OTURDUĞUN YERİ PAK ET / YEDİĞİN LOKMAYI HAK ET
OTURDUĞUN YERİ PAK ET / YEDİĞİN LOKMAYI HAK ET
YİNE ÇAĞLAYIP AKARSIN, DELİ BORAN MISIN GÖNÜL?
SÖYLEŞİLERE DEVAM…
Yıllar yılı Alevi kurumlarına, cemevlerine gidip – geldikçe, buralarda çalıştıkça belki de binlerce insanla içli – dışlı oldum. Bunlar içinde de yüzlercesiyle tanıştım, sohbet ettim, söyleştim. Abartısız belki de dünyada insanlarla en çok yüz yüze konuşup, onlarla söyleşen sohbet eden bir Alevi yazar oldum. Bunlar aslında çok büyük birikimler. Her yönüyle bu insan potansiyeli sadece bana değil bizlere de çok şeyler söylüyor. 30 yıl boyunca daha çok dedeler, babalar, ozanlar, yazarlar, bilim insanlarıyla Alevilik – Bektaşilik konusunda söyleşiler yaptım. Son yıllarda ise halka da daha çok mikrofon tutmaya başladım. Bunun temel nedeni Alevi – Bektaşi dediğimiz bu yapının asıl mensupları olan Aleviler ve Bektaşiler kimlerdir, nasıl yaşamışlar / nasıl yaşıyorlar bunları da kayıt altına almaktır. Onlar Aleviliği köylerinde nasıl yaşamışlar, kent ortamında nelerle karşılaşmışlar ve Alevi değerleri, Bektaşi öğretisi onlarda nasıl yaşıyor, ya da yaşıyor mu, yaşamıyorsa bunun nedenleri nelerdir, bunu da öğrenmek, kayıt altına almak gerekiyor. Tüm kayıtlar elde çok büyük bir malzemenin birikmesine vesile oluyor. Aynen benim gibi sayısız kişi de elbette kendi araştırmaları için görüşmeler yapıyorlar, onları kayıt altına alıyorlardır. Ama benimkisi tümünün dışında alanını daraltmadan, her yöreden, her kesimden, farklı mekânlarda yapılan geniş kapsamlı söyleşilerdir.
Elbette ki tüm bu söyleşiler kişilerin kendi yaşamları, yaşadıkları ve özel hayatlarıyla da ilgilidir. Bunların bize ne gibi veriler sağladığını tam söyleyemeyeceğim. Çünkü sistematik bir şekilde bir kurum adına, bilimsel bir veri elde etmek için yapılan uğraşlar değil tüm bu gayretler.
Hiçbir ekonomik kaygısı ve beklentisi olmadan, tümüyle bir hizmet aşkıyla yapılan bu çabanın ne bir takdir beklentisi, ne bir başka amacı da olmadığı için, her koşulu kullanıp yapılması ayrı bir boyutudur bu işin.
Ama sonuçta tümü geleceğe kalacak çok önemli verilerdir. Örneğin keşke elli – altmış yıl önce bu şekilde bir çalışma yapılsaydı, bizler, bilim insanları, araştırmacılar o günün koşullarında köyde / kente yeni gelmiş insanların duygu ve düşüncelerini, yaşadıklarını çok daha net ve rahat öğrenmiş olurlardı.
Benim yaptığım bu çabalar da elbette herkesin bir hesabının olduğu, artık kolektif çalışmaların, toplum yararına uğraşların bırakılıp kişisel ve zihniyetlerin çıkar odaklı çabaları karşısında oldukça anlam kazanıyor.
KURUMLARIMIZIN DURUMU
Koskoca Alevi kurumları, onların başındakiler sözde Aleviler adına toplanıyorlar, bir şeyler yapıyor ama asıl yapmaları gerekenin, bu toplumun bugününe ve geleceğine ilişkin gayretlerin dışında kalıyor çalışmaları. Hemen hiçbirisinin bir Alevi – Bektaşi Araştırma Merkezi oluşturulması, bir ciddi etnografya müzesi kurulması, bilimsel yayınların yapılması, yazılı ve görsel medyanın önemini kavrayıp bunları oluşturmayı, alanda ve yazılı kaynaklar içinde bir arşiv oluşturulması gibi gayretleri yok…
Zaden bir sosyal hizmet kurumunun yaptığı yemekler, cenazeler, günlük ziyaretler dışında yapılan hemen hiçbir ciddi çalışma yok buralarda.
Siyasi iktidarlardan, belediyelerden ve / veya kamu ve özel kurumlarından Aleviler – Bektaşiler adına hak istenmesi zamanla bizzat kişi olarak o kurumlarda bulunanların kendilerine, yakınlarına bazı çıkar isteklerine, kişisel beklenti ve kurumların kendi öznel isteklerinin karşılanması gibi tüm toplumu kucaklamayan bir şekle bürünmüştür.
