İstanbul, Hayalim, Umudum, Sevdam
İstanbul, Hayalim, Umudum, Sevdam
Bir yalnızlık türküsüyüm ben
Hüzünlü sokaklar ortasında çaresiz
Boynu bükük bir yorgun hayat benimkisi,
Sürüklemesi çok güç
Ağır bir kaya parçası gibi
Soluğu çok çetin, eskimiş
Bir deri körüğe benzer
İniler durur derinden derine
Şu yaralı kalbim benim.
Ama bunlar durdurabilir mi beni?
Hüzün girdaplarımın içinde
Boğulup gider miyim ben?
Hayır, hayır, elbette hayır...
Bitmeyen bir aşkla, sevdayla, umutla,
Bu kadim uygarlıklar kentinin
Kurumuş her bir çeşmesinde su arar dururum,
Damarlarımda akan kanım olduğu müddetçe.
Eski cemaati kalmayan beş yüz yıllık
Camiler arasında,
Dilenir durur şimdi çaresizce Suriyeliler.
Her bir köşe başında,
Umut sevicileri bana bakmakta.
Yapılan dualar gönülden gönüle bir yol olur,
Mağrıp'tan Maşrup'a,
Hicaz'dan Yemen'e,
İnsanlığın doruklarına doğru...
Ne hüzün, ne sevda, ne aşk,
Bu ne şehir amma,
Aman yarabbim,
Sadece bir şehir değil,
Burası bir muamma!
Bir çocuk olmalı, çocuk!
Ne yasaklar, ne yokluklar, ne açlıklar
Oyunun tadını azaltabilir mi bu alemde?
Bir o yana, bir bu yana gidersin,
Bu şehrin sırları mı biter?
Koca koca çınarlar, selviler,
Nereye baksan ulema, vezir,
Büyük adam mezarları,
Şimdi kediler sonsuz huzurda
Yaldızlı taşlar altında.
Yalnız adam,
Sen peki ne arıyorsun
Bu güneş altında?!
Zeyrek, Fatih, Cibali...
Nice nice evler, nice nice kederli, umutsuz yüzler,
Hâlâ bakıyorlar cumbalardan asırlık nineler,
Puslu gözler, yorgun dizler, bastonlu beller,
O eller ki, unutmuş, tutmaya hasret o eller,
Çok nazlanıp, ilenme be garip adam
Yalnız değilsin demek ki, bu koca cihan âlemde!
Ne bitip tükenmek bilmez sevdadır böyle
Her bir dalda bir yaşam,
Her bir köşe başında bir hayal...
Tarih soluk alıp veriyor her karesinde
Seni kendine, kendi ruhuna katıyor
Ne yapsan da eninde sonunda,
Seni kendi kederlerinle, dertlerinle,
Baş başa bile bırakmıyor bu şehir.
Bir çocuk kadar çaresiz,
Bir çocuk kadar neşelisin şimdi,
Bu şehrin yaşama oyununa katılıp,
Kendini benliğini de
Bir kenarda bırakıyorsun artık.
Seni gidi seni,
Her bir köşesi sidik kokulu,
Bir o kadar da efsunlu,
Her yerinden hayat fışkıran, tarih fışkıran, Bilinmezlikler yurdu,
Her bir köşesinde,
Açılmamış bir hazine sandığı saklı,
Tılsımlı şehir seni!
Senden çok sevilecek şey mi var şu alemde?
Ayhan Aydın
23 Mayıs 2020
Ummani Erden Hakk'a Nail Oldu...
Ummani Erden Hakk'a Nail Oldu...
Alevi - Bektaşi Yolu'nda, yıllar yılı cem aşıklığı yapan, geleneği yaşatan, Yola hizmet eden, gönlüyle Hacı Bektaş'a ve Dergaha bağlanmış, aynı zamanda bağlama sanatının usta isimlerinden Aşık Ummani Erden, bugün Hakk'a nail olmuştur.
