Çandarlıyı Kar Bastı
Çandarlıyı Kar Bastı
Dün güzel bir karşılaşma oldu. Can Yayınları’ndayken, Nusret Erdoğan ve kızı Esma Erdoğan yayınevine geldiler. Kendisi beni tanıdı, yarenleştik, sohbet ettik. Daha önce görsem de okumadığım kitabını bana imzalayarak verdi. Sohbetimiz çok güzel konuların kapılarını açtı.
Her zaman söylediğim gibi her kitaptan alınacak çok şeyler olabilir. Ülkemizde anılar, yerel gelenekler, yerel ozanlar – âşıklar çoğu zaman kendi alanlarında hep kapalı kalıp gün yüzüne çıkamazlar. Oysaki toplumun hafızası hala oradadır. Halkbilim konusu olan bu alanda çok çok büyük ilerlemeler oldu. Bu alanda çok sayıda araştırmalar yapıldı, kitaplar yayınlandı. Üstelik insanlar da artık birikimlerini ortaya koymak için eskisi kadar umarsız ve çekimser davranmıyorlar. Ama çok çok iyi biliyorum ki, Türk – Kürt halk topluluklarının yaşadıkları çok geniş bir coğrafyada daha binlerce derlenmeyi bekleyen mani, türkü, şiir, öykü, anlatı, anı, gizli kahraman, halk önderi gibi zenginliklerimiz var. Bizlerin ve tüm dünyanın yaşamını ilgilendiren, bizlere hem zenginlik, hem de yaşanmışlıklarla birlikte köklerimizi bulmamız için dayanak olacak nice nice sözlü kültür, kaynak ürünler var. Türküler derlenmekle, öyküler – anılar – şiirler dinlenmekle bitmez bu kutsal topraklarda.
Ben de bir solukta okudum Nusret Erdoğan’ın bana imzaladığı Çavdarlıyı Kar Bastı kitabını. Eser konuyu bilen bir el’den geçmiş, iyi hazırlanmış, sade, kolay okunur, ince oylumlu bir anı- derleme kitabı.
Kitapta, kendi ifadesiyle, 20 Eylül 1936 tarihinde Ardahan ili, Hanak ilçesi, Çavdarlı (Verana Nakala (doğrusu ise, Virane Nikola)) köyünde doğan Nusret Erdoğan üstadımızın çocukluk anılarıyla birlikte özellikle mensubu bulunduğu Seyyid Garip Musa Ocağı’na mensubiyeti nedeniyle cem, dedelik konularında bilgilerini ihtiva eden sayfalar da var. Ama kitapta beni en çok ilgilendiren ise aynı zamanda öğretmen – eğitmen olan kitabın yazarı Nusret Erdoğan’ın da babası olan Hüseyin Erdoğan’ın şiirleri oldu. İşte bu yüzden derlemeler, kitaplar çok önemli, diyorum. İşte ben bu kitap sayesinde Hüseyin Erdoğan hakkında bilgi sahibi olmuş oldum.
Kitaptaki bilgiye göre; “1904 yılında doğan, 5 Temmuz 1973 yılında vefat eden babam Hüseyin Erdoğan, eğitmenliğinin yanı sıra çok güzel de şiir yazardı. Gerçek bir halk ozanı üslubuyla yazdığı şiirlerinde kimi zaman “Tekçe” mahlasını kullanırdı.” (Sayfa: 50) Kitapta Nusret Erdoğan’ın da şiirleri var.
Evet, sevgili dolu bir insan olan Nusret Erdoğan yakın zamanda hayat arkadaşını kaybetmiş, 83 yaşındaki bu ihtiyar delikanlı. O gerçekten de neşeyle gülen, hayata umutla bakan çok güzel bir yürek. Yine aynı şekilde sevgili kızı Esma Erdoğan da candan bir insan.
Ne güzel ki, dün tesadüf etti, bu güzellikleri yaşadık. Hayat her gün insanlara nice nice güzellikler, umutlar verir… Hayat her şeye rağmen çok güzel… Hayat yaşamın içinde ondan kaçmadığımız, onun değerlerine değer verdiğimiz zaman daha da güzel.
İnsanlar böyle derlemeler yapmalı, birikimlerini ortaya koymalı, insanlara dolayısıyla evrene de seslerini, sözlerini, şiirlerini, türkülerini bırakmalıdırlar.
