DOÇ. DR. GÜL KIZILCA YÜRÜR
CAN TV. - ERENLER KATARI
AYHAN AYDIN
GÜL KIZILCA YÜRÜR
Geleceğe muştuğu, güzel günleri öğütleyen, bir hayal ülkesine götüren bizleri masallardır. Anlatı geleneği ve sözlü kültür bizim ruhumuzu besleyen ana gıdalarımızdır. Öykülerimiz, şiirlerimiz, destanlarımız, masallarımız… Böyle güzel bir coğrafyanın insanlarıyız. Ama aynı zamanda biz, geleneği yaşayan ve yaşatan bir toplumuz. Bir bütünlükte bunu söyleyebiliriz; Anadolu’da yaşayan Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve hepsi Alevisi ile Sünnisi ile Ortodoks ve Katolik inancına sahip olanların tümü geleneğe aktarma peşindeler. Bir gelenek daha var; gelenekler içinde bir gelenek… Hani biz başımız ağrıdığı zaman ilaca koşarız şimdi. Eskiden “ne iyi gelirdi?” dediğimiz zaman mutlaka büyüklerimizin bir çaresi, bizi kurtaracak formülü vardı. “Şu bitki bu derde iyi gelir. Şunu şöyle yaparsan iyi olursun.” derlerdi ve derler. Dolayısıyla halkın bilincinde bir iyileştirme kültürü vardı. Hani şifa diyoruz ya şifa dağıtan yerler, bitkiler, mekânlar, insanlar vardır ya… İnsanoğludur bu acıdan kurtulmak, mutluluğunu sürdürmek ister. Bundan doğalı var mı? Karlı, boranlı dağlar içerisinde insanoğlu işte bu güzellikleri yaratmış. Bir gelenek var etmiş. Sağlık, sağlık gibisi var mı? Yani konu geleneksel tıp, sağaltma kültürü.
Olmaya cihanda bir nefes sağlık gibi… Sağlıklı, sıhhatli günler olsun efendim.
Cana can olanlar, dostluk köprülerini kuranlar merhaba.
Bugün de Erenler Katarı programında işte Anadolu’muzun güzel geleneklerini de yaşatan o güzel insanlarımızın duygu dünyalarına yöneleceğiz. Biraz sizin farklı bulabileceğiniz bir alandan ama hiçte farklı olmayan bir sonuca ulaşacağız. Evet, tıp diyeceğiz, tıp tarihi diyeceğiz, etiği diyeceğiz. Ama oradan da insanımıza insanımızın sağlıklı olma özlemini dile getireceğiz. Bugünkü konuğumuz çok değerli bir bilim insanı Yrd. Doç. Dr. Gül Kızılca Yürür. Altınbaş Üniversitesi’nde birçok ders veriyor. Önü de açık olsun. Önü çok açık çünkü ufku açık. Kucaklıyor herkesi. İnsana ve insanlığa güzellikler vermek istiyor. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
DR. ZEYNEP OKTAY USLU
ERENLER KATARI
AYHAN AYDIN-ZEYNEP OKTAY USLU
CAN TELEVİZYONU, 03.04.2019
A.A: Sevgili dostlar merhaba. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. Yeni bir programda sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Erenler katarı gönüllere girenlerin sevgi, dostluk, barış ülküsüyle hareket edenlerin programı. Dedeler babalar ozanlar, âşıklar program konuklarımız. Ama aynı zamanda akademisyenler, araştırmacılar, yazarlar yani bu geleneği araştıranlar, kayıt altına alanlar, bilimsel bilgileri, verileri bizimle paylaşanlar.Tümünün emeklerine saygılar olsun, sevgiler olsun, muhabbetler olsun. Evet, dostlar. Alevi-Bektaşi yolu, öğretisi, inancı, kültürü dört kıtada yayılmış, milyonlarca insanın gönlüyle hissettiği, aynı zamanda ibadetlerinde, kültür yapılarında var ettikleri, yaşattıkları, büyük, devasa bir evren. Bu evren kıtalar üstü bir evren. İnançlar üstü bir evren. Birçok inancın, kültürün, kadim uygarlıkların harman olduğu Anadolu’da mayalanmış ama dört bir tarafa dağılmış. Özellikle Balkanlar, tabii ki Afrika, Kuzey Afrika, Ön Asya dediğimiz Ortadoğu, Kafkaslar, Horasan diyarından tabii ki Viyana kapılarına kadar getirdiğimiz büyük bir kültür, uygarlık birikimi. Can dostlar, bugün de bu büyük öğretinin, inanç-kültür yapısının boyutları üzerinde