AŞIK ALİ ERTEKİN

Öldüğümde baykuş dostum sorarsa

Viran bağlar solmuş yaprak gül benim

Varisimdir mirasıma konarsa

Kuru ağaç boynu bükük dal benim

 

SİVAS DİVRİĞİ / ÇAMŞIHI YÖRESİ OZANLARI

ÂŞIK ALİ ERTEKİN

FELEĞİNEN ŞU CİHANI BÖLEŞTİK

Can dostlar; bir edebiyat sevdalısı ve her gün şiir okuyan birisi olarak ozanların yüreğini çok iyi bilirim. Onlar kimi zaman aziz diye nitelendirilen kutsal insanlar gibidirler, bir nevi ana şefkati denen öz duygu hali vardır onlarda. İnsanlığın yaşadığı, hissettiği tüm duygu yoğunluklarını en derinden duyan, yaşayan ve yazan insanlar olan gerçek ozanlar evrenin şifresini çözenlerdir.

Ozan olmak çok kolay değildir, ozanlar / şairlar yeryüzünde insanlığın ortak değerlerini en benzersiz şekilde yazmış kişilerdir. Ozanların sözlerinin üzerine söz yok gibidir. Anadolu coğrafyasında da halk ozanı dediğimiz kişiler de yeryüzü ozanlık ailesinin birer fertleri olarak ölümsüz dizeleriyle aynı şekilde en öz insan kimlikleriyle bizlere seslenmişlerdir.

Anadolu ozanlar yurdudur. Halk ozanlarımız da daha çok halktan yana, halkın dilini kullanan, kavramları halkın anlayacağı yalınlıkta söyleyen, belli söz ustalıklarıyla, öbek öbek kelimeleri en saf / sıradan / hiçbir eğitimi olmayan insanların bile anlayacağı şekilde; sadelikte, durulukta yazmışlar, söylemişler, benzersiz sesleriyle ve sazlarıyla avaz avaz haykırmışlardır evrene. Ne kadar saf olursa olsun, özü itibariyle duygu yoksa derinlik yoksa “halk ozanı” olarak nitelendirilseler de onların yazdıkları kalıcı olamamıştır, hiçbir zaman da olamayacaklardır.

Son otuz yılana tanıklık ettiğim Alevi / Bektaşi dünyasında halk ozanlarıyla da çok mu çok içli / dışlı oldum. Şimdi bakıyorum, hemen hiç birisiyle bir kez bile görüşmemiş, eserlerini özleriyle kavrayamamış bazı dostlar başımıza ozan uzmanı kesiliyorlar. Yazık ki yazık…

Gerçek ozanların dünyasına girmek çok zordur. Onları gerçekten hissetmek, anlamak, anmak zahmetli bir uğraştır. Onlarla aynı duyguyu, aynı hisleri yaşamayan, hissetmeyen onları tam anlayamaz.

Halk ozanlarımız hemen her konuda şiirler yazmışlar, sazlarıyla bunları seslendirmişlerdir.

İşte Alevi / Bektaşi felsefesinden beslenen halk ozanlarının istisnasız tümünde Alevi – Bektaşi Öğretisinin de derin izleri vardır.

Ama can dostlar; Alevi kimlikli de olsa halk ozanları bir birden oldukça farklı konularda şiirler yazmış, hayatın hemen her alınandan bahsetmişlerdir eserlerinde; doğa, yalnızlık, güzele övgüler, gelecek umudu, savaşlar, yıkımlar, açlık, seferberlik, bahar/ yazı, kışın boranı, çaresizlikler ve daha neler neler…

Sivas ozanlar yurdudur. Ülkemizde sanırım en çok ozanın yetiştiği memlekettir Sivas. Divriği ise bir kültür / medeniyet beşiğidir. Tarihi çok kuvvetli ve derindir. Çamşıhı (Çamşık) Yöresi ise belli bir coğrafi isimlendirme olup Divriği içinde yaklaşık on köyün bulunduğu ve Hüseyin Abdal Ocağı dedeleri ve ozanlarıyla anılan çok bir özel yöremizdir. Halk anlatılarının çok yoğun olduğu, türbeleriyle, ziyaretleriyle, yaşam şekliyle, kültürüyle hele hele de yetiştirmiş olduğu ozanlarla adından çokça bahsettiren Çamşıh bölgesi gerçekte ise belki de yeterince araştırıp tüm değerleri ortaya konulamamış bir halk kültürü merkezi, sandığıdır.