Nusret Amca’ya selam ve sevgiler olsun, daha nice mutlu yıllarla dolu güzel bir ömür dilerim…
Ayhan Aydın
24 Aralık 2019
Rumelihasrüstü, Sarıyer
Çavdarlıyı Kar Bastı, Nusret Erdoğan, Can Yayınları, 2. Baskı, 2013
Hüseyin Erdoğan’dan Şiirler
AH Ü ZAR
Kimseler sormadı benim halimi
Gözlerimden akan selden haber al
Sinemin yarası asla dinmedi
Sinemden açılan yerden haber al
Dil ile söylesem dilim dolaşır
Ah’u zarım arş alaya ulaşır
Tezenemin ucu tele dolaşır
Bari saz söylesin telden haber al
Bu benim derdimi kimse bilmedi
Yuttum ağuları ardı gelmedi
Yolunda kanadım, kolda kalmadı
Yoluk kanadımdan koldan haber al
Hüseyin’in derdini kimseler bilmez
Hayatı boyunca ağlar ha gülmez
Dert derdin üstüne artar eksilmez
Beni kimse bilmez benden haber al (Sayfa: 57)
SOYUMU SORANLARA
Eğer benim soyum sorarsan
Ol Garip Musa’nın kolundayız biz
Tarikim Hüseyin yolum Bektaşi
On İki İmamların yolundayız biz
Bu cihanın burcu barısı olan
Hatmi evliyanın varisi olan
On İki İmamların barışı olan
Haydarı Kerrar’ın elindeyiz biz
Erenlerin kısmetin dağıttı Hünkâr
Mücizatın gördüğü inanmaz inkâr
Bizlere biz demiş ol piri peykar
Kökünden yürümüş dalındayız biz
Hüseyin Erdoğan ismi almışam
Penc-i Ali Aba’ya ikrar vermişim
Erenler yoluna boyun eğmişim
Tarık-ı Bektaşi yolundayız biz (Sayfa: 59)
ÇIKIP ÇAR KÖŞEYİ SEYRETMELİDİR
önül ne yatarsın gaflet içinde
Çıkıp çar köşeyi seyretmelidir
Bu dünya kimseye vefa kalmadı
Biraz da Hakk için hayretmelidir
Kimi ileri söyler kimisi geri
Gerçek muhip olan vermeli seri
Hakikat yolundan sen kalma geri
Elinden geleni sarf etmelidir
Muhip olanların özü yatarsa
Gönlündeki kılı kali atarsa
Erenlerin buyruğunu tutarsa
Ona muhip diye meyletmelidir
Eğer ikrarını inkâr ederse
Hakikatten gayrı yola giderse
Beyhude sözleri iddia ederse
Yüz azdıranların terk etmelidir
Tekçe düşersin nice mihnete
Minnet etme muhanede ne merde
Tarikate uymaz o solak perde
Onun orasını fark etmelidir (Sayfa: 75)
NUSRET ERDOĞAN’DAN BİR ŞİİR
Sürüne sürüne ben sana geldim,
Yetiş imdadıma er Hacı Bektaş
Yüzüm yerde, özüm dara çekmişim
Bizi darda koyma pir Hacı Bektaş
Güvercin donunda geldin, oturdun
Özünü pak edip, Hakk’ı getirdin
Zemheride gonca güller bitirdin
Bizi darda koyma sen Hacı Bektaş
Aslanla Ceylanı sevginle tuttun
Aldın kucağına yüzünü öptün
İnsanlara ilim irfan öğrettin
Nusret’i yarlığına sen Hacı Bektaş (Sayfa: 101)
CEMDE MUHABBET EYLEMEK
CEMDE MUHABBET EYLEMEK
Ekberi’yem yana yana
Aşk içmişim kana kana
Sen bir yana ben bir yana
Gelemedim gelemezsin (Ali Ekber Gülbaş)
Alevi - Bektaşi Yolu’nun ilk aşaması benlikten geçip, birliğe ermektir. Zahir olan, her daim “şeriat” kapısında bekler, durur; belki de sonsuza kadar orada kalır. Çünkü onda belki tam bir ilahi aşk yoktur. Alevi - Bektaşi toplumunu diğer benzer topluluklardan ayıran temel unsur, “aşk badesi içip, aşk ateşine” düşmektir. Özüyle sevmeyen, benliğini terk etmeyen bu yolda ilerleyemez, menzil alamaz.
Bizim cemimize kolay girilmez
Nefsine uyarak azmışsan gelme
Bu cemde kimseye ödün verilmez
İnsanlık yolundan yozmuşsan gelme (Kemal Özcan – (Derviş Kemal)
Cem, Alevi - Bektaşi toplumunun temel ibadet yapılarından birisidir. Ama ceme sadece ibadet demek onu daraltmak, küçültmek demektir. Cem sadece birlik, toplanma anlamına da gelmez. Gönülleri gerçekten birleyenlerin, bedensel ve ruhsal eşiklerden geçip, varlık aleminin bulunduğu “kırklar meydanına” girerek, Hakk didarı görebilecekleri cem meydanı, aslında tüm oraya gelen canların bir beden olma sırrına erdikleri muhabbet meydanıdır.
Cemde her şeyden önce insanların birbirlerinden “rızalık almaları” gerekir.
Alevi – Bektaşi düşünce dünyasında varlığın birliği görüşünün temel düsturu olan “razılık kapısı” cemin de, muhabbetin de, sohbetin de, her şeyin de “kilididir”. Kul kuldan razıysa Hakk da kuldan razıdır, ilkesi bu felsefenin özüdür. 72 millete bir nazarla bakmak demek, her şeyden önce orada bulunan tüm canların birbirlerinden razı olması demektir.
Gönüller birlenmeden, o meydandaki istisnasız tüm canlar birbirlerinden razı olmadıktan sonra, yani karşılıklı olarak “hak ve hukukları” eşitlenmedikten, “razı etmiş ve razı edilmişlerden” birisi olmadıktan sonra kâinat içinde dünya dönmez dolayısıyla yol da yürümez.
Burada en büyük değerin insan gönlü olduğu hatırlatılır, gönüllerin birlenmediği meydan Hakk ve hakikat meydanı olamaz. Dolayısıyla orada yapılan ibadet de gerçek bir ibadet değildir. En azından oradakiler arasında birlik sağlanırsa, gönüller birlenirse, o zaman gerçek Hakk ve hakikat sohbeti, cemi başlamış olmuş olur. O zaman tüm canlılar arasında ve evrende de birlik sağlandığı varsayılır, o zaman dönülen semahlar da bu evrensel döngüyü ve Tanrıyla bütünleşmeyi ifade edebilir. İşte o zaman kişi Alevi - Bektaşi Öğretisinin nihayetinde ulaşmak istediği “insan-ı kamil”, kamil, olgun insan aşaması için adım atmış olur.
Derviş Kemal der ki Mansur darına
Durdunsa meyletme dünya varına
Ölmeden evveli ölme sırrına
Erenlere aşk olsun Allah eyvallah
Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (6. Bölüm)
DEDELERİN ALEVİLİKLE İLGİLİ SORULARIMIZA VERDİKLERİ YANITLAR 6. BÖLÜM
(Ayhan AYDIN’ın hazırladığı sorulara 16/18 EKİM 1998 CEM VAKFI ANADOLU İNANÇ ÖNDERLERİ BİRİNCİ TOPLANTISI Öncesi Ve Sonrası Dedelerin Toplu Cevaplarıdır.)
DERLEYEN:AYHAN AYDIN. 1998
Aşağıda, Alevi Dedelerine yönelttiğimiz sorulara karşılık onların verdikleri yanıtlar hiçbir müdahale olmadan olduğu gibi verilmiştir.
