• Ana Sayfa
  • Ayhan Aydın
    • Özgeçmiş
    • KENDİMLE İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME
    • Ayhan Aydın Arşiv Listesi
    • ŞAHKULU SULTAN DERGAHI GÖRSEL ARŞİVİ
    • Hakkındaki Yazılar
    • Hakkındaki Şiirler
    • Hakkındaki Haberler
  • Şiran
  • Söyleşiler
    • Dedeler
    • Babalar
      • BABAGAN (BALIM SULTAN ERKANI) KOLU
      • ÇELEBİLER KOLU
      • SULTAN SÜCEATTİN VELİ OCAĞI (DERGAHI) KOLU
      • ALİ KOÇ KOLU
    • Ozanlar
    • Yazarlar
    • Aydınlar Gazeteciler
    • Bilim İnsanları (Akademisyenler)
    • Kanaat Önderleri
    • Kurum Temsilcileri
    • Sanatçılar
    • Hocalar Mürebiler
    • İzzettin Doğan
  • Gezi Notları
    • Anadolu
    • Avrupa
      • Batı Avrupa Gezi Notları
    • İran
    • Suriye
    • IRAK
  • Yazılar
    • Basındaki Yazılar
    • Denemelerim
    • Etkinlik Haber Yorum
    • Cem Vakfı Yazıları
    • Kitapların Dünyası
    • Şiir Denemelerim
  • Kültür Sanat
    • Kültür Dünyası Söyleşileri
    • KÜLTÜR SANAT YAZILARI
  • Ahmet Hezarfen
    • Ayhan Aydın Kitap Yazıları
    • Osmanlı Arşivinde Aleviler Bektaşiler
    • Diğer Çeviri Belgeleri
    • Yazıları- Anıları - Görüşleri
    • Ahmet Hezarfen'le İlgili Yazılar
    • Ahmet Hezarfen Balkanlar(Rumeli)
    • Dergahlar Türbeler
      • Balkanlar Rumeli
        • Bulgaristan
          • Otman Baba
          • Demir Baba
          • Akyazılı Sultan
          • Ali Koç Baba
          • Elmalı Baba
          • Hüseyin Baba
          • Dallı Ali Baba Türbesi
          • Yunus Abdal
          • Saçlı Koçlu Babalar
          • Alan Mahallede Ali Baba Türbesi
        • Makedonya
          • Sersem Ali (Harabali) Baba
          • Sarı Saltuk
          • Hıdır Baba
          • Cafer Baba
          • Üsküp Halveti Tekkesi
        • Yunanistan
          • Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan
          • Ece (İce) Sultan
          • Nefes Baba
          • Atatürkün Evi Selanik
      • İran
      • Suriye
      • Diğerleri
      • Anadolu
        • Hacı Bektaş
        • Sultan Sucaettin Veli
        • Abdal Musa
        • Kolu Açık Acim Sultan
        • Seyyit Garip Musa
        • Haydar Sultan
        • Diğer
      • İstanbul
        • Şahkulu Sultan
        • Kurucu Ahmet Sultan
        • Garip Dede Türbesi
        • Erikli Baba Türbesi
        • Nafi Baba (Şehitlik)
        • Karaağaç
        • Karyağdı
        • Duvar Baba
    • Semahlarımız
      • Rumeli Semahları
      • Anadolu Semahları
      • Sultan Sucaettin Veli Ocağı-Dergahı Semahları
    • Atatürk Fotoğrafları
    • Etkinlik Fotoğrafları
      • Türkiye
      • Balkanlar
      • Avrupa
      • Diğer
    • İnanç Önderleri
      • Dedeler
        • Fetfi Erdoğan Dede
        • Aşık Ali Metin Dede
        • Hüsamettin Aydın (Seyyid)
        • Nevzat Demirtaş
        • Musa Küçük
        • Veli Akkol
        • Hüseyin Orhan
        • Celal Arslan
        • Dedeler Diğerleri
      • Babalar
        • Hakkı Saygı
        • Abidin Harman
        • Mehmet Şilli
        • Reşat Bardi Dedebaba
        • Babalar Diğerleri
      • Zakirler
      • Çelebiler
      • Dervişler
    • Cemlerimiz
    • Yazarlar
      • Abidin Özgünay
      • Baki Öz
      • Cahit Tanyol
      • Mehmet Yaman Dede
      • Mehmet Yardımcı
      • Refik Engin
      • Şevki Koca
      • Ahmet Hezarfen
      • Yazarlar Diğer
    • Ozanlar
      • Adil Ali Atalay (Vaktidolu)
      • Ahmet Akar
      • Ali Ekber Çiçek
      • Aşık Durmuş Günel
      • Aşık Veysel
      • Hüseyin Çırakman
      • Hasan Papur
      • Hüseyin Yorulmaz (Seyfili)
      • Aşık İhsani
      • Mahzuni Şerif
      • Muharrem Yazıcıoğlu
      • Murtaza Şirin
      • Müslüm Sümbül
      • Telli Suna Gölpek
      • Ozanlar Diğerleri
      • Ozanlarla İlgili Simgeler
    • Gümüşhane-Şiran (Kırıntı-Yeniköy
      • Yeniköy (2010) Sayı Sayma Oyunu
      • Yeniköy Kış - Güssün Aydın Cenaze 2000
      • Kırıntı Yeniköy Düğün 2003
      • Kırıntı Yeniköy
    • Ayhan Aydın
      • Hısım Akrabalarım-Arkadaşlarım
      • Cem Tv Proğramlarım
      • Ayhan Aydın Resimleri
      • Ayhan Aydın'ın İstanbulu
      • Ayhan Aydının Manzaraları Şehirleri
  • Önemsediklerim
  • Konuk Yazarlar
  • Site Haritası
  • Balkanlar (Rumeli)

Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar

Cumartesi, 02 May 2020 19:58 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 827

Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar

Ayhan Aydın

Eksik Kalmasın

KAKAİLER SÖYLÜYOR, ALMANYA, 29 Eylül 2019
Almanya'da, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyon'unun "Yol Bir Sürek Binbir" Etkinliğine katıldıktan sonra, bir davet üzerine Demokratik Alevi Federasyonu'nun bir söyleşisine katıldık. Alevi Dernekler Federasyonu Başkanı ve Garipdede Cemevi Başkanı Sayın Celal Fırat, Gazeteci - Televizyoncu Hüseyin Kelleci ve uzun yıllardan beri Alevi Tv. Kanallarında Yöneticilik, Muhabirlik ve birçok görevde bulunan çok sevgili Şükrü Yıldız'ın da konuşmacı oldukları etkinlikte, Irak'tan gelen Alevi topluluğu Kakailer kültürleriyle ilgili konuşmalar yaptılar. Genç bir Kakai sanatçı ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Cemo Doğan birlikte çalıp söylediler. Ben de bunları cep telefonuyla kaydettim. Ne yalan söyleyeyim, yönetimin ve orada bulunan çok sevgili canların bize gösterdikleri ilgiden çok mu çok etkilendim ve duygulandım. Dahası Avrupa'da, inanç, kültür ve araştırma konularında, birilerinin hala yok saydığı, küçümsediği KÜRTLERİN en büyük ilgiyi ve alakayı gösterdiklerini gözlemledim.
Aşk ile ilginize muhabbetlerimle...

Ayhan Aydın

Seyyid Dursun Doğanay Dedemizi - Ozanımızı sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz... Işıklar içinde yatsın...