Sivas, Divriği, Çamşıh Yöresi Çakırağa Köyü’nden olan Ummani Erden (Battal Erden), Mersin'de yaşamını sürdürüyordu.
Derinden bağlı olduğu ve hizmet yürüttüğü Hacı Bektaş'ta sene içinde uzun süre kalan Erden, birçok ünlü ses sanatçısıyla da bağlama çalmıştı.
İki gün önce aniden rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldıktan sonra yoğun bakımda kalan ve bu sabah Hakk'a nail olan değerli aşığımızın devri daim, devri asan, menzili mübarek, yattığı yerler çiğdem bahçesi olsun...
Gittiği yerde yaptığı hizmetler ona delil olsun.
Sonsuz ışıklar içinde yatsın.
Tüm yakınlarının ve sevenlerinin başı sağ olsun.
Muhabbet ehline, aşk ile...
Ayhan Aydın
8 Haziran 2020
Birlik Meydanı Yıkılmasın…
Birlik Meydanı Yıkılmasın…
Alevi - Bektaşi dünyasının inanç- kültür ve bilinç merkezlerinden, Pir Hacı Bektaş Dergâhı (Ocağı) sevgi ve muhabbet ateşiyle yanar, burada hamlar pişer, şaşkınlar yola gelir. Ne Osmanlı’nın ne de başka dayatmaların eseridir, bilgeler bilgesi Hacı (Hace) Bektaş Veli’ye gösterilen sevgi, saygı, bağlılık. Ermişler, dervişler, dedeler, analar, babalar yurdu, umut kapısıdır, mürşitlik makamıdır Hacı Bektaş Ocağı-Tekkesi.
Fazla lafa gerek yok, her daim nice hileli oyunları görmüştür bu toplum. Kurt dumanlı havayı severmiş. Güzel yurdumuz Türkiye’den, Anadolu’muzdan sis- pus, oyun hiç eksik olmuyor…
Hacı Bektaş Veli Ocağı (Dergâhı) birlik meydanıdır. Menfaat için, çıkar için, küçük veya büyük oyunların adi, basit figüranları her daim olmuştur. Para için, makam için, bir yerlerden aferin almak için her türlü hileli yolun içine girenler haramzade, düşkün, şaşkın, ikiyüzlü bölücülerdir.
Bu vatan, bu yurt, bu topraklarda birer vatandaş olarak yaşayan Alevi’siyle – Sünni’siyle, Türkü’yle, Kürd’üyle, Ermeni’siyle, Çerkes’iyle, Hıristiyan’ıyla, İnananı ve İnanmayanıyla hepimizindir.
Sevgi çağlayanı Serçeşme’de suları bulandırmak isteyenler, Alevilerin – Bektaşilerin düşmanlarıdırlar.
Ezelden ebede eyvallah demişiz, dostluğa, barışa, birliğe, kardeşliğe…
Eyvallah etmemişiz ne saraya, ne sultana, ne bezirgânlara…
Gün be gün, bu yola zarar veren kişilerin, adı dernek olan bazı yıkıcı odakların birliğimize zarar vermesine müsaade etmemeliyiz.
Hiçbir şey tesadüf eseri değildir. Türlü bahanelerle Aleviliğin – Bektaşiliğin değerlerini sözde savunur görünenlerin vay haline…
Yolumuz birlikten, beraberlikten geçer…
Veliyettin Ulusoy bugün Hacı Bektaş Ocağını temsil eden Çelebiler’in, Alevi – Bektaşi toplumunun en önemli temsilcilerinden birisidir.
Birlik yeri ve adresi bellidir. Düzene uyup, yüzyıllardır olduğu gibi türlü bahanelerle bu toplumu bölmeye, parçalamaya, zayıflatmaya kimsenin gücü yetmeyecektir, bu toplum bir arada durduğu müddetçe.
