Boğaziçi'nde Bir Bektaşî Dergâhı: Şehitlik
Boğaziçi'nde Bir Bektaşî Dergâhı: Şehitlik
Şevki Koca
Merhum pederim Turgut Koca Halife Baba'nın tesbitlerine göre; Rumelihisarı'nın yapımı sırasında şehid olan azizlerin anısına bölgede bir taş dikilmiş. Üzerinde Hicri 855 (Miladi 1455) yazılıdır. Yine Saka Baba'nın kabir şahidesi yörede halen bulunmaktadır. Taşın üzerinde, Hicri 855 (Miladi 1451) ibaresi mevcuttur. Yine dergâha ismini veren son dönem postnişinlerinden Nâfi Baba'nın atalarından, soyu Hz. Hüseyin'e çıkan Es-Seyyid Şeyh Bedreddin'e ait kabir de, bu bölgede bulunmaktadır. Kabir taşındaki bilgiler, şu şekildedir: "O, buraya zaferlerin Babası Sultan Muhammed Han ile birlikte gelen şerefli Akşemseddin'in yoldaşlarından, sırrı kutlu olsun Es- Şeyh Mustafa oğlu, Es-Seyyid Es-Şeyh Mahmud oğlu, Es-Seyyid Es Şeyh Bedreddin'dir." (Bu şahıs, Simavnalı Bedreddin'le karıştırılmamalıdır.) Sene Hicri 855 (Miladi 1451) kabir taşındaki tacı, elifî taçtır. (Balım Sultan öncesi kutupların taçları Hüseyni; oniki terkli olmayıp, genellikle elifi; dört terkli'dir.) Bu dergâha; Şehitlik Dergâhı, Üç Şehitler Dergâhı, Boğazkesen Dergâhı, Nâfi Baba Dergâhı, Deniz Abdal Dergâhı isimleri de verilmiştir. Esasen Deniz Abdal Şehremini'de yatmaktadır. Kendisi, Fatih
dönemi ricâlindedir. Belki de, denize açık bir dergâh olması bakımından, bu isim yakıştırılmış olabilir. Yine Hadikat'ül Cevami'de bu dergâh hakkında şöyle bir kayıd mevcuddur: "Ve zirve-i cebelde (dağın tepesinde) Şehitlik isimli mahalde bir Bektaş Tekke'si varidi. 1241 (1826) senesi kurbünde zâviyedar olan (Büyük) Mahmud Baba, Birgi namlı beldeye, icla'ya (zorunlu ikâmete) sevkolunduğu sırada da, bu tekye yıktırılmıştır. Yine 1199-1784 tarihli Dergâh dergilerinde de bu konuya ilişkin somut bilgiler mevcuttur. Öte yandan, Vakıflar Dergisi'nin (Xlll'586) sayısında dergâhtan sözedilerek, "Şehitlik Ali Baba Dergâhı" ibaresi kayıtlıdır. Mecmua-yı Teka'ya ise dergâhı Nakşibendi zaviyesi olarak göstererek, tüm atası ve kendinden sonra gelen bel evlâdları da Bektaşî olan Nâfi Baba'yı Nakşi şeyhi ve son postnişin olarak zikretmektedir. Hadikat-ül Cevami'ye göre Yeniçeriliğin kaldırılması sırasında postnişin olan Mahmud Baba'nın Birgi'ye sürgününden söz etse de, Üss-i Zafer (Vak'anüvis Esad Efendi. İst. 1243) adlı kitapta, Kayseri gösterilmekte olup, merhum pederim Halife Turgut Koca Baba da bir eserinde, Kayseri'yi zikretmiş, bugün adı Develi olan Everek ilçesinde sürgün yaşadığını belirtmiştir.
