ALİ ERSOY BABA
ALİ ERSOY BABA
Kırklareli Lüleburgaz
Çeşmekolu Köyü, Ali Ersoy Baba
Ali dünyaya bakidir, dünyaya baki kalır.
72 yaşındaki (1930) babanın eşi Alise Ana ise 70 yaşında.
Ataları Bulgaristan’ın Kırcaali yöresinden geldiklerini söyleyen Ali Ersoy Baba çeşitli sıkıntılar içinde. Sağlık sorunları var.
Amuca Kabilesi’nden olan babaya göre aynı soydan birisiyle evlenebilmek için 7 gömlek geçmesi lazım (7 göbek atlaması lazım). “Nasip kardeşliği var burada yani. Aynı anda nasip alıp, ikrar vererek yola giren çiftler arasında “Nasip Kardeşliği” geçerli. Musahipliğe benzeyen bir sistem var, burada. Ali dünyaya bakidir, dünyaya baki kalacaktır” diyen Ali Ersoy Baba inanç olmadan hiçbir şey olamayacağını söylüyor.
1955’de Mehmet Ali Baba’dan (Kızılcıkdere’den) (dedeszi de babaydı, babası da babaydı) nasip aldığını söyleyen Ali Ersoy Baba aslında Kızıldeli Ocağı’ndan olduğunu söyleyen Ali Ersoy yola girmek için evliliğin zorunlu olmadığını, millet içinde bekar söz verebilir, yola girebilir diyor. Evlenmeden yola girebiliyor, evlenirken evleneceğine soruyor, nasipliyim diyor, o da kabul ediyor. Kız da, erkek de nasip alarak yola girebiliyor, evli olması gerekmiyor. Kardeşlik vardır bizde. Kardeş olmak, yine ana kardeşi gibi, daha da önemli bir mertebedir. Nasip kardeşi olacak. Evlenmeden “kardeşlik” (müsahiplik) olmaz. Bizde o akşam kaç kişi ceme girerse o onunla kardeş olurlar. Erkekler ahretlik oluyor. İlk kez ceme girip nasip alanlar aynı zamanda kardeş oluyor. Bir kişi dara düşerse ona koşup yardım ederler. Birimizin derdi hepimizin derdi oluyor. Değil mi?
Ahiretliğim var. Nasip kardeşlerimizden erkek olarak kalmadı, öldüler.
Kurbansız bu işler olmaz. Yıllığını yaparız yine keseriz. Fakirin (benim) kestiğim kurban belki yirmi olmuştur. Her sene kurban keseriz. İmam Hüseyin’in Çorbası’nda mutlaka bir kurban keseriz. Kendim alırım, canlarla birlikte keseriz. Şart kurban, kurbansız olmaz.
Baba ben nasip olunca “Dervişlik” görevini verdi. Ben o zaman kurbanın hizmetinde bulundum. 30 sene oluyor dervişlik, babalık hizmeti yaptım. Baba olmadan da, baba olmadan cem yaptım.
100 talibi olan baba hizmetleri layıkıyla yerine getirmeye çalıştığını söylüyor. Ceza alan bir talibin yeniden ceme kabul edilebilmesinin diğer canların isteğine bağlı olduğunu söyleyen Ali Ersoy Baba, bizim inancımızda her şey hoşgörüyledir, zorlamayla hiçbir şey olamaz diyor.
Askere gidenler, adak adayanlar da kurban keserler.
Hizmetleri kim yaparsa yapar. Aynı kişiler yapmak zorunda değil. Lokmayı herkes yapabilir.
Benim de dervişim var. Bektaşilik’te nasıl on başı, yüzbaşı, binbaşı varsa, herkesin bir görevi. Rehberlik var, Dervişlik var, Babalık var, Halifebabalık var… Avni Baba da bize icazet verdi.
Anabacı rehberin yanında oturur. Benim yanımda varsa babalar, yoksa muhipler oturur. Erkekler bir tarafta, kadınlar bir tarafta oturular.
Biz de dem var. Biz demi Ali aşkına alırız. Biz Ali’yi bir nur olarak biliriz. Ali dünyaya bakidir, dünyaya baki kalır.
Biz çalışmayı en büyük ibadet biriz. Ben Hakk’tan korkarım, yanlış yapmaktan korkarım. Muhiplerin arasında yanlış bir şey söyleyeceğim diye korkarım. Biz meydana dargını almayız. Bu güzellikler neden anlatılmıyor, bilmiyorum. Bunlar anlatılsa, Türkiye ayağa kalkar.
