırmaları belli ideolojik temellere oturttuğu söylenen yaklaşıma karşın, hem çok ciddi makaleler, hem de ciddi eleştiri yazıları birbiri arkasından yayınlandı. İyi de oldu. Ama işte bunlar vicdanı olan kalem sahiplerinin yazdıkları olunca yerli yerini buluyor. Karalama, ahkâm kesme ve de ki gevezelik için yapılınca sırıtıyor.

Efendim söyleyip duruyoruz; Alevilerin – Bektaşilerin tarihini Aleviler – Bektaşiler yazmamışlar, yazmıyorlar, devletin resmi ideologları, kalemşorları, devlet okullarında okuyanlar, devletin imkânlarıyla adam olanlar Aleviliği - Bektaşiliği yazıyorlar...  Böyle söyleniyor, böyle yazılıyor. Böyle yaklaşımlar da var. Bunu da bazı Alevi yazarlar, aydınlar, akademisyenler de dile getiriyorlar. Eyvallah epey haklılık payı elbette var…

Devamını oku: Tarihimizi Yazmak ve Bektaşiliğin Doğuşu Kitabı

Kategori: DENEMELERİM

Hızır – İlyas YA DA HIDIRELLEZ

Perşembe, 07 May 2020 18:22 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 775

Hızır – İlyas YA DA HIDIRELLEZ
Hıdırellez Bolluk, Bereket, Muhabbet Getirsin…

Ayhan Aydın

İşte efendim; günler - devir ilerler, evren döngüdedir. Gelir; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gün…

Cemreler yani evrensel olarak hayat kaynağının cilveleri- nazları, ısı kaynakları havaya, toprağa, suya, düştükten sonra kanın damarlarda yürümesi gibi, su da artık topraktan ağaçlara, dallara, tüm bitkilere doğru yürür. Güneşin enerjisini hiçbir kuvvet durduramaz artık. Yaz gelmiştir, her türlü dert tasa geride kalmıştır nihayetinde. Bolluk, bereket, üretim, çalışma, her türlü güzellik doğmuştur.
Peki, bunca güzellik neyin yüzü suyu hürmetine olmuştur?

Nedense çoğunlukla Hızır’dan bahsediliyor. Kültürümüzde İlyas hep geri planda kalıyor sanki. Her ikisinin de peygamber, ermiş, veli kimlikli simgesel değerler olduğunu anılıyoruz. Hızır zaten sadece Alevilerin değil, tüm insanlığın bir büyük değeri. Ama İlyas da var. İlyas Peygamber denizlerin hâkimi, denizlerde darda kalanlara ulaşan, tüm denizlerdeki canlılara hükmeden, milyarlarca deniz canlısının piri. Türkler gerçekten de tam denizci bir millet değil, dolayısıyla Aleviler’in de denizden gelen tehlikelere karşı çağıracakları fazla bir şeyleri olmuyor, belki de. Ama karalara hükmeden, kasırgalar gibi dağ başlarından gelen zemheri fırtınalarında, soğuklarında insanlar en çok Hızır’ı çağırıyorlar. Hızır, Hızır Aleyhisselam’dan çok zaten Tanrısal bir güç… Ya Hızır, Ya Hızır, Ya Hızır yetiş carımıza boz atlı Hızır! Deyip duruyoruz. Hz. İlyas nerede kaldı? Benim söylediğime bakmayın, yine Alevi düşüncesi çok zengin, yoksa niye onlar da Hıdırellez desinler? Hızır/Elyas yani. Demek ki Elyas’ı, İlyas’ı da biliyor bu toplum.
Benim his dünyamda ise şu var sevgili dostlar; dünya tam bir döngü içinde, yeryüzündeki tüm insan toplulukları da bu döngünün on binlerce yıldır farkındalar. Yaşamları ister istemez bu döngüyle şekilleniyor. İşte dinler, mitolojiler, efsaneler, anlatılar, masallar, hikâyeler, menakıpnameler çok yoğun olarak evrenin döngüsüne uymuş insan topluluklarının yaşamlarını şekillendiren yasalarla ve geleneklerle birebir örtüşüyor. Bunda; Kürt – Türk fark etmiyor, Fars fark etmiyor, Ermeni, Rum fark etmiyor. Doğanın içinde yaşayan insan denen varlık da, a’dan z’ye doğanın evrensel yasaları içinde var olabiliyor. Ona anlam kazandıran felsefe ise kültür dediğimiz yine de doğa- insan – yaşam bütünlüğünde gizli. Kosmos denen ise insanın ona yüklediği anlamlarla belirginleşiyor.
Çok kabaca hem yaşamına, hem inancına, hem ruhuna işleyen bu döngüde Türk – Kürt toplumu içindeki Alevi - Bektaşi kitlesi doğanın esiri olduğu, kıtlığa, açlığa, çaresizliğe, kimsesizliğe, yalnızlığa karşı mazlumca duruşuyla cümle eren ve evliyaların başındaki Hızır’ı en büyük yar ve yardımcısı olarak görmüş. Hızır’ın çağrılmadığı yerde ise işte aynen ondan istediği şeyleri en yakınındaki, zihnindeki, anılarındaki, ruhundaki, duygularındaki eren-veli-evliyaları çağırırak onlardan medet dilemiştir. Onların kurtarıcıları “yer – su”, “gök- ata” “dağ- ağaç-orman” binyıllardır süregelen öz kültürlerinin ve inançlarının bir doğal uzantısı olan ulu erenlerdir. Bu bir putperestlik, puta – tapıcılık değil, bilakis “gerçeğin” ta kendisidir. Yani bugün Diyanet İşleri Bakanlığı’nın zehirli elleri içinde sıkılıp, boğulmak istenen; “türbelere mum yakılmaz, bez bağlanmaz, mezarda yatandan medet dilenmez, kulluk sadece Allah’adır, bunlar yaratıcıya şirk koşmaktır, bid’attır.” denilen kıyıcılıklara karşın tüm benlik ve ruhlarıyla yaşattıkları öz inançları – kültürleridir.
İsteyen Tanrı’ya istediği gibi ibadet eder, istediği gibi yakarır, Tanrı’yı istediği yerde, mekânda arar, bulur. Bin yıllardır insanları inanç ve ibadet farklılıklarından dolayı diri diri yakanlar, onlara idam fermanları yazanlar tüm dünyada milyonlarca insanın kanını dökmüşlerdir.
Zalimin zulmü altında inleyen, doğanın ölümcül kuşatmasında daralan, yokluğun pençesinde bunalan Anadolu ve Rumeli insanı işte binyıllar boyunca kendisine her şeyden yakın bildiği, en şekilsiz, en engelsiz, en kolay ulaşabileceği özden gelen yakarmalarını Hızır aşkıyla dile getirmişlerdir.
Boz Atlı Hızır; karlı dağları aşıp, dar günlerinde mazlumun imdadına yetişirken, hiç şüphesiz ki, birer canavara dönüşen denizlerdeki fırtınaların ellerinde mahrum kalan denizcilerin carına da yine İlyas Aleyhisselam yetişiyordu. Denize çok uzak olsa da Alevi - Bektaşi toplumu onun da varlığını biliyor, hissediyordu, benimsiyor.
Kışın zemheride Dersim’de kan kusturan soğukta her şey bitmiş, un bitmiş, yağ bitmiş, yakacak odun bitmiş, özlerinde “Hakk Muhammed Ali” aşkı çağlayan gül yüzlü canlar, ellerindeki en son malzemeleri toparlayıp hep birlikte lokma ederlerken, çerağları; belaların, musibetlerin def olması aşkına Hızır’ı çağırmak için yakıyorlardı.
İşte kışın en zor günlerinden önce aslında bir birlik lokması, bir birlik kurbanı daha vardı: Abdal Musa Birlik Lokması ve Cemi. Anadolu’nun birçok yerinde yaygın olarak yapılan bu uygulamayla, kışa girmeden insanların esenlikleri, hayır duaları için, çoluk-çocuk, görgülü – görgüden geçmeyen, müsahipli – müsahipsiz tüm canlar bu birliğe dâhil olurlar, hayır dualarla, yakılan çerağlarla kışa adım atılırdı.
Sonrasında ise; işte en çetin günlerde Hızır çağrılır, Hızır aşkına oruçlar tutulur, dilekler dilenir, Ya Hızır, Ya Hızır, Ya Hızır nidaları dağları, taşları inletirdi.
Gün döner, zaman ilerler… O koyu karanlık günler altındaki insanoğlu içerdedir, zar – zor malına davarına bakabilir. Bahçede her şey bitmiştir, kilerler boşalmıştır.
İşte sevgili canlar; “gece – gündüz” eşitliğinde her canlının türediği Toprak Ana’da bereketin işaretleri peydah olmaya başlar. Gece – gündüz eşitlenmiş, günler uzamış, kış hafiflemiş, zemherinin soğuğu azalmıştır. Bu ısınma, bu günlerin uzaması en büyük umuttur Anadolu ve Rumeli insanı için…
Ve… Günlerden o gün Gece ile Gündüzün eşitlendiği gün, Velayet sahibi, mazlumların yar ve yardımcısı, Adaletin kılıcı, Allah’ın Arslanı, Mertlerin Şahı, İmam Ali dünyaya gelmiş, kainat şereflenmiş, bolluk bereket günleri gelip yetişmiştir. Hatta Alevi - Bektaşi toplumu Hz. Fatıma Ana’yla Ali’nin evlendiği gün olarak da görürler Sultan Nevruz’u. Tüm yeryüzünde insanlığın ortak bayramlarından, çok özel günlerinden birisi olan Nevruz, yani gün dönümü, yeni gün başlangıcı Anadolu topraklarında da derin anlamlar ifade eder. İşte koyunlar kuzular, dallarda filizler çıkar, karlar eriyip toprak ısınmaya başlayınca hayata bereket gelir. Bu bereketi ister Güneş getirsin, İster Hakk Muhammed ile aynı nurdan olan ve Analığın – Doğurganlığın – Saflığın – Bereketin simgesi olan Fatıma Ana’nın eşi olarak Ali getirsin, hiç fark etmez…
Artık Nevruz’da; deliller yanar, sazlar çalar, nefesler söylenir, sütler dağıtılır Ali’nin doğduğu gün bugündür, diye.
İşte efendim; günler - devir ilerler, evren döngüdedir. Gelir; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gün…
Cemreler yani evrensel olarak hayat kaynağının cilveleri- nazları, ısı kaynakları havaya, toprağa, suya, düştükten sonra kanın damarlarda yürümesi gibi, su da artık topraktan ağaçlara, dallara, tüm bitkilere doğru yürür. Güneşin enerjisini hiçbir kuvvet durduramaz artık. Yaz gelmiştir, her türlü dert tasa geride kalmıştır nihayetinde. Bolluk, bereket, üretim, çalışma, her türlü güzellik doğmuştur.
Peki, bunca güzellik neyin yüzü suyu hürmetine olmuştur?
Elbette bugün için Alevi - Bektaşi toplumunun bir bölümünün köklerini, özünü, ibadetinin anlamını, değerlerini bir tarafa bırakıp, birbiriyle uğraşmayı maharet saydıkları, boş işlerle uğraşıp boğuşmayı beceri saydıkları bu günlerde unuttukları bir büyük değerleri sayesinde olmuştur.
İşte can dostlar; yazın gelişine Hızır ile İlyas’ın bir araya gelmesi vesile olmuştur.
Hızır ile İlyas 5 Mayıs’tan 6 Mayıs’a kadar öyle derin, öyle özlü, öyle güzel muhabbet eylemişlerdir ki, tüm karalardaki, tüm denizlerdeki fırtınalar, karlar, kışlar bitmiştir, sona ermiştir.
Hızır ile İlyas öyle güzel bir dertleşme, öyle güzel can cana, cemal cemale, öz öze bir sohbet etmişlerdir ki, onların muhabbetlerinin aşkına topraktan bereket, denizden nimet, dağdan ılık rüzgârlarla huzur inmiştir ovalara…
Ekinler, emlik kuzular, burçaklar boy vermiş, hem karınlar, hem gönüller doymuştur.
Gönüller birlenmiş, gam – tasa – kasavet dağların arkasına çekilmiştir.
Külekler bal ile yağ ile dolmuş, çalışma bereketi, üretim, umut, sağlık, sevgi, birlik, dayanışma, tüm her yeri sarmış, sarmalamıştır.
Hızır İlyas da yine mekânlarına çekilmişler, el ele, gönül gönüle bu doğa barışını sağlamanın kıvancıyla yine dünyanın dört bir yanındaki mazlum, darda – zorda olanların imdadına yetişmek için yine bilinmezlikler içinde sır olmuşlar.
İşte tüm dünya insanlığı, elbette bu arada kendi camiamız Aleviler – Bektaşiler senliği – benliği- ikiliği, boş işlerle zaman geçirmeyi bir tarafa bırakıp öğretilerinin temeli olan “muhabbet meydanında bir olmayı” sağlayabilirlerse, bahara da ererler, yaza da ererler, üzerlerinde oynanan her türlü karanlık oyuna karşı birliğe de ererler.

Gerçeği görenlerin demine, devranına Hü dostlar, Hü…

Aşk ehline muhababbetlerimle…

Ayhan Aydın
6 Mayıs 2020

Rumelihisarüstü, Sarıyer

Kategori: DENEMELERİM

Diğer Makaleler...

  1. Boğaziçi'nde Bir Bektaşî Dergâhı: Şehitlik
  2. BİR GARİP DERVİŞ, ŞEVKİ KOCA Dursun Gümüşoğlu
  3. Durbali ve Hasip Baba Tekkeleri, Şevki Koca
  4. Hoyrat Yolların Mazlumu
  5. Bugün 23 Nisan
  6. 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun...
  7. Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar
  8. Makedonya Gezisi Ekim 2016
  9. Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...
  10. HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…

Sayfa 34 / 89

BaşlangıçÖnceki29303132333435363738SonrakiSon

Ayhan AYDIN İnternet Sitesi  erenler@ayhanaydin.info E POSTA

İLKEZGİ SANATEVİ SİTE VE TEMA TASARIMI MUSTAFA KARAÇİFTCİ 0542 559 11 80.