Can kurban, yolu yaşatan gerçek yol önderlerine…
Can kurban, barış timseli güvercin donunda Anadolu’yu aydınlatan Hacı Bektaş Veli’lerin yolundan gidenlere…
Can kurban; birlik, beraberlik, kardeşlik düsturuyla ikiliğe düşmeyip, “birde” buluşanlara…
Can kurban, bu vatanı yurt yapan erenlerin yolunu sürenlere…
Can kurban, Hakk Muhammed Ali deyip geleneğini yaşatıp, bundan ödün vermeyenlere…
Can kurban, canı cana, özü öze bağlayıp sular gibi çağlayıp Aleviliğin – Bektaşiliğin erdemleriyle yaşayanlara, bunu geleceğe aktaranlara…
Muhabbet ehline aşk ile, sevgi ile, saygı ile…
Ayhan Aydın
Araştırmacı – Yazar
22 Mayıs 2020
BAYRAM ve ACI ŞEKERİ
BAYRAM ve ACI ŞEKERİ
Bayram
Dedemlerin evi dolar taşardı her bayram. Öyle bir iki, beş on kişi filan değildi gelenler. Geleneğin yaşandığı ve yaşatıldığı günlerdi o günler. Çok iyi hatırlamam için on yaşlarında olmam yeterli yani kırk yıl önceyi. Bu uzun yıllar böyle devam etti. Ev büyük ve genişti. Dedemlerin yani bizim evimiz de tam akrabaların ortasında da değildi. Ankara’da Mamak Misket Mahallesi çoğunlukla Sünni inanışlı insanların yaşadığı bir mahalleydi. Bizim Dutluk Deresi’nde birkaç Alevi ev var, belki kendisini gizleyenler de vardır ama sayı fazla değildi. Bir keresinde, çocuk yaşta, bizim evlere mektupları getiren postacıyla rahmetlik babaannemin sokak ortasındaki bir sohbetine denk geldim. “Öyle mi anam, bilmiyordum, öyle bahtiyar oldum ki, ben de Çorum’luyum, demek siz Gümüşhane’densiniz, hiç duymamıştım orada bizimkilerin olduğunu, adım Haydar” demesi bir kurgu değil, böyleydi sohbet. Çok acılar çekmiş yiğit bir kadın olan babaannemin Deniz Gezmişler lafı geçince içlendiğini, gözyaşı döktüğünü, it soylular kıydılar o yiğitlere, dediğini, çok iyi hatırlıyorum. Büyük aşure kazanını bahçenin tam ortasına, yoldan görünecek şekilde koyup, çok kutsal ve büyük bir görevi yerine getirircesine mutlu, gururlu bir şekilde upuzun büyük bir kepçeyle onu karıştırmasını da (babaannem sütte koyardı aşureye) hiç unutamam. Babaannemin her sabah Allah’ın bir emri gibi yol kapısına kadar evin önünden başlayıp bahçeyi süpürürken bazen çok duygusallaştığını, ağladığını, bazen de “sizi Yezitler, sizin ne olduğunuzu bilmez miyim ben, siz dost olur musunuz hiç?” demesini de hafızamdadır.
Ama Çankırı, Yozgat, Çorum vd. yerlerden gelip Misket Mahallesi’nin bu en deredeki tepeler boyunca uzanan gecekondular yığınına sığınan insanlarla tümüyle arkadaşlığımız da, dostluğumuz da, komşuluğumuz da sürer giderdi… Bilmeyen var mıydı tüm çevrede, bizim evin Alevi evi olduğunu, ramazan orucu tutmadığımızı, bizim de solcu ve CHP’li olduğumuzu? Genel sorunlar dışında, kimliğimizden dolayı, uzun ve detaylı bir yazı konusu olmak üzere, ciddi bir sorun olmadan komşuluklar gerçekten de samimi bir şekilde sürdü hep yıllar yılı.
Dedem de, sayfalar yetmez anlatmaya ama uzun sözün kısası, Aleviliğin değerlerini tam yaşayan kâmil bir insan olmanın ötesinde, hiç durmadan okuyan, sorgulayan, sohbetinin tadına hiçbir zaman doyulmayan, herkesin çok sevdiği bilge bir can insandı.