sohbetimiz, söyleşimiz olacak. Tarihi derinliklere, temel şahsiyetlerden birisine bir yolculuk yapacağız ama bu öğretinin ve yolun temelde hedeflemiş olduğu bir üst sınıra doğru da gideceğiz. Kamil insan, İnsan-ı Kamil olma olgusu. Evet, bugün çok değerli bir konuğum var. Bilgi dolu aynı zamanda sevgi dolu, önemli bir sima, genç yaşta önemli başarılara imza atmış, gerçekten de bizim sevgiyle, saygıyla ve gururla baktığımız güzel bir genç akademisyen arkadaşımız, dostumuz. Sap olsun, var olsun derslerinden, önemli çalışmalardan zaman ayırıp bize katıldı, programımıza büyük bir renk, aşk ve muhabbet katacak. Evet, Zeynep Oktay Uslu. Kendisi gerçekten edebiyat alanında çalışmalar yapıyor ama ben her zaman söylüyorum, disiplinler arasında güzel bağlantılar kuranlar daha kalıcı çalışmalar yaparlar. Bir yetenektir. Her zaman vurguluyoruz, bizim toplumu kurtaracak olgu bilime, bilimsel çalışmalara önemvermektir diyoruz. Tarih bilmeden de olmuyor. Edebiyat olmazsa olmazımız. Bütün millet için söylüyorum bunu. Ama aynı zamanda yabancı diller bir araştırmacının bir akademisyenin en önemli güç kaynaklarından birisi. Birçok kaynaktan yararlanması, beslenmesi, kendi çalışmalarını taçlandırması daha ileri boyuta ulaştırması onlarla mümkün. Çok sevgili akademisyen hocamız, değerli konuğumuz da Sorbonne Üniversitesi’nde doktorasını yapmış aynı zamanda Osmanlıca, Arapça, Farsça bilen, İngilizce, Fransızcaya hakim ve bu konuda da çeviri kitapları olan bir değerimiz. Özellikle Kaygusuz Abdal üzerine, Alevilerin, Bektaşilerin büyük ozanı Kaygusuz Abdal üzerine de önemli çalışmaları var. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Z.O.U:Hoş bulduk, çok teşekkür ediyorum bu davetiniz için.
A.A: Evet, Nasılsınız hocam?
Z.O.U: İyiyim, teşekkür ederim.
A.A: Evet, Hocamız şu anda Boğazda o güzel sulara nazır Boğaziçi Üniversitesi’nde, Türk Dili Edebiyat Bölümü’nde Halk Bilimi dersleri veriyor, öyle mi hocam?
Z.O.U: Evet.
A.A: Ama aynı zamanda Arapça dersleri var, diğer dersler var, sadece tek dersle yetinmiyorsunuz.
Z.O.U: Osmanlıca veriyorum, Halk Edebiyatı dersleri veriyorum, bir de Tasavvuf dersleri veriyorum.
A.A: Harika, işte tam aradığımız dersler. Evet, Şahkulu Sultan Dergahı’nın akademi derslerinde güzel sunumlarınız oldu. Kitap fuarında ve diğer etkinliklerde de sizi gördük, çok güzel. Değerli hocam bugün sizinle dakikalarımızın çok güzel geçeceğini, izleyenlerimize de çok güzel mesajlar vereceğimize, bilgiler vereceğimize inanıyorum. Sevgili izleyenler, Aleviliğin-Bektaşiliğin önemli olguları var. Daha önceki programlarda da belirtmiştik, Alevilik-Bektaşilik sadece sözlü kültürle gelen ve onunla beslenen bir kültür ve yapı değil. Aynı zamanda yazılı kaynakları da olan bir öğretidir. Biraz bunlara değinelim, konumuz gereği sizleri aydınlatmaya çalışalım. İlk önce oradan başlayalım çok sevgili hocam, konuları açarız. Peki, yazılı kaynak diyoruz, yazılı belge, bilgi diyoruz, uygarlık tarihi açısından da bu çok önemli. Yazılı kaynaklar olmadan bilgiler kalıcı bir şekilde derli toplu aktarılamıyor. İnsanoğlu yazıyı bulduğundan bu yana devrim yaşamış ve kültürde böyle var olmuş, bilgiler de böyle aktarılmış. Genelde böyle, özelde Türkiye’ye bakalım. Çerçevemizi Türkiye üzerinden, Osmanlı üzerinden, bu topraklar üzerinden sürdürelim. Aslında önemli, İslam açısından da Türk tarihi açısından da hiç de yabana atılmayacak tarihi kaynaklarımız var. Yazılı bir kültürümüz var diyelim, öyle mi, bizim geçmişten bugüne?