30 yıllık gözlemim; her geçen gün Alevi / Bektaşi ilke ve değerlerinin uygulanmamasıyla birlikte, her konuda bir gerileme içine giren Alevi örgütleri çok büyük çelişkileri ve çatışmaları birlikte yaşamaktadırlar. Gününü gün eden, her geçen gün geçmişi aratan bir yapıya büründü bu kuramlardaki yapılar.
Zayıflamanın ana nedenlerinden birisi olarak; liyakatsiz yöneticilerin birer profesyonel çalışan olarak bu kurumları birer işletme gibi görüp, buralarda Alevi – Bektaşi öğretisinin yok ederek, şirket mantığıyla çalışmalar yapmaları; devletten bir imkân elde etmek, belediyelerin olanaklarından yararlanmak mantığı çıkar mantığına dönüşmüştür. Belediyelerin maaşını verdiği, çoğunlukla kendi yakını ve akrabalarının çalıştığı, yönetimini kendi iradeleri çerçevesinde kendilerinin belirleyip, köylülerini, çalışma arkadaşlarını yanlarına alıp, hoşuna gitmeyen üyeleri bir bahaneyle saf dışı edip, başına çöktükleri, demokratik anlayıştan tümüyle kopup hızla küçülen, bir garip yapılara bürünüyor Alevi kurumları.
Bu ise ayrıca ele alınması gereken sosyolojik bir felakettir. 30 yıldır belli insanların tekelinde toplanmış, buralardan gitmemek için her türlü yol ve yöntemi kullanan bugünün Alevi – Bektaşi kurum anlayışını anlayışla karşılayanlar onurlu bir bilim insanı, yazar, aydın olabilir mi? Adı bilim insanı, yazar, aydın, dede, baba, ozan… Gözleriyle gördükleri bu duruma karşı en ufak bir eleştiri yapmıyorlar, bilakis insanı şaşırtacak şekilde bazı kuramlara, yapılan etkinliklere, yürüyen bu düzene övgüler düzüyorlar.
Bu bilim insanından, işleri güçleri siyaset olan bu kurumlardan, akrabalarını belediyeler üzerinden işe aldıran bu yöneticilerden bu topluma bir fayda gelir mi? Gelmez.
Bizim gibi hiçbir beklentisi olmayan insanlar yaptıkları çalışmalarından dolayı desteklenirler mi? Elbette desteklenmezler. Neden? Onların günlük siyasi faaliyetleri için bu yapılanlar bir şey ifade etmiyor da ondan. Yeri gelince hiçbir ayrım gözetmeden hepsini eleştiriyoruz da ondan…
Toplumun bağışlarıyla, manevi desteğiyle, umutlarıyla var olan halkın güven kaynağı Alevi kurumları… Ama şimdi orayı şu veya bu şekilde ele geçirmiş, siyaset için, çıkar için oralara kazık çakan bir kısmının ne olduğu belli olmayan sözde kurum başkanı ve yöneticileri.
Gerçekten de ne sahipsizlik, ne açmazlık, bu ne çaresizlik böyle… Sözde aydını da aynı, sözde yazarı da aynı, sözde dedesi de aynı, sözde da babası aynı, sözde ozanı da aynı, sözde sanatçısı da aynı…
(Sözüm yüreğiyle, özüyle, kalemiyle, sazıyla, sesiyle bu toplum için çıkar beklemeden hizmet edenlere asla değildir, elbette. En azından onlardan birisi de benim ve tanıdığım nice onurlu insan var. Ama bu çıkar ağı çok büyüyor, benim kaygım bunun tüm toplumu kuşatmasıdır.)
OTURDUĞUN YERİ PAK ET, YEDİĞİN LOKMAYI HAK ET
Durup düşünüyorlar mı acaba bu insanlar; bana yazar diyorlar, bana bilim insanı diyorlar, bana dede diyorlar, bana baba diyorlar, bana ozan diyorlar, ben bu kurumların başındayım mademki…
Gerçekten kendi öznel dururum dışında, bunca söz söylüyorum, Alevileri ağzıma alıyorum, ben gerçekten ne yaptım bugün Aleviler için, Alevilik adına?
Somut olarak ne yaptım, acaba? Diye düşünüyorlar mı?
Hazırcı, gösterişçi, çıkarcı insanlar…
Bilim insanı, yazar, dede, baba, ozan, kurum başkanı etiketlerini kullanıp işleri güçleri Aleviler adına Alevilik adına sözde temsiliyeti olanlar ne yapıyorlar bu toplum için?
Ellerini taşın altına koyuyorlar mı?
Bazı yazarlara bakıyorum gerçekten üzülüyorum; kes, kopyala, yapıştır mantığı ve epey bir maymun iştahı var; aynı kalıp, aynı zihniyet, hemen hemen aynı basmakalıp sözler bazı isimleri değiştir yapıştır, yapıştır gitsin… Kitap yazmış ol, yazı yazmış ol… Adamın Alevilikle ilgisi yok, Alevi değerlerini nasıl yaşadığı belli değil, bir yerlerden aldığı sözleri büyük bir maharet olarak biraz da sözde felsefi yaldızla süsle süsle sat… Emek vermeden, inanmadan halka pazarla dur…
Nasıl olsa soran sorgulayan yok, nasıl olsa hazırcı bir toplum, gökten ne yağsa kabul edecek, sorgulama gücü ortadan kalkmış kendisi gibi bedavacı bir toplum yaratılmış. Düzen yaratmış bunu, sistem yaratmış, zaman yaratmış, önemli değil… Sormaz, sorgulamaz; cemevlerinde, Alevi kurumlarınde ne oluyor, ne bitiyor umurunda mı dünya?
Bugünün Alevi Kitlesi: sözde eleştirdikleri Sünni’lerin, camii cemaatinin tüm özelliklerini şimdi kendileri gösteren/ yapan; yediği ekmeğe, geçirdiği güne bakan, hiçbir üretimde bulunmayan, düşünmeyen, okumayan, sormayan, sorgulamayan “Aleviler aydındır, Aleviler çağdaştır” yaldızlı sözlerinin ardına sığınan, gittikçe kendi öz değerlerini yaşamak yerine yaşıyormuş gibi yapıp, bu değerleri tüketen, gününü gün etme yarışında olan bir boş kitle…
Derinlik, muhabbet, sohbet, erenler yolu…
Bunları ne yapacak bugünün kitlesi; bir sahte şeyh, sahte bir ana, sahte bir dede, bir sahte ozan, sahte bir hokkabaz baba yeter de artar bu topluma…
Saz çalsın, gözyaşını döktürsün, gönlünü hoşlasın, nereden gelmiş önemli değil karnı doyacak bir lokma bulsun, tümü bu kadar…
Alevilik bu mudur?
Eleştirmeyen, sormayan, sorgulamayan, okumayan, düşünmeyen, gelen lokmanın Hakk lokması olup olmadığını önemsemeyen bir kitle Alevi kitlesi midir?
Alevilik / Bektaşilik adına yapılan onca yanlışa ses çıkarmayan bir kişi gerçek bir Alevi olabilir mi, gerçek bir Bektaşi olabilir mi?
Üzerinde oyunlar oynanırken, kendisi hakkında çeşitli tarihi kararlar verilirken, bazen iktidarın her türlü oyununa göz yumulup çıkar beklentileri bitmeyen sözde yönetimlere ses çıkarmayan halkımız nasıl bir halk yığını olmuştur?
Bazı sanatçılar gibi sosyal medya üzerinden bir hayranlar kitlesi yaratan, bazen fanatikleri tarafından putlaştırılan bu sözde pirler, sözde babalar, sözde kurum başkanları bu toplumu ateşe de atsa umursamayan bu kitle yani sağırlaşmış, körleşmiş, uyuşmuş kitle midir, Alevi kitlesi?
Aleviler böyle mi olmaya başladılar yani?
Nereden gelirse gelsin, Hakk lokması mı, İmam Hüseyin’in kellesini kesenlerin verdiği yezit lokması mı, içine haram katılmış, gözyaşı olanların lokması mı? Önemli değil, günümüzü gün edelim, biz yememize içmemize mi bakalım?
Kimisi belediyeler üzerinden, kimisi Muaviye iktidarı düzeni üzerinden nereden gelirse gelsin biz yutmaya hazırız, mı denilecek?
Hani ulu erenlerimiz “oturduğun yeri pak et, yediğin lokmayı hak et” diyorlardı?
Ne oldu bu kutlu söze?
Oturulan İmam Hüseyin’in postuydu hani?
3-4 evlilik yapmış, gelen Hakk’ın rıza lokmasını elinin tersiyle iten, harama / helale bakmadan her türlü hile / hurda karışmış lokmayı yiyenler dede midir?
Çıkar için her koltuğa oturan, paradan, puldan, mevkiden başka gözü bir şey görmeyen, insanlara iftiralar atabilen, gönülleri kıran, despot bir yönetici gibi davranan sözde dedeler bu inanca ihanet etmiyorlar mı?
Yani altına pisleyenlerin bu postlarda oturmaya yetkileri ve hakları var mıdır?
Yedikleri lokmayı hak ediyorlar mı; bu toplum, bu dedeler ve de bu sözde kurum başkanları?
Soran yok, sorgulayan yok. Aklayan yok, paklayan yok… Yolun gerçek sahipleri de bir köşelere sinmişler olanı biteni sesleri boyunlarına binilip kesilmişçesine “ne yapalım, zaman böyle” deyip izliyorlar.
Unutmayın ki gerçek pirler, gerçek yazar ve aydınlar, gerçek yol erenleri tüm bunların gerçekten de vebali sizin üzerinizdedir. Yanlışlara karşı çıkmayıp, karanlıklar içinde kaybolup Alevi – Bektaşi erdemlerini ortaya koymayanlar bu yanlışları yapanlardan daha kabahatlidir.
Muhabbet ehline aşk ile…
Ayhan Aydın
27 Kasım 2021