Ah Ahmet Amca, Ah Gülsüm Teyze ne güzel, ne güzel insanlardı, diyen onlarca kişi halen orada yaşıyor; hemen hemen tümüyle enkaz halinde kalıp yeni binaların temellerinde yok olmaya başlasa da o eski insanlıklar, komşuluklar, eski gelenekler, her şey tümüyle bitmiş değil yani.
Sevilen, sayılan, dedelerin gelip bilgi aldıkları yörenin en çok sevilen şahsiyetlerinden Şükrü Aydın’ın, Badıllıların oğlu Ahmet Zemci Aydın – Köyde dedelere rehberlik yapan “Deligiller”in kızı Güssün Aydın’ın evi… Ankara’nın farklı semtlerinden gelen, amcalar, yengeler, yakın akrabalar, uzak akrabalar… Bir bayram yerine dönerdi bu dört odalı han. Ankara’da sanırım Yeniköy ve çevredeki Kırıntı köylülerden gelmeyen kimse olmuyordu bayram günleri dedemlere. Elbette Şiran’ın diğer Alevi köylerinden olan örneğin Şinik’ten Kadir Amcalar, Mamak deresinden tanıdıklar, eşler dostlar ve niceleri, niceleri… Bayramlarda insanları ziyaret etmek çok çok önemli bir kutsal görevdi benim zamanımda.
Bayramın ilk günü, ikinci günü, üçüncü günü, bayram sonrası insan akını sürerdi. Sanırım, her bayram en az iki yüz elli – üç yüz kişi bu haneye uğrardı. Amcalar, halalar, yengeler zaten evin insanları gibiydiler, her zaman ki gibi aynı zamanda hizmet için gül yüzlü rahmetlik babaanneme yardım etmekteydilerler; her gün en az on kez dolup boşalan sofralara, en an yirmi kez demlenen çaylara, kolonya – şeker dağıtmalarına…
Öyle canlı, öyle güzel anılar ki, yazsam gerçekten yirmi otuz sayfa olur sırf bunlar. Bir kere değil, yirmi kere, zaman zaman İstanbul’dan gittikçe de dedemin rahmetlik olduğu 2000’li yıllara, sonrasında Rahmetlik babaannemin vefatına 2008’e kadar hep sürüp gitti bu muhabbet… En çok Mevlüde ve Mine Halamlar da şahittir bu coşkuya, bu sevgiye, bu dostluğa…
Hasret giderme vardı, saatler süren köyün büyüklerinden, yaşanan acı – tatlı anıları tazelemekten, iş – güç- okul konularını konuşmaktan, dertleşmekten, en çok sevdiğim sesi hala kulaklarımda olan Hüseyin Amcamların kızı, balkonda sigara kaçamağı yapan İlknur Ablaların canlı akraba tanıklıklarına, içine bazen inanç bazlı konuların da girdiği tadına doyulmaz nice nice sohbetler vardı…
Bu; herkesin en güzel elbisesini giyme gereği duyduğu, özellikle çocuklar için elden tutulup bazen zorla da olsa götürüldüğü geleneğe uyma; büyük sayma, küçükleri büyükleri tanıtma gereği vardı, bir şeyler ikram etme isteği ve birlikte bir sofradan yemek yeme aşkı vardı, bu eşsiz bayram günlerinde. Elinden gelenin mutlaka tatlı yaptığı, yoksa kilolarla şeker alınan, durumu iyi olanların çikolata da aldığı, bir geleneğin tatlı bir şekilde yaşanma isteği vardı. Ama babaannem mutlak ama mutlaka bayram yemekleri yapar, bir düğün gibi sarma sarılır, oldukça çok hamur işleri açılır, büyük büyük tencerelerle mutlaka ayran – yayla çorbası pişirilirdi.
Bazen de küslerin “haydi, haydi” deyip insanların teşvikiyle barışmaları vardı.