Hata yapan, meydana alınmayan yedi yıl içeri almaz. Kimse onunla konuşmaz, evine gitmez. Ufak kusur olursa affdilir. Büyük kusur olursa bizi aşar.
Büyük hatayı yapanları ben alsam da bizim muhipler almıyorlar. Bizim yol böyle bir ulu yoldur, bunun neresi kötü be erenlerim, bize Kızılbaş, derler, hakir görürler.
Alise Ana
Bize çok görev düştü. Hep babanın evinde oldu, her şey. Ben istedim bunun baba olmasını, biraz kendisini toparlasın, dedim. Gelinler bir şey demediler. 30 yıl bu yola hizmet ettik. Ölünceye kadar biz bu yolu bırakmayız. Baba olunca bir boğa ve bir koç kestik. İstanbul’dan Avni Baba ve belki 20 baba buraya geldiler. İstanbul’daki babalar buraya geldiler. Hep biz meydan açtık. Bu dedelik de yaptı. Kırklar Tavuğu var. Kırklarda, hizmet görürken “Cebrailsiz Hizmet Görülmez” deriz. Nevruz’da hizmetlerde Cebrail keseriz. Biz on iki mum yakarız.
Biz köy düğünü yaparız. Hem misafirleri, hem de köyü besleriz, boğa keseriz.
Burada çok ilginç bir durum var; Kızıldeli Ocağı deniyor, Gülşeni deniyor, Amucalar deniyor, en son Balım Sultan Erkanı’ndan bahsediliyor. Kısa zaman içinde bir dönüşüm gözleniyor. Aslında çalışma yapanlar birçok zorluğu yenmek zorunda. Hem genel olarak bilgi almak aynı zamanda yanılmamak için geniş bir bakış açısına sahip olmak gerekiyor.
Ayhan Aydın
11 Haziran 2002
YENİKAPI FESTİVALİ, HACI BEKTAŞ'TA ÇOK BAŞLILIK
Yunusların, Hacı Bektaşların, Pir Sultanların Barış Güvercinleri
Bu Toplumda Ne Zaman Birlik İçin Kanat Çırpacaklar Acaba?
KAPISI KİLİTLİ TUZAKTA KALDIM
ARIYORUM BULAMADIM BEN BENİ
Malatya Arguvanlı çok değerli Halk Ozanı Muharrem Yazıcıoğlu böyle söylüyor. Şu bizim toplumu anlamak da, anlatmak da gerçekten çok mu çok zor… İlkesel bütünlük içinde bir tartışma yapamıyoruz, birlikte yol alamıyoruz, bu yolun kurucularının hayatlarını ortaya koyarak oluşturdukları değerler manzumelerinin yanına bile yaklaşamadan sürekli ama sürekli bu kadim yolun öğretilerinin tam tersini yapıyoruz. Zaman zaman tümümüz bunu yapıyoruz. Yola birlikte gidilir, diyoruz; ama bir türlü bu hümanizmanın / insan severliğin, insanlık için serinden geçilmesi gerektiğini söyleyen ulu yolda birlikte yürüyemiyoruz.
Birileri bizi parça parça bölmek isterken, hiç kimseye gerek duymadan sadece ve sadece benliğimizi yenemediğimiz için, birlik ve dostluk kazanında, gönül kâbesi dediğimiz kâmil insan olma okulunda menzil alıp pişmediğimiz için bir ve beraber olamıyoruz.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır, gibi yüzlerce ölümsüz veciz söz söylemiş bu yolun öncü erenlerinden Hacı Bektaş’ı da, Yunus Emre’yi de, nice ulu ozan ve erenleri de tam anlayamıyoruz, anlamak isteniyoruz. İşimiz gücümüz, rol kapmak, rol yapmak, ön planda olmak.
Bunu da yine bu yolda hizmet adına yapıyoruz, ne acı bir gerçektir ki, erenler adına yapıyoruz.
Şimdilerde yaklaşık iki yüz elli kadar üye birimi (cemevi, kültür merkezi) olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu tüm dünyadaki en güçlü Alevi yapılanmalarından birisidir. Yıllar yılı Avrupa’da Alevilerin sesini duyurmuş, Türkiye’de Alevilerin yaşadıkları haksızlıkları, hak kayıplarını ve genel anlamda da Türkiye’deki insan hakları ihlallerini dünya kamuoyuna da taşımış bir birinden değerli yöneticileri, üyeleri, dedeleri, danışman bilim insanlar olan birçok ciddi kurumdur AABK.