Çok sevgili yazar dostumuz İsmail Metin’in bana hediye ettiği Çamşık Hüseyin Abdal Derneği’nin birer kültür ürünleri olan ve birbirinden değerli olan ozanlar serisini okumayı sürdürüyorum.

 

 

Bir Yaralı Ezgili Yürek: Âşık Ali Ertekin

 

Daha önce ismini duysam da,  şiirlerini yeteri kadar okumadığım, daha Türkçe’si kendisini tanımadığım Âşık Ali Ertekin’in kitabını okuyunca derinden etkilenip, yaralandım.

Hani diyoruz ya işte, ozanlar hep böyle çilelidir, sevdalıdır, dertlerini dizelere dökerler, diye… Şimdi ise onunla ilgili meselenin çok mu çok farklı olduğunu onun yaşamını ve şiirlerini okuyunca anladım, hem çok üzüldüm, hem de efkârlandım.

İsmail Metin’in hazırladığı kitaptan sarsıcı bir şekilde öğrendiğimize göre, çok mu çok yetenekli, okumaya çok meraklı olan Ali Ertekin’in daha küçük yaşta bir onulmaz derdin pençesine düşmüş, hayatının kâbusu onu çocuk yaşta yakalamıştır. Anasızlığının yanında babasını da kaybetmesi, analığının ve bazı yakınlarının, komşularının belli bir süre devam eden ilgisine rağmen Ali Ertekin bir cüzzam hastası olarak derin dertlerle çok çileli bir ömrü sürmüş uzun yıllar onun evi olan hastaneler maalesef ki öldüğü mekan da olmuştur.

Nüfus kâğıdında Gaygısız olarak belirtilse de 1929’da Çamşıhı’nın Başören Köyü’nde doğar Ali Ertekin. Ali Ertekin’ler yörede “Eğnirliler” olarak biliyor. Bu sülale Çamşıh’ına Malatya Arapkir’e bağlı Eğnir köyünden gelmiş. Babası Esef Efendi, annesi İslim’di.

Ali Ertekin ilk büyük acısını 1933’de daha dört yaşında anasını kaybedince yaşıyor. Annesizliğin etkisini zamanla daha derinden hissedecek olan Ali Ertekin çocuklar oyun oynayıp koştuklarında sarıldıkları ana kucağına hasret büyüyecektir. Esef Efendi Başören’den Gutey isimli bir kadınla evlenince biraz rahatlıyorlar. Çok mu çok zeki olan Ali Ertekin yöredeki tek okul olan Şahin Köyü’ndeki okula her gün yürüyerek gelip – gidiyor. İlkokulu birincilikle bitirince babası onu Divriği’deki ortaokula yazdırıyor. Türlü zorluklarla da olsa 1945’de ortaokulu bitiriyor. Zaman zaman bazı hastalıkları olsa da bunu önemsemiyorlar, hastalanmasının nedenini de tam bilemiyorlar.

Yine İsmail Metin’in hazırladığı kitaptan öğrendiğimize göre; Ali Ertekin Divriği Nuri Demirağ Ortaokulu’nu bitirdikten sonra Ağrı’ya yerleşen amcası İbrahim Efendi’nin yanında liseyi okumaya gidiyor. Fakat orada cüzzam (lepra) hastalığı teşhisi konulunca hayatı kararıyor. Çünkü o dönemlerde çok korkulacak, bulaşıcı bir hastalık olarak görülen cüzzam’lıların okuması, çalışması neredeyse imkânsız görülüyor.

Ali Ertekin’in çilesi hiç bitmiyor, her zaman yanında ona destek olan babası da 1957 yılında ölüyor. Bu onun için bir büyük yıkım oluyor. Bir süre analığı Gutey Hanım ona bakıyor. 1963 yılındaki bir hastalığıyla cüzzam gözlerine vuruyor. Gözleri görmez oluyor. Zamanla hastalık ellerine ve yüzüne de vuruyor. Başören köylüleri onunla ilgilenseler de bakacak hiçbir yakını olmadığından çok büyük zorluklar yaşıyor.