Ruhi Su, 35. Ölüm Yıldönümünde Aynı Aşkla, Aynı Hasretle...
Ruhi Su
Ruhi Su (20 Ekim 1912 – 20 Eylül 1985), birçoğumuzun ortak sevdasıdır.
O, sadece kendi özellikleri, birikimleri, farklı yönleri olan bir benzersiz sanatçı değil, varlığıyla; yüzyılları aşan, geçmişten geleceğe akıp giden, içinde Anadolu'nun, Rumeli'nin ve cümle insanlığın ortak acılarının bulunduğu bir ölümsüz ses ve nefes, bu toprakların yetiştirdiği en büyük değerlerden birisidir.
Onun ruhu, yüreği derinlikler içindedir, aşk ve benzersiz sevdalar içindedir.
Her daim düşünceleriyle ve sanatıyla halkının devrimci halk mücadelesi içindeyken de, zeybeklerle oyun havalarını, kuvay-ı milliye destanıyla savaşların kulakları sağır eden asker çığlıklarını, Yemen Türküleriyle çok uzak topraklardaki çok acı ve sessiz iniltilerini dünyaya haykırmıştır.
Yunus Emre'nin en benzersiz sesi o olmuştur. Onu dinleyip de Yunus Emre'nin deyişlerinden - şiirlerinden etkilenemeyecek ne inançlı ne de inançsız bir insan olabilir mi?
Onun benzersiz bir sesi vardır, benzersiz hislerle söylediği türküleri; Anadolu insanın hiçbir ayrım yapmadan tüm kesimlerinin ortak sevdalarını, tasalarını, ayrılıklarını, dertlerini, umutlarını ve aynı zamanda acılarını dile getirir.
Türkülerin en usta yorumcularından birisiyken, hem halk ozanlarından beslenmiş ama aynı zamanda da, almış olduğu eğitimin de etkisiyle, müziğin evrensel tınılarını bu halk kültürü birikimleriyle bağdaştırmasını başarmış, "yerelden evrensele" denilen olguyu müzikte en başarılı bir şekilde uygulamış bir müzik dehası, benzersiz bir iç evrene sahip en büyük sanatçılarımızdandır.
İsmi çok veya az bilinen veya halka mal olmuş sayısız ozanın şiirlerini de onlara yeni bir renk katarak seslendirmiş, şiirin de halk tarafından sevilmesine öncü olmuştur.
Müziğin ve şiirin evrensel yönünü yine insanlığın ortak acılarını dile getirmek için kullanırken Ruhi Su, gerçek bir devrimci olarak hiçbir şekilde kin, nefret ve bir umutsuzluk içine düşmeden her daim yaşamı, yaşama aşkını ve umudu halkına ve insanlığa taşımıştır.
Onun tüm seslendirmeleri, kasetleri, cd.'leri bu toprakların en büyük halk hazinelerinden birisidir.
O bu toprakların bir nevi yazılmamış tarihini ortaya koyan bir kültürün ana taşıyıcı unsurlarından olan türkülerin sadece bir benzersiz yorumcusu değil, bu toplumun hafızasını benzersiz sesiyle kayıt altına almış bir büyük kültür emekçisidir de.
Alevi - Kızılbaş deyişlerini, semahlarını ise kendine özgü yorumlarla benzersiz bir şekilde kasetlere okumuş, bir kısmının yok olmasını engellemiş, gelecek nesillere benzersiz bir hazine bırakmış, erişilmesi imkânsız bir doruk noktaya oturarak sonsuza kadar yaşamayı hak etmiştir.
Anısı önünde büyük saygıyla eğiliyorum...
Ayhan Aydın
19 Eylül 2020
Alevi yazar Aydın: Bugün Alevi-Bektaşi kitlesi; inancını, kültürünü yaşatma konusunda çok duyarsız kalmaktadır
Alevi yazar Aydın: Bugün Alevi-Bektaşi kitlesi; inancını, kültürünü yaşatma konusunda çok duyarsız kalmaktadır
Alevilik araştırmalarıyla tanınan Ayhan Aydın, 30 yıl öncesine göre Aleviler'deki heyecanın kalktığını öne sürdü
Salı 8 Eylül 2020
© The Independentturkish
Yazar Ayhan Aydın, 30 yıldır saha çalışmalarıyla Alevilik ve Bektaşilik konusunda çok sayıda araştırma kitabına, makeleye imza atmış tanınan ve bilenen bir isim.
Kendisi de Alevi olan ve farklı Alevi kurumlarında yöneticilik görevlerinde bulunan Aydın, geçen 6 Eylül Pazar günü sosyal medya hesabı üzerinden paylaştığı yazısında "Gelecek hesap soracak" başlıklı yazısında Alevi-Bektaşi kamuoyuna yönelik eleştirilerde bulundu.
Günümüzde Aleviliğin-Bektaşiliğin daha iyi anlaşılması için gerekli çalışmaların yapılmadığını öne süren Aydın, "Kimseyi küçümsemek haddime değil. Ama 30 yıl az bir zaman değil, bunları görüyorum, Alevi - Bektaşi toplumu her konuda yerinde saymakla kalmıyor, her alanda geri gidiyor" ifadelerini kullandı.
Söz konusu yazısının ardından görüştüğümüz Ayhan Aydın'a eleştirilerinin nedenlerini sorduk.
Soru ve cevaplar şöyle:
"Öğretiyi bugün Alevi-Bektaşi toplumu yaşatamıyor"
Son yazınızda Alevi ve Bektaşi kamuoyuna yönelik ciddi eleştirilerde bulundunuz. Bu eleştirileri yapma nedeniniz nedir?
Yüzyıllar boyunca çok geniş bir coğrafyada bazı farklılıklarla da olsa çok canlı, dinamik bir şekilde yaşayan Alevi Bektaşi Yolu, kendisini var eden değerlerin getirdiği zenginliği ve bugün yeteri kadar var edemiyor, sorumluluğunu yerine getiremiyor.
Bir Alevi - Bektaşi nasıl yaşar, ne yapar, ne yapmaz, ne yapmamalıdır, dünya-yaşam farklı inançlar karşısında nasıl bir tavır alır tüm bunlar yıllar içinde yenilenerek Alevi-Bektaşi öğretisinde ortaya konulmuştur.
Alevi-Bektaşi öğretisi statik değil, dinamiktir; yerel değil evrenseldir; eril değil herkesi 'can' gören cinsiyetçi yaklaşımı aşmış çağcıl bir yoldur. İşte böyle bir öğretiyi bugün Alevi-Bektaşi toplumu yaşatamıyor, var edemiyor. Benim sıkıntım, sorunum, üzüntüm bundandır.
Çırpınıp Ölsem Sevdalarda
Çırpınıp Ölsem Sevdalarda
Ayhan Aydın
Bir şairin yüreğinin derinliğini, enginliğini yeryüzünde ölçebilecek hiçbir ölçü birimi yoktur. Apansız sevdaların insanıdır şair. Anlık denen, rüzgârla gelen, başka bir zaman boyutuna geçer gibi, bir başka âleme sürükler gibi sizi alıp götüren hislerin; benzersiz, tanımsız duyguların tercümanıdır şair.
Şairdir o, sözcükleri kullanırken hiç acıması yoktur, bir beklentisi de olmaz onun.
Şair şairdir, söze duygu katmışsa, sizinle ilhamını paylaşmışsa, şu ayağınızı bastığınız topraklar üzerindeyken sizi alıp başka bir yere götürmüşse onun yazdıkları şiirdir.
Yüreği engin ve sevgi dolu Metin Aybek dostumuzu epey bir zamandır tanıyorum. Emekçi bir insandır, işine sadık, işini çok seven dürüst bir memur arkadaşımızdır o. Ama onun arşınladığı yollar, dar kaldırımlar, nice nice binalar ve insan yüzleri onda her şairde olduğu gibi farklı renklere bürünür. Ama o diğerlerinden farklı olarak; sevgini, sevdasını, aşkını, yaşadıklarını veya yaşayamadıklarını dizelere döker, bize sunar.
Kitabın başlığı bile yetiyor aslında onu anlatmaya: Çırpınıp Ölsem Sevdalarda.
Sevda bambaşka bir şey; arı, duru, özden gelen yalın, karşılığı olmayan, değeri ölçülmez bir duygu hali. O aşkla yanayım da, sevda içinde olayım da, ölmüşüm, kalmışım bir önemi yok, diyor.
Sevdayı yaşama isteği, özlemidir ozanın çektiği, bülbülün zarı ve avazı gibi.
Hislerle dolu olmak ve o hislere başkalarını ortak etmek… Kederini, tasasını, özlemini dizeler, satırlara dökmek. Bir ilkbahar neşesi, bir güz hüznü gibi yüreğinin rengini uçan kuşun kanadına, sararan yaprağın üstünü yazabilmektir şiir.
Metin Aybek dostun şiirlerini severim, beğenirim. O aynı zamanda anılarını çok güzel anlatan, dostluğa, arkadaşlığa önem veren bir güzel yüreğe sahip bir yazardır.
Okuduğum bu kitapta da ozan bizi kendi dünyasına doğru götürürken, sevdalardan, hüzünlerden, yaşanmışlıklardan duygu dolu ve gizemli hislerle bizi besliyor.
Yüreğine, kalemine sağlık sevgili dost…
Şiirin bol, dostlukların, arkadaşlıkların daim olsun…
Metin Aybek, Çırpınıp Ölsem Sevdalarda, Kora Yayın, Şiir, 101 Sayfa, Haziran 2019, İstanbul
BİR ŞARKI YAZ
Bir şarkı yaz gülüm
Kederli olsun
Sıcak yaz günlerinden
Haberli olsun
Essin rüzgâr gülünden
Serinletici olsun
Bir şarkı yaz gülüm
Denizlere hâkim
Martıların çığlığı olsun
Bir ağıt yak gülüm
Bosna Hersek’ten
Hürriyetin çığlıkları olsun
Bir destan yaz gülüm
Tüm dünyaya haber olsun
Barış gelsin yaşlı gözlere
Bir şarkı yaz gülüm
Gülümseme gelsin herkese (Sayfa: 5)
TUTSAKLIĞIM
Bir şişe içine
Hapsedilmiş gemiyim
Yüzerim
Denizsiz sularında tutsaklığın
İyotsuz pullarında
Kazınırım balıkların
Bir martı çığlığında
Uçarım
Gemi güvertelerinde zamanın
İyot kokmalı mı
Gözyaşlarım
Bir şişe içine
Hapsedilmiş gemiyim
Yüzerim denizsiz sularında
Tutsaklığın!... (Sayfa: 52)
Harabati Baba Tekkesi Bir Özet Tarih
Makedonya’da Bir Erenler Ocağı
Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesi
(Ayhan Aydın)
“Sersem Ali vardı Pir’e dayandı
Çerağımız kırk budaktan uyandı
Mürşit olan her boyaya boyandı
Hünkâr Hacı Bektâş, Pir’im Hü deyü”
(Sersem Ali Dedebaba)
Bektaşilik
Olgun insan (insan-ı kâmil) olma yolunda, kişinin tasavvufi olarak ve gündelik yaşamda izlemesi gereken öğretiler bütünlüğü olan Bektaşilik, yüzyıllar boyunca Alevi – Bektaşi erkânını, usullerini, sistemini iyi bilen inanç önderi, erenler sayesinde büyük bir coğrafyada yayılmıştır.
Anadolu’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkaslar’dan Afrika Mısır’a kadar 34 ülkede varlık gösteren Bektaşilik; inanç merkezleri olan tekkelerde (dergâhlarda), babaların rehberliğinde dervişlerin ve muhiplerin yolu yaşamaları ve yaşatmalarıyla bugünlere kadar gelmiştir.
Bugün de yine ABD’ye kadar uzanan birçok ülkede, Hacı Bektaş Veli’nin, Pir Balım Sultan’ın koyduğu ilkelerle Bektaşilik varlığını sürdürmektedir. Hacı Bektaş’ın; “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”, “Kadınlarınızı okutunuz.”, “Her ne ararsan insanda (kendinde) ara.”, “Bizim ocağımızda çiğler pişer, açlar doyar, dergâhımızdan barış güvercinleri uçar.” diyen ve 72 millete bir gözle bakmayı öğütleyen ilkeleriyle, Bektaşi çerağları, “Hakk – Muhammed – Ali” ve dünya insanlığının barış dilekleri için yanmaktadır.
Türkiye’de doğup gelişen, hangi kökenden olursa olsun, insanı insan bilen, dil, din, inanç, cinsiyet ayrımı yapmayan, her insana kapısını açan Bektaşi Öğretisi, bugün Balkanlar’da tekkelerde canlı bir şekilde yaşanmaya devam etmektedir.
Bektaşi Tekkesi
Bektaşi öğretisinin yaşandığı ve Bektaşi olanların yanı sıra herkesin gelip ziyaret edebildikleri tekkeler, bu inançla doğrudan ilgilenen ve inanç önderi olan derviş, baba, halifebaba, dedebaba ünvanındaki Bektaşi öncülerinin yaşadıkları mekânlara verilen isimdir.
Bir Bektaşi tekkesinde sosyal ve inanç dünyasının yaşaması için on iki kadar bina bulunabilir. Meydanevi’nde, inanç günlerinde ibadetlerini yapan Bektaşiler, her türlü eğitim için de bu tekkeleri bir okul gibi kullanırlar. Tekkelerin arazileri, binaları muhiplerin, dervişlerin yola bağlılıklarının sınandığı, Bektaşilikle ve yaşamla ilgili hayat boyu kendilerine lazım olan gerekli bilgileri edindikleri bir eğitim- öğretim yuvalarıdır. Buradaki tüm işler burada hayat boyu yaşamlarını sürdüren Bektaşi canlar tarafından yerine getirilir. Hayat boyu kendisini bu yola ve tekkeye adayan Mücerret (evlenmeden tüm hayatını bu yolda sürdüren) dervişler, babalar yedi yüz yıl bu ideallerle var olmuşlardır.
Kendilerine vakfedilen arazilerden elde edilen gelirlerle ve ürünlerle bir yıl boyunca orada yaşayan herkesin ve misafirlerin iaşelerinin temin edildiği tekkelerde aynı zamanda birçok ozan, sanatçı da yetişmiş, çevre yerleşim yerleri için de buralar bir yaşam kaynağı olmuştur.
Tüm Balkanlar’da halen ayakta kalmış, tüm birimleriyle hizmet yürütme kapasitesi olan ender Tekkelerden birisi de Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesidir.
Harabati Baba Tekkesi
Tarihsel Süreç
Kuruluşu 480 yıl önceye kadar giden Makedonya'nın Tetova (Tetovo – Tetobo) Kalkandelen kentindeki Sersem Ali Dedebaba, yaygın ismiyle Harabat Baba Tekkesi, tüm Balkan coğrafyasında en iyi korunup ayakta kalabilmiş, aynı zamanda Bektaşilerin dünyadaki en önemi inanç merkezlerinden birisidir.
26 bin metre kare alanı, ayakta kalabilmiş 9 hizmet binasıyla Harabati Baba Tekkesi, tüm Makedonya'da, Osmanlı döneminden kalma en önemli tarihi yapılardan birisidir.
2002'den beri, Bektaşileri yok sayan bir zihniyet tarafından bir işgali yaşayan Harabati Baba Tekkesi'nin bugün tümden Bektaşilerin elinden çıkması gündemdedir. Tüm dünya Alevi - Bektaşi toplumu ve kuruluşları ortak bir eylemlilikle bu gidişi değiştirmek zorundadır.
Şu anda kabir taşları dergâhın içinde olan, nice nice babaların hizmet yürüttükleri bu manevi yapı, tarihsel olarak 1800'lü yıllarda kendisi de bir Bektaşi olan Recep Paşa'nın ciddi yardım ve katkılarıyla mevcut halini koruyabilmiş Harabati Baba Tekkesi, Yugoslav Halk Cumhuriyeti devrinde, Tito döneminde, müzeye dönüştürülmüştür.
1945'de, Farsça'dan kitap çevirmiş, dört dil bilen buradaki son önemli Bektaşi babası Mücerret Kazım Bakali'nin doğum yeri olan Kosova Jakova'ya zorla gönderilmesiyle tekkede bir boşluk doğmuş, Bektaşiler kendi evlerine ibadetlerini yapmaya başlamışlardır.
Baba Tayyar Gaşi, sonradan baba olan sonradan baba olan Derviş Tahir Emini, şu anda Tekkenin inanç önderi- dervişi, o zaman muhip Abdülmmütalip Bekiri ve bir takım önder isimler, 1994'de öncü olup tekkede tekrar hizmetlere başlamışlardır.
2000 yılında, Baba Tahir Emini, Makedonya Devleti'ne resmen başvurarak Bektaşiliğin yasal olarak tanınmasıyla ilgili dilekçesini vererek, Harabati Baba Tekkesi'nin de, Makedonya Bektaşiler Birliği Merkezi olarak tasdik edilmesi için yasal süreci başlatmıştır. Bu kayıtlama yerine getirilmiştir. Fakat bölgedeki savaş bir belirsiz ortam yaratmıştır.
Uzun yıllar boyunca burada “Baba” olarak hizmet yürütmüş Edmond Brahimaj (Baba Mondi) Harabati Baba Tekkesi’ndeki tüm gelişmeleri yakından izleyen ve müdahil olan kişidir. Tüm Bektaşi camiasında çok sevilen – sayılan Hacı Reşat Bardi Dedebaba’nın Hakk’a nail olmasından sonra (2 Nisan’da 2011’de Hakk’a yürüyor.)
Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nde Bektaşilerin inanç önderi olarak posta oturan Edmond Brahimaj (Baba Mondi), (19. 05. 1959 doğumlu. 2011’de Dedebaba oldu) bugün de yine Harabati Baba Tekkesi’yle ilgili yasal gelişmeleri takip etmektedir.
Tekke’de Yaşanan İşgal
15 Ağustos 2002 tarihinde, şu anda tanıkları hayatta olduğu gibi, 50 kadar insan, silahlarla Harabati Baba Tekkesi'nde Bektaşilerin ibadet mekânı olan meydanevini (cemevi) basmışlar, buradaki canları ölümle tehdit ederek oradan kovmuşlar, tahd-ı Muhammidiye, post, çerağ gibi Bektaşiliğin kutsal simge unsurlarını da dışarı atıp ezan okuyup, namaz kılmaya başlamışlardır.
Bektaşilere yapılan baskı, zulüm, hakaret o tarihten bu yana devam etmektedir.
Tekkedeki meydanevi'nin bacasına hopörler takılıp beş vakit ezan okunmuş, yöredeki insanlara baskı, ikna ve türlü vaadlerle sahte bir camii cemaati yaratılmış, daha önce buranın yolunu bilmeyen insanlara, "kafir Bektaşilerden" burayı kurtarıyoruz, burasını en iyi şekilde yeniden inşa edeceğiz, deyip propaganda yoluyla her geçen gün işgal hareketi genişletilmiş, burada direnen bir avuç Bektaşi türbelerin bulunduğu alana hapsedilmiştir.
Bu arada işgal ve baskılarla ilgili Makedon Devleti nezdinde Bektaşilerin yaptıkları tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır.
2010 yılında Bektaşilerin yaşadıkları Türbelerin bulunduğu avluda kundaklama sonucunda çok büyük bir yangın çıkmış, hizmet binası tümüyle, türbe yapıları önemli oranda yakılmıştır. Türkiye'den Bakırköy, Maltepe, Avcılar belediyelerinin katkılarıyla hizmet binası 2015'de tamamlanmıştır.
Günümüzdeki Durum
İslam Dini Birliği isimli kurum Makedonya'da Müslüman toplumunu temsil eden kurum olarak tüm İslam toplulukları adına faaliyette bulunmaktadır. Bu bir iddiadır, gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü Makedonya'daki Bektaşiler farklı bir İslam topluluğu olarak bağımsız bir şekilde Makedon Devleti tarafından tanınmak istenmektedirler.
Haraba Baba Tekkesi'ni işgal edenlerin, sözde bu yasal kuruluşun parayla tuttukları tetikçiler olduğu anlaşılmıştır.
Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği, Makedon Devleti'ne başvurarak, Harabati Baba Tekkesi'nin (işgalci oldukları halde, onca şikâyet olmasına rağmen) kendilerinin bir birimi olduğunu kabul ettirmiştir. Zaman içinde görülmüştür ki, Makedonya Devleti, İslam Dini Birliği'nin her dediğini yerine getirip, Bektaşileri yok sayan tavrıyla evrensel hukuk ilkelerini ve inanç özgürlüğü değerlerini yok saymıştır.
Makedon Devleti’nin Bektaşilerin örgütlenme özgürlüğünü ellerinde alan ve onları Sünni İslam içinde eritmeyi amaçlayan Kuzey Makedonya İslam Dini Birliği’nin tüm baskılarına rağmen, Bektaşiler girişimlerini sürdürmüşlerdir. Makedonya’nın hukuk sisteminin tüm süreçlerine başvuran buradan bir sonuç alamayan ve bağımsız bir şekilde örgütlenme özgürlüğü isteyen Bektaşiler durumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımışlardır.
2018 yılında AİHM. Aldığı kararla Kuzey Makedonya Devleti’nin Bektaşilerin özgürce bağımsız bir şekilde kendilerini ifade edecek örgütlenmelerini kısıtladığına hükmetmiştir.
Bugüne kadar ise Kuzey Makedonya Devleti tarafından bu konuda bir adım atılmamıştır.
Alevi - Bektaşî Kamuoyu'na;
Tarihler boyunca her zaman her inanç ve toplumdan kişinin hizmet yürüttüğü Harabati Baba Tekkesi nihayetinde tüm dünyadaki Alevi Bektaşi toplumunun ortak değeridir.
Arnavutluk Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’yle doğrudan bir bağlantı içinde ve şimdi oraya bağlı olarak hizmet yürüten bu Bektaşi Tekkesi kesinlikle gözden çıkarılamaz.
Bugüne kadar Harabati Baba Tekkesi'yle ilgili çeşitli kişi ve kurumlarımızın ciddi çaba ve gayretlerine rağmen maalesef sonuçta gerekli kamuoyu oluşturulamamış, süreç iyi idare edilememiştir.
Şimdi ise, Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi, Edmond Brahimaj (Baba Mondi) ile birlikte; Balkanlar, Türkiye ve tüm dünyadaki Alevi Bektaşi toplumu olarak; hiç bir kişi, kurum, kuruluş, görüş farkı gözetmeksizin tüm dünya çapında bir büyük hareket başlatılmalı, Harabati Baba Tekkesi'nin elden çıkmaması, Alevi- Bektaşi toplumuna iade edilmesi için uluslararası çapta bir gayret gösterilmelidir.
Türk parlamentosunda, Avrupa parlamentolarında konu gündeme getirilmeli, Kuzey Makedonya Devleti'nin ve Türkiye'nin hatalı, yanlış hak ve hukuk tanımaz, tek taraflı tutumundan vaz geçmesi, Makedonya Devleti'ni burada yaşayan Bektaşi varlığını, âmâsız, şartsız, şekilsiz, olduğu gibi kabul etmesi için baskı oluşturulmalıdır.
Bir tek Alevi - Bektaşi ocağının, tekkesinin, değerinin, varlığının yok olması; Aleviliğin- Bektaşiliğin yok olması anlamına gelir.
Tüm dünyadaki Alevi Bektaşi varlığı bir bütündür; bu yok sayma, bu işgal, bu oyun son bulsun!
Erenler durağı; Sersem Ali Dedebaba - Harabati Baba Tekkesi, 500 yıllık varlığı gibi gelecek yüzyıllara da aynı şekilde teslim edilsin, Bektaşilere bırakılsın!
Harabati Baba Tekkesi tüm dünya Alevi - Bektaşî toplumunun ortak değeridir; onu korumak, yaratmak, var etmek hepinizin görevidir, onurudur...
Haydi, harekete geç, konuyla ilgili herkesi bilgilendir, bilinci artır.
Harabati Baba Tekkesi hepimizin ortak ocağıdır; bu ocağın çırağını tüm dünyada görülecek kadar, hep birlikte daha gür yakalım...
Bu büyük insanlık yolunu çocuklarımıza, gençlerimize atalarımızdan aldığımız güzellikte teslim edelim...
İkrar verdik Hakk Muhammed Ali aşkına
Darına durduk İmam Hüseyin aşkına
Derisi yüzülen Hallacı Mansur
Seyyid Nesimi aşkına
Cümle erenler, evliyalar aşkına...
Harabati Baba Sultan Tekkesi gönüller durağı,
Buraya can baş koyup darı didar görenler aşkına...
Bin muhabbetlerimizle...