EYLÜL POSTASI
EYLÜL POSTASI
(EYLÜL 2020, BAZI YAZILAR, ŞİİRLER, KİTAPLAR)
Ayhan Aydın
Ruhi Su
Ruhi Su (20 Ekim 1912 – 20 Eylül 1985), birçoğumuzun ortak sevdasıdır.
O, sadece kendi özellikleri, birikimleri, farklı yönleri olan bir benzersiz sanatçı değil, varlığıyla; yüzyılları aşan, geçmişten geleceğe akıp giden, içinde Anadolu'nun, Rumeli'nin ve cümle insanlığın ortak acılarının bulunduğu bir ölümsüz ses ve nefes, bu toprakların yetiştirdiği en büyük değerlerden birisidir.
Onun ruhu, yüreği derinlikler içindedir, aşk ve benzersiz sevdalar içindedir.
Her daim düşünceleriyle ve sanatıyla halkının devrimci halk mücadelesi içindeyken de, zeybeklerle oyun havalarını, kuvay-ı milliye destanıyla savaşların kulakları sağır eden asker çığlıklarını, Yemen Türküleriyle çok uzak topraklardaki çok acı ve sessiz iniltilerini dünyaya haykırmıştır.
Yunus Emre'nin en benzersiz sesi o olmuştur. Onu dinleyip de Yunus Emre'nin deyişlerinden - şiirlerinden etkilenemeyecek ne inançlı ne de inançsız bir insan olabilir mi?
Onun benzersiz bir sesi vardır, benzersiz hislerle söylediği türküleri; Anadolu insanın hiçbir ayrım yapmadan tüm kesimlerinin ortak sevdalarını, tasalarını, ayrılıklarını, dertlerini, umutlarını ve aynı zamanda acılarını dile getirir.
Türkülerin en usta yorumcularından birisiyken, hem halk ozanlarından beslenmiş ama aynı zamanda da, almış olduğu eğitimin de etkisiyle, müziğin evrensel tınılarını bu halk kültürü birikimleriyle bağdaştırmasını başarmış, "yerelden evrensele" denilen olguyu müzikte en başarılı bir şekilde uygulamış bir müzik dehası, benzersiz bir iç evrene sahip en büyük sanatçılarımızdandır.
İsmi çok veya az bilinen veya halka mal olmuş sayısız ozanın şiirlerini de onlara yeni bir renk katarak seslendirmiş, şiirin de halk tarafından sevilmesine öncü olmuştur.
Müziğin ve şiirin evrensel yönünü yine insanlığın ortak acılarını dile getirmek için kullanırken Ruhi Su, gerçek bir devrimci olarak hiçbir şekilde kin, nefret ve bir umutsuzluk içine düşmeden her daim yaşamı, yaşama aşkını ve umudu halkına ve insanlığa taşımıştır.
Onun tüm seslendirmeleri, kasetleri, cd.'leri bu toprakların en büyük halk hazinelerinden birisidir.
O bu toprakların bir nevi yazılmamış tarihini ortaya koyan bir kültürün ana taşıyıcı unsurlarından olan türkülerin sadece bir benzersiz yorumcusu değil, bu toplumun hafızasını benzersiz sesiyle kayıt altına almış bir büyük kültür emekçisidir de.
Alevi - Kızılbaş deyişlerini, semahlarını ise kendine özgü yorumlarla benzersiz bir şekilde kasetlere okumuş, bir kısmının yok olmasını engellemiş, gelecek nesillere benzersiz bir hazine bırakmış, erişilmesi imkânsız bir doruk noktaya oturarak sonsuza kadar yaşamayı hak etmiştir.
Anısı önünde büyük saygıyla eğiliyorum...
Ayhan Aydın
19 Eylül 2020
RUHİ SU ANMASI, 20 EYLÜL 2020, ZİNCİRLİKUYU - İSTANBUL (1.)
Büyük sanatçı Ruhi Su, 35. ölüm yıl dönümünde İstanbul Zincirlikuyu'daki anıt mezarı başında, sevenleri, sanatçılar ve oğlu Ilgın Su'yun da katılımıyla konuşmalar, türküler ve şiirlerle anıldı. Aynı topluluk daha sonra Ruhi Su'yun öğrencisi olan çok değerli sanatçı Sümeyra'nın mezarına da giderek Onu da andılar... Can Tv. anma etkinliğini canlı olarak yayınladı... Ruhi Su'yun bilinci ve okuduğu ölümsüz türküler, bu halk var oldukça sonsuza kadar yaşayacaktır...