İsmail Metin’in anlatımına göre kendisini şiire veren Ali Ertekin’e ilk sahip çıkanlardan birisi yörenin tanınmış Halk Ozanı Mahmut Erdal oluyor.

 

Yaşım on beş idi tutuldum derde

Zalim derdim çekti gözüme perde

Garip kuşlar gibi kaldım bir evde

Garibim halimi görenim yoktur

 

İsimli şiirini Mahmut Erdal 1960’larda besteleyip okuyor. TRT’de programlar da yapan Mahmut Erdal’ın yardımıyla Ali Ertekin’e Ankara’da bir yakın köylüsü sahip çıkıyor. Hastanede tedavisini sağlıyorlar, gözleri açılıyor, bir süre iyi oluyor. Sonrasında tekrar köye dönen Ali Ertekin’in sağlığı yeniden bozuluyor. Gözleri yine görmez oluyor. Büyük sıkıntılar hiç bitmiyor, bir bakanı, yakını olmadığı için iyice perişan olan Ali Ertekin 1974’de ablası Elif’in yanına Kırkgöz Köyü’ne gidiyor. Orada yaklaşık on yıl ablasıyla kalıyor. Ama hastalığı hiç düzelmeyen Ali Ertekin zaman zaman Elazığ’daki Lepra Hastanesi’ne, zaman zaman da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gidip – geliyor. Ama zamanla ablası da çok yaşlanınca ona bakamaz oluyor.

Sonunda 1987 yılında Elazığ Lepra Hastanesi’ne giden Ali Ertekin artık orada kalmaya başlıyor.

En son Hüseyin Abdal ve Çamşıh Halk Ozanları Şenliği’ne 2003’de getirilen Ali Ertekin, burada on gün kadar kalarak hasret gideriyor. Sonunda ise 2004’de Hakk’a nail oluyor.

İsmail Metin’den bugün telefonla elde ettiğim bilgiye göre Elazığ’da vefat eden ozanımız Divriği Çamşıhı’na kendi köyüne Başören’e getirilip defnediliyor.

Gerek yaşamı, gerekse de şiirleri beni derinden etkileyen Ali Ertekin’in yaşam öyküsü büyük acılarla, ızdıraplarla dolu.

Böylesine ezgili bir yürek, böylesine feleğin sillesini yemesine rağmen onun yarenleşen, sohbet eden, ona şiirler yazan ozan az bulunur. İşte gerçek ozanlar / şairler bunlardır. Acıysa da acı…

Bunu gerçekten yaşayıp da yazana ozan denir, şair denir…

Ben de ne hikmetse onun şiirlerini okurken, Derviş Kemal’in, Muharrem Yazıcıoğlu’nun, Aşık İhsani’nin şiir tadını buldum. Gerçek ozanlar belki birbirlerini tanımamış olabilirler, birbirlerinden etkilenmemiş olabilirler ama yaşam onları aynı türden şiirler yazdırmıştır.

Bu kitabı hazırlayıp böylesine bir değerin yok olmasını engelleyen Hüseyin Abdal Derneği’ne emek veren cümle canlara ve kitabı hazırlayıp yayınlayan çok sevgili Av. İsmail Metin’e de çok teşekkür ediyorum.

 

Onun gibi bir değeri yaşatmak da artık hepimize düşen bir görevdir.

 

Ruhu şad olsun, güzel ozanın. Onun kabrini ziyaret etmek de bir görev olsun bana…

 

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum…

 

Muhabbet ehline aşk ile…

 

Ayhan Aydın

18 Ocak 2021

 

(Âşık Ali Ertekin, Feleğinen Şu Cihanı Böleştik, Av. İsmail Metin, Çamşık Hüseyin Abdal Derneği Yayınları, Temmuz 2005, Ankara)

 

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 

GÖRENİM YOKTUR

 

Yaşım on beş idi tutuldum derde

Zalim Felek çekti gözüme perde

Baykuş gibi kaldım yalnız bu evde

Gelip bu halimi görenim yoktur

 