Bence en büyük zaafı, siyasetle olması gerekenden fazla içli – dışlı olması, özellikle Türkiye’de her zaman siyasi oluşumların, gelişmelerin içinde yer almayı kendisinin öncelikli bir uğraşısı olarak görmesi bu algıyı halka yansıtmasıdır.
Elbette yaşam siyasetin içindedir, Alevi toplumunu da isteklerini, sorunlarını, yaşadıklarını, beklentilerini siyasilerle de halletmek zorundadır. Ama siyasi partileri, siyasileri, siyaseti kullanarak sorunlarını halletmekten ziyade siyasi partilerle, siyasetle, siyasi oluşumlarla olması gerekenden çok daha fazla iç içe geçen ilişkiler ağı, AABK.’nin de tüm Türkiye’deki Alevilerin ve Alevi Kurumlarının da sorgulamaları gereken bir alandır.
Çok iyi hatırlıyorum; Bir zamanlar Barış Partisi’nden aday olmayan Alevi yazarı, ozanı, dernek yöneticisi kalmamıştı adeta… Mahzuni Şerif bile epey gayret göstermiş, sanatçı olarak anılmaktan ziyade siyasetçi olmak için her zaman bu konuda yapmadığı kalmayan Arif Sağ ve daha nice nice isimler işi gücü bırakmışlar siyaset sevdasında kendilerinden geçerek birer siyasi figür olmuşlardır Türkiye’de.
Devamını oku: YENİKAPI FESTİVALİ, HACI BEKTAŞ'TA ÇOK BAŞLILIK
YUNANİSTAN SEÇEK ETKİNLİĞİ 2019
GELENEKSEL
SEYYİD ALİ SULTAN SEÇEK YAYLASI ETKİNLİKLERİ
(02 / 04 Ağustos 2019)
Yunanistan'da geleneksel olarak yüzyıllardır yapıla gelen Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) Ocağı (Dergâhı) çevresindeki Seçek Yayla Etkinlikleri bu sene de bir başka coşku ve büyük bir katılımla gerçekleşti.
Yunanistan Batı Trakya'daki Alevi - Bektaşi toplumunun temsil kurumu olan, Kızıldeli Seyyid Ali Sultan Dergâhı - Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti tarafından organize edilen Seçek Yağlı Güreşleri Etkinlikleri, Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın kalbindeki Ruşenler Köyü'nde ve Seçek Yaylası'nda yapıldı.
2-4 Ağustos 2019 tarihleri arasında yapılan etkinlikte ilk gün yüzlerce insanın katılımıyla Ruşenler köy meydanında Alevi-Bektaşi nefesleri seslendirildi. Halk oyunlarla coştu, mutluluk halesi her tarafa yayıldı.
2 Ağustos, Cuma
BİRİNCİ GÜN ETKİNLİKLERİ, RUŞENLER KÖYÜ
Balkanlar’a ayrı bir önem veren özündeki ocak- tekke aşkıyla, bilimsel çalışmalar için öncü olan Almanya Köln merkezli Alevi - Bektaşi Kültür Enstitüsü Başkanı Sayın Gülüzar Cengiz her zaman ki gibi etkinliğe büyük değer kattı. Bu organizasyonlarda her zaman büyük emek veren değerli akademisyen Doç. Dr. Mehmet Ersal da her zaman ki gibi etkinlikte aktif rol üstlendi.
Etkinliğe katılanlar arasında şunlar vardı; Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Sayın Turgut Öker, Alevi Düşünce Ocağı Başkanı Sayın Doğan Bermek, Cem Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Çorlu Şube Başkanı Sayın Muzaffer Birdal, Hüseyin Gazi Cemevi Başkanı – Yazar Ali Yıldırım; HDP milletvekili Sayın Zeynel Özel, Araştırmacı – Yazar Vedat Kara, Yol Tv.’den çok sevgili programcılar Özkan Lafatan, Mahmut Akgül’ün de katılımıyla birlikte Yol Tv. Can Tv. De etkinliğin geniş kamuoyuna ulaşmasını sağlayarak tarihi bir görev üstlendiler.