HZ. ALİ
Hz. Ali’yi Ali yapan daima haklının yanında, haksızın karşısında olarak, beni etkileyen Hz. Ali’nin özellikleri ise kendini köle olarak sattırıp, Fazlının borcunu ödemek, kesik başın carına yetmek, Ziramın borcunu ödemek, yedibaşlı ejderhayı öldürmek, sayın dostlar Ali’nin sırrını ve faziletleri saymakla bitmez. Gelin beni bağışlayın Hz. Ali ile başbaşa bırakın. (İsmail Türker (İs. Tü.))
Alevilikte Hz. Ali (RA) Veliyullahdır. Özelliklerini ben şöyle açıklayabilirim. Yer su gök duman iken gökte yeşil kandil var idi. Cenabı Allah Cebrail Aleyhisselamı yarattı. Cebrail Aleyhisselam 40 yıl uçtu konacak bir yer bulamadı. Yeşil kandile kondu. İçeriden bir soru soruldu. Sen kimsin, ben kimi? Cebrail-i Emin sen sensin ben benim dedi. Sağ kanadının ucu yandı ve uçtu. 40 yıl daha gezdi.tekrar o kandile kondu. Tekrar sorulduğunda sen sensin ben benim dedi. Bu defa sol kanadının ucu yandı. 40 yıl daha gezdi. 120 yıl oldu. Gaipten kulağına bir ses geldi. Dediler ki var o kandile kon. Sen kimsin ben kimim diye sorduklarında de ki sen yaratıcısın ben yaratılmışım hata ettim günahımı bağışla. Cebrail Emin aynısını uyguladı ve kandilden kapı açıldı. Cebrail Emin içeri girdi. Gördü ki bir kadın oturur. Ya kadıncık kimsiniz dedi? Ben Fatımatül Zehra’yım dedi. Cebrail Emin: Başındaki taç nedir? Dedi. F.Z. Atam Muhammed Mustafa dedi. C.E. Belindeki kemer best nedir? Dedi. F.Z. Eşim Aliyyül Mürteza dedi.C.E. Kulağındaki küpeler nedir? F.Z. oğullarım Hasan ve Hüseyin dedi. Görüyoruz ki dünya kurulmadan Cenabı Allah Ehl-i Beyt’i yarattı. Ve Rabbil Alemin Fatıma’yı sevdim Fatıma oldum. Muhammed’i sevdim Muhammed oldum. Ali’yi sevdim Ali odum. (İsmail Yalçın (is. Ya.))
Ali’nin ötesinde hiçbir varlık olmadığına Aleviler inanarak Ali’yi severler. O cömertlikle Ali mertlikle Ali yocaatta Ali merhamette Ali Ali Ali. (Kalender Topalcengiz (Ka. To.))
Dinimizin kuruluşunda Hz. Ali’nin büyük katkısı olmuştur. Hz. Peygamber dindir, Ali imandır. Alevilik için de Ali Muhammed’den sonra ikinci halifedir. Ehl-i Beytin kurucusu Ali’dir. Aleviler için Ali önemli ve çok kudretli bir yere sahiptir. (Halil Buğa (Ha.Bu.))
Hz. Ali, Hz. Muhammedi’in amcası oğlu, damadı, Kur’an ayetlerinde ve Hz. Muhammed’in hadislerinde öğülen kişi, Alevîlik zaten Ali tarafları, Hz. Muhammed’den sonra Ali’nin önderliğini kabul eden demektir. Hz. Muhammed ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır, Ali halktır Hak Ali iledir. Her tutum davranışları ile örnek kişidir. (Hasan Dedeoğlu (Ha. De))
Hz. Ali Tanrının aslanıdır, peygamberin damadıdır. Hasan, hüseyin cennetin efendileri olan incilerin atasıdır. Peygamberin kardeşi ve müsahibi lahmeke lahmi cismike cismi ruhike ruhuna Mashar olan peygamberin vasisi olan, varisi olan peygamberin yatağına yatıp canını feda etmeye hazır olan insan zekasının üstündeki bütün kerametlere sahip olan uluların ulusu, velilerin velisi olan büyük zatdır. Şahi vilayetdir yani Hz. Ali’nin evsafınıın ağaçlar kalem denizler mürekkep olsa yaza yaza ağaçlar biter, denizler bitmez. (Hasan Hüseyin Aslan(Ha. Hü. As))
Hz. Ali’yi bir iki kelimeyle anlatmak mümkün değildir. Hz. Ali zahirdir, batındır, evveldir, ahırdır. Cömerttir, paylaşımcıdır, fedâkârdır, velidir, alimdir. O “insan-ı Kamil”dir. İben bir dede olarak Hz.Ali’nin davranışlarındna, bilgisinden vs. muhakkak etkilendim. Örneğin; Hz. Ail fazlı adındaki bir kişiyi borçlarından kurtarmak için köle olarak pazarda satılmayı kabul etmiştir. Yine Hz. Muhammed (AS) hicret ederken yatağına yatma cesaretini göstermiştir. Bunlar vb. benim etkilenmeme kâfidir. Tabii burada Hz. Ali’nin bütün keramet ve mucizelerini anlatmak imkanım yoktur. Alevîlik için önemine gelince; Hz. Ali Alevîliğin özüdür. Hz. Ali’nin olmadığı yerde Alevîlikten söz elidemez. Hz. Ali’nin Alevîlikteki önemi var. Ana verilen değeri deyiş, sema, duvaz-ı İmamlar, dualar bakarak görmemiz mümkündür. Hz. Ali’nin rehber oluşuna gelince; Bildiğine göre Hz. Ali bütün peygamberler var olmuştur, rehber olmuştur. Yine bir hadiste de belirtildiği gibi “ Hz. Muhammed (AS) ben ilmin şehri isem Ali onun kapısıdır, şehre gelmek isteyen kapıdın gelsin” diyerek rehberliğine işaret etmiştir. 12 imamın atası ve birincisi olarak velayet makamının sahibidir, rehberdir. Çocuklarınızı zamana göre yetiştirin diyerek bize ışık tutmuş rehber olmuştur. Bunun örneklerini çoğaltmak ümümkündür. (Hasan Müldür(Ha. Mü))(Ali Asker Müldür(A. As. Mü))
Hz. Ali Allah’ın aslanıdır. Hz. Peygambeirn amcasının oğlu ve damadıdır. Cenab-ı Hak nur-u vilayeti Hz. Ali’ye verdi. Hz. Ali hakkınadır. Alevîlik Hz. Ali ile gelmiştir. Doğruluğundan, Allah’ın aslanı olduğu için. Dündül’ü verdiği için, Zülfikarı verdiği için. O gücü ona Cenab-ı Allah vermişti. Hz. Alisiz islamiyet olmaz. (Hasan Yasevioğlu(Ha. Ya))
Iki aile var. Biri Muhammedin damadı vasii. Diğeri ise Alevî Bektaşinin nusayrinin beyin ve ruh aynası. Tanrının vec’helerinden biri, 36’ncı ismi.(Hasan Şanlı(Ha. Şa))
Hz. Ali, Hz. Peygamberin varisidir. Alevîlik için önemi: Veli ‘lullahdır. Hz. Ali’nin öğütlerinden çok etkilendim. Yüce Allah’ın keremi Hz. Ali yüzünde görülmesidir. (Hıdır Yıldırım(Hı. Yı))
Hz. Ali şeratta 599 yılında dünyaya gelen Ebutalibin oğludur. Kuvvetli bir kpehlivandır. Tarikatta insanlara yol göstene rehberdir, marifette Kemale ermiş bir candır. Hakikatte velayet nurunu sahibir bir veleyullahtır. Hz. Ali İslamın esasını, özünü, ehli imana aktaran islamı yaşayan yaşantına aksettiren islamın özüdür. Hz. Ali(nin özellikleri dört kapıdan görünmek tanrıyı kendi özünden bulmak kainatta ne varsa Kuranda vardır, Kuranda ne varsa fatihada vardır, fatihada ne varsa B harfinde vardır, Bu harfinde ne varsa Altıntaki noktada var işte ben o noktayım. (Hüseyin Kaplan(Hü. Ka))
Hz. Muhammed ve Hz. Ali birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Hz. Muhammed Mürşid, Hz. Ali rehberdir. Hz. Muhammed şeriatı aşikar etmiştir. Hz. Ali Tarikatı kurmuştur. Tarikatta kendisinden sonra oğlu Hz. İmam Hüseyin’e devredilmiştir. Hz. Ali’den Tarikatın rehberi olduğu için etkilendim. Kutsal Kuran-ı Kerim de bir çok ayeti kerimelerde isim geçmektedir. Yüce Allah aslanım demiştir. Bundan dolayı etkilendim. (Hüseyin Er(Hü. Er))
O ki Allah’ın Arslanı, o ki Muhammedin yeğeni hem damadı, o ki inananların muradı, o ki şah-ı merdan, o ki bir işçi, bir emekçi, o ki bütün evrenin danışmanı, piri, rehberi, mürşidi, o ki tarkat sırrının bilgini, o ilk imamvs. O Hz. Ali’dir. O hem candır, hem canan,dürüstlüğün, sevginin,hoşgörünün,barışın, kardeşliğin, yürekliliğin ilk noktası sembolüdür. O on iki imamların başı müminlerin yoldaşıdır. Her kim onu duyup, tanıyıp, etkilenmeye, sevmeye, yolunda gitmeye, aklına şaşar haline acırım. (Hüseyin Kırca(Hü. Kı))
Hz. Ali kimdir? Hz. Peygamberin amcasının oğul ve damadıdır. Alevîlikle ve evliyalar piridir, hem zahırdir hem batın ondan etkilenmemizi dille tabir edemeyiz yazmakla bitiremeyiz. (Hüseyin Özgeoğlu(Hü. Öz))
Hz. Ali ilmin şehridir. Yer gök yokken bu yolları o yürütmüştür. Hz. Ali’yi Ali yapan Alililğidir. Has subhanallah ruhlar bezninde onları önder yaratmıştır. O gelcekten ve geçmişten bilgiler verdiği için rehberdir. (Hüseyin Şahin(Hü. Şa))
“Kunte Enbiyayı sıren ve Kunte mahen Cehren ya Ali” Hz. Muhammed’in söylediği bu hadisi gibi görüyorum. Hz. Ali ile Alevîlik başlamış. Adaletinden, ilminden, etkilendim. Sırına kimes erişememiştir. Hak, hukuka insana ve ilme çok değer verdiğinden. (İbrahim Doğan(İb. Do))
Hz. Ali candır, canandır, dindir, imandır. Ilmin kapısıdır. Kuranı natıktır. Toprağın babasıdır. Tek kelime ile Hz. Ali her şeye kadirdir. Kutsal bir kişiliğinin ötesinde nuru vahiddir. Evliyadır, veliyullahtır. Hz. Ali yol gösterici büyük bir rehberdir. (İsmail Eker(İs. Ek))
Hz. Ali lafeta illa alila seyfe illa zülfükar lalahevlavela vela kuvetenilla billah aliyul azim Ali’siz Alevîlik olmaz. Ali’yi Hz. Ali yapan yukarda yazılıdır. (İsmail Özcan(İs. Öz))
Sabır ve cömertlik(Kazım Kızılgöz(Ka. Kı))
Devamını oku: Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (6. Bölüm)
Ay Tutulması, 2. Dünya Savaşı Anıları
Ahmet Hezarfen’den Anılar…
Ahmet Hezarfen (1920 Razgrat / Bulgaristan - 27 Mayıs 2005 İstanbul) özü sözü bir olan çok değerli, üretken bir yazarımızdı. Osmanlıca’dan özellikle Alevilik Bektaşilik konusunda yüzlerce belge çevirmiştir. Bunların önemli bir kısmı yayınlanmıştır. Yaşadığı devrin tanığı olan Ahmet Hezarfen’in yaşımı, yazıları, çalışmalarıyla, naçizane ilgilenen birisi olarak, ondan geriye kalanların da topluma aktarılması gerektiğine inanıyorum. Kendisiyle ilgili daha önce bir kitabım da yayınlanan Ahmet Hezarfen’in yayınlanmayı bekleyen daha nice belgeleri, yazıları, anıları var. Sağlığında toparladığım birçok yazısı, anısı, benim yaptığım yayınlanmamış birçok söyleşisiyle Ahmet Hezarfen hep bizlerle. Aşağıda 1930’lu, 40’lı yıllarda kendi köyü olan Bulgaristan Razgrat Yankovo (Yunus Abdal Köyü) çevresinde yaşadıklarını ve benim derlediğim yazılarını sizlere aktarıyorum.
Sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz… O hep aramızda, eserleriyle, anılarıyla hep bizimle birlikte yaşıyor…
Ayhan Aydın
AY TUTULMASI
1930’lu yıllarda köylere henüz radyo girmedi. Girse de Türklerden radyo alacak kimse yoktu. (Varlıklılarda sen radyo ile ne yapıyorsun? Soruşturma korkusuna alamazdı.) Bunun için yaz, sonbahar işleri bitince, erkekler akşam olunca kahvehanelere, çoğu gençlerde odalara toplanırdı. Kadınlarda ara sıra komşulara geçer, burada hal hatır ederlerdi. Annem ile ablalarım komşumuz Çolakoğullarına geçerdik. Hele oraya Havva Anne (Nine) geldiyse, ondan seferberlikten önce Türkiye’ye nasıl göçtükleri, devletin onları Uşak ilinin köylerine yerleştirdiğinde oradaki insanlarla ne yaptıkları, onların davranışları, Muhacirlere karşı tutumlarını tatlı tatlı anlatırken kocası ölünce çocuklarını toplayıp, kervanlarla İstanbul’a nasıl geldiğini, ne güçlüklerle karşılaştığını anlatırken herkesin nefesi tutulurdu. Hele ki bu kadınların mahalle toplantısına mahallemizde okuryazar Zekiye Molla gelirse, o daha çok eski türküleri, destanları, yanık sesiyle söyler,
“Aldın Nemse bizim nazlı budini” destanını söylerken yaşlılar ağlar, hele
“11 ayda bir kuş kondu serene
Yarim sermiş çevresini çimene
Evim barkım eşim dostum hoş kalın
Gidiyorum dönülmeyen Yemen’e”
Türküsünü söylerken genç gelinlerde ağlayanlara katılırdı. Ben o zaman seren, Yemen nedir bilmezdim. Sonra serenin gemi direği olduğunu öğrendim, Yemen’i de Anadolu’ya gelince bir çok kişi “Benim dedem Yemen’de kalmış”, “Benim dedem de neredeyse on yıl Yemen’de askerlik yapmış” diyenler çoktu, onlardan öğrendim. Meğer Yemen bizim Rumeli insanlarını da çok ağlatmış.
Yine bir akşam komşulara gittik. Bizden önce tam kadro gelmiş, Havva Anne, Zekiye Molla ve çeşitli taklitler yapan Şafiye Kadın da oradaydı. Herkes “Bu akşam iyice eğleneceğiz” diyordu.
Önce hal hatır sormalar başladı. Bazı geveze kadınların konuşması uzadı da uzadı. Biz çocuklar bir an önce Havva Ninenin konuşmasını Şafiye’nin “Papazın kadınları vaftiz etmesi, değirmenci” taklitlerine başlamasını bekliyorduk. Sokakta bir bağırış çığırış başladı. Tatar Süleyman; “Komşular, ay hastalandı” diye bas bas bağırıyor, sokağa fırladık. Bütün mahalle sokakta yukarıda aya baktık. Bir çöreğin ucundan ısırılmış gibi bir yeri karaydı. Komşumuz Fıçıcı Hanife (Kocası fıçıcı idi); “Dünya bitiyor ayol! Kimin dilinde ne varsa okusun” yine mahalleden delikanlı Çinko Osman’a “Sen ezan okumasını bilirsin, çık şu avlunun üzerine de oku ayol!” diye bağırıyor, Çinko Osman hemen Çolakların eski saçaklı avluna tırmandı. Tutunduğu süven çürükmüş, öte tarafa düştü. Orada da bir tırmık varmış, az kalsın kazıklanacakmış, sonra öğrendik.
Ay gittikçe küçülüyor, canavar yutuyor diye yaşlılar ağlıyor, bizde onları görünce bizde ağlaşmaya başladık. Mahallemizde dedem Hezarfen Ahmet’in mülkünü alan Peno karısı, çocukları da çıktı. Fıçıcı Hanife onlara “Komşu dünya bitiyor, salavat getirin.” dedikçe, anam “Hiç Bulgar salavat bilir mi? Hanife’nin de aklına bak.” diyor, Peno’da uzun yıllar bu köye geldiği halde Türkçe’yi zor konuşuyor, karısı da biraz saf olduğundan o hiç konuşamıyordu. Çocukları kızları, bizim aramızda olduğundan Bulgarca’yı bile unutmuşlardı. Peno halktaki telaşı görünce “Korkmayın, bu korkacak şey değil” demek istiyor, “Ay tutulduysa sonra kurtulduysa” diyor Hanife Yenge “Bu Müslümanlar olmasa dünya çoktan bitecek, şükredin dünya onların sayesinde ayakta duruyor.
Baka karşıda Bulgar mahallesinde hiçbir kıpırtı yok.” Derken Peno’da sanki bu ay tutulmasında Bulgarların suçlanması kendine ağır geliyor “Komşular, Bulgarlar kabaklı (Kabahatli ) değil, yukarısını göstererek “Allah kabaklı” diyor. Kalabalık içinde Çoban Hüseyin’in Mehmet Abba “Hani nerede Deli Mehmet? Tüfeği alsa da şu canavara birkaç ateş etseydi.” (Köyde yalnız onun av tezkeresi vardı, onun için silah taşıyabilirdi) derken Ramazanda davul çalan Berber Hüseyin davulu almış, patlatırcasına çalarak geldi, bazıları da eski teneke çalıyor, Deli Mehmet’i çağırmışlar tüfeği alıp geldi, Mehmet Abba “A Çocuğum! göreyim seni, şu canavarın gözüne kez alda patlat!” derken Deli Mehmet tüfeği aya doğru kaldırdı, arkadaki kadınlardan Çolakların Cemile Anne kadınlara “Aman kaçın bizi de vurur” derken Mehmet Abba “Marı Cemle sen hepten papinmişin (Ahmak) hiç tüfek arkadakini vurur mu?” derken tüfek patladı, ortalığı bir sessizlik aldı. Ayda küçüldükçe küçüldü. Hanife Yenge “Aman ayol!
Bir bıçak arkası kaldı, canavar mı neyse ayı yutuyor” diye bar bar bağırıyor. Bazı kişiler de tüfek saçmalarının oraya varıp varmayacağını tartışıyor. Bazısı da “Patron (Mermi) olsa varır da öte yanına bile geçer” diyordu. Halk Deli Mehmet’e “Bir daha patlat” o da “Deminki domuz saçmasıydı, şimdi tavşan saçması atacağım” diyerek bir daha attı ve bu arada da ay yeniden aydınlanmaya başladı. Herkes “Canavar ölmese bile yaralanmıştır” diye konuşmaya başladı. Davulcu çalmayı bıraktı, yavaş yavaş herkes ayı kurtardık sevinciyle evlerine çekildi.
ÇAR III. BORİSİN DÜĞÜNÜ
İyi hatırlayamıyorum 1930 mu, yoksa 31 yılları mıydı? Aylardan beri, büyüklerden Çar Boris, İtalyan Kralının kızını alacakmış. Gelini tayyarelerle getirecekmiş” söylentisi dolaşıyordu. Hele bir sonbahar günü, günlerden her halde Pazardı. O gün bizim köyün üzerinden tayyarelerinin geçeceğini söylediler. Bizd e mahalle çocukları tayyareleri iyi görelim diye köyümüzün yakınındaki Yunus Baba Koruluğuna gittik. Oradaki kızılcıklar üzerinde kuruyup kalmış meyveleri toplayacaktık. Bazımızda yüksek karaağaçlar üzerine çıkarak saatlerce durduk. Ne gürültü parıltı olduysa da uçak geçmedi. Belki gece geçer diye herkes merakla beklemeyi sürdürdü. Koca köyde mukallit insanda çok, o gün evin önünde tayyareleri bekleyen Habil Çavuş ve karısı bir ara bahçeye tayyare düşer gibi bir şeyin düştüğünü görmüşler ve “Yetişin” bahçeye tayyare düştü!” diye bağırmaya başlamışlar. Yakınlarındaki Kurt Musa karısı ve kızlarıyla gelmiş. “Hani nerede tayyare” demişler ve biraz ilerde süpürgelik içinde bir tarla boyunduruğu (Öküzleri koştukları boyunduruk) ... Meğerse komşuları Abdi bir sırığa saban boyunduruğunu bağlayıp avludan aşırı fırlatmış. Fakat daha başkaları da bunu işitip gelmiş hatta bazıları da tayyare zannetmiş. Hatta bazıları “İçinde gelin var mıydı? Güvey nerede kalmış?” demişler...
O yıl Çar Boris, İtalyan Kralı III Emenoil’in kızı Yuhanna’yı aldı. Sonra ilkten Maria Luisa diye bir kızları oldu ve 1937 yılı Haziran ayında da oğlu Simeon Tırnovski doğdu. Bu İspanya’da hala kendini Bulgar Kralı saymaktadır.
Kralın oğlu olduktan sonra genel af oldu. Okulda düşük alan çocukların notları yükseltildi, sınıfta kalanlar sınıfını geçti, suçlular affedildi. Hatta babam tütün kaçakçılığından cezası affedilince çok sevindi.
1944’TE SİVİL SAVUNMA
1943 / 1944 öğretim yılında mahallemizde ki Türk okulunda öğretmen olarak görev yaparken öğretmen arkadaşlarımın çoğu Zapas (ihtiyat askeri) olarak askere çağrıldı. Okulda yalnız kaldım arasıra bir vekil öğretmen bulunsa da o da askere alınınca yine yalnız kalıyor dört sınıfla uğraşıyordum. Daha önce Bükreş, Sofya, Rusçuk gibi yerler bombalanırken bizlere yakın yerlerde bombalanmaya başlandı. Belediye bir Sivil Savunma örgütü kurarak başına Krum Stefanov başkan ben onun yardımcısı oldum. Emrimizde çapa, kürek, balta, tırpan, pulluklarla görev yapacaklar yaralananları taşıyıcılar, ilk yardım yapacaklar, yangın söndürecekler hep belirlenmişti. Sözün kısası mahallede kadın erkek hepsi görevli idi bize de sık sık yazılı emirler geliyor bizden neler yaptığımız neler yapacaklarımıza ilişkin bilgi isteniyordu. Baharın ilk aylarında bir akşam bir uygulama yapmamız istendi. Gündüzden köy bekçileri mahalle sabaha karşı çan çalınmaya başlayınca nereye toplanacakları nasıl hazırlanacakları bildirildi. O gece bay Krum’la Türk okulunda gece yarısına kadar neler yaptıracağımızı planladık sabaha da zaten az kalmıştı. Tan yeri ağarmadan gece bekçisi Mıstık’a çan çalmasını söyledik bu çan yangın ve başka bir tehlikeyi haber vermek Bulgarların pazara bir gün varken Cumartesi günü akşamı, yine Bulgarlardan ölenler olduğu zaman çan çalınırdı. Bu sabaha karşı çalınması ahali de bildikleri halde bir panik yarattı herkes evinden çıkıyor hatta bazısı çırılçıplak kullanacakları araç ve gereci bile almadan gelenler bile vardı. Onları araç ve gereçleri almaya yolladık birazdan ortalık aydınlandı herkes birbirini görüyor ilk telaş bitti. Birbirileri ile şakalaşmaya bile başladılar başkan Krum bazı kişileri çeşitli semtlere dağıtmaya başladı. Ben merkez de (Türk okulunda) kalıp su dolu fıçılarla gelenleri yukarı mahalle aşağı mahalle diye yolluyordum bir ara gülüşmeler başladı meğer biri çanı işitince acele karısının şalvarını giymiş meğer ona gülüşürmüşler bu günkü Sivil Savunma uygulamamız kuşluğa kadar sürdü, ikinci uygulamaya meydan kalmadı. 7 Eylül’de Kızılordu bizim oralara girdi.
1970’de köyümü ziyarete gittiğimde bir sabah Bay Krum’un evinin önünden geçerken bana pencereden hoca biraz dur konuşalım, dedi ve evden bir bastona dayana dayana zorla yürüyerek yanıma geldi. Hoş beşten sonra bilirsin seninle birlikte Sivil Savunma işini yürüttük seni o zaman çok beğendim iyi komşuluk yapacaktık, fakat sen Türkiye’ye gittin görüyorsun ben ne hale düştüm. Komünistler tarlalarımı, tarım araç gereçlerimi, küçükbaş büyük baş hayvanlarımı hep aldı tek TKZS (Ziraat Emek Kooperatifi) de yıllarca bana ahırlarda hayvan baktırdılar sağlığım bozuldu... Ve etrafına bakınarak sanki birisi duyacakmış gibi usulce: “sana bir şey söyleyeyim bizim yaşlı dedo (dedeler) bize her zaman buralara Osmanlı gelip Tuna’dan beygirlerini suladığı zaman rahat dinlence görürüz, diyordu ben başka bir şey bilmiyorum bizim dedoya inanıyorum diyerek toparlaya toparlaya evine gitti.
Mümtaz Soysal, Yıldız Kenter
MÜMTAZ SOYSAL, YILDIZ KENTER
Hani bazı isimler vardır, dünya durdukça yaşayacak, eylemleriyle, görüş ve düşünceleriyle yaşadıkları dönemde ve sonrasında bir büyük kitlenin, bir büyük davanın, bir büyük çabanın, bir sanat dalının da en önemli isimlerden olmuşlardır. Verdikleri mücadeleleri görmemek için; ya kör olmak gerekir, ya da tam anlamıyla cahil, ya da karanlık bir zihniyet…
Yurdumuz geçtiğimiz günlerde iki büyük ölümsüz değerini sonsuzluk âlemine uğurladı.
Her ikisinin de cenaze merasimlerinde bulunun, aynı zamanda orada hazır bulunanların ruhlarıyla bütünleşen birisi olarak söyleyeyim ki, bu ülkede ne demokrasi yok edilebilir, ne insanlık tükenir, ne de insana, insanca yaşama olan özlem biter. Aslında bu ülkede yürek aynı yürek, öz aynı öz, yanan aynı insanlık ateşidir.
Yazılarıyla Hukukumuzun Pusulası: Mümtaz Soysal
Mümtaz Soysal Hocanın kitaplarını, gazetelerdeki makalelerini okuyarak büyüdük. Yazıları çoğu zaman gerçek bir kutup yıldızı, pusula niteliğinde yazılardır.
Mümtaz Soysal, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukuk mücadelesinde her daim adı anılıp, yâd edilecek, yeri doldurulamaz çok büyük bir değerimizdi.
Mümtaz Soysal Hoca, bir kere her şeyden önce evrensel hukuk normlarını uluslar arası boyutuyla çok çok iyi bilen, hukuku bir insan hakları meselesi olarak yorumlayan, laiklik, özgürlük ve hukuk arasında doğrudan bağlar kuran bir düşün insanıdır.
İyi bir hukukçu olmak için sadece hukuku bilmek yetmiyor, tüm dünyaya, insan hakları meselelerine, devletin nasıl bir hukuk devleti olması gerektiğine ve evrensel değerlere bir bütünlükte bakıp, hukukun insanın her yönüyle gelişmesi için nasıl roller üstlenebileceğini de çok iyi bilmek gerekiyor. Hukuk metinlerini sadece “lafzıyla” bilmek ne ifade edebilir, onu bir ülke ve o ülkenin tüm vatandaşları açısından tam eşit ve evrensel olarak yorumlamadıktan sonra?
Mümtaz Soysal, özgürlükçü bir anayasa metni olarak yorumlanan 1960 Anayasası sürecinden bu çabalar içindeyken, 1980 darbesi ve sonrasındaki ‘82 Anayasasının ceberut, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan, bazılarını da yok eden, faşist ruha dayalı bu hukuk metnine bu sefer karşı koyarak bu konudaki mücadeleci isimlerin de başında yer alıyordu.
Mümtaz Soysal; çağdaş Türkiye’nin aydınlık yüzü, Türkçe’yi en iyi kullanan gazetecilerden birisi, ülkemizdeki her türlü sosyal-siyasal meselelerde kafa yormuş, hayatını demokrasi mücadelesine harcamış yeri doldurulamaz gerçek bir aydınızdır. Anası önünde büyük bir saygı ve hürmetle eğiliyoruz.
Evreni Aydınlatan Gerçek Bir Yıldız: Yıldız Kenter
Tiyatro insanoğlunun yarattığı en eski, en önemli sanat dalıdır. Tüm varlık, yokluk, var oluş, düşünce, acı, sevinç, dünyada insanın ve insanlığın istisnasız tüm halleri sanatın dolayısıyla tiyatronun da konusu içindedir. İyi bir tiyatrocu sadece rolünü iyi oynayan bir oyuncu değildir, tüm ruhunu, benliğini, özünü, tüm birikimlerini o oyuna verebilen insandır. Yürek yakıcı, göz yaşartıcı, ruha işleyen, benliğe kazınan ölümsüz dizeler, iyi bir tiyatrocuyla insanı ve insanlığı da değiştirir, onu tüm yaşamın gerçekliğiyle buluşturur. Büyük bir şair, bir öykücü, bir düşün insanı olmak yetmez tiyatro eseri yazarken, tüm gerçekliğiyle yaşamın içinde soluduğu metinler olmalıdır o metinler. Ama bundan da önemlisi tüm konuşmalarıyla, mimikleriyle, haykırışlarıyla, ruhlar ötesine geçip insanla buluşması, insana insandan daha yakın olması gerekir gerçek bir tiyatrocunun.