Anam babam öldü kardeşim zalim

Malım mülküm yoktur perişan halim

Hele bu fakirlik beter bir ölüm

Fakirim halimi soranım yoktur

 

Ali Ertekin’im köyüm Başören

Ağlamadık geçmez halimi gören

Kesildi mümkünüm kalmadı çarem

Derdime bir çare bulanım yoktur

 

SUYUNA KURBAN

 

Ne kadar özledim seni Çamşıh’ı

Taşına toprağına köyüne kurban

Burnumda tütüyor ovası dağı

Temiz hava soğuk suyuna kurban

 

Pervasız başı ki aslanlar sende

Aydınlar ermişler yazarlar sende

Seyitler âlimler ozanlar sende

Aslına nesline soyuna kurban

 

Ali Ertekin sana hasretim

Ölmeden bir daha görseydim derdim

Bağrında doğmuş büyümüş ferdim

Dedesi talibi beyine kurban

 

DARI DEDİLER

 

Bir gece Kırkların Cemi’ne vardım

Bırakın da gelsin beri dediler

Dar Mansur olup da darına durdum

Beklesin Mansur’un darı dediler

 

Muhammed Ali’yi orada gördüm

Resulü Ekber’e salâvat verdim

Güneş gibi yanan ışığı sordum

Muhammed Ali’nin nuru dediler

 

Ol İmam Hasan’da tevhide dalmış

Mübarek cemali nura gark olmuş

Hazreti Hüseyin posta oturmuş

Tarikat yolunun piri dediler

 

İmam Zeynel Aba sırada durur

Muhammed Bakır’da selavat verir

Bir elde kaldırmış erkânı vurur

Caferi Sadık’ın eli dediler

 

Musa’yı Kazım’ın katına vardım

Diz çöküp önüne kurbana durdum

Rıza lokmasından bir de ben aldım

Ganidir yesene deli dediler

 

Taki’ye Naki’ye bağlıdır canım

İmam Askeri’ye söyledim halim

Bekleriz Mehdi’yi gelmez sultanım

Gelecek yakındır günü dediler

 

Cümlesi engürden dolu aldılar

Lütfedip bana da lokma sundular

Perişan halime bakıp sordular

Bir dertli kulunuz Ali dediler

 

ZAR OLDUM DİYE

 

Dünyaya geldim de murat almadım

Dertli sinem ağlar nar oldum diye

Bu zalim derdime derman bulmadım

Geçen ömrüm ağlar zar oldum diye

 

Kader acımadı bu genç yaşıma

Felek zehir kattı tatlı aşıma

Bu nasıl kar idi yağdı başıma

Garip başım ağlar kar oldum diye

 

Doya doya seyretmedim âlemi

Tanrı böyle çalmış levhi kalemi

Bozuldu yüzümün şekli cemali

Deli gönlüm ağlar hor oldum diye

 

Kimine yalvardım bir su vermedi

Kimine yalvardım işim görmedi

Bir kimse gelip hallerimi sormadı

Ağlar herkese kul oldum diye

 

Ertekin’im der ki gülmedi yüzüm

Alnıma yazılmış bu kara yazım

Muratsız kapandı her iki gözüm

Ağlar bu gözlerim kör oldum diye

 

BANA NE

 

Bayram gelir büyük küçük dolaşır

Gezen eldir duran eldir bana ne

Dövüş yapıp dargın olan barışır

Hatır gönül kıran eldir bana ne

 

Fakir zengin hepsi keser kurbanı

Yiyip içip herkes sürer devranı

Kimse gelip bana vermez selamı

Böyle devran süren eldir bana ne

 

Gelin kızlar gülüp oynar halayı

Bölük bölük sanki turna alayı

Bayram günü herkes çalınmış kınayı

Ak ellere vuran eldir bana ne

 

Çoluk çocuk neşelenip dolaşır

Kuşlar gibi cıvıl cıvıl kaynaşır

Bayramlaşıp hem sarılıp oynaşır

Şad olup da gülen eldir bana ne

 

Ertekin der ben bir bayram görmedim

Ellerime bir gün kına vurmadım

Eller gibi muradıma ermedim

Muradını alan eldir bana ne

 