Tatlı vardı, ikram vardı, konu – komşu hakkı gözetme vardı, buraya uğramadan olmaz, diyen beş vaktini hiç kaçırmayan yan komşu Yozgat’lı Şakir Amca vardı…
(Ben de sokaklarda arkadaşlarımla naralar atar, bir o yana, bir bu yana giderdim. Elbette bizler de başka akrabalara ziyaretlere giderdik… Vay be ben de epey büyümüşüm, anlatacak ne anılar var…)
HÜSEYİN YALÇIN DEDE
HÜSEYİN YALÇIN
(SEYYİD CEMAL SULTAN OCAĞI / TUNCELİ)
Bir eğitimci olarak binlerce öğrenci yetiştiren, dedeliği, Aleviliği köklerine inerek araştıran, aynı zamanda birikimlerini bir kitapta da toplayan, Seyyid Cemal Sultan hakkında da aynı ocaktan diğer ocakzadelerle yapıcı birliktelikler geliştirerek araştırma yapan Hüseyin Yalçın Tunceli’den Adana’ya uzanan bir ışık çizgisidir.
Ayhan Aydın
Alevilik ile dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden / kimlerden öğrendiniz? Eğer bir dedenin soyu Evladı Resul’a dayanıyorsa kendi ailesi ve özellikle de pirlerinden hizmet karşılığında, himmetle mümkündür. O kemaletin tüm niteliklerini kendisinde toplaması şarttır. Pirimiz Seyyid Munzur Emre’nin çocukları olmazdı. Küçük yaşımdan itibaren onun dizinin dibinde yetiştim. 1960’ların sonunda rahmetlik oldu. Mekanı cennetlik olsun. Minnet borçluyum.
Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti? Bir evladı Resulün çocukluğu Alevi toplumu içinde, edep erkan kuralları dahilinde özüne yakışır bir biçimde geçmesi zorunludur. Anlatımı sayfalar alır. Bunu yaşayan ve gören bilir. Kendi köyümüzde 1950-60 yılları arasında cemlerimiz sürekli yapılırdı. O cemlere çocuklar alınmazdı. Ama her cemde bu fakir pirinin dizinin dibinde oturtulurdu.
Sizce dedeler kimlerdir? Kendinizi bir dede olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Alevi evrenselliğinde İmamı Hasan ve İmam Hüseyin soyundan gelenlere dede denir. Ancak hizmeti karşılığı himmet alan erenler de ocaklarda mecbur olduğu bu yolun edep erkan hizmetlerini yerine getirendir. Bir dede toplumunu bulunduğu çağa adapte edebilmelidir. Özellikle de çağın bilim ve teknolojisine ayak uydurabilen; yol evlatlarında bu istikamette eğitip bilgilendirendir. Bir dede her şeyden önce kendisini yetiştiren, çağdaş, demokrat, laik düşünceye sahip barıştan yana özgür düşünene ulusal birlikten yan olan, sosyal hukuk devlet yapısını savunan 72 millete aynı nazarla bakan ve kendisini yetiştirmiş sevgi ve hoşgörülü olan kimsedir. Çünkü ecdadımız İmam Ali şöyle buyurmuştur; “Çocuklarınızı kendinize göre değil, bulunduğu çağa göre yetiştiriniz” der.
Dedelik nasıl ve ne zaman doğmuştur? Mürşit, pir, rehber kavramları Muhammed Ali Cebrail üçlemesine dayanır. Aynı zamanda Anadolu Aleviliğinde de Mürşit Ali, Pir İmam Hüseyin’dir. Rehber de Cebrail A.S.’dır. Çünkü Alevilikte himmet almak hizmetle mümkündür. Bu yolda hizmet uğruna Hz. Hüseyin Kerbela’da ser vermiştir. Örneğin; İmam Hüseyin bir gün postta otururken atası Muhammed Mustafa kapıdan içeri girince İmam, dedesine soruyor; Ya dede sen mi ulusun yoksa yol mu uludur? Hz. Peygamber; Ya Hüseyin ben ahiri zaman peygamberiyim, buyurunca İmam Hüseyin darda dur ya Ata, buyuruyor. Tam o sırada babası Aliyel Murtaza girince aynı soruyu babasına yöneltiyor. Hz. Ali Peygamberin cevabını öğrenince; “Ya Hüseyin atan Muhammed Mustafa doğru demiştir” buyurunca Hz. Hüseyin babasını da dara dikmiştir. İşte o anda Cenabı Hakk Cebrail’e emrederek; “Git peygambere ve İmamı Ali’ye rehber ol dardan indir de ki yol uludur.”