Etkinliğe Almanya’dan olduğu kadar Türkiye’den de katılımlar oldu. Katılan cümle canlara, mihmanlara selam olsun.
650 yıldır çerağların sönmeden yandığı Seyyid Ali Sultan Ocağı / Tekkesi yine gönülleri birledi, gelece ilişkin umutları arttırdı.
Bu güzel etkinlikte yoluna, erkânına, geleneklerine sahip çıktığını bir kez daha gösteren Batı Trakya Alevi Bektaşi Toplumu'nu, Türkiye'den ve Batı Avrupa'dan, Bulgaristan'dan gelen konuklar yalnız bırakmadılar. Yeni seçilen belediye başkanının eşiyle birlikte etkinliğe katılması da ayrıca bir başka mutluluk kaynağıydı.
Her şeyden önce bu senenin Ağası olan ALİ KEHAYA’nın bir düğün / bayram yerine dönen evin Seçek Yayla Etkinlikleri’nin bugünkü merkezi konumundaydı. Zaten her sokağı, evinin önü çiçek bahçesi olan tertemiz Ruşenler Köyü’nün aydınlığı buraya da yansıyordu. Gelenekte olduğu gibi, ilk önce davul zurna ekibiyle birlikte başta gelen misafirler, insanlar bölük bölük ağanın evine götürülüyor, misafirler Ağa’ye eşini ve ev halkını selamlıyorlar, hoş sefa ediyorlar. Ağa’nın Eşi aynen bir Alevi dedesinin eşi gibi saygı görüyor, ona o şekilde davranılıp büyük saygı gösterilir. Köyden veya diğer köylerden kurbanlık olarak getirilen koçlar – koyunlar da süslenmiş bir şekilde yine onları getirenlerle birlikte davul zurnayla Ağa’nın evine götürülüyor, bu böyle devam ediyor. Gelenlere kolonya eşliğinde şeker ikram ediliyor.
Birinci gün, 2 Ağustos cuma akşamı Ruşenler Köy meydanı tam bir bayram / düğün yerine dönüyor. Gelen tüm mihmanlar bu meydanda kurulan masalarda ağırlanıyorlar, onlara ikramlarda bulunuyor.
Halk Ozanları – Sanatçılar; Hasan Öztürk, Mehmet Karabudak, Sadık Yiğit ve Bülent Akın, Mustafa Aydın nefesleri, türküleri ve de halayları başarılı bir şekilde seslendirerek büyük beğeni topladılar. Yolları aydınlıklar içinde olsun...
KAN ÇİÇEĞİ HAYAT
KAN ÇİÇEĞİ HAYAT
“Utanıyor insan ekmeğin sıcaklığından
Çünkü açlık kapı komşumuz.” Hasan Hüseyin Yalvaç
Bu gece yine yatamadım, aylardır, yıllardır bu hep böyle… Gece dört beş kez kalkarım, kimi zaman hemencecik yatmak, tekrar yarım rüyalarıma dönmek isterim, ya da kâbuslardan kaçmak için biraz beklerim. 25 yıldır yün yorganla yatsam da, ev sıcak olsa da, sanki üşümemek, uykusuzluğun tatsızlığını yaşamamak için sarılır tekrar yatarım, uyumaya çalışırım dakikalar boyunca kendimle cebelleşerek; kendimle, dünyayla, yaşamla…
Ama zaman zaman da uyuyamam tekrar… Bu gece de böyle oldu. 03.00’de kalktım, önceki gün akşam 18.00’de yemek yiyip başka bir şey yemesem, 24.00’de yatsam da karnım şiş, boynum – başım - belim ağrıyor, ağzım kuru, üstüm terli… Benimkisi gündüzü cennette, gecesi cehennemde bir hayat.
Bu vücut buna nasıl dayanır bilmiyorum, bir mucizedir insan vücudu, bir mucizeyi yaşar hayat boyu yaşamla mücadelede olan insanlar.
Kalktım, çoğu şimdi bir depoda olan kitaplığımdan geriye kalan az sayıdaki kitaplara göz gezdirdim, üç dört yarım kitabım vardı, onları bir kenara bıraktım, yine rafa yöneldim.