BİR GARİP DERVİŞ, ŞEVKİ KOCA Dursun Gümüşoğlu
BİR GARİP DERVİŞ, ŞEVKİ KOCA
Dursun Gümüşoğlu
İlk defa 1992 yılında babası Turgut Koca halife baba erenlerde karşılaşmıştım. Orta boylu zayıf uzamış sakalları, pırıl pırıl parlayan gözleri ile ilk gördüğüm hali hep gözümün önündedir. Önceleri pek sıcak ilişkilerimiz olamamıştı. Ama hep onunla baş başa konuşmayı çok istemiştim. Fabrikalara arıtma tesisi yapan bir şirketin şantiye şefi, birinci dereceden teknik adamıydı. Türkiye’nin muhtelif şehirlerinin en ücra yerlerinde şantiyeden şantiyeye koşturarak, bazen aylarca şehir yüzü görmeden çadırlarda, soğuk ve olumsuz yaşam koşullarında hayatını kazanmaya, maddi anlamda kimseye muhtaç olmamaya çalışırdı. Çok fazla uyumayı, yemek yemeyi sevmezdi. En çok yaptığı şey aralıksız kitap okumaktı. Anadolu’da mesâi saatlerinin dışında kalan her anını okuyarak geçirirdi. Hangi konuda soru sorarsanız sorun mutlaka size az çok verecek cevâbı vardı. Konuşmaya başlayınca aralıksız 3-4 saat konuşurdu. Konuşurken asla kendinden bahsetmez, kendini yüceltici, öne çıkarıcı konuşma yapmaz, kendisine de övgü beklemezdi.
Son derece alçak gönüllü asla kırıcı değildi. Giyim kuşamında gösterişten uzaktı ve görüntüye önem vermezdi.
Osmanlıca’ya, dilbilgisi ve yazım kurallarına vakıftı. İş münasebeti ile yurt dışında bulunduğu için yeteri kadar İngilizce bilirdi. Günlük hayatta kullandığımız kelimelerin kaynaklarını, onların çıkışı ile ilgili hikâyeleri anlatır, bulunduğu ortamda kısa zamanda saygı ve hayranlık uyandırırdı. Onu tanıyanlar “ayaklı kütüphane” tabirini kullanırdı.
1997 yılında nasip almıştı. Nasip almakta çok geç kaldığını, anne ve babasını hayatta iken nasip almadığından dolayı son derece üzülür, hayıflanırdı. Çocukluk ve gençlik yıllarında dedesi Hüseyin Kâzım Baba ve babası Halife Turgut Baba’dan annesi Adviye Anabacı’dan çok şey öğrenmişti. Bektâşî dergâhlarının tarihçesi, postnişinler silsilesini, babaların hangi dergâhların müntesipleri olduğu, nasip, dervişlik, babalıklarını kimden aldıklarını bilen yalnız Türkiye’de değil Dünya’da bir eşinin daha olduğunu zannetmiyorum, keşke olsaydı diye hep düşünürüm.
Dedesinin babası Şevki dede 3. devre Melâmî’lerinden Muhammed Nur hazretlerinden intisap görmüş, daha sonra Bektâşî olmuştur. Bu nedenle Turgut baba Bektâşî halife babası olmasına rağmen “Melâmîliğin bütün emanetleri de bizdedir” derdi.
İşte böyle yoğun bir atmosfer içinde yetişen Şevki Koca hayatı boyunca duyduğu çoğu kaleme alınmamış detay bilgilere sahip çok özel bir kişiydi. Ayrıca babasının Hakk’a yürümesinden sonra kendisine kalan pek çok belgeyi toparlamış, bunları eserlerinde yansıtmıştır.
Anne ve babasını tam bir sene ara ile kaybetmenin büyük üzüntüsü içinde öncelikle Bektâşî nasibi aldı. Bu arada gece gündüz yazılar yazmaya kafasında dağınık olan bilgileri toparlamaya başladı. O dönem içinde bulunduğu ruh halini ifade eden çok güzel bir nutkunu aşağıya kaydediyorum.