CEMEVİ OKULDUR

Cemevi okuldur, dede rehberdir,
Erenler orada, kelam öğrenir
Muhabbet içinde, mutlu bir yerdir
Erenler alışır kelam öğrenir

Vicdanın sözüne kulak verince
Laiklik özgürlük kutsal görünce
Ezene karşı tavır alınca
Rahmana yaklaşır, kelam öğrenir

İtibar edilmez, yalan çıkara
Olaylar çıkaran, gidilir dara
Kanunlar hak ile bulunca ara
Uygarlık paylaşır kelam öğrenir

Lokmalar ortaktır aynı herkese
Dualar okunur olmaz hadise
Uyulur nizama birlik nefese
Rızaya alışır kelam öğrenir

“Seyit Dursun” sevgi saygı olunca
Uyarlar birliğe meydan dolunca
Namazlar öğüttür, bir pay alınca
Nedenler sorulur kelam öğrenir

Seyit Dursun Doğanay


Yüreğine sağlık... Biz söyleyince etkili olamıyoruz. Gören gözler görüyor... Belediyeler Cemevlerini tanısa ne olur, tanımasa ne yazar? Bilinci kapanmış bazı dedelere, bazı kurum başkanlarına, hiç sesi çıkmayan kimi bazı Alevi yazarlarına duyurulur...

Devamını oku: Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar

Kategori: Etkinlik Haber Yorum

Makedonya Gezisi Ekim 2016

Cumartesi, 04 Nisan 2020 22:12 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 1038

Erenler Katarı Gezileri

Balkanlar (8-20 Eylül 2016)

Ayhan Aydın

KURBAN BAYRAMI VE BALKANLAR

Alevi - Bektaşi inancında en büyük kurban İmam Hüseyin’dir. Hz. Hüseyin hayatı boyunca ilke edindiği değerler uğruna, Kerbela’da 73 yoldaşıyla birlikte, zalimin zulmüne boyun eğmeyerek sonsuza kadar yaşama mertebesine ulaşarak ölümsüzlük şerbetini bile bile içmiştir. O inancımızda en büyük kurban, en büyük şehittir.

Ülke kan gölü… Yüzlerce şehit haberi yüreğimizi dağlıyor. Bir de Suriye olayı çıktı. Milyonlarca aç insan varken, emperyalizmin boyunduruğuna sürekledikleri ülkede, şimdiler de özellikle dindar sağcı kesim Avrupa ve Amerika’daki benzerleri gibi büyük bir lüks içinde yaşam sürme yarışında… Muhbirlikle birilerini Fetö’cu diye damgalarken, aslında onlardan zerre kadar farkları olmaksızın Türkiye’yi parselliyorlar…  Sözde bunlar dindar, bunlar kul hakkı yemeyenler… Ama bunlar şerefini kaybetmiş, nefsini hırs bürümüş en büyük insanlık düşmanları…

Hal böyleyken Alevi - Bektaşi düşüncesinde insanın “kendi nefsini kurban etmesi” en büyük erdemdir, yol erkân kuralıdır. Yoksa niyet yardımlaşmaysa, gönül almasıyla, Hakk’ı anmaysa, bir gönüle girmeyse bir kilo elma da “kurban”dır.  Dini kesim olayı sulandırmayın, diyorlar. Haklılar… İslam’da Kurban Bayramında nelerin kurban edileceği bellidir. Ama artık bu kurban olayının amacını aştığı görülmektedir;  neyin öcünü almaktır bilinmez, kurban sadece kan akıtmak, boğaz kesmek gibi bir düşünceye indirgenmemeli, ihtiyaç sahibi kişi ve kurumlara bunların bedeli verilmeli, bağışlanmalıdır.

Balkan Gezisi…

Şu anda Balkanlar’da bir ateş yanıyor…  Makedonya’da Tetova’da Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi bir yağmayı, bir işgali yaşıyor… Burada da bir savaş veriliyor… Kimi kesimlerin, bu arada Bektaşi ileri gelenlerinin de büyük duyarsızlıkları var bu konuda…

Mart-Nisan döneminde 3 hafta çeşitli araştırma ve çekimlerde bulunduğum Makedonya- Arnavutluk gezisinin kalan bölümünü tamamlamak için Hakk nasip ederse bayram boyunca buralarda olacağım… Hedeflerimden birisi de Bosna Hersek’te, Mostar yakınlarındaki Sarı Saltuk türbesini (makamını) ziyaret edebilmek.

Bugün yola çıkıyorum, imkânlar ne elverirse artık bu bölgeye 9 günlük bir gezim olacak.

Bu vesileyle tüm dostların bayramları şimdiden kutlu olsun…

Ölümlerin, zulümleri, açlıkların, adalesizliklerin olmadığı bir dünya özlemiyle hepinizi selamlıyorum. Bu gezinin gerçekleşebilmesine fırsat vererek maddi yardımlarda bulunan bir yol ve gönül insanı Adem Dağıdır’a, Kartal Cemevi Vakfı’na, Muharrem Yılmaz’a çok teşekkür ederim. (Toplam katkı, 1900 T.L.) Görüşmek umuduyla, muhabbetle kalın… Ayhan Aydın, Facebook Sayfamdaki yazım…

Nadime Kültepe

Nadime Kültepe özünü bu yola vermiş Sivas’lı genç bir canımız. Aynı zamanda Yüksek Lisans yapan, Balkanlar’ın sevdalısı, Bektaşiliği araştırmasının yanı sıra tekkelerdeki durumları da yakından takip eden çok duyarlı Nadime Kültepe tüm imkânlarını bu işlere seferber etmek istiyor. Öyle ki Arnavutça öğreniyor, kendisini sürekli geliştiriyor. O da bu tarihte bu çalışmalar için burada oluyor. Onunla gezinin bir bölümünde birlikte oluyoruz. Çalışma sonrasında Balkanlar’da yaptığım çalışmaların ürünleri olan tüm, fotoğraf ve görüntülerin bir kopyasını çalışmalarında yararlanması için kendisine veriyorum. Paylaşım varsa, insanlık ve Alevilik de vardır.

Burada Söylemek Zorunda Hissettim…

Aynı şekilde yine sadece Bektaşilik adına, insanlık adına, benim paradan çok hizmet için çaba harcadığımı göstermek adına, kayıtlarımın bir kopyasını da Arnavutluk, Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne veriyorum. Zaman zaman bu kayıtları televizyonlara büyük paralara verdiğim, sürekli bunların oralarda gösterildiği, yazlık ve ev aldığım dedikodusunun yapıldığını duyduğum, biraz buna sinirlensem de, daha çok acı acı güldüğüm, bu kurumun bazı yöneticilerine sadece ve sadece çok acıyorum. İnsanlar kendileri nasılsa, çoğunlukla karşısındakini de öyle görürler, öyle sanırlar. Din sömürü; Alevilik adına da olsa, Bektaşilik adına olsa çok kötü bir şey. Türkiye’den, Avrupa’dan sonra şimdi görüyorum ki, toplumumuzu kemirip bitirecek bu sömürü Balkanlar’ı da sarmış.

Hayatta çok büyük darbeler yedim; çalıştığım kurumlardaki yönetici-idareci kişiler beni çoğunlukla hakir gördüler, ezdiler ve kullandılar. Bazıları da adice iftiralar attılar. Ama ben özümdeki duygulardan hiçbir şey kaybetmeden yoluma hizmet etmeye devam ettim ve ediyorum.

İster Allah’a inanın, ister inanmayın bu önemli değil. Güzel bir söz vardır, “Hakk doğrunun yanındadır” derler. Ben de buna inandım.

Alevi - Bektaşi toplumu içinde, bu işlerle uğraşanlar içinde, ekonomik durumu en kötü olan kişi sanırım benim. Çünkü gerçekten yıllardır geçinemiyorum, bu konuda büyük zorluk yaşıyorum. Bu konularda kimseden de ciddi bir destek görmedim. İyi kötü işler elimden geldiği halde aslan sosyal demokrat bir belediyenin kültür – basın/ halkla ilişkiler biriminde görev alamadım. Bu konuda Alevi ileri gelenleri, kurumları bana yardımcı olmadılar. En ufak fırsatta yine her zaman ki gibi kendilerine, kendi yakınlarına çalıştılar.