Yüzüm yine güldü, “Her Güne Bir Şiir” kitabına zaman zaman bakarım üstadın. Bu sefer de Kan Çiçeği Hayat kitabını görünce çok mu çok sevindim. Her gün yazılarını okuyorum, sosyal medyadan. Zaman zaman babacan gülüşüyle telefonda da olsa merhaba, diyor. Yasaklar geldi, yüz yüze sohbetlerimizin arası uzadı. Bir yolunu bulur sevgili Mustafa Karaçiftçi Abi’yle birlikte yanına gideriz, dedim. Hele hele de Ozan Çağdaş da Ankara’dan gelecekmiş aybaşı, yine bir sohbet ortamı yaratırız, diye düşledim kendi kendime…
KASIM - ARALIK 2020 POSTASI
KASIM – ARALIK 2020
BÜLTENİ
(Kasım – Aralık ayları içindeki bazı yazılarım, kitap tanıtımlarım.
Dostlara muhabbetlerimle… (Her zamanki gibi yine kısa kesememişim. Kasım Bülteni’ni gönderseydim belki bu kadar uzun olmazdı. Neyse belki ilgi duyan olur, kusura bakmayın, aşk ile… )
Ayhan Aydın
SON YENİÇERİ
Reha Çamuroğlu: Ben 1985’lerde Alevilik – Bektaşilikle ilgili kitap okumalarına başladığımda Reha Çamuroğlu 1989’da ilk kitabı Tarih, Heterodoksi ve Babailer kitabını yazmış, 1990’da da yayınlamıştı. Dönüyordu, “Bektaşilikte Zaman Kavrayışı”, Değişen Koşullarda Alevilik, İsmail sonradan okudum kitapları. 1994’de ben Basın – Yayın Gazetecilik okurken çalıştığım Nefes Dergisi’nde yaklaşık bir yıl bir arada olduk Reha Çamuroğlu’yla.
Reha Çamuroğlu, Alevi camiası içinde entellektüel birikimi en yüksek yazarlardan birisiydi. Kendisiyle fırsat buldukça yaptığımız sohbetlerde sosyalist sol bir hareketten gelen Reha Çamuroğlu’nun, sürekli ama sürekli okuyan, kendisini her gün yenileyen, özellikle tarih, edebiyat alanında batılı yazarlardan da beslenen bir yanı olduğunu görüyordum. Sanırım yine 1990’larda Hamburg Alevi Birliği için hazırladığı (ortak bir kitap) 100 soruda Alevilik kitabı da iyi bir özetti benim için. Bana göre çok az zikredilen bir çevirisi ise bizler gibi bu konuları merak edenler için bir kaynak eser niteliğindeydi: John Kingsley Birge’ten Bektaşi Tarihi çevirisi. Açıkçası gıpta ettiğim yazarlardan birisiydi Reha Çamuroğlu; Hoşgörü sahibi, bilgisini paylaşan bu yazarın aynı zamanda yapıcı bir yanı vardı. Cemal Şener, Rıza Zelyut’un da içinde bulunduğu Nefes Dergisi’ne gelip – giden bütün yazarlardan da ayrılan yönleriyle Reha Çamuroğlu bir dönem bulunduğu Şahkulu Sultan Dergâhı’nda, uzaktan da olsa teması olan Cem Vakfı bünyesinde yeterince değerlendirilemedi ya da kendisi fazla bu bünyelerde bulunmak istemedi. Ama bir dönemler Cem Dergisi’nden bir kopuşun da adı olan Nefes Dergisi’ndeki yazıları yine farklı dergilerdeki yazıları yavaş yavaş isminden daha fazla söz edilmesini sağlamıştı Alevi camiasında. Barış Partisi’ndeki çalışmalarını ve siyasete ilgisini hep biliyordum. Reha Çamuroğlu’nun durumu bence; Alevi kimlikli bazı insanların siyasilerin, çeşitli partilerin kapıları önünde süt bekleyen kedilerin zaman zaman arsızlığını, zaman zaman kurnazlığını andıran basit miyavlamalarına benzeyen gizli – kapaklı, ikircikli durumu gibi değildi. Açık bir şekilde böyle bir yönelimi zaten vardı. Ama AKP’den milletvekili seçilmesi çokça eleştirildi. Bu siyasi deneyimi uzun sürmedi. Uzun yıllardır sanırım kendisini iyice yazarlığa verdi.
Reha Çamuroğlu, Alevi – Bektaşi camiasında bir yabancı dili çeviri yapacak kadar iyi bilen, tarih bilinci oldukça gelişmiş, Alevilik – Bektaşilik konusuna derinlikli bakabilen, aynı zamanda iyi bir edebiyatçı olarak üretmeye devam ediyor.