Hü dost
Cemâl-i pertev’le rıhlet evinde
Mazhar-ı rahmet’e erdin erkence
Dalmıştım Vahdet-i hüsran seline
Çekip de çıkartan el oldun baba
Namaâzım, niyâzım, imânım oldun
Bu acelen neydi, göç ettin Baba
Yoksa, çağırdı mı Âl-i Haydar’ın
Destin’den içmeye tahuru Baba
Bir miras bırakıp kûrb-u Mevlâ’dan
Ateş-i sûzân’a dil oldun Baba
Kör müydü ki bilmem, Zülfikârını
Bileyip, yağlayıp devr ettin Baba
Evliyâ bî- vücud seyr eyler mekân
Zâmana sır’landın aşk olsun Baba
Verâset bıraktın, cönk tomarını
Oğluna petek’de Bal oldum Baba
Fakîrem, dervişem her dem ağlarım
Tükenmez gözyaşım, Kerbelâ’danım
Postacı getirdi selâmın aldım
Vadî-i Semsem’e Gavs oldun Baba
Şevki idim Fecri oldum yanarım
Nûr-u Cemalinde, Kur’an yazarım
Anamı unutmam her dem anarım
Hakirin, mektubun kabûl et Baba
Durbali ve Hasip Baba Tekkeleri, Şevki Koca
Yunanistan’da İrşâd Ocakları:
Hasib Baba Bektâşî Dergâhları
Şevki Koca
Muhterem okurlarım bu yazımızda Yunanistan’da mûkim ecdâd yâdigârı Bektâşî dergâhlarına ilişkin naçizâne bilgiler aktarmak arzusundayım. Bu tekyeler Reni ve İskeçe isimleriyle mâruf asitâneler olup bunların dışında önemli bir dergâhta, Cem Dergisinin 113’üncü sayısında malumat verdiğimiz Katarin (Angelista) hanikâh’ı ve Dimetoka’daki Seyyid Ali Sultân (Kızıldeli) Dergâhıdır.
Renî (Durbâli) Dergâhı
Dergâhlarımızdan Reni Tekyesi ismiyle tanınmış olan mekânın Bektâşî Argümanlarındaki ismi Durbali Sultân Dergâhıdır. Durbali Sultân Horasan kökenli Seyf-i meşreb Bektâşî azizlerinden olup, Dimetko’lı Seyyid Ali Sultân’ın çağdaşlarındandır. Seyyid Ali Sultân H. 804 (M. 1390) yılında Hakk’a yürümüştür. Orhan Gazi’nin hükümdarlığı esnasında Rumeli’ye yapılan (H. 738-M.1337) tarihli seferde, Durbali Sultânında olduğu rivâyet edilmektedir. Durbali Baba, Seyyid Ali Sultân tarafından icâzet verilerek Mora yarımadası sınırları dışında bir dergâh açmakla görevlendirilir. (Ancak teknik olarak elimizde bulunan bilgiler bu dergâhın kuruluş yılını H. 869-M.1480 tarihinden başlatmaktadır.) Çevre de yaşayan Arnavut kökenli Bektâşî müntesipleri dergâha Torbalı Baba Tekyesi ismi vererek “Tegjae Madh” (Büyük Tekye) sıfatıyla anarlar. Dergâh Mora yarımadasının kuzeyinde, Teselya bölgesinin Pharsala kentindedir. Tepedelen’li Mehmet Ali Paşa’nın M.1790-1822 yılları arasındaki Epirus Valiliği döneminde büyük ölçekli himâye görmüştür. 1882 yılından sonra Teselya’nın Yunanlılar tarafından ilhakı üzerine dergâh bu tarihten itibaren Osmanlı sınırları dışında kalmıştır. Durbali Baba rivâyetlerde; Osmanlı ordusunun Mora yarımadasını fethi esnasında, yerden bir avuç kum alır ve Meriç nehrine atar ve böylece kuruyan Meriç nehri üzerinden Yeniçerileri geçirmesi kerâmetiyle zikredilir. Yine rivâyetlere göre, Selânik de; “Üçler çeşmesi” yöresi ve Yenice Karasu’da “Kırklar Tekyesi” isimleri adı altında dergâhlar uyandırır. Yine müritlerinden Şâhin Baba’yı “Temple” vadisi olan yöreye göndererek “Köpekli” (kepekli) köyü yakınlarında bir dergâh açtırır. Durbali Baba Dergâhının son postnişinlerden Muharrem Mahzûni Baba erenler, aşağıda arzedeceğim bir nefeslerinde bu rivâyetlere yer vermektedir.