Uzun yıllardır bu yapının içinde olan birisi olarak gördüm ki, birçok kurum başkanı, dede, yazar, şu bu, bu toplumdan sürekli bir şeyler almanın, bu toplumdan yararlanmanın, onu kişisel menfaatleri için bir basamak olarak kullanmanın peşinde oldular.

Bu topluma ben, aldığımdan çok fazlasını verdim.

Vicdanım rahat…

Yolumuz Erenler Katarına, gider…

Ben de özümdeki sevgimle, hizmet aşkıyla, Kalenderi duruşumla, bir derviş, bir yazar, bir derleyici, hizmet eri olarak aldığımdan fazlasını bu topluma verdiğim için en azından onun mutluluğuyla çok rahatım.

Muhabbet ile aşk ile…

Kurban Bayramı’nda Balkanlar’da Olmak…

8-20 Eylül 2016’da bu seneki ikinci Balkan gezimi gerçekleştirdim. Temel amacım her zamanki gibi Makedonya Tetova’daki Harabati Baba Tekkesi’ni ziyaret etmek, belli bir süre orada kalıp dergâh çevresinde yaşanan Bektaşilerle söyleşiler yapmak, sorunları gözlemlemek, burayla olan ilişkilerimi daha da geliştirmekti. Ama bu seneki asıl hedefim, bir Balkan Gezisi’nde yanından geçip gittiğimiz Bosna’daki Sarı Saltuk Türbesi’ne gitmek, başka bazı kentleriyle birlikte Balkanlar’ı daha da iyi tanımaya çalışmaktı.

Kısıtlı bütçemle yola çıktım.  Bana bu gezi için yardımcı olanlar dışında, dişimden tırnağımdan arttırdığım biraz da kendi para da vardı. Ama yine de bütçem çok sınırlıydı. Her zaman ki gibi bedelini ödeyip idare etmekten başka yol yoktu. Bilim aşkıyla yanan samimi bir akademisyenden duymuştum, arabamı sattım, yüksek lisansımı daha rahat yaptım, demişti. Ben de gerçekten inandım. İnsanların hepsi, ya projelerle, ya devlet imkanıyla, ya burslarla, ya ciddi sponsor desteğiyle bu işleri yapacak değiller ya, içlerinde aşkını da, sevdasını, yaşamını da bu yolda, yani araştırma yolunda, bulanlar vardır benim gibi… (Bu arkadaş Alevi değildi, başka bir konu çalışıyordu.) Yoksa üç dört türbe gezip, bir iki çekim yaparak, bir –iki geziyle bir yörenin, bir konunun “uzmanı” olanlar yanında tüm özüyle, sevgisiyle, benliğiyle varlığıyla benimsediği işi yapanlar da olacak bu dünyada. Yoksa bu dünya gerçekten de dönmez…

Bünyem çok hassas. Yağlı- kilolu bir vücudum olsa da küçük bir soğukta üşüyorum (belki de gerçek nedeni de budur, bilmiyorum), sıcaktan etkileniyorum. Balkan havası da bana çok iyi gelmiyor doğrusu. Hele de Şar Dağları eteğindeki Harabati Baba Dergâhı’na ne zaman gelsem hastalanıyorum, hava çarpıyor. Bu sene bunun nedenini daha iyi anladım. Yola gönül vermiş, muhip bir can olan Ali Rıza Emini beni bir gün Dergâhın arkasındaki eteğinde yerleşimlerin de bulunduğu, olağanüstü manzaralı Şar Dağları’na doğru çıkarınca, buradan kayak merkezine de yol gider, deyince ben de neden eylülde kar soğunu omuzlarımda hissettiğimi şimdi daha iyi anladım. Evet, Tetova gerçekten çok yüksek dağ silsileleri arasında kalmış bir ova kenti. Nice çam ağaç kümelerinin bulunduğu yollardan giderken ve gelirden yüksek dağları görmek aslında insanda şairlik hissini de uyandırmıyor değil Tetova kenti. Bu dağların eteğindeki Harabati Baba Dergâhı da rüzgârlara açık, soğuğa açık bir yer. Alışan alışmış, hele hele de bizim dervişimiz Abdülmüttalip Bekiri gerçekten hiç üşümüyor. Ama geceleri burası soğuk, hem de çok soğuk oluyor. Ama dağların etekleri olağanüstü güzel, ağaçlık, manzarası çok çok güzel olan yerler.

Ben paranın sınırlı olması nedeniyle yine otobüsü tercih ediyorum. Sınırlarda arama taramalardan sonra nihayet Tetova’ya varıyorum. Geleceğimden haberdar Abdülmüttalip Bekiri her zamanki candanlığıyla beni karşılıyor. Çay, işler, şu bu derken hemen o saat adepte oluyorum dergâhıma ve buradaki yaşama.

Devamını oku: Makedonya Gezisi Ekim 2016

Kategori: Balkanlar (Rumeli)

Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...

Cuma, 27 Mart 2020 12:12 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 871

Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...


Şiir dünyamızın önemli isimlerinden aynı zamanda yazar, Sone Yayınları'nın Sahibi ve Yayın Yönetmeni ve benim de çok sevdiğim Hasan Hüseyin Yalvaç ile Sultanahmet'te uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdim. Yaşamı, şiirleri ve Sone Yayınları üzerinde şiir tadında bir sohbette bulunduk... Umarım bu söyleşilerimiz devam edecek... Çekimleri yapan ve bize kapılarını açan İlkezgi Sanatevi Sorumlusu can insan Mustafa Karaçiftci'ye çok teşekkür ediyoruz...

11 Ağustos 2018

Sultanahmet, İlkezgi Sanatevi

Ayhan Aydın

SONE YAYINLARI SAHİBİ

ŞAİR, YAZAR, EDEBİYATÇI

HASAN HÜSEYİN YALVAÇ

İLE SÖYLEŞİ

 

Evet, sevgili dostlar, canlar, yurdumuzun, gönüllerinde Atatürk sevdasını taşıyan yurtsever insanları, merhaba. Uzun zamandan beri özlemini çektiğim bir söyleşiyi yapmanın mutluluğu beni sardı. Bir haftadır gerçekten de bir rahatsızlık vardı, içimde gülücükler açtı çünkü bu bir görevdi benim için. Hadi gidelim, dedik, Saray’a, hadi yapalım, dedik ama olmadı. Ama onu da yapacağız, oraya da gideceğiz, o güzellikleri de derleyeceğiz.

Sevgili dostlar, canlar, edebiyatımızın, şiirimizin sevdalıları, bugün büyük emektarımızla buluştuk, sohbet edeceğiz. Kendisini gerçekten yürekten seviyorum, emeğine büyük bir saygı duyuyorum. Bu emek, alın teri, namusunun getirmiş olduğu bir emektir. Bu emek, özden, yurdumuzun özünden gelen bir emektir ve bitmez tükenmez bir sevdadır. Hasrettir, özlemdir, aşktır, şiirdir. Dolayısıyla Hasan Hüseyin Yalvaç ismi, Sone Yayınları, Türk edebiyatında, yayıncılığında olduğu kadar kültür dünyamızda da bir büyük nefes açan penceredir. Bu bir abartı değildir. Yayınlanan birçok kitabını okuduğum bir yayınevinden bahsediyorum ki kendi kitaplarından da hemen hemen tümünü okudum. Kendisiyle de yazılı bir söyleşimiz de olmuştu daha önce zaten. Ekin dergisinde de çıkmıştı.

Evet, sevgili dostlar, canlar; şiirden, edebiyattan, kültürden, yurdumuzdan konuşacağız, emperyalizmden konuşacağız. Hasan Hüseyin Yalvaç abimizi sizlere biraz anlatmaya çalışacağız, kendi sözleriyle, dizeleriyle. Her şeyden önce, çok ciddi rahatsızlıkları da aşarak, yaşam savaşında, ben ona öyle diyorum, ulu ozanların yardımıyla yeniden hayat bularak bizlere kavuşan, yakın zamanda da çok sevdiği hayat arkadaşını kaybetmesiyle yeise de kapılsa, şiir aşkı, yaşam aşkı, mücadele direnci onu tekrar bizlerle buluşturan, Hasan Hüseyin Yalvaç abimiz.

 

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, sağ olun var olun.

 

HHY: Sen de sağ ol.

 

AA: Bu heyula içerisinde… Cağaloğlu’nun yokuşu, güzel yokuşlar, bizim kalbimiz dayandıkça çıkacağız bu yokuşları. Abi sen de o sıkıntılara rağmen bu sevdayı sürdürüyorsun.

HHY: Değil mi, hayat biraz da yokuş yani? Işıl Özgentürk’ün bir kitabı var, Yokuşu Tırmanan Hayat diye, onun öyle bir şeyi var. Hakikaten yokuş… Ha bizim gibi insanlar için yokuş, bazılarına iniş tabii. Ha bire iniyor, bakalım nereye inecek? Çıkabileceği yere inseler rahatlayacağız da… Bazılarına hep iniş geliyor hayat, bize yokuş tabii. Neden yokuş? E tabii insan olmanın erdemi biraz da yokuş, ermişlik, öyle düşün, arınmak… Nedir? Her engeli, her kötülüğü bir kabul edersen, onu aşıyorsun. Arınmak için, güzelleşmek için. Biz de tabii, yayıncılık Cağaloğlu’nda olduğu için biz de Cağaloğlu’nun yokuşunu tırmandık bakalım işte. Sen de az tırmanmadın canım.

 

AA: Bizimki bir şey değil sizinkinin yanında. Bizimki de tabii ki güzel şeyler ama… Bu yokuşa, biraz başlara dönelim. Hani insan hayat öyküsünü anlatırken, çok şeyler var, hangi birini anlatayım diyebilir. Anılar biriktirir insan, acılarla yoğrulan anılar ama anı her zaman güzeldir bence. En azından geçmişte kalmıştır acılar, onların derin izleri olsa bile anılar önemli. Niçin anılar önemli ve bellek nedir sevgili üstadım?

HHY: Ya anı neden önemli, demin Ayhan söyledin de, şimdi eşimi ben kaybettikten sonra hemen hemen her gün mezarlığa gidiyorum, orada bir tane kameriye var işte, bir tane kitap alıyorum, oturuyorum… Bakıyorum şimdi, koskoca mezarlık suskun ama seni orada var eden şey, suskunluğu karşın anıla. Çünkü senin eşin olabilir, çocuğun olabilir, tanıdığın olabilir, onu orada görmenin nedeni, onun yanında olmayı hissetmenin nedeni anılar. Birlikte kotarılan, birlikte güzelleşen…

Aslında belki bu belki dünyanın genel analizinde de belki yapılması gereken bir şey, insanlar bir araya gelip bizleştikçe anılar da bizleşiyor, yani bir bağ lazım orada. E anısız da olmuyor, anı bir noktada da, şöyle bir çözümleme de yapılabilir, şimdi sen sorduğun için doğaçlama yanıtlıyorum, anı bir anlamda da, insan egosunun önüne geçen, egoyu besliyormuş gibi olan ama o paylaşım anlamında da egonun önüne set vuran bir kimlik anı. O anlamda da çok önemli. Şimdi anını paylaşıyorsun, orada egonu tatmin eder gibi oluyorsun ama o anı başkalarıyla birleştiği için otomatikman bizleşiyor, çoğalıyor, çoğaldığı zaman hem senin egona tatmin edici bir ket vuruyor, hem de toplumsal bir kimliğe getiriyor. E tabii anı bize, herkesin mutlaka anısı vardır ama ortak anıları bulmak, yaşanılan kenttir, köydür, ülkedir, coğrafyadır, onun sosyolojik, tarihsel birçok şeyini de yeniden örmeye başlamak demek yani. Anılara bir baktığın zaman, belki o ülkenin tarihini yeniden yazabilirsin. Mesela geçmiş siyasetlerde de böyle. Ben mesela çok severim edebiyatın anılarını. Hatta biraz önce buraya gelmeden önce, Bağlam Yayınları’ndan Sabit Abi’yle konuşuyoruz, Sabit Abi bana diyor ki, yaz bunları, anlat bunları filan. Neden? Çünkü çoklu ilişkilerimiz var, giden insanlarımız var.

Şimdi ben bir çalışma yapıyorum, “Ey Türk edebiyatı kendine gel!” diye. Neden “kendine gel” diyorum? Mesela Mahmut Alptekin diye bir benim hemşehrim, Denizlili, çok güzel bir insan. Öykücü, ödüller alan bir adam, bir sürü kitabı olan bir adam, öldü gitti, kimsenin haberi yok. Gazetede haber bile olmadı. Hatta rahmetli, sağlığında gelirdi, Samatya’da filan buluşurduk bir arkeolog arkadaşıyla beraber. Konuşuyoruz, bir gün dedi ki, Hasan ne olacak bu kitaplar… Bir sürü kitabı var, Varlık’ta çıkmış, Cem’de çıkmış bilmem ne, bunlara binaen. Tamam, dedim, Mahmut Abi, beraber, Cağaloğlu dediğin işte o yokuşun birçok yayınevine gittik, bu adamın kitaplarının yeni baskısını yaptıramadık. Onun yüzündeki ifadeyi hala unutmam yani. Sabahattin Ali Ödülü almış, bir sürü ödül almış yani bu adam. Şimdi onu yazacağım zaten, o ayrı bir şey. Şimdi bunun sahibi yok.

Şimdi gene o sözünü ettiğim, “Ey Türk edebiyatı kendine gel”, düşünüyorum, mesela Maraşlı bir Şevket Yücel vardı, yok, unutuldu, öldü gitti, adam unutuluyor ya. Silifke’de mesela hiç unutmuyorum, Eğitim-Sen’de bir konferans veriyoruz, çıktık, bitti konferans, dışarıda bir yaşlı geldi, Köy Enstitülüymüş. Evladım, dedi, burada mısın, buradayım amca, dedim ben, hayırdır? Yahu, dedim, benim bir kitabım var, eve gidip onu alıp geleceğim. 80 yaşında filan bir adam, bastonla. Dedik, birini gönderelim alsın, yok yok ben kendim alırım, dedi. Kendisi, o 80 yaşındaki adam, bir felsefe kitabı bastırmış, aşkı görüyor musun aşkı? O felsefe kitabını aldı getirdi, şimdi duruyor benim kütüphanemde. İşte bunlar görülmüyor. Mesela Yüksel Bütün var, gene Silifkeli bak. Şimdi, Silifke ADD’ye gittim, bu adam emekli albay. Bizim Karakeçililerden. Orada, merhaba merhaba, ne yaptın, kütüphane böyle güzel bir kat. Dedi ki, hocam burayı ben satın aldım, dedi. Nasıl satın aldın abi? 20 tane bizim gibi arkadaş birleşmişler, herkese düşmüş, diyelim o zaman dairenin fiyatı 80 bin lira, 20 kişi, adam başı 2 bin lira para. Yani 2 bin lira, Hasan Hüseyin 2 bin, Mustafa 2 bin, gidin bankadan mı çekersiniz, ne yaparsanız yapın. Tamam, mı kardeşim, tamam. Gitmiş herkes çekmiş mi 2 bin lirayı, gelmiş onu almışlar mı, ADD’ye. Şimdi bu bizim emekli Albay Yüksel Bütün, Kaynak Yayınları’yla, birçok yayınlarla ilişkiye geçmiş. Atı da var. Biniyor, heybelere kitap dolduruyor, Yörüklere, dağlara, sata sata, o destek olan arkadaşlarının paralarını da iade ediyor, bak o kitaplarla. O ADD’ye de bir tane daire kazandırıyor. Bu bir emek abi. Düşünebiliyor musun, bir emek yani. Dehşet bir şey.

Şimdi ben geçen, Dostlara Mektuplar diye bir şey var, orada da yazıyorum. Bizimkiler neyi belliyor abi, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, bilmem ne kültür merkezi… Şimdi ben de diyorum, geçen gün bunu Cazim Abi’ye de yazmıştım, sağcı, Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi, ulan Ziya Gökalp yok mu bu ülkede? Değil mi? Yusuf Akçura yok mu? Mehmet Emin Yurdakul yok mu? Anlatabildim mi? Mesela Cemal Süreya’nın yakın arkadaşı, şair Sezai Karakoç yok mu? Değil mi? Bunların adı yok. Şimdi emperyalizm öyle akıllı bir şey ki, sola da şöhreti dayatıyor, sağa da şöhreti dayatıyor.

Şöhret ne demek? Alttan gelen kuşağa, bak şöhretli olursanız sizin adınıza da… Yani toplumsal olmayın, bireysel olun, şöhrete yönelin. E biz de, Sabahattin Ali adına bir kültür merkezi açın değil mi, Hasan İzzetin Dinamo adına bir kültür merkezi açın, Hasan Hüseyin Korkmazgil adına bir kültür merkezi açın, Enver Gökçe adına bir kültür merkezi açın, değil mi? Bunlar yok. Direkt akla gelen Nazım Hikmet. Burjuvazi bunu kullanıyor bak. Çok ilginç Ayhan, yemin ediyorum, geçen gün Yapı Kredi Yayınları’nın kendi açıklaması bu, hiç unutmuyorum: Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı 1 milyon satmış. Bankanın açıklaması. 1 lira kalsa 1 milyon lira yapar. Peki, bu 1 milyon lira, kızı Filiz Ali bilir ama ben karışmam, benim aklımdan geçen… Bu adam Gümülcine doğumlu, Gümülcine’ye götürüp bir taş mı diktiler, Kırklareli’nde öldürüldü, öldürüldüğü yerde gidip bir şey mi yaptılar, Gönen’de çocukluğu geçmiş, Gönen’e bir şey mi yapmışlar? Yani buralarda edebiyatçılara, gerçekten, aydınlara, çok büyük görev düşüyor. Tabii bu görev şu anlama da geliyor benim için, elini taşın altına koymak eylemi. Elini taşın altına koymak istemeyenler de, bana ne, diyor, unutulsun gitsin, diyor. Unutup gidiyorsun işte ya.

Enver Gökçe’yi nasıl 12.30 Köyü’nde sağken unuttuysa bu düzen, öldükten sonra gene orada unuttu. Dinamo 89’da öldü, 20 Haziran 1989’da, kaç kişi anıyor, ne yapıyor? Böyle bir şey var mı abi?

Sen o zaman ne yapacaksın, edebiyatçı olarak, herkes kendi sokağından sorumlu olacak kardeşim, kendi köyünden sorumlu olacak, kendi ilçesinden sorumlu olacak. Kim yaşamışsa orada, sen Şiranlısın, Şiran’da bir Ayhan Aydın var, bunu oraya kazıyacak, çevre kazıyacak onu. Yoksa Ayhan gidip Şiran’a, ben buranın yazarıyım, araştırmacısıyım, demez. Toplumsal kimlik onu dedirtmez, o yaşama biçimi onu dedirtmez ama çevre, bu bizim bir kültür değerimizdir, ona sahip çıkalım, derse, oranın devlet adındaki kurumu da, kaymakamlığı, valiliği bilmem nedir, halkın seçtiği belediye başkanıdır, bununla uğraşmak zorundadır, mecburdur buna. E sahip çıkmıyorsun. Ben şimdi Tekirdağ-Saray’da, bir gazetede köşe yazarlığı yapıyorum haftada iki gün, orada bir edebiyat eki çıkaracağım, onu düşündüm…

Kepirtepe Köy Enstitüsü, Trakya’daki köy enstitüsü bak, çok ilginç, yedi yüz araştırma yaptım, Menekşe diye bir abimiz, şu anda hastanede o, acil şifa diliyorum, 90 yaşlarında, iki tane böyle devasa kitabı var, Köy Enstitüleri Gerçeği ve Kepirtepe ve Köy Enstitüsü diye. 709 mezun vermiş Ayhan, Kepirtepe Köy Enstitülerinde. Neresi var; Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, üç vilayet ve ilçeleri. Ben araştırma yaptım, oradan, sen biliyorsun, ilgileniyorsun, emekli öğretmen abilerimle filan, 25-30 tane adam bulduk. Ya bir daha Kepirtepe açılmayacak 1954’te kapattı bunu, resmen yasa olarak kapattılar, Menderes döneminde kapatıldı. Türkiye’nin aydınlanmasının kilit kurumlarından birisini kapattılar bu gericiler. E şimdi sen onu niye yaşatmıyorsun ya? Kepirtepe Köy Enstitüsü’nden yöremiz mezunları, öğretmen abilerimiz, ablalarımız, oranın eğitim camiamızı düz akları… Ulan bir duvara mermer yap be, isimlerini kazır, çoluk çocuk desin ki, a bak benim dedem, falancanın dedesi, ablası, nenesi, anneannesi… Bir tane Kepirtepe Köy Enstitüsü yok, anlatabildim mi? Bir daha Alpullu Şeker Fabrikası yok, anlatabildim mi? Yani bunu aydın, sanatçı kavrayacak. Kavradığı zaman, o zaman ne olacak, ha diyecek ki, ona sahip çıkmazsam bana da sahip çıkmayacaklar. Ona sahip çıkma, buna sahip çıkma diye ilçen elden gidecek. En sonunda belki öyle bir noktaya geleceğiz ki, ulan bana ne, ben öldükten sonra dünya ölsün, diyebilecek kadar küçüleceğiz yani, cahilleşeceğiz. Anlatabildim mi?

Devamını oku: Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...

Kategori: Kültür Dünyası Söyleşileri

HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…

Cuma, 27 Mart 2020 12:07 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 708

Şair, Yazar, Yayıncı Bir Güzel İnsan

HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…

 AYHAN AYDIN

Çok değerli üstadım. Bana geçen ay hediye ettiğiniz kitaplarınızı okudum. Her birinden çok etkilendim. Şiirleriniz benim ruhumun da şiirleri, görüş ve düşünceleriniz de benim görüş ve düşüncelerimi yansıtıyor. Kendi yazdığınız şiirler, kitaplar aynı zamanda yine Sone Yayınları’ndan çıkan şiir kitapları, çabalarınız, tüm üretimleriniz edebiyat dünyamızın içinde nasıl bir büyük emektar olduğunuzu da gösteriyor.

Bu bitmez tükenmez kültür dünyası ve ekini içinde o kadar çok ürün çıkar ki insanoğlu hayatı boyunca çok uğraşsa da bunların çok çok az bir kısmına ulaşır, okur, görür…

Belki sadece çok okumakta değil, başka uğraşlarla da insanoğlu çok olaya tanık olur, çok kişi tanır, yaşadığı dünyayı algılar…

Tüm bu yaşam içinde yağan yağmurlar, esen rüzgârlar, yenen simitler ve içilen çaylarla birlikte nice dünyalar kurulur, yıkılır, dağılır gider.  Çocuk büyür adam olur, ama biz ona “adam olamamışsın” deriz.  Bir Türkiye Cumhuriyet kurulur, hala çok eksiği var, derler…

On binlerce kitap yazılır daha neler yazılır neler yazılır, ömrü olan okur derler… 

Bir yayıncı yüzüncü, iki yüzüncü kitabı çıkarır kim bilir daha ne şairler kitaplarını çıkarmak için bana gelecekler, der.  Bir başkası daha ne ilginç tarih konularının dosyasını alıp bana gelecek, der.

Bu dünyada umut tükenmez, sevgi azalmaz, hayat sürüp gider… 

Göllerimiz kurur çöl olur gider… 

Dağlar kadar yerli bildiğimiz sanayi tesislerimiz eloğluna hiç pahasına satılır toz olur gider…

Değerlerimiz, ilkelerimiz, hayatımız pahasına koruduğumuz adına ahlak, namus dediğimiz tüm varlığımız un ufak olur rüzgârın önünde savrulur gider… 

Çocuklar öldürülür,  işçiler sömürülür, bu dayak, bu kahır bize kâr olur gider…

Ama ne güzel ki sizler varsınız… Her zaman söylemişimdir şiir olmasaydı ben öksüz büyümüş olurdum, öksüz kalırdım…

O kadar ki şiiri seviyorum…

 

Çok sevgili Ozanım, Yazarım, Yayıncım…

 

Şair Sözü Yalan Değildir kitabınızda bir şiiriniz var, SARIKAMIŞ’IN TÜRKÜSÜ diye

 

Karlar, ak kanatlı, mavi gözlü karlar yağıyor

            Yağıp yağıp ağlıyor

                        Ağlıyor da gökler kara bağlıyor

                                               Olanda bize oluyor

                                                                       Olup da güllerimiz soluyor

Ağlama Sarıkamış’ım ee ee ee ee

            Uyusun da büyüsün tıpış tıpış yürüsün

                        Karlar yöresini bürüsün

Hu hu hu Allah

Kara tren soluyup da derin derin ah çeker

Ah çeker… vagon çeker… dert çeker…

            Ne çekerse Sarıkamış çeker

Çifte raylarda-borada-kömür çeker

            Hastalıktan çoluk çoluk kırılır yas çeker

                        Kimi de var can, yaş gününe tel çeker

Uyusun da büyüsün neni, tıpış tıpış yürüsün neni

            Karlar da Sarıkamış yöresini bürüsün

                                   Hu hu hu Allah

(H. Hüseyin Yalvaç, ŞAİR SÖZÜ YALAN DEĞİLDİR, Deneme, Sone Yayınları, 2008, İstanbul, 14)

 

Devamını oku: HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…

Kategori: Kültür Dünyası Söyleşileri

Kutluay Erdoğan ve Durmuş Günel'le Muharrem Sohbetleri, 1999

Cumartesi, 08 Şubat 2020 18:16 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 990

Cem Radyo’da Ayhan Aydın’la Muharrem Sohbetleri Kayıtları: 1999

KUTLUAY ERDOĞAN

(Araştırmacı – Yazar – Ocakzade)

ÂŞIK DURMUŞ GÜNEL

(Dede)

Padişah katlime ferman dilese

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

Cellatlar karşımda satır bilese

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

 

On yedi yerinden vursalar yare

Cerrahlar derdime kılmasa çare

Kemendibend ile çekseler dara

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

 

Karadır kaşları benzer kömüre

Münafıklar zarar verir ömüre

İki ellerim bağlasalar demire

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

 

Eğer beni katsa kervan göçüne

Götürseler Hindistan'a Maçin'e

Urganım assalar dar ağacına

Yine geçmem ala gözlü pirimden

 

Ahiri katlime ferman yazılsa

Çıksam teneşire tabut düzelse

Kefenim biçilse, mezarım kazılsa

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

 

Pir Sultan'ım derim vallahi

Ölsem terkeylemem piri billahi

Huzuru mahşerde dilerim şahı

Yine geçmem ala gözlü şahımdan

 

Pir Sultan Abdal

 

/////

 

Ayrı düşmüş dedesinin yurdundan

Seher söyler bülbül söyler gül söyler

Fatıma yanıyor oğul derdinden

Gönül söyler dudak söyler, dil söyler

 

Kufe ile Medine'nin arası

Durmaz kanar Hüseyin'in yarası

Sizi ister müminleri göresi

Talib ister erkan ister yol ister

 

İmam Hasan Hüseyin'in kardeşi

Cihana gelmemiş onların eşi

Sevenin kalbinde sevgi güneşi

Arzu ister kollar ister el ister

 

Hakikatten yoksun seni bırakan

Mümine baş oldu şehide hakan

Kerbela çölünü eyledi mekan

Sahra ister ova ister çöl ister

 

Durmuş Günel senin kulun kölendir

İyi kuldur hak yolunda ölendir

Yazık olur muharremde gülendir

Matem ister oruç ister yas ister.

 

Aşık Durmuş Günel Dede

 

/////

 

Yaradanım yüce Allah

Şefaatim Resullallah

Yesevi'den icazetim

Kösevi'den rehberim var

Alim, Alim, Alim, Alim

Hünkar Hacı Bektaş-ı Velim

 

Atatürk'le başlatıldı

İnkılabı yaşatıldı

Işık tuttu Hünkar ona

Ebedi pahidar kalacak dedi

Alim, Alim, Alim, Alim

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’m

 

Kutlu söyler bu sözleri

Yol Muhammed Ali'nindir

Üçler, yediler, kırklar dedi

Hak Muhammed Ali'nindir

Alim, Alim, Alim, Alim

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’m

 

Kutluay Erdoğan

 

Evet sevgili Cem Radyo dinleyicileri merhaba. Ben Ayhan Aydın bir muharrem sohbetleri, söyleşileri programında daha sizlerle beraberiz, birlikteyiz.

Bugünkü konuklarım şiirlerde de isimleri geçen Şiranlı Halk ozanı Aşık Durmuş Günel ve Milli Eğitimimize uzun yıllar hizmet vermiş aynı zamanda Alevi Ocaklarından Seyit Garip Musa Ocağına bağlı tarihçi, yazar Kutluay Erdoğan.

Hoş geldiniz efendim onur verdiniz.

Evet yüzyıllardır bu yolu sürenler, yüz yıllardır gönül kalsın ama yol kalmasın diyenler, yüz yıllardır halka Hakk sevgisini şiirleriyle, kırık sazlarıyla aşılayanlar ozanlar, aşıklar, dedeler, babalar ve aydınlar. Aydınlatanlar, ışık tutanlar dünyaya.

Bugün de yine daha önceki programlarımızda olduğu gibi muharrem orucu, ehlibeyt sevgisi, Alevîlik-Bektaşilik, ocaklar, dedeler, aydınlık karanlık ikilemi, halk ozanlığı konularında birbirinden değerli olan iki konuğumuzla söyleşeceğiz, sohbet edeceğiz.

Evet Şiranlı Aşık Durmuş Günel dede, aynı zamanda Sarıbal evlatlarından yani bir ocağa bağlı ömrü yine çilelerle geçmiş bir halk ozanı. Anadolu'nun gamlı, kederli insanların yasını görmüş, duymuş inançlarının güzelliğinin yolcusu olmuş, onlara hizmet etmeyi en büyük görev saymış, cemlerinde küskünleri barıştıran, dostluğu, barışı öğütleyen Hak Muhammed Ali aşkı için insanlara hep beraber, birlikte kardeşçe yaşayalım mesajını veren Aşık Durmuş Günel Dede. Bize kendisini nasıl tanıtır.

 

Devamını oku: Kutluay Erdoğan ve Durmuş Günel'le Muharrem Sohbetleri, 1999

Kategori: Dedeler

CAFER DÜZGÜNOĞLU DEDE'YLE SÖYLEŞİ

Çarşamba, 05 Şubat 2020 10:21 tarihinde yayınlandı. | Ayhan AYDIN tarafından yazıldı. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 1506

CAFER DÜZGÜNOĞLU

 (SEYİT NURİ CEMALETTİN – KABULLER KÖYÜ/ REFAİYE / ERZİNCAN)

 Ayhan Aydın

Yüzyıllardır bu kutlu yolu süren, Hak Muhammed Ali aşkıyla gönülleri çarpan, hizmet yürüten dedelerimiz, babalarımız, aşıklarımız, ozanlarımız Anadolu’da ve Balkanlarda ilden ile bu büyük inancı yaşatmışlar, günümüzde de yaşatmaya devam ediyorlar. Ne mutlu ki bu büyük damar, bu büyük kök, öz kaybolmadı ve ebediyete kadar da inşallah kaybolmayacak. Ehlibeyt’in metisenasını yapan insanlar, yeryüzü olduğu müddetçe devam edecektir. Şimdi bu büyük yolu, bu kutlu yolu devam ettiren, sürdüren mücadeleci kimliğiyle, çalışmalarıyla, cemleriyle, gezileriyle bir inanç önderi olmuş çok değerli bir dedemizle beraberiz. Onunla söyleşi yapacağız kendisi Cafer Düzgünoğlu, İzzet Düzgünoğlu’nun abisi kendisini rahmetle anıyoruz, kendisinin de bu yola hizmetleri vardır, cem evine hizmetleri vardı. Evet, şu anda 8 Mart Dünya Kadınlar günü aynı zamanda bugün ve saat 10.45, söyleşimizle dedemizi daha yakınen tanıyacağız. Dedelik hakkında, ocağı hakkında, gezdiği gördüğü yerler hakkında, tarih hakkında, tarikat hakkında söyleşi yapacağız. Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz, bizi mutlu kıldınız sevgili dede. Şimdi sizinle daha önce Cem Radyoda da bir program yapmıştım, bu programa çok büyük bir ilgi olduğunu söylemek gerekiyor abartısız. Beni dinleyenler böyle bilgili dedelere ihtiyacımız var, dediler. Çünkü dede olmak, dede lafını almak belki kolay gibi görülebilir ama aslında büyük bir yüktür bilene, anlayana göre değil mi?

Dedelik zor değil mi dede?

Tabi ki kolay değil.

Şimdi, isterseniz gönlünüzden ne geçiyorsa ondan başlayalım. Benim kafam da yüz tane soru var ama sizin ilk etapta gönlünüzden ne geçiyorsa soruyu öyle çevirebiliriz.

Tabi erenler, bu fırsatı bana verdiğinize Sayın gazetecimiz Ayhan Bey’e saygı duyarak, teşekkür ederek bana fırsatı verdiğine memnun oldum. Ben, 72 yaşındayım güz gelir tezelde sallanan bir yaprağa benziyoruz. Bu da bir fırsattır. Belki duyduğumuz, yaşadığımız, gördüğümüz içerisinde, eski gelenek ve göreneklerimizi tekrar dile getirmek için bu fırsatı bana verdiğiniz için sana saygı duyarak teşekkür ederim Sayın Ayhan Bey.

Şimdi ise tabi ki Aleviliğin bir özü vardır, şöyle bir örnek verelim önceden Ayhan Bey beni söylemişti ben Erzincan’ın Refahiye Kazasının Kabullar Köyündenim, Seyit Nuri Cemalettin evlatlarından olup şurada da bulunuyoruz. Tekrar tekrar teşekkür ederim Sayın Ayhan Bey’e bu fırsatı bize tanımıştır. Ehlibeyt yoluna da emekleri vardır çalışıyor, çalışmaktadır. Onların bizim geleceğimizin teminatı olduğuna inanıyoruz. Tabi şimdi örnek verelim; unu bir tabağa, eleğe koyarsın kim baksa un der, kim baksa un der başka bir şey diyemez ama unu, eleği biraz elediğin zaman esas un altına geçer, kabahatler yukarıda kalır Alevilik bu demektir. Aleviliği eleştirmek lazımdır, herkesin fikrini almak lazımdır, örf ve adetlerimizin, gelenek ve göreneklerimizin esaslarına ermek için böyle fırsatlar buldukça herhangi bir ocakzademizin, seyitlerimizin, dedelerimizin fikirleri alınır, birleşir.

Biz de bunu, gelenek ve göreneklerimizin öteden beri kalan her hangi bir şey gördüklerimizi anlatacağız. Şimdi acizane Türkiye’nin her tarafına gidiyorum. Hiç Alevi’nin olmadığı yere gidiyorum, Aleviyle karşılaşıyorum. Aynı zamanda Sünni toplumunu da giderim, bu konuşmaları yaparım. Çünkü  bir ağacın aslını sürsen ormana gider. Orman bin yaşında olsa baltadan geçmemiştir daha. Fakat şu masa baltadan geçmiş, bıçkıdan geçmiş, falan yerden geçmiş, mürşidini görmüş buraya gelmiş, olmuş bir masa. Ama mayası ağaç fakat o ağaç daha baltadan geçmemiş. Yani birinci doğuşu yapmış ikinci doğuşu yapmamış. Bir demirin aslını sürsen madene gider, toprağa gider, maden hammadde topraktır, işte bu demir de kabul etki teyp olmuştur, alet olmuştur, mürşidi bunu halletmiştir getirmiştir. Yeryüzünde Alevi-Sünni değildir, Hıristiyan alemi de dahil, bütün dünya aslını sürdüğü zaman Adem ile Havva’ya gider. Adem ile Havva köktür, insan kolları ve dallarıdır. Arada ki fark eğitimdir, gerçekten eğitimdir.

1979’da Almanya’ya gittim, biz Allah deriz onlar Got, biz Muhammed deriz onlar Margandiyesefer,  biz Hz. Ali onlar Yadialsefer, biz On İki İmam deriz onlar on iki havari diye severler, biz Hızır onlar Sipsekiz diye sever. Yani anladım ki mana alemde, insan haklarında beraberiz. Sırf bunun içerisinde, bunun dışında yad kalan Arap ve cahillerdir. Onun için Aleviler ırk, dil, din, cins bilmezler, önemli olan insandır.

Dört kitap haktır, İncil İsa’ya, Tevrat Musa’ya, Zebur Davut’a, Kuran Muhammed’e geldi. Eğer yaradan Tanrı, ben fark koysaydım derdim ki, Kuran’ın kavmi daha kıymetli, Kuran kıymetlidir, 8 göz verem Kuran’ın kavmine 15 aylık yaratam. İncil daha düşüktür onun kavmini de bir göz verem Tanrım tek göz İncil’in kavmidir, işte kavmini de 3 aylık yaratam. Bu farkları ben koymadım Tevrat’ın kavmi bir kol verem, Zebur’un kavmine bir kulak verem. Tanrı diyor ki, “ben 9 aylık insan yarattım, kimseyi kimseden farklı yaratmadım farklılığı kendi yaşantılarında hak ve hukuku takip etsinler. İnsan haklarını getirdim, insandan daha büyük yaratıktır” diyor; “Ey kulum! Ceset sizin ama ruhunuz benim, cesediniz bir kovan, ruhunuz bir arıdır, arının balı o kovanda bir muhabbettir, muhabbet yaşadığı müddetçe insan haklarına bağlı, insan haklarına saygı göster, canın var can incitme, senden büyük insan yoktur.” Aleviliğin özünü, bunu böyle kabul ediyor. Biz bunu ayırmıyoruz, Kuran ayırmamış, Tanrı ayırmamış, biz de ayırmıyoruz. Dört kitapta birbirini temsil etmiş, dört peygamber birbirine destek olmuştur. Şimdi aradaki fark eğitimdir. Bir anadan doğma, bir mürşitten doğma, mürşitten doğmayan müşkülat içerisindedir. Mürşitten ne zaman doğarsa, mürşitten doğması içinde kulaktan gıda alacak ki ruhunu doyursun, ağızdan gıda aldığı zaman sadece midesini doyurur ama bütün canlı ağızdan gıda alıyor ama bir şeye benzemiyor. Ruhuna gıda vermek için kulaktan gıda alacak ki, ruhunu doyura insan-ı kamil ede. Alevilerin böyle bir müspet ilime, böyle bir gerçeğe özen verdikleri için, şurada gelenek ve göreneklerimizin, cem tertiplerimize yetiştik.

72 yaşındayım, 50 seneden bu yana halkın içindeyim yaz, kış. Yalnız eskiden Anadolu’daki törelerimizi buraya aktarmak için bana fırsat vermiştir, Sayın Ayhan Bey.

Ben de burada açıklamak istiyorum acizane halimle. Eskiden Anadolu’daki cemleri, cemaatleri bütün Türkiye’nin her tarafını gezdim. İnanç bir, töreler ayrı; hedef bir, hizmetler ayrı. Yalnız bunu düzeltmek içinde Cem Vakfımız kurulmuştur, bütün dernekleri bunun altında vakıf edecektir. Elbette bizim de bu ahkamlarımız toplanıp, soy şecerelerimiz toplanıyor Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı zamanında çağırılacak bunu da ilkokullara, ortaokullara alacaklar, bu ikilik aradan kalkacak. Bizim de bir düzenimiz olacak. O gördüğümüz seyitler, yetişen seyitler bundan sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin ahkamında on iki hizmet, dört kapı kırk makam dersini alıp, okuyup, onlar gelip; nasıl İmam Hatipten çıkıp filan yerde sen hocasın, görev veriyorlar kimse bir şey demiyor,  onlar ondan sonra gelecekler filan cem evinin dedesi sensin. Türkiye çapında çekiç bir yere vurulması için ulusal bir radyo alacağız, Cem Vakfı alacaktır. Mesela Şeriat diyor ki, bugün Ramazan Türkiye çapında, bugün  Kurban Bayramı Türkiye çapında işte bizim Cem Radyomuz geldiği zaman, 48 Perşembe haktır, Perşembe günleri herkese Alevilerin cem gecesidir. Cem kapımız açıktır, siyaset yasaktır gelen vatandaş serbest gelir, soru sormak serbesttir. İşte Kuran’ın Maide suresinde Hızır Orucu var, Türkiye çapında bir gün de, Elfeti Suresinde Muharrem yazılıdır, Türkiye çapında bir günde.

Alevi felsefesini, bilinçli dedelerimiz televizyonlarda açıklayacaklar, yalnız vakıf olup yasallaştıktan sonra bunlar açık açık konuşulacak. İleride ki umutlarımız büyüktür, artık eskisi gibi dövülmek, kovulmak, sövülmek, hor görmek, dışlanmak zamanımız geçmiştir, davamıza sahip çıkmak için bir fırsatları görüyorduk. 1380 senedir bu millet bu çileyi çeke çeke, o dedelere saygım var ki hiç tahsili olmasa, bir kırık sazıyla, iki teliyle bu kültürü bugüne kadar getirmiştir. Bugün de basınımız ele almıştır, dünya çapında ışığımız Avrupa’dan geliyor.

Bugün Almanya’da, 3000 kişi varsa 2000 kişi çocuklarını bu felsefe üzerine vermiştir. İsviçre İnsan Haklarına gittim bütün emekli savcı, emekli yarbay, emekli albay, emekli hakim çocuklarını bütün insan hakları için vermişler. Eğer Devlet vakfı zaten yapıyor, yapılırsa bugün bir şeriatçı general gelse itiraz yapsa tarikattır diye hepsi kapatılır. Ama Devlet vakfı olursa camiyi kapatırsa burayı da kapatır. Bizim de haklarımız var, çünkü askerlik yapıyoruz, oy kullanıyoruz, vergi veriyoruz. Bizim de vergilerimiz oraya toplanıyor, bizim de haklarımız vardır.

Memlekette laik cumhuriyet varsa, demokrasi varsa, insan hakları varsa, onun için burada bizim de hakkımız vardır. Türk ocaklarını, Hacı Bektaş-ı Veli açmıştır 1270’te gelmiştir, 1299’da Osmanlı’yı kurmuştur, 680 kişi bilim adamı yetiştirmiştir.

Atatürk Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Cemal Efendi Çelebiye gidiyor hatta (Prof.) Zekeriya Beyaz da bunu açıkladı gazetenin 3.sayfasında ondan sonra açıklayacak 30-40 sene önce bunu halkımıza anlatırdım. Mesela, Tunceli’de Hasan Hayri, Mustafa Saltık dergahta, Cemal Efendi, Veli Efendi Zara’nın Kırk Kilisede, İsmail Elçioğlu emekli öğretmen Van Muş’ta, Haydar Berk Varto aşireti reisi büyük Haydar, Haydar İleri Dikmen, Hüseyin Aksoylar Erzincan’da, bunlar Alevilerle Samsun, Amasya, Sivas kongrelerinde 4 Eylül 1919’da gelipte kongreyi yapıp orada birleştiriyor. Ne mutlu Türküm diye kaynağı Atatürk’ün koyduğu temellerden, Hacı Bektaş’ın koyduğu temellerden alıyor. Şimdi gelelim bizim cem usullerimize, tabi ki tahribat gördük, tahrip olduk, dağıldık ama bugün için bilim adamlarımız yetişti arşivlerden çıkarttılar. Biz de mümkün olduğu kadar çıkarttığımız arşivlerden getirdik kendilerine ilettik. Bunlar toplanacaklar Milli Eğitim Bakanlığı dediğim gibi Kültür Bakanlığı çağıracaklar bunlar ilkokullara alınacak ve ilkokullarda bunlarda okunacak, yani şunu demek isterim ki; Alevi toplumu, büyük bir inanca sahipseniz, bu inancınıza sahip çıkmanız için hemen önümüz ışığa gidiyor, günün alnı balçıkla sıvanmıyor. Ufaklar parlamaya başlamıştır bu parlağında bir önderi vardır, biz bu önderi biz kutup yıldızı kabul ediyoruz o günlerin geleceği de işaretidir, tarihin işaretleri var. Bunun için hiç şüpheniz olmasın. Neme lazım yapmayın, birliğe beraberliğe gelin karışın, çocuklarınızı okutun, hayatta en hakiki mürşit ilimdir İmam Ali’nin sözüdür, Atatürk yazmış Faziletname’de yazılıdır. Adalet mülkün temelidir, Alevilerin tarafsız olduğunu, demokratik olduğunu bu demektir. Büyük Millet Meclisini 39-40 bin kişi seçerse 39 sene avukat derse çıkaramıyor millet vekili hakimiyet milletindir. Bir oy fazla olsa köylü çıkarıyor uyanalım, meclisin kaderi bir milletin elindedir. Birlik beraberlik yapın yanlış şuna üzülüyorum Adnan Bey burada girdi, çıkmadı buna çok üzüldüm. %35 istatistikle Sivas temsil eder, % 25 Erzincan temsil eder, neden bu şey olsun. Yani her şeyi hatırlatıyorum az çok ki detaylarına girmiyorum.

Devamını oku: CAFER DÜZGÜNOĞLU DEDE'YLE SÖYLEŞİ

Kategori: Dedeler

Diğer Makaleler...

  1. Belediyeler ve Cemevleri
  2. Ayhan Aydın’dan Aralık Bülteni, 2019
  3. Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (18. Bölüm)
  4. Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (16. Bölüm)
  5. Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (11. Bölüm)
  6. Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (10. Bölüm)
  7. AKADEMİSYEN KEMAL AKGÜN'LE SÖYLEŞİ
  8. Düştüm Aşılmaz Denen Karlı Dağlara
  9. Seyyid Nesimi Anıldı
  10. Çandarlıyı Kar Bastı

Sayfa 36 / 89

BaşlangıçÖnceki31323334353637383940SonrakiSon

Ayhan AYDIN İnternet Sitesi  erenler@ayhanaydin.info E POSTA

İLKEZGİ SANATEVİ SİTE VE TEMA TASARIMI MUSTAFA KARAÇİFTCİ 0542 559 11 80.