EĞİN'DE SÖYLENEN MANİLER
Eğin’de Söylenen Maniler
Sevgili dostlar, hayatı yoğun bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. İnsan sevgisinde de, doğa sevgisinde de, yaşam aşkında da sınır tanımıyorum. Hayat boyu kesintisiz sürekli okuyan birisi olsam da, tüm istediğim şeyleri okuyamıyorum.
Çok sevdiğim ve değer verdiğim iki gül yüzlü insanın hazırlamış olduğu “Eğin’de Söylenen Maniler” kitabını alınca bugün bir solukta okudum.
Candan sevdiğim iki değerli eğitim neferimiz; Füsun Durna ve Kamber Durna tarafından hazırlanıp, Can Yayınları arasında yayınlanan Eğin Manileri, sadece Eğin’in değil, tüm Türkiye’nin, tüm insanlığın soluk yakan ateşli haykırışları gibi geldi bana. Ne bileyim işte ne öksüz, ne de yetim büyüdüm, ne de sokaklarda yatıp – kalkan yarı aç sefil bir insan oldum. Ama yüreğimin bir yeri öldüğüm güne kadar hep kanamaya devam edip, kabuk bağlamayacak sanırım. Ben de böyle bir insanoğluyum işte, daha çok da ağlayanla ağlayan, dertlenenle dertlenen bir ezik yüreğim var. Her okuduğum, duyduğum şeyde de herkesten çok daha fazla hisliyim, hemen duygusallaşıyorum.
Maniler Türk dilinin en özgün sözcük öbeklerindendir. Şiirler, destanlar, türküler, menakıplar, hikâyeler, masallar insanoğluna ve hele de biz Türklere kendi özümüzü, gönlümüzü, tüm düşünce dünyamızı bir başka aynadan yansıtarak aktaran tarihin ve kültürün çok renkli yansımalarıdır.
Toplum canlı bir organizmadır. Kültür o toplumu meydana getiren tüm bireylerin, birey topluluklarının kendi aralarında yarattıkları tüm maddi ve manevi birikim unsurlarının tüm insanlığa dahası evrene yansıma şeklidir. Ne kadar çok şey üretmişsen o kadar derin, köklü, evrensel boyutlara ulaşacak ellerin, kolların, ruhun ve dilin var demektir. Dil kültürün var oluş objesidir aynı zaman da dil kültürün anahtarı, yol göstericisi, simgesidir.
Türklerin çok zengin ve derin kültürleri dolayısıyla çok zengin dilleri vardır. Uzatmama gerek yok; Orta Asya denen coğrafyadan yüz binlerce km. karelik alanlara yayıldıklarında elleriyle, dilleriyle yaşadıkları her yerde Türkler kendi damgalarını her gittikleri yere vurmuşlar, varoluşlarını dile getirmişlerdir.
Maniler kısa özlü söz öbekleri, betikleridir. Bazılarına göre çok kısa olduğu için bir sanat ve kültür öğesi olarak bile görünmezler. Biraz da alayımsı bir şekilde nitelendirilirler. Mani yakmak, mani söylemek, biraz da gülünç, eğlencelik bir şeymiş gibi bile algılanır. Bazı sakız firmaları bile sakız ambalajlarının içine maniler koymuştu. Bu maniler daha çok aşk ve sevgi içerikliydiler. Belki birileri alıp okudu, etkilendi, belki de hoş bile karşılamadılar, tam bilemiyorum.
İnsanlar anlık mani söylerler ya da doğrusu yakarlar. Ama zamanla o an söylenen maniler tarihe geçer toplumların hafızalarında söylene söylene yaşama devam eder. Belki biraz şekil değiştirir, söylendikçe yeni içerikler kazanır ama özü hiç değişmeden dünden bugüne akıp gelen bir suyu kuruyan nehir gibi ilk çıktığı kaynağını, özünü yitirmeden varlığını sürdürür.
Mani yakmak bile türkü yakmak gibi gönülden gelen, özden gelen seslenişlerdir. Herkes mani yakamaz, her mani kalıcı olmaz. Bir dörtlükte bir on iki kıtalık şiirin anlattığını anlatabilir, aynı duyguyu verebilir misiniz? Belki de verebilirsiniz, kim bilir?