Hü Dost
“Horasan şehrinden geliyor Veli
Rûm’a kadem bastı Şâh’ım Durbali
Derya’ya bend’edüp nûr-u ezeli
Bir avuç kum ile Şâh’ım Durbali
Üçler çeşmesinde dergâh eyledi
Kırklar dergâhında er’ler peyledi
Şâhin Babam köperli’ye meyledi
Dürlü kerâmetle Şâh’ım Durbali
Yedi dağ üstüne hazer indiren
Dembedem daima mû’ciz gösteren
Meş’e palamudundan kiraz verdiren
Kanûn-u Sâni’de Şâh’ım Durbali
Ey Mahzuni terk’ol uyma cihana
Fani kulun üç günlük safasına
İmâm-ı zaman’ın yüz sür babına
Günahkârım affet, Şâh’ım Durbali
Hoyrat Yolların Mazlumu
Hoyrat Yolların Mazlumu
Bir masum güzel evlat
Vurulmuş yatıyor upuzun
Çarşının orta yerinde
Cansız bedeniyle kıpırtısız
Ecel gelmiş kapıya dayanmış
Hangi feryat dindirir yangınını
Anasının, babasının, hısmının
Hoyrat yolların mazlumu
Ürkek bakışların ceylanı
Hangi çığlıklar içinde kaldı yarım sevdaların
Kör kurşun diyorlar
Bir karanlık ruhtan çıktı bu gümüş hışım
Bu ülkeye hâkim kılınmak istenen
Faşizmin ölüm kokan nefesi kesti nefesini
Sen bir yadigâr,
Sen bir mihman,
Sen ürkek bir güvercin yüreğisin,
Yaşamın kederini erken sırtlamış emekçi çocuk,
Ecelin pençesinden kurtulamayan çaresizim
Yarım kalan yaşamına
Ağlar, ağlar dururum şimdi
Ayhan Aydın
28 Nisan 2020
Adana'da polisin "dur" ihtarına uymadığı söylenerek öldürülen, Suriyeli, 19 yaşındaki Ali El Hemdan için yazılan şiir...
Bugün 23 Nisan
Bugün 23 Nisan
Paralel yapı mı, dediniz?
Bugün Türkiye'ye hâkim olan yönetim anlayışı, kabaca Emevi devrinde Halife Osman ve Muaviye zamanındaki anlayış gibidir.
Yani ülkenin tüm varlığını, tüm zenginlik kaynaklarını, her türlü yolu kullanarak, belli bir yandaş kitleye aktarmak gayreti ve çabasıdır.
Bununla yapılmak istenen, devlet içinde zenginler zümresinden, aynı dünya görüşüne sahip kişilerden oluşan bir yandaş hanedanlığı, yani paralel yeni bir devlet yaratmaktır.
Bu yapı, emrindeki bütün kurumları, bu arada kişiliği kalmamış emrindeki sözde basını da bir tetikçi olarak kullanmaktadır.
Bugünkü Türkiye'de Muktedir yapının yaptığı; kendi durumlarını kamufle etmek için, aslında kendi yaptıklarıyla başkalarını suçlamak, onları töhmet altında bırakmak, birilerini sözde paralelci ilan etmektir.
Tüm Türkiye bundan korkup sinecek mi?
Türk Milleti denen yapı, ulusun birliğine mi, bir hanedan varlığına mı tabi olacaktır?
23 Nisanlar, 30 Ağustoslar, 29 Ekimler bize ne ifade ediyor?
Bu yurt kimin yurdudur, bu vatan kimin vatanıdır?
Hakça üretip, hakça bölüşeceğimiz bir yer değilse bu topraklar, gerçekten bizim ülkemiz olabilir mi?
23 Nisanlar kutlu olsun, demek ne kadar kolay oldu.
Bizi biz yapan, bizi ulus yapan, vatandaş yapan, 23 nisanları yaratan o ruh, o bilinç, o irada nerededir?
Şimdi çocuklarımıza en büyük umutlarla teslim edeceğimiz varlığımız, eşsiz güzel ülkemiz, Türkiye'miz ne haldedir?
Halkın iradesine dayanmayan, milli iradeyi yok sayan, bir zümrenin egemenliğindeki yönetim anlayışına demokrasi denebilir mi?
Bu rejim cumhuriyet olabilir mi?
Tüm bunlara rağmen, halkın adaletsizliğe karşı çelikleşebilen iradesi oldukça umut her daim var vardır.
Her şeye rağmen bu bir bilinç işidir.
Bunun başka bir yolu yoktur.
Bilincini, dayanışma ruhunu, örgütlenme ve doğruya sahip çıkma gücünü kaybetmeyenler her zaman kazanırlar.
Tek tipçi, dayatmacı zihniyetlerin sonu her zaman hüsran olacaktır, yeter ki halk bilincini kaybetmesin, birliğini, direncini, kararlılığını yok etmesin...
Yaşasın ulusun tam bağımsız, özgür iradesi...
Yaşasın cumhuriyet ve insan hakları sevdası...
Yaşasın hakça üretip, hakça bölüşen düzen...
Yaşasın adaletle yönetilen demokrasi anlayışı...
Yaşasın bu topraklarda ulus ve vatandaş bilincini yaratan Mustafa Kemal Atatürkler ve Silah Arkadaşları...
Yaşasın geleceğe umutla bakan milyonların kalpleri...
Yaşasın bilimin aydınlığı...
Yaşasın aklın, vicdan özgürlüğünün teminatı laik sistem...
Yaşasın yurdunu özünden çok seven satılmamış ve satın alınamayacak halk yığınları...
Yaşasın halkların kardeşliği...
Yaşasın içleri aydınlıklar içindeki milyonlarla Türk genci...
Yaşasın tüm Türkiye'nin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...
Ayhan Aydın
23 Nisan 2020
1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun...
Emekçilerin ve Tüm Dünya İnsanlığının Bayramı;
1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlu Olsun...
Bir Kadın Ozandan İlk İşçi Şiiri
Ayhan Aydın
Tüm gerici zihniyetlerin yok edildiği, emekçinin emeğinin karşılığını aldığı, açlığın, sefaletin, adaletsizliğin olmadığı günler görelim.
İnsan onurunu, varlığını yok eden; köhnemiş, paslanmış kafalar, yozlaşmış yapılar yok olsun.
Herkesi sadece ve sadece insan olarak sevelim; ırk, cinsiyet, milliyet, din, mezhep, görüş-yöre farkı gözetmeyelim.
Gerçek'ten tam bağımsız, özgür, adil bir Türkiye için, dünya için, hep birlikte üretelim, her şeyi hep birlikte paylaşalım, birlikte ortaklaşa tüketelim.
Bencillikleri yenip, tüm dünyaya daha çok sahip çıkıp, daha çok insanlığımızı hatırlayalım.
Bahar çiçeklerle, umutlarla gelsin.
Hep birlikte insanın dalında sevgiyle açıp gülelim...
Aynı Zamanda
İlk İşçi Şiirini Yazan Kadın Ozanımız; Yaşar Nezihe Bükülmez'i de (1880-1971) Sevgi ve Saygıyla Anıyoruz...
Ey işçi
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı, senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı, yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden,
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe, bugün kalmadı bir mani önünde.
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin,
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin,
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi,
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü,
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.
Yaşar Nezihe Bükülmez
Diğer Makaleler...
- Ocak, Şubat, Mart 2020’den Notlar
- Makedonya Gezisi Ekim 2016
- Hasan Hüseyin Yalvaç'la Uzun Soluklu Bir Söyleşi...
- HASAN HÜSEYİN YALVAÇ’A SORULAR…
- Kutluay Erdoğan ve Durmuş Günel'le Muharrem Sohbetleri, 1999
- CAFER DÜZGÜNOĞLU DEDE'YLE SÖYLEŞİ
- Belediyeler ve Cemevleri
- Ayhan Aydın’dan Aralık Bülteni, 2019
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (18. Bölüm)
- Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (16. Bölüm)