BEN OLSAM

 

Yaz bahar gelmiş de karlar erimiş

Derelerin coşan seli ben olsam

Ağaçlar yeşermiş yaprak bürümüş

Yeşeren yaprağın dalı ben olsam

 

Yaylada erimiş kar ile buzlar

Çöllerden göç etmiş turnalar kazlar

Dizilmiş gidiyor gelinler kızlar

Yaylanın o güzel yolu ben olsam

 

Çiçeğe bürünmüş hep kara yerler

Yaylalar o dağlar ovalar çöller

Bahçede açılmış tomurcuk güller

Açılan güllerin harı ben olsam

 

Çocuklar kırlarda dolaşır yatar

Nevruzdan çiğdemden demetler yapar

Bahçede bülbüller şakıyıp öter

Bülbülün Şeyda dili ben olsam

 

Ertekin der ki bakın ne olmuş

Her taraf yeşil örtüye dönmüş

Bütün cümle âlem şad olup gülmüş

Şad olup gülenin biri ben olsam

 

DOLDU HA DOLDU

 

Bir Pazar gününde uğradım hale

Meyveler sebzeler geldi ha geldi

Fakirin haddi mi bunları ala

Kodaman müşteri doldu ha doldu

 

Vaşington Finike Alanya çok var

Amasya elması ilimon muz var

Hepsi de zengin bir müşteri arar

Fakirler şaşırıp kaldı ha kaldı

 

Domates barbunya biber ıspanak

Fasulye marula istedim bakmak

Dediler yanaşma ey fakir ahmak

Zenginler tarttırıp alda ha aldı

 

Semizotu pırasa kereviz pazı

Hepsi de fakirden çevirmez yüzü

Patronun hanımı beylerin kızı

Yükletip hamala aldı ha saldı

 

Ertekin der hale gittin boşuna

Gittin selam verdim turp kardeşime

O da kuyruğunu vurdu başıma

Elimde filem boş kaldı ha kaldı

 

ÇEKER DE ÇEKER

 

Bir gün rastlamıştım ben bir hamala

Semeri sırtında bakar da bakar

Olanca gücünü vermiş tabana

Durmadan yükleri çeker de çeker

 

Lisanından belli doğudan gelmiş

Talihi yüzene bir gün gülmemiş

Sırtına yüz kilo yükü yüklemiş

Ağırlık dizini büker de büker

 

Aslana benziyor o gencin tipi

Omuzunu kesmiş semerin ipi

Boynuna uzatmış bir turna gibi

Zorundan terleri döker de döker

 

Durmadan yoluna ediyor devam

Eline almıştır bir ekmek soğan

Düşünmez yağlıyı veyahut yavan

Bükerek ağzına tıkar da tıkar

 

Ertekin’im der ki fakirin oğlu

Geçimim elinden yüreği dağlı

Elbise yırtılmış hem kirli yağlı

Bir esans misali kokar mı kokar

 

 

Öldüğümde baykuş dostum sorarsa

Viran bağlar solmuş yaprak gül benim

Varisimdir mirasıma konarsa

Kuru ağaç boynu bükük dal benim

 

Neler çektim insafsız kul elinden

Kurtulmadım yobazların dilinden

Arı gibi çok inledim halimden

Boş petekte o kurumuş bal benim

 

Kurtulmadım şu kaderin kışından

Anlatamam neler geçti başımdan

Sel misali gözlerimin yaşından

Coşan dere akan ırmak göl benim

 

Dertli derler dolaşırım dillerde

Bütün ömrüm geçti gurbet ellerde

Ağlayarak nice gizdim yollarda

Gözyaşımdan çamur olan yol benim

 

Ertekin der can tatlıdır bezilmez

Alnımdaki kara yazı bozulmaz

Çilem çoktur kalem ile yazılmaz

Şu dünyada çok dert çeken kul benim

 

 

 

 

Çok çile dolu bir Yaşam

Yaşayacaktır aşkı ile.

Ehl-i Beyt e komşu olan.

Derdi derdi gitti O Sultan.

Selam olsun nura garg olsun ...

Nefes nefese okuduk Ayhan can. (Ayhan Tuncer)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile