ŞİMDİ BURDAN GÖÇÜP GİTMENİN ZAMANI DEĞİL
ŞİMDİ BURDAN GÖÇÜP GİTMENİN ZAMANI DEĞİL
Şimdi burdan göçüp gitmenin zamanı değil
Gülizar Bacı dağlar çiçek açsın öyle git…
Sinende onulmaz dertlerin türlü türlüdür
Eğlen yalnızlık türküsünü söyle öyle git…
O dağlar hozan olur, boran olur, kış olur
Bir yavrun yok ki ayrılması çok güç olur
Rüzgâr eser kavaklar dile gelir derç olur
Dur eğlen derelerin çağlayınca öyle git
Ayrılık zamanı mıdır bu güz vakti şimdi
Dağlarına ak kar yağmış kış mı gelmiş şimdi
Bir telli turnam var sürüsünden kopmuş şimdi
Gel helalleşelim kavim kardeşle öyle git
Benbir Cevheri’yim dertlerimin dermanı yok
Boz bulanık aylarda yaylamın dumanı çok
İnsan sevmek hünerimiz bunun sınırı yok
Çok sohbet ettik hakkını helal et öyle git
(Ayhan Aydın, 25 Eylül 2021, dün Hakk’a nail olan Gümüşhane Şiran Yeniköy’den, köylüm çok sevgili Gülizar Günel Ana’ya bir şiir.)
EY OĞUL
Ey Oğul
Derin bir hüzünle seyrettim
Uzamış sarı dalgalı saçlarını
Kenarları kordan birer alev gibi yanan
Yapraklar düştü teker teker
Kırlaşmış kaşlarıma
Hazan mevsimi şimdi
Soğuk poyrazlı rüzgârlar getirdi ayazı, kahrı
Loş bir salondan bakıyorum sana
Yokluğunun ezip tükettiği
Dermansız dizlerimin sızısı vuruyor
Göz pınarlarıma
Yalnızlık değil tek kederim
Soframda aşım, tuzum, neşem olan oğul
Ellerimin, evimin ve belimin direği oğul
Genç fidanlar geçiyor penceremin önünden
Her birisinde senin merakın,
Senin umutların ve de
Yarım kalan hayallerinin gölgeleri geziniyor...
Ayhan Dayın geldi dün
Senden hiç konuşmadık
Ama yorgunluğunun arkasında
Derin öfkeler gizlemiş
O da hep bir yerlerde kaybolan
Neşeli günleri arıyordu
Yağan güz yağmurlarıyla birlikte gelen bir aşkla
Hayat alıp hayat veren toprakta
Her okuyan çocukta
Her yürüyen bedende
Uçan her kuşun kanadında sen olacaksın
Ey deli oğul,
Feleğin sillesini erken yiyen
Garip oğul
Senle varım, senle görüp, senle yürüyorum hala
Yarım kalan umutlarının peşinde
Ama bilesin ki
Ne sen, ne de ben yapayalnızız
Şu gök kubbenin altında
Yıldızlar parladıkça her zaman
Nefesini alacağım
Yürüyen ayağın
Konuşan dilin olacağım
Boynu bükük olsam da
Hep hayalinle yaşayacağım
Ey hayırsız oğul...
5 Ekim 2021
Ayhan Aydın
Ankara
(Çok sevgili halam Mine Aydın'ın oğlu Özgün Hazal Çayoğlu, çok genç yaşta annesini yaşlara boğarak sonsuzluğa göçmüştü. Her daim gönlümüzde yaşıyor...)
GÜNE BAKAN
Son Şiir...