Bir talip yola girmeden hizmet vermeden himmet alamaz. Bu nedenle mürşitlik ve pirlik evladı resulundur. Seyitlik de İmam-ı Ali ile Fatıma tül Zehra’dan doğan ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in soyundan gelen ve 12 İmamlara dayanan Ehlibeyt evlatlarına denir.
Dedelik görevini ne zaman, nerede ve nasıl yerine getirmeye başladınız? Bunu bize anlatabilir misiniz? Dedelik görevimi son 20 yıldır Anadolu Alevi-Bektaşiliğini inceleyerek araştırmaya başlayarak, bu sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum. Özellikle tasavvufi Aleviliği çok iyi araştırmamız şarttır. Batın ilmiyle, bilimi birlikte inceleyip yürütmemiz şart olmuştur. Bu ummanı deryaya dalıp zerre-i miskat ile dönene ne mutlu.
Dede olabilmenin ya da iyi bir dede olabilmenin sizce koşulları nelerdir? Günümüzde geçmişten farklı olarak farklı yetenekler de gerekiyor mu , dede olmak için? Dede olabilmenin birinci koşulu Edepli olmaktır. Ehlibeytin bütün bilgisi, güzelliğini, türaplığını, sevgisini ve hoşgörüsünü taşımasını bilmelidir. Günümüz koşullarında bir dede İmamı Ali’nin şu özdeyişini unutmamak koşuluyla “Çocuklarınızı kendinize göre değil, bulunduğu çağa göre yetiştiriniz” ilkesinden hareketle çağdaş demokrat, laik olmalı, ulusal birliğe önem vermeli. Sosyal hukuk devlet yapısından yana mücadele vermeli. Evrensel Alevi kültürü yönünden yana kendini yetiştirerek dünya insanlığına hitap edebilmeli. Kısacası, hırsı aklını yönetmemeli, aklı hırsını yönetmelidir.
HÜSEYİN TEMİZ DEDE
HÜSEYİN TEMİZ DEDE
(ZEYNEL ABİDİN OCAĞI - KARACA KÖYÜ / YAZIHAN / MALATYA)
Çok değerli dedemiz Hüseyin Temize hoş geldiniz, diyoruz. Şimdi kendisi Birinci ve İkinci Anadolu İnanç Önderleri Toplantısına katıldılar, konuşma yaptılar yayınlanmış bir çalışması da var. Elinde şeceresiyle bugün Cem Vakfı’na geldi, bizi de çok memnun etti. Çünkü elindeki belgeyi buraya getirmesi onun bu yola, bu davaya bağlılığını gösterir, o yüzden de tekrar teşekkür ediyoruz dedeciğim. Her şeyden önce sizi daha yakınen tanıyalım. Nerelisiniz, doğumunuzdan, çocukluğunuzdan bahsederek isterseniz başlayalım sohbetimize.
Ayhan Aydın
Teşekkür ederim, sağ olun. Ben Malatya’nın Yazıhan ilçesine bağlı Karaca Köyü’nde doğdum ve akrabalarım da oradadır. Ben dünyaya gelmeden on bir gün önce babam vefat ediyor genç yaşta. Ben amcamın yanında yetiştim, kaldım.
Amcam ve soyumuz Zeynel Abidin Evlatları Seyit Temiz soyundandır.
Bizim bir çok bölgelerde taliplerimiz vardır, bugün “mürşit kapısı” olan taliplerimizin çokları Tokatta, Sivas’ta, Kırklareli’nde, Amasya’da, Malatya’nın bir çok çevrelerinde halen ta Bağdat’a kadar, Halep’te ve Şam’da bulunmaktadır. Bizim ailemizin geniş olmaması dolayısıyla, ailemizde dede çok az çıkmıştır. Zaten iki ev olarak kalan ailemiz, o ailede Ali Yusuf Temiz Dede isminde ünlü bir dede vardı. 1953 yılında vefat ettikten sonra biz de dedelik yapan kişi pek az kişi kalmıştır, kalmamıştır.
Amcamın oğlu İsmail Temiz, o dönemlerde 20 yaşlarında falan bir insandı, o yirmi yaşlarında o dönemlerde dedeliğe başlamıştı. Vekil bir çok taliplerden gelen eğitler dedelik için insanları götürmeye geldiklerinde, götürecek dede bulamıyorlardı. Bazı zamanlarda, beni götürüyorlar ve vekaleten dedelik yaptırıyorlardı. Yani bana vekaleten bir insan oturuyor o posta ve dedelik yaptırıyorlardı. Ve 1967 yılına geldiğinde ben Almanya’ya gittim, yaşamımı Almanya’da işçi olarak sürdürdüm.
Biraz ocağınız hakkında bilgi verir misiniz? Neler anlattılar size, kafanızda neler kaldı?
Şimdi bu ocağımızda ki, anlatılanları kısa bir şeyle geçiştirmek mümkün değil. Tabi bu yaşam boyunca her şey anlatılıyordu Alevilik hususunda, Alevilik nedir, nereden gelmiştir ve Alevilik İslamiyet’in içerisinde nasıl bir yaşam biçimidir, Alevilik nasıl bir İslam anlayışıdır? Bunları tabi ki büyüklerimiz, atalarımız, babalarımız, amcalarımız bizlere anlatıyor. Aleviliğin İslam içinde bir yaşam biçimi olduğunu ve gerçek İslam’ın özü olduğunu bize anlatıyorlardı. Şimdi ben bunu kısa bir şekilde ne diye anlatayım.
Biraz açalım şimdi. Büyükleriniz, gerçek erenlere göre, ne anlatırlardı size, çocukken ne dinleyerek büyüdünüz, yani Ehlibeyt hakkında bu kısmı anlaşılmıyor.
Şimdi bunun için tabi ki bizim yaşamımız biraz daha farklıydı. Çünkü Zeynel Abidin ocağına bağlı olmamız, bir örnek insan olmamızı gösteriyordu. Bütün topluma karşı örnek bir insan olmak zorundaydık. Ve hem de öyle olduk bizim ocağımızda. Bizim ocağımızda, bugüne kadar her hangi bir insanlığa aykırı hiçbir yaşam biçimi çıkmamıştır ve olmamıştır da, bütün topluma örnek bir insan olarak gelmiştir. Biz Zeynel Abidin evlatları tabi bu çok uzun zaman Anadolu’ya gelip yerleştiklerini söylerlerdi atalarımız. Yani daha Ebul Vefa zamanlarında o dönemlerde geldiklerini söylerlerdi. Şimdi bilemiyorum fazla.
Diğer Makaleler...
- Geleneği Geleceğe Aktaran Çağdaş Ses: Hüseyin Gazi Metin
- Tuna'ya Şiirler
- Yol Cümleden Uludur - Kemal Bülbül
- Tarihimizi Yazmak ve Bektaşiliğin Doğuşu Kitabı
- Hızır – İlyas YA DA HIDIRELLEZ
- Boğaziçi'nde Bir Bektaşî Dergâhı: Şehitlik
- BİR GARİP DERVİŞ, ŞEVKİ KOCA Dursun Gümüşoğlu
- Durbali ve Hasip Baba Tekkeleri, Şevki Koca
- Hoyrat Yolların Mazlumu
- Bugün 23 Nisan