Hasan Hüseyin Yalvaç’dan
Şiir ve Öykü Tadında Denemeler
YOLDAŞA – BÜYÜKYONCALI NOTLARI
Ayhan Aydın
Uzun yıllardır tanıdığım, çok sevdiğim, çok değerli edebiyat emekçisi, şair, yayıncı Hasan Hüseyin Yalvaç son yıllarda İstanbul’dan Tekirdağ Saray’a taşındı. Yurdumuzun hemen her yöresinde yaşayan şairimizin yayınlanmış birçok kitabı bulunuyor. Sone Yayınları’nda nice nice ozanlarımızın, yazarlarımızın kitaplarını yayınladı, kültür - sanat – edebiyat dünyamıza bir kapı aralamayı başararak tarihi bir görevi de üstlendi.
O bir ozan. Ozanın yüreği geniştir, engindir, kucaklayıcıdır. Ama Hasan Hüseyin Yalvaç sıradan bir ozan değildir. Ondaki farklılıklar babacan olmasından ileri gelir, açık sözlülüğünden ileri gelir, hayatı tam anlamıyla özüyle yaşamasından, hayata bağlanmasından ileri gelir. Elbette ki tüm yazarlar, şairler, yayıncılar belki de aynı hislerle doludurlar. Ama Hasan Hüseyin Yalvaç’ı çoğundan ayıran yanı; tüm insanları, tüm şehirleri, tüm acıları, tüm çiçek açan ağaçları ayrı ayrı bir sevdayla sevmesi ve sarıp sarmalamasından ileri gelir.
Hasan Hüseyin Yalvaç sadece bir şair – yazar değildir. O bir yaşam ustası, yaşamın yok etmek istediği değerlerimizin sahibi, sahip çıkıcısıdır. İnsan doğal olmalıdır, kavgada da, işte de, ekmeğini bölüşürken de, rakısını demlenirken de…
Hayat nedir, yaşam nasıl akıp gider geçmişten geleceğe? Bu dünyayı anlamlı kılan değerler nelerdir? İnsan hele de yazar elbette sık sık düşünür bunları. Ama bir şair yüreğiyle yazı yazmak, denemeleri öykü tadında yazmak da herkese nasip olmaz. Yaşamış olacaksın hayatı tüm acılarıyla, farklılıklarıyla, bilinmezlikleriyle ve de çözmeye çalışacaksın bu muammayı yani ciddi ciddi düşüneceksin yaşam denen gerçeklik karşısında. Öyle masa başına oturup hayallere dalıp kurmaca masallar yazar gibi yazamazsın hayatın gerçeklerini. Yaşamı tam anlamıyla farklı boyutlarıyla yaşayacaksın; yeri gelince işçinin elindeki balyoz, ölen komşunun acısını hisseden bir yürek, yitip giderken kimsenin duymadığı – duymak istemediği yitik değerlerini hatırlayan bir vefalı kalem olacaksın, Hasan Hüseyin Yalvaç üstat gibi. İğde çiçeklerinin kokusunu herkes sever, ama o kokuyu kimler arar, bulurlar? Yavaş yavaş inerken karanlık, saatler sürse de sohbetin tadını doyulmadan dost meclislerinden kimler kalkarlar? Eleştiri zordur, ama gereklidir fakat unutulmak istenen eleştirmenleri, bu toprakların gerçek emektar yazarlarını kim hatırlar ve hatırlatır?
Sevmek, üzülmek, merak etmek, sormak, sorgulamak ve okumak...
Ama tümüyle özle, yürekle, gerçek bir eylemle, bunları yapmak…
İnsana dair düşünmek, yaşama, yaşamın anlamına ilişkin düşünmek...
Mezarlıklar. Ne ilginçtir Hasan Hüseyin Yalvaç Abi’yle bir ortak yanımız da bu mezarlıklar konusudur. İnsan yaşamının aslında sonlandığı düşünülen bu hüzünlü mekânlar, bir yaşam laboratuarı değil midir? Evet, bir sessizlik vardır buralarda derinden derine… Bir uğultu, bir uğultu vardar ama çıt çıkmayan… Ama mezarlıklardan daha iyi yaşamı, geçmişi, geleceği bizlere hatırlatan başka mekânlar var mıdır? Kimler vardır buralarda? Kimler mi? Tümümüz, tümümüzün hayatı, hayalleri, yaşanmamışlıkları, hüzünleri saklı değil midir mezarlıklarda? Ama herkes ölüsünü gömdükten sonra kaçarcasına uzaklaşır ve kolay kolay da uğramaz bir daha buralara. Ama böyle mi olmalı? Mezarlıklar insanı beslememeli mi, düşündürmemeli mi? Hasan Hüseyin Yalvaç bunlara da değinir yazılarında.