Kalmamış gidecek bir yerin
Özlemleriyle dolu olsan da
Kol kola olduğun dostların
Yapayalnız kalmışsın tek başına
Buralarda
Sana güç veren dalların var
Hele hele de can damarı kara toprağın
Ve de sevgi sunanların da ara sıra
Ama bir kuş olup her sıkıldığında
Gün doğumuna, gün batımına
En çok sevdiğin güneşe doğru
Her türlü çığlığı, engeli arkanda bırakıp
Çekip gitmek özlemi sarar seni
Haydi, haydi toparla tüm gücünü
Daha durma buralarda
Haydi, haydi çocukların masumluğunu
Takın tüm ruhunla
Katıl bir turna katarına
Al yolunu kederlenmeden
Bir büyük utkuyla kanat çırp
Dönüp bir kez bile arkana bakmadan
Sevgi saçmaya devam edeceğin
Yeni yeni diyarlara
Umutlarla dolu yarınlarına doğru
Ayhan Aydın
12 Eylül 2021, Silivri
(Bir tarla kenarındaki tek kalmış ayçiçeğine şiir. Fotoğraf: Ayhan Aydın, 12 Eylül 2021, Silivri)
TESLİM ABDAL OCAĞI'ndan HASAN AKSU DEDE’YLE SÖYLEŞİ
HASAN AKSU DEDE’YLE SÖYLEŞİ
Kendisini çok sevgili Ali Kaykı sayesinde tanıdığım ve 2019’da Fransa Strazburg’ta dostlar meclisinde daha da kaynaşıp manevi derinliğini gördüğüm Hasan Aksu Dedemiz manevi alemde eren ve evliyalar dünyasında kendi öz kimliğiyle seyran ederken aynı zamanda zahir dünyada da yaşamın içinde bir değerimiz olarak beliriyor.
Hasan Aksu Dedemiz’le daha önce de söyleşi yapmıştım. Ama fırsat bu fırsat deyip dört günü dolu dolu yaşadığımız Trakya gezimizin son gününde de, 16 Eylül Perşembe günü, Uzunköprü’de Ali Kaykı canımızın ata evinde de bir söyleşi yaptık.
Karababa Türbesi’nde niyazlaşmaları kaydettikten sonra, Suriye’den Yunanistan’a geçmek isterken Yunan polisinin faşist saldılarılarıyla yalın ayak, coplarla morarmış vücutlarıyla dergaha sığınan yavru bedenleri çekmiştim, kaydetmiştim. Sonrasında söyleşiler yaptık ve de Hasan Aksu söyleşisini de cep telefonu marifetiyle kaydettim ama bir hikmeti hüdası olarak ilk kez olmak üzere kayıtta bir sorun yaşandığını gördüm. (Tam da bu gençleri çektikten sonra, hiçbir müdahele bulunmadığım halde kayıt MP boyutunda yani fotoğraf boyutunda çekim yapmış (!?)
Önceki gün Meriç Nasuhbey Köyü sınırları içinde daha doğrusu Umurca ile Nasuhbey Köyü arasında kalan Kara Baba Türbesi yanında yapılmış cemevi’nde de görüşlerini kaydetmiştim. Şimdi bunlar tazeyken hatırladıklarımı yazmak istedim.
Hasan Dede, çok önemli bir konuyu bir gün önce gündeme getirmişti. Kendi yöresinde yaşanılagelen bir uygulamayla bir çocuk doğduktan sonra yörelerinde dört fidanın ekildiğini, bu fidanların o doğan çocukla bağlantılı olduğunu söyleyen Hasan Dede bu fidanların zamanla ağaç olduğunu ve bu ağaçların o kişiyle birlikte büyürken, birer varlık olarak o kişinin sorumluluğunda bulunduğunu, pir’ler aşkına kişinin o ağaçlara bakması gerektiğini, yeri gelince ihtiyaç hasıl olunca kişinin doğduğu anda ekilen ağaçlardan gerekirse birisini kesip ev ve diğer ihtiyaçları için onu kullanabileceğini, bu uygulamanın sadece bir çevreyle ilgili olan uygulama değil, yaşama bağlılık, ikrar ve pir’e niyaz anlamlarını taşıdığını dile getirdi.
Hasan Aksu Dedemiz, manevi alemde Karababa’nın bütün kapıların kapısı, çevredeki erlerin / pirlerin niyaz makamı olduğunu dile getirirek, yer / gök, cümle mahlukat bu sırlar sırının içinde vardır. İnsan olan zaten hakkı olanı alır, gideceği yolu bilen menziline erer, işte bu Karababa buradaki ışık kapısı, evrene açılan yolun kapısıdır, dedi. O esnada orada bulunan Ali İhsan Mete, Ali Kaykı ve diğer canlar da, Karababa’nın makamının çok büyük olduğunu, zaten kendi yol ve süreklerinde cemlerinde “karababa makamı / postu” olduğunu, bunun ise cem erenlerinin başta niyaz bent oldukları makam olduğunu belirttiler.
Hasan Aksu Dedemiz söyleşimizin başında; dedelerin riyasız, çıkarsız bu yollara hizmet etmeleri gerektiğini, devletten, belediyelerden, Diyanet’ten faydalanmak isteyenlerin aslında yola hizmet etmeyip, kendi nefislerine hizmet ettiklerini, bunun Alevi yolunda yerinin bulunmadığını söyledi.
Hasan Aksu Dede; kişi kendisini bilirse herkes yolun talibidir, dede de bir taliptir. O da bu ulu yolun talibidir, hiç kimsenin birbirinden bir farkı yoktur. Önemli olan yolu yaşatmak, yolu sürmek, ol büyük ulu Kapı’ya hizmet etmektir. Hakk Muhabbed Ali Kapısı en yüce, ala bir makamdar, en yüce bir kapıdır. Kişi kendini bilirse o kapıya niyaz bent olur, oraya hizmet eder. Eğer kişi kendisini bilmezse dede olmuş, talip olmuş, pir olmuş ne fark eder. Kendisinin farkında değilse, yolun farkında değilse, Ali’nin farkında değilse o kişi ne Alevi’dir, ne Pir’dir, ne de Dede’dir, dedi.
Ali’nin her türlü sırra vakıf, tüm kainatın kapısı olduğunu söyleyen Hasan Aksu Dede, eğer kişi helal lokma yemiyorsa, bu yolda doğru hareket etmiyorsa, yolu bilmiyorsa, Ali’yi tanımıyorsa o Alevi de olamaz, insan da olamaz, dedi.
Dedelerin ve Alevilerin hiçbirisinin çıkar için bir adım atmaması gerektiğini söyleyen Hasan Aksu Dede, nefsini bilmeyen, kendi nefsine hakim olamayan bu yolda menzil alamaz. Eğer kişi kendisini bilirse, nefsini bilirse Hakk’ı da özünde bilir, sen seni bilirsen her mevcut sendedir, bu da Aleviliğin özgüdür, diyerek her türlü sömürüye karşı olduğunu belirtti.
Söyleşimizin diğer önemli bölümünde ise Hasan Aksu kendi ocağı ve yöresi hakkında bilgiler sundu.
1966 Çorum ili merkez Teslim Köyü doğumlu olan Hasan Aksu köylerinin isminin eskiden Teslim Abdal olduğunu Abdal’dan anlamayan cahiller ve art niyetli insanlar tarafından “abdal”ın kaldırılıp Teslim Köyü olarak kaydedildiğini belirtti.
Türkiye’nin birçok yerinde türbeleri olan büyük halk ozanlarımızdan Teslim Abdal aslında Teslim Abdal’lar olarak nitelendirilmesi gereken bir büyük geleneğin bir önemli temsilcisidir. Bu konuda araştırmalar yapan akademisyen ve yazarların da ifadesilerine göre aynı isimli birden çok Teslim Abdal’lımız var. Ben de şahsen Malatya’daki Teslim Abdal Türbesi’ni ziyaret etmiştim. Bu konuyla ilgili çalışan Kamber Durna isimli değerli hocamızla da telefonla görüşünce o da çok duygulandı ve mutlu oldu.
Hasan Aksu Dedemize göre bir pir ocağı olan Teslim Abdal Ocağı’nın öncü ismi olan Teslim Abdal’ın bir Hakk aşığıdır. On altıncı / onyedinci yüzyılda yaşadığı sanılan Teslim Abdal’ın soyundan geldiklerini belirten Hasan Aksu Dede ona ait emanetlerin kendilerinde olduğunu söyledi. Bu emanetler sadece manevi anlamda değil, sonut olarak ona ait sancak, mühür ve onun deyişlerinin yazılı olduğu cönkleri de kapsıyor.
Bir büyük halk ozanı olarak bilinse de, kendi yörelerinde onun bir dede ve ocak kurucusu olarak da derin bir seygiyle anıldığını söyleyen Hasan Aksu’ya göre, Teslim Abdal’ın soyundan olanlar gittikleri faklı yörelerde bazen birbirlerini kaybetseler de isim olarak onun adını yaşattıklarını, diğer yörelerdeki Teslim Abdal Türbeleriyle kendi yörelerindeki Teslim Abdal arasında bir bağ var.
Yaklaşık kırk hanelik köyün ezelden beri yolu erkanı süren, Aleviliğini yaşatan bir köy olduğunu söyleyen Hasan Aksu Dedemize göre köydeki dedeler saz çalar, Teslim Abdal başta olmak üzere ozanların deyişlerine büyük önem verirler ve gelen mihmanları ağırlarlar. Halen kurbanların adak olarak kesildiğini, muhabbetlerin de yapıldığını söyleyen Hasan Aksu çevrede başka ziyaretlerin de varlığından bahsediyor.
Hasan Aksu Dedemize göre, Teslim Abdal ve diğer halk ozanlarımız tarihler boyunca hep doğrunun yanında yer almışlar, yolu sürmüşler, deyişlerinde Aleviliğin değerlerini, ilkelerini, kurallarını halka anlatmışlar, bizlere ölümsüz büyük bir miras bırakmışlardır.
Kendi yörelerinde cemlerin çok sıkı olarak uzun yıllar devam ettiğini, müsahip kapısının çok önemli bir kapı olduğunu söyleyen Hasan Aksu Dede, insana, doğaya, çevreye hele de ağaçlara önem veren Teslim Abdal Köylülerinin en büyük ilkelerinin helal kazanç kapısı olduğunu söylüyor.
Teslim Abdal Ocağı’nın emanetlerine sahip dedesi olan Hasan Aksu’nun anlatımına göre; yeryüzündeki en değerli şey dürüstlüktür, yalan söylememek, haram yememektir. Çocukluğundan itibaren tüm Alevilerin ve dede çocuklarınının bu kurallarlar büyütüldüğünü söyleyen Aksu; bize bu ögütler büyüklerimiz tarafından çok iyi verilirdi, her bir canımızı bir tarikat erbabı olarak çok sıkı yetişir, her nereye giderse gitsin asla Teslim Abdal’ın yolundan ayrılmazlar, bize göre en güzeli doğruluktur. Bizim köyümüzde, yolumuz her canlıyı sevmek, hiç kimsenin birbirinin kalbinini kırmamak üzere kurulmuştur. Bu bizim en önemli değirimizdir. Bunu bütün Teslim Abdal’lılar bilirler. Bizde doğruluk / dürüstlük her şeyden üstün gelir. Bir kişi her daim özünü dara çeker, haram lokma yemez. Bizler bu yolu büyüklerimizden böyle aldık, böyle sürdük. Şimdi bizim yöremizden bu ocaktan Teslim Abdal Ocağı’ndan cemler yürüten dedelerimiz de vardır. Ama şu anda ben bu postu temsil ediyorum. Herbirisiyle barışık birşekilde yine de yolumuzu sürüyoruz. Gençlerimize çok önem veriyoruz. Bizler manevi emanetleri de yolumuzun hayrı için kullanıp insanlara iyilik / güzellik sunuyoruz, şeklinde bizlere gönül kapılarını açtı.
Strazburg’ta ama özellikle bu son dört günlük gezimizde gördüğüm kadarıyla; Hasan Aksu Dede şimdilerin çok ucuza kullandıkları “şifa” yoluyla da insanlara manevi yoldan yardımcı olan, ama aynı zamanda kendi ocağı, dedeler, ozanlar, Alevilik konusunda da oldukça bilgili farklı bir dedemiz. O her daim erenler yurdunda / ozanlar diyarında geziyor. En büyük kapı Yolu’nun başı olan Ali’nin Kapı’dır, yani Kapı’dır. Biz Aleviler o kapıya dahil olup hem hal olmalıyız. Bizim özümüz birdir. Hepimiz, dünyadaki tüm Aleviler aynı hamurdan yoğrulmuştur. Tek ihtiyacımız olan özümüz gibi, hile olmadan Ali’nin Kapısı’nda buluşmatır, diyor.
Hakk başımızdan eksik etmesin…
Muhabbet ehline aşk ile…
Ayhan Aydın
18 Eylül 2021
GELİBOLU'DA HALLAC-I MANSUR MAKANI
Gelibolu'da Hallac-ı Mansur Makamı
Alevi - Bektaşî Öğretisi'nin temel sembol şahsiyetlerinden, tarihler boyunca halkın gönlüne taht kurmuş, görüşleri uğruna en büyük bedeli ödeyip insanlık için serden geçen, düşünce öncümüz, yiğitlik simgemiz "enel Hakk" deyip ölümsüzlük şerbetini içen Hallac-ı Mansur'un Çanakkale Gelibolu'daki makamını ziyaret edip niyaz bent olduk...
Hakk bu birlikten, bu güzellikten ve özünü her daim Hallac'ın "darından", dostluklar bağının gönüller didarından bizleri ayırmasın...
Dokunmayın n’olur değmeyin bana
Eski bir sevdaya düşmüş gibiyim
Ah-u zarım yeri göğü tutuyor
Kutsal bir ateşte pişmiş gibiyim
Varı yoğu hak yoluna verende
Çekilmez günahın yükü bedende
Canlar “hu hu” diye semah dönende
Sanki kanatlanıp uçmuş gibiyim
Sevdada eri de gönüle ak dedim
Tutuştur bedenim, beni yak dedim
Hallac-ı mansur iken “enel hak” dedim
Derimi elimle yüzmüş gibiyim. (Murat Kalaycıoğlu)
14 Eylül 2021, Gelibolu
DİYANET, İŞİT VE BİZ ZAVALLI ALEVİLER...
DİYANET, İŞİT VE BİZ ZAVALLI ALEVİLER...
Diyanet İşleri Başkanlığı yayınladığı fetvayla; midye, karides, kalamar, yengeç, ıstakoz gibi deniz hayvanlarının 'helal olmadığını' belirtmiş.
Afganistan'ın başkenti Kabil'de İŞİT tarafından gerçekleştirilen patlamalarda onlarca kişi öldürülmüş...
İslam adına bu yaşananlar hepimizin utancı ve üzüntüsüdür.
Milletin din üzerinden sindirilmesi ve halkın sömürülmesi anlamına gelen Diyanet Türkiye'de her geçen gün karanlık bir örgüt olmaya devam ediyor.
Bu ülkenin aydınlık geleceği bilimden, laiklikten, demokrasiden geçer...
Bu ülkede İŞİT"in bombaları daha önce ölüm saçmıştı maalesef...
Ama ülkemizdeki ve dünyadaki genel gidişattan en çok etkilenen ve daha da etkilenecek topluluklardan birisi de hiç şüphesiz Alevi- Bektaşi toplumudur.
Ama maalesef bu konuda Aleviler'de ve Alevi kurumlarında ölü sessizliği var...
O kadar ilgisizler, bu toplumun geleceğine en ufak katkıda bulunmayan işlerle uğraşılıyor ki, insan ancak tüm yaşananları büyük bir üzüntüyle izliyor...
Vur patlasın, çal oynasın karnaval kafası toplumu tümden sarmış durumda...
Alevi kurumlarına çökmüş otokrat ve çıkarcı kafanın keyfi yerinde; avanta ister devlet erkinden, ister belediyelerden gelsin önemli değil...
Yeter ki eksilmesin bu çıkar bağı; helal, haram, sus payı, oyalama, oyalanma; hiç önemli değil ...
Oğlunu, kızını işe yerleştirme umudu, adam yerine konulma mutluluğu, övgü, ilahiyatçılara boyun bükerken bir vali elini tutmanın verdiği haz, Allah'a bile küfrederken çıkar için inançlı görünmenin ikiyüzlü deneyimini yaşama, Aleviliğin hiç bir değerine sahip değilken bir kurumun başkanı, dedesi olarak erk'ten kabul görmüş, davet almış, damga/ mühür yemiş ve kutsalmış gibi onanmanın güveni...
Osmanlı'nın oyununa uyup, bu çağda da aynı şekilde tüm kurumların atılan yemleri memnuniyetle kabul edip yutmaları...
Devletin köklü çözümler getirmesi/ getirmemesi değil mesele, her bir kurumun gönlü ve gururu okşansın yeter...
Devletin valisi, belediyenin siyaseti bırakır mı bu kimliksizleşen kurumların başındakileri...
Onlar da ağızları kulaklarda karşılık vermezler mi bu uzatılan asimilasyon eline...
Şov, gösteri, bomboş ajitasyon, ilkesizlik, riyakârlık....
Ah ki, ah...
Ört ki ölem...
Hiç de hayra alamet değil tüm bunlar...
Yazık, yazık, yazık...
Ayhan Aydın
27 Ağustos 2021
Diğer Makaleler...
- Süleyman Selman Dede Hakk'a Nail Oldu
- TOPLUM SAĞLIĞI - TOPLUMSAL SORUMLULUK
- Eğin’de Söylenen Maniler
- BALKAN ÜLKELERİNDE ALEVİ – BEKTAŞİ OLMAK
- ŞOV HÜSRANLA BİTİNCE…
- Devlet Aleviciliğinden Belediye Aleviciliğine...
- ALİ ERSOY BABA
- YENİKAPI FESTİVALİ, HACI BEKTAŞ'TA ÇOK BAŞLILIK
- YUNANİSTAN SEÇEK ETKİNLİĞİ 2019
- KAN ÇİÇEĞİ HAYAT