Yıldız Kenter’in yaptıklarını, nasıl usta bir tiyatrocu olduğunu anlatmaya kitaplar yetmez… O her boyutuyla çok yönlülüğün büyük ve ölümsüz bir ismidir; ırk, renk, cinsiyet, din, dil ayrımı yapmayan yeryüzü hümanizmasının doruk noktasındadır. Yıldız Kenter dünya durdukça yaşayacak bu toprakların en evrensel değerlerinden birisidir.
Yıldız Kenter sadece bir tiyatrocu, Türkiye’de tiyatronun öncü isimlerinden birisi değildir…
O yürüyen dağ idi, coşan deniz, dahası bir yar, cilveli bir ceylan, koca bir ana yüreği idi.
O çağıl çağıl akan nehir, tarlalarda altın başaklar, salkım söğütler, yağan yağmur, coşan bir öfke idi…
O Anadolu’ydu, o Balkanlar’dı, O tüm Asya, Avrupa, Afrika idi…
Görmediniz mi yoksa onu? O gidiyor, yakalayamadınız mı yoksa onu Urfa boylarında, Artvin dağlarında, Tokat’ta bir kervansarayda sohbet etmeniniz mi yoksa?
Oysaki ağlayan bebelerin gözyaşlarında, sistemin köleleştirdiği nasırlı ellerin derin kederlerinde o vardı.
Hani devriyeler geziyor, kim dost, kim düşman bilinmez büyük ulusal kurtuluş savaşında cephaneye mermi taşıyan analar vardı ya, görmediniz mi siz, işte onların umutlarında o vardı?
Yıldız Kenter diyorum size; dağ dağ, ova ova, bu yurt toprağında Hristiyanında, Alevisinde, Mecusisinde, Ermenisinde, Rumunda var olan…
Kimliğini bulan ve haykıran, ben insanım, insan oğluyum, insan kızıyım, diyebilen bir büyük, ölümsüz isim diyorum, ben size…
Anısı önünde sonsuz bir saygı, sevgi ve özlemle eğiliyoruz.
AYHAN AYDIN
Bir Yol Gazetesi, 21 Ekim 2019
Alevi - Bektaşi Araştırma Merkezi 2. Yazı
ALEVİ – BEKTAŞİ ARAŞTIRMA MERKEZİ (2.)
Ayhan Aydın
Alevi – Bektaşi toplumu, Alevi – Bektaşi kurum ve kuruluşları, tüm yaşanmışlıkların verdiği tecrübelerle artık çok ciddi bazı çalışmalar ve çabalar içinde olmak zorundadırlar. Bu çalışmalardan birisi de hiç şüphesiz Alevi - Bektaşi Araştırma Merkezi’dir.
Bugün kadar olduğu gibi halen de birçok Alevi - Bektaşi kurum ve kuruluşu kendi çapında Alevilik Bektaşilik araştırmalarında bazı çalışmalar yapmıştır. Her türlü takdirle birlikte, bunların yetersizliği de ortadadır. Türkiye’de Şahkulu Sultan Dergâhı, Cem Vakfı, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, 2 Temmuz Pir Sultan Abdal Kültür ve Eğitim Merkezi, Avrupa’da AABF Bünyesindeki çalışmalar, Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü çalışmaları gibi çabalar bu konudaki tecrübeler, önemli birikimleri bize vermektedir.
Bu konudaki en büyük sorunlarımızdan birisi de, paylaşımcı bir yapıdan uzak olarak, zaten az olan bilgi ve belgelerin de ortak kullanımda olmamasıdır. Yani kurumlar ellerindeki bilgi ve belgeyi ne birbirleriyle ne de tam anlamıyla halkla ve bilim insanlarıyla paylaşmamaktadırlar. Bu konuda bir kere bunun aşılması gereklidir. Mademki birlik, mademki birlikte çalışmak diyoruz, o zaman bunu da sağlayacağız, sağlamak zorundayız. Bilim insanları, araştırmacılar, gazeteciler de bu konuda örnek ve öncü isimler olmak zorundadırlar.
Alevilik - Bektaşilik hep söylenegeldiği gibi, asla ve asla sadece sözlü kültür olarak bugüne kadar gelmemiştir. Alevi - Bektaşi dünyasının sayısız yazılı belgesi de vardır. Yüzlerce basılı veya el yazması kitap, cönk, Osmanlı Arşivi içinde binlerce Alevilerin – Kızılbaşların- aleyhinde de olsa, lehinde de olsa yazılı belge, somut eserlerdir.
Alevi - Bektaşi toplumu; ocaklarıyla, tekkeleriyle, dergâhlarıyla yüzlerce yıldır yakılıp yok edilmek istensen de, hem göçebe bir toplum olsa da, sürgünden sürgüne giden bir büyük halk kitlesi olsa da, yüz binlerce somut kültür varlığını koruyabilmiş, halen de yaşatan bir özelliğe sahiptir.
Bağımsız, sadece bilimsel çalışmalar yapacak ve tüm dünyadaki Alevi- Bektaşi toplumunun varlığıyla ilgilenecek bir Araştırma Merkezinin kurulması gerekli ve zorunludur.
Diğer Makaleler...
- Alevi - Bektaşi Araştırma Merkezi 1. Yazı
- DİDAR BACI...
- HÜSEYİN ELMAS DEDE'YLE SÖYLEŞİ
- 34. ABDAL MUSA ANMA ETKİNLİKLERİ YAPILDI (4-7 TEMMUZ 2019)
- Sivas Katliamı Bir Kez Daha Lanetlendi
- 30. Pir Sultan Abdal Anma- Kültür ve Sanat Etkinlikleri 29-30 Haziran 2019 Alevi Anma Etkinlikleri İçin Anadolu Yollarında (28 Haziran – 9 Temmuz 2019) Alevi Anma Etkinlikleri İçin Yollara Düştük… Yolumuz için yollara revan oluruz, cümle âlem dost olur
- 22. Geleneksel Topçu Baba Anma Etkinlikleri Yapıldı 15 Haziran 2019
- AHMET YESEVİ'DEN ŞAH HATAİ'YE, TÜRKİSTAN'A SEYAHAT
- MAYIS 2019 HABER, YORUM, BAZI GEZİLER
- ELLİNCİ YAŞ ŞİİRİ