Bir solukta okuduğum, Sevgili Yalvaç’ın geçen hafta içinde Silivri Altınorak’ta bana imzaladığı, YOLDAŞA – Büyükyoncalı Notları’nı.
Yoldaşa Hasan Hüseyin Yalvaç’ın Barış Kitap’dan çıkan deneme yazılarından oluşuyor. Bu denemeler gerçekten de öykü tadında, şiir tadında yazılar.
Büyükyoncalı H. Hüseyin Yalvaç’ın Saray’da oturduğu beldenin ismi. Oldukça şirin ve güzel bir yer burası. Burada yazmış yazılarını ve bu kitaptaki tüm yazılarını Saray Gözlem Gazetesi’nde yayınlamış sevgili yazarımız.
Anılar, hatıralar, hatırlatmalar, yarenleşmeler, kitap tanıtımları, sitemler, komşuluklar… Bu kitaptaki yazılarda insana dair, yaşama dair her şey var.
Kitabının başındaki “Başlarken” yazısında; “Benim için yazı yazmak, her zaman bir sevda hali olmuştur. Nefes alıp vermek, su içmek gibi bir doğallığın parçasına dönüşmesi çok küçük yaşlarıma rastlar…” (Sayfa: 5) diye başlıyor yazar kitabına.
“Adamın Biri”, “Kültürlü Hırsız”, “Muhalif”, Necati Albay”, “Değerlerimize Sahip Çıkmak / Aydınlık Bir Yürek: Sevim Hamdi Alp”, “Yol arkadaşı / Yoldaş”, “Mezarlık Ziyareti”, “Yalnız Adam”, “Eski Okul”, “Biraz Düşünsek mi?” gibi başlıktaki yazılarının tümünde akıcı bir üslup, herkesin okuyabileceği, kavrayabileceği bir anlatı yeteneği var.
Sevgili büyümüz, can dost Hasan Hüseyin Yalvaç abimizi bir kez daha selamlıyor, kalemine yüreğine sağlık, var olasın, iyi ki varsın, diyoruz. Herkese tavsiye edeceğim çok güzel bir kitap. Okuru bol olsun.
Kitaptan
“… Güzel insanların yaşamları genellikle acıyla örülür. Bu aslında bir seçimdir. İnsanca yaşamanın seçimi. Ölümüyle kimsesizliğe itilmesi bile nasıl bir ayıptır anlatılamaz. Kimsesizler mezarlığına gömünce yok edeceklerini sanan zihniyettir aslında tüm kötülüklerin, yanlışlıkların anası.
Feriköy Mezarlığı tüm bu serüveni kayıt altına alacaktır.” (Mustafa Öneş Yazısı, Sayfa: 57/58)
“…Gecenin ayak sesleri gelirken kalkıyoruz. Gecenin koynuna mı yürüyoruz yoksa gece bizim koynumuza mı koşuyor. Gülüyoruz bu düşünce yağmurları altında ve iyi geceler diliyoruz bir birimize. Birden, karanlığın giremediği bir aydınlıkla, karıncaların üretme coşkusu takılıyor gözlerimize. Doğan Kuban, Lao Tzu ve karıncaların koyup cebimize adımlarımızı hızlandırıyoruz.” (Doğan Kusan, Lao Tzu ve Karınca Coşkusu, Sayfa: 83-84)
“… Birden bitiyor her şey Esma Teyze, birden bitiyor. “Teyze Saray’a gidiyorum bir şey istiyor musun? Ya da “dışarıdan bir ihtiyacın var mı?” gibi soruları hemen hemen her gün sorardım ve duruma göre yanıt verirdin. İlginç bir yanın vardı, ne almışsak kuruşu kuruşuna karşılığını öderdin. Oysa sen bizim annemizdin… anneanemizdin… babaannemizdin… Sana karşılıksız bir şey alamaz mıydık? Oysa dünya bu konuda ne kadar kirli biliyor musun Esma Teyze? İnsanlar çıkarları için birbirlerinin gözünü oyuyor. Seni bu gün yolculadık kara toprağa. Salt bedeni gitmiyor insanın, en acı yanı, giden, o insanın yaşamının tarihi, coğrafyası, acıları, sevinçleri.” (Ölüm, Sayfa: 112- 113)
“Güneş, başını dağlardan kaldırır kaldırmaz eşlik ederim ona. Bu eşlik etme kimi camlarda sürer gider, kimi de yüreğimde. Kimi zaman da kendimi sokaklara vurur, yol boyu arkadaşlık ederim. Bugün de öyle oldu: uyandı, uyandı. Vurdum kendimi dağlara giden yollara. Sessizliğin oluşturduğu bir dinginlikte koyuldum doğayı seyretmeye. Ağaçların çiçeğe durması hayırlıydı geleceğimizin bereketi için. Ya soğuk vursaydı, ölseydi çiçeklerimiz, meyvesiz kalsaydı çocukluğumuz hayırlı olmazdı elbet…” (Ağaçlar Çiçek Açtı, Sayfa: 114-116)
(Hasan Hüseyin Yalvaç, Yoldaşa / Büyükyoncalı Notları, 117 Sayfa, Barış Kitap, Ankara, 2020)
Ayhan Aydın
Rumelihisarüstü, 21 Eylül 2020
Aleviler Parti Mi Kuruyor?
"Dostlarımız bunu tartışıyorlar..." bir Alevi kurum başkanı bunu söylüyor.
Aleviler Parti mi kuruyor? Son zamanlarda bu bazıları tarafından dillendiriliyor…
Bu, kendilerini çok büyük veli nimet sayan, Alevi kurumlarının tüm varlığını, iliğini, kemiğini kişisel ikballeri için sömürüp tüketen asalak - palyaço tipli insanların siyasi hevesleridir.
Her ortamda Alevileri ve Aleviliği kullanan, hiçbir partide yer alamayacaklarını gören bu zavallılar, siyasi bir artist olarak kıvırırken, her türlü rezil oyun içinde olabilirler.
Bu Alevileri ele geçirmiş çete zihniyetli insanlardan bu toplum kurtulmazsa çok daha ciddi sıkıntılar yaşayacağız.
Eğer böyle bir hareket olursa, bu çıkar, iyice gerici Sünni İslam'a benzeme, suistimal ve Aleviliğin bir daha toparlanmamak üzere darmadağın edilmesi anlamına gelecek bir hareket olur.
Bu tertipte olacaklar; rezil, adi, kişisel menfaatleri için toplumu yok etmek isteyen, üç kuruşluk satılmış kişiler olurlar...
Bu Türkiye'ye ve Alevilere karşı bir ihanet tertibi olur...
Mezheplere, dinlere, inançlara dayalı partilerin dünya insanlığına hiç bir faydası yoktur ve olamaz.
Bu girişimler insan toplulukların birliğine, demokrasiye, dinlere, inançlara, kültürlere büyük zararlar veren sonuçlar doğurur.
Tüm dünya bunun örnekleriyle doludur.
Türkiye'de daha önce kurulan iki Alevi partisinin bu topluma hemen hiçbir faydası olmadığı gibi, ülkenin demokratik hareketinde yer bulmamıştır.
Ayhan Aydın
24 Eylül 2020
Her gün bir şiir kitabı okumak çok iyi gelir.
İnadına Düş
Deniz Yılmaz Alp, Eylül Kokar Takvimler
Sesi ıslaktır artık rüzgarın
karabulutlar göğüne düştü yolum
uzun uzak yollardayım
ürperir yüreğim
bir pencerenin önünde, ellerimde yüzüm
en dalgın yerimden otobüsler geçer
sen hep ayrılıkların ismisin
ben umutların adresi
ve ben bu saatlerde sendeyim
gözlerimde bir yıldız,
ellerimde karanfiller
sen sıcak bir dağ rüzgarısın hep bu saatlerde
gecenin sevda kokan şafakların parıltısındasın…
bilmem kaç bin yıl oldu son gidişin
habersiz, buruk
ve karanlık çizerdin çekip giderken
mehtap seni çizerdi,
sen güneşe dönüşürdün,
güneş sana
kasırgalar kopacak yüreğimin sahillerinde
sensizliğe lanetler yağacak yine
ne otantik bir masal
ne mitolojik bir efsane,
ne de sosyolojik bir vaka olacaksın.
seni denizlerin derinliklerinde saklayacağım
bulamayacak seni hiçbir sevda korsanı
ve kaygısızca yakamozları bırakıp gider mehtap
gecenin koyu katmer karanlığına gizlenir umut
yürek topraktan yana vurur
ben geceye sitem eder dururum
arzularım coşkundur denizlere ulaşamam,
denizler ulaşmaz bana boğulurum…
ve ben barışın en koyu tonunu saklarken yüreğimde
sana yazılan şiirlere kurşun,
ağıtlara zincirler gerilir,
karanfil kokulu ellere bıçaklar bilenir,
yüreğime akan yüreklere tel örgüler çekilir…
gözlerine çalar gecenin rengi
ve ben yeşertiyorum yeniden ezik düşlerimi
kaç şafakta hançer yedim dört yanımdan
kaç ölüm yaşadım yeni doğuşlarda
kaç bin ölüm…
tutsaklığımı yargılar,
sensizliği idam ederim
bağrımla yeşerir özlemlerin efsunu
hala seni arıyorum çırılçıplak coğrafyamda
hala sürgün mü mevsimlerim
hala yok musun vardan öte, ötelerin yakınlığında
hala ağlıyor musun yalnız, kimsesiz,
onurlu ve bensiz
bensizliği idam et hadi
canlanayım tekrar avuçlarında
yıkılsın firavunların sarayları
nemrutların tahtı
yeniden doğayım gözlerinin güneşlerinde
gel hadi!
durulsun deryaları göz kapaklarımın
çözülsün dili ezgilerimin, yankılansın
yankılansın, yankılansın…
(Deniz Yılmaz Alp, Eylül Kokar Takvimler, Do Yayınları, Ocak 2006, İstanbul)
Her Gün Bir Şiir Kitabı Okumak Beni Evrenin Sonsuz Boşluğunda Yok Olmaktan Kurtarır.
Hayrettin Ökçesiz / Yüz Toprak Şiir
Biraz önce geçmiş ol vardığım yerden
Biraz önce binmiş ol kalkan trenlere
Ben sana hasret olayım hep
Yüzünde hüzünlü bir gülümseme
Bilmeden tanımadan
Tevekkül ve isyanla birlikte
Ben ölüme bir gecelik mesafeden
Sana hasret olayım hep
Ey sevgili, hayallerdeki gerçek
Sen bilir gibi ol beni
Tutar gibi ol ellerimi ölürken
Bir anlık mesafeden
Ben sana hasret olayım hep (sayfa: 17)
(Hayrettin Ökçesiz, Yüz Toprak Şiir, Cem / Şiir, Mart 1998, İstanbul)
ANALAR TAŞ BASMASINLAR YÜREKLERİNE
“Acıyla, Kahırla bizi var eden
Ak saçlı, şevkat yüklü Analar’a”
Ana
Ben
Ulaşılamayan bir kucak özledim.
-aramızda uzak örgüler-
Sen gürül gürül sevgi
Sen gürül gürül şevkattin
Bilin
Geleceğim
Geleceğim
Karanlık bir gecenin sonunda
Süzülüp dolacağım
Açık koy pencereyi
Bir ben miyim
Bunca insan bu yola baş koymuş
Sakın yaralama taze fidan gibi umutlarını
Sakın yer verme gözlerinde serzenişe
Bir de söyle bacılarıma ağlamasınlar
Bilin
Geleceğim
Geleceğim
Karanlık bir gecenin sonunda
Süzülüp dolacağım
Açık koy pencereyi
Birden bire beyaza kesen saçlarına kara dolak bağlama
Kırmızı güller takınsınlar köyümün genç kızları
Çiğdem kokan saçlarına
Bibilerim ağıt yakmasınlar
Alacakaranlıkta sallanırsam yağlı bir ilmiğin ucunda
Harmanlanmış bunca yürek bırakır mı ki düşeyim
Ölümün bağrına
Bir an olsun uzaklaşmayacağım
Işımış görene dek ülkemi
Dolaşacağım
Sabah rüzgârıyla hışırdayan
ağaçların yapraklarında
Yırtılırken görürsen karanlığı
Seherde kızıl bir ışıkla
KEVENLİ’nin doruğunda
Koyver şavkısın
Kurumuş yapraklarından çardakların
Açık koy pencereyi
Bilin
İşte ben bu ışıkta
geleceğim
geleceğim
geleceğim
28 Ağustos 1982
Hasdal
YAŞIYORSAM EĞER
Yaşıyorsam eğer,
Tarlalarda yeşeren tohum
Daha bereketli olsun diyedir.
Yaşıyorsam eğer,
Fabrikalarda terimizle su verdiğimiz demir
Daha üretken olsun diyedir.
Yaşıyorsam eğer,
Dünyayı sırtında taşıyan üretken canlar
İnsanca yaşasın diyedir.
Yaşıyorsam eğer,
Paslı örgülerle çevrili ülkem
Kanlığı aşsın diyedir.
17 Ocak 1986
Kartal- Maltepe
(Alaattin Badır, Yasak Meyveye Uzanmak, Alan Yayıncılık, Mart 1994, İstanbul)