SURLAR
SURLAR
Hangi aşk, hangi heyecan, hangi duygu
Bir ressamın ellerinden farkı olmayan
O tılsımlı güç ve yetenekle işledi sizleri
İşledi de kaldı bir nakış gibi geleceğe
Üst üste konan onca bıçakla kesilmiş taşa
Hangi güç, hangi kudret, hangi hesap kitap
Ve bilinmez dehlizlerindeki efkârlarla örülü
Hangi yaralı yüreklerin alın yazısı yazdı yazınızı
Genç Osman’ın hıncı ve öfkesi, acı çığlıkları
Geleceğin boğazını sıkan hangi intikam hissi
Sardı da çelikleştirdi sizleri bayraklarda asılı kalan
Hangi gözyaşı aktı, için için yarılmış dudaklardan
Gurbet mi, sıla mı; hangi özlem vardı yürekte
Yoksa bir bulut mu aldı sizi sizden, savurdu uzağa?
Hangi dostuna söyleyemediği istek uyandı içinde
Düşten tatlı, Horasan tuğlası harcından karma
Denizden mavi, üstüne yağan kardan ak,
Yeniçeri’nin özlü yemininden öte
Kıtaları aşsa da
Hangi gemi yelkenin de kaldı tatlı küfürler
Ekmek aş mı, zorlu bir kırbaç mı, kan mıydı uçtaki
Bir burçtan bir burca kuşkanadında mıydı sevinç
Rum mu, Ermeni mi, Boşnak mı, Türk mü aynı bedende
Yoksa sen dünkü çocuk musun daha
İlk çağdan kalan ataların mı vardı bu ara yerlerde
Söyle asi çocuk söyle,
Bir küheylan kabadayı gibi kükrersin zaman zaman öyle!
Su mu taşındın sırtında benim gibi çağlarla
Yurt mu oldun eğlenecek yeri olmayan yolcuya
Dur durak mı oldun yâddan yabandan gelene
II.
Saysam tam sayamam isimlerini;
Topkapı, Edirnekapı, Mevlanakapı, Yedikule
Anadoluhisarı, Rumelihisarı , Ahırkapı önleri
Bir baştan bir başa hırpalanan öz evladıyım
Bu şehri İstanbul denen diyar-ı zalim memleketin
Diyemem ki, bu boğazdan da, yedi tepesinden de
Çok tanık oldum mazlumlara, gariplere, kimsesiz ölenlere
İsmail Maşuki ve yoldaşlarının acısı akar durur
Derin ve hain sularında, akıntılarında bu kanlı deryanın
Tarih yazdım, çağlara tanıklık ettim
Uygarlıkların altın kapısı oldum
Edirne’ye Rumeli’ne benim izin vermemle yol aldı
On binlerce Osmanlı eri, paşası, beyi
Benim bostanlarımdan beslendi binlerce boğaz
Ama şimdi kimse duymaz oldu beni ve
Sığınmacıların, evi barkı olmayanların feryatlarına
Her gece, her gece martı çığlıklarına karışan seslerimi
Parça parça edip dağıttılar yurdumu yuvamı…
Sözde onardılar zaman zaman
Kâh arkadaş olsa da yardı bağrımı nice ağaçlar, incirler,
Dost oldular bana rüzgârın getirdiği çiçekler, böcekler
Eğlendiler up uzun surlarım boyunca bir zaman
III.
Bir bayrak dalgalanır üzerimde en gurur duyduğum
Ama bu şehir, bu yurt o bayrağı hak etmeyenlerin
Birliği dirliği benim bedenim gibi parça parça
Etmek isteyenlerin ellerine yakışmıyor, yakışmıyor
Şü heda’ bağrımdan bir kanlı hançer yemişim gibi
Son soluğumu almak istiyor, almak istiyor, almak istiyor
Beni yapan ellerin sahibi ustaları doğuran analar
Mezarlarında feryat edip kan ağlamadalar şimdi
Her yerde açlık, sefalet, işsizlik, dinbazlık, gericilik
Almış yürümüş, gitmiş bir uçtan bir uca…
Ben utanıyorum, kahroluyorum, şen değilim artık
Nerede o eski İstanbul, nerede o güzel yurt özlemi
Nerede o halkı için, milleti için çalışanlar
Nerede o aydınlığı gören gözetenler…
Beni fethedenler iyi kötü sürdüler devranı
Şimdikilerin işi gücü oyun, hile, hırsızlık
Bir de çok eski, yeryüzünün kadim bir mabedim vardır,
Bağrımda bir inci gibi sakladığım: AYASOFYA, derler
Beni fethettiler, fetihler için onardılar, yaralarımı sardılar
Ama bin yıllardır buradayım, yeryüzü yeryüzü olalı
Hiçbir mabedin fethedildiğini insanoğlu ne duydu, ne gördü
Bu yurt, bu vatan da hiç duymadı, hiç görmedi
Hırsla, kinle, çıkarla hareket eden böyle bir güruha da ben,
Ne Cenevizliler’de, Ne Bizans’ta, Ne De Osmanlı’da,
Ne De,
Tövbeler tövbesi olsun,
Hiçbir çağda rastlamadım…
Şimdi bir baştan bir başa yıkılıyorum işte…
Şimdi parça parça oluyorum,
Paramparça oluyorum…
Bu yurt, bu kadar sahipsiz mi kaldı?
Parsel parsel sattılar topraklarımı,
Benim de temellerimdeki tuğlaları
Satacaklar diye çok, çok, çok korkuyorum şimdi
Her gece daha çok bağırmamın nedeni budur işte
Bu feryat Genç Osman’ın feryadından da daha ağırdır,
Duyun beni, duyun sesimi artık…
Üstümdeki bayrağı sözde namusum diye tutanlar
En büyük namussuzluğu bu ülkeye yapıp
Bu ülkenin tüm milli değerlerini satıp yok ediyorlar…
Bayrağımız artık dalgalanmayacak diye çok korkuyorum
Ben İstanbul’u bin yıllardır koruyan İstanbul Surlarıyım
Ben aslında tüm Türkiye’yi koruyan surların sesiyim
Bu yurt satılıyor, yağmalanıyor, talan ediliyor…
Bir millet ancak böyle yok edilir…
Bir yurt ancak böyle düşman işgaline uğrar…
Bir baştan bir başa yaralarımı saracak, beni yeniden diriltecek
Gençler nerede, halk nerede, demokrasi ruhu nerede
Gün batımından şafak alacasına hep yaşlı gözlerim yollarda
Üstümdeki kiri, kini, kibiri, kuşatmayı yarıp, yırtıp atacak
Genç civanlar beklerim, yaren, yoldaşlar beklerim
Yok edin insana insanın kulluğunu demiş ya büyük ozan
Yaremi sarsınlar peyiklerle demiş ya bir başka büyük ozan
Artık yoruldum, artık gücüm kalmadı…
Talan ettiler yurdumuzu, yuvamızı
Her yeri sattılar, şeker tarlalarını ve fabrikalarını bile
Ne tadı kaldı şimdi ağzımızın,
Ne de beni ben yapan kuşuma, geyiğime ev olan ormanlarım
Göllerimi bile kuruttular, dağ başındaki göllerimi bile
Umut hep var, hep var olmalı
Umut dağlarla, denizlerle var…
Umut ellerde,
Umut kültür ekini eken bilinçte,
Umut yaraları saran gönüllerde,
Umut türkü söyleyen dillerde,
Artık
Umut ol karanlıkları bitir,
Tek bir yurtta, tek bir gelecek muştusunda
Alaca şafaklarla gelen sağlık ve sıhhatte birlik ol,
Yok et üstüne çöken karabasan bulutlarını
Yık, devir karanlığı
Aç yeniçağları
Fatih, Fatih derler ya sen onlara aldanma
Onlar düşmandır Fatih’e de, yeniliğe de, ilime de, bilime de,
Fatihin evlada ol da,
Bu zilletten bu yurdu kurtar,
İnsanlığı sevgiyle fethedeceğin
Yeni yeni kapılar aç vatanına, yurduna, insanına, beşikteki yavruna…
Ayhan Aydın
7 Temmuz 2020
Rumelihisarüstü, İstanbul