BAYRAM ve ACI ŞEKERİ
BAYRAM ve ACI ŞEKERİ
Bayram
Dedemlerin evi dolar taşardı her bayram. Öyle bir iki, beş on kişi filan değildi gelenler. Geleneğin yaşandığı ve yaşatıldığı günlerdi o günler. Çok iyi hatırlamam için on yaşlarında olmam yeterli yani kırk yıl önceyi. Bu uzun yıllar böyle devam etti. Ev büyük ve genişti. Dedemlerin yani bizim evimiz de tam akrabaların ortasında da değildi. Ankara’da Mamak Misket Mahallesi çoğunlukla Sünni inanışlı insanların yaşadığı bir mahalleydi. Bizim Dutluk Deresi’nde birkaç Alevi ev var, belki kendisini gizleyenler de vardır ama sayı fazla değildi. Bir keresinde, çocuk yaşta, bizim evlere mektupları getiren postacıyla rahmetlik babaannemin sokak ortasındaki bir sohbetine denk geldim. “Öyle mi anam, bilmiyordum, öyle bahtiyar oldum ki, ben de Çorum’luyum, demek siz Gümüşhane’densiniz, hiç duymamıştım orada bizimkilerin olduğunu, adım Haydar” demesi bir kurgu değil, böyleydi sohbet. Çok acılar çekmiş yiğit bir kadın olan babaannemin Deniz Gezmişler lafı geçince içlendiğini, gözyaşı döktüğünü, it soylular kıydılar o yiğitlere, dediğini, çok iyi hatırlıyorum. Büyük aşure kazanını bahçenin tam ortasına, yoldan görünecek şekilde koyup, çok kutsal ve büyük bir görevi yerine getirircesine mutlu, gururlu bir şekilde upuzun büyük bir kepçeyle onu karıştırmasını da (babaannem sütte koyardı aşureye) hiç unutamam. Babaannemin her sabah Allah’ın bir emri gibi yol kapısına kadar evin önünden başlayıp bahçeyi süpürürken bazen çok duygusallaştığını, ağladığını, bazen de “sizi Yezitler, sizin ne olduğunuzu bilmez miyim ben, siz dost olur musunuz hiç?” demesini de hafızamdadır.
Ama Çankırı, Yozgat, Çorum vd. yerlerden gelip Misket Mahallesi’nin bu en deredeki tepeler boyunca uzanan gecekondular yığınına sığınan insanlarla tümüyle arkadaşlığımız da, dostluğumuz da, komşuluğumuz da sürer giderdi… Bilmeyen var mıydı tüm çevrede, bizim evin Alevi evi olduğunu, ramazan orucu tutmadığımızı, bizim de solcu ve CHP’li olduğumuzu? Genel sorunlar dışında, kimliğimizden dolayı, uzun ve detaylı bir yazı konusu olmak üzere, ciddi bir sorun olmadan komşuluklar gerçekten de samimi bir şekilde sürdü hep yıllar yılı.
Dedem de, sayfalar yetmez anlatmaya ama uzun sözün kısası, Aleviliğin değerlerini tam yaşayan kâmil bir insan olmanın ötesinde, hiç durmadan okuyan, sorgulayan, sohbetinin tadına hiçbir zaman doyulmayan, herkesin çok sevdiği bilge bir can insandı.
Ah Ahmet Amca, Ah Gülsüm Teyze ne güzel, ne güzel insanlardı, diyen onlarca kişi halen orada yaşıyor; hemen hemen tümüyle enkaz halinde kalıp yeni binaların temellerinde yok olmaya başlasa da o eski insanlıklar, komşuluklar, eski gelenekler, her şey tümüyle bitmiş değil yani.
Sevilen, sayılan, dedelerin gelip bilgi aldıkları yörenin en çok sevilen şahsiyetlerinden Şükrü Aydın’ın, Badıllıların oğlu Ahmet Zemci Aydın – Köyde dedelere rehberlik yapan “Deligiller”in kızı Güssün Aydın’ın evi… Ankara’nın farklı semtlerinden gelen, amcalar, yengeler, yakın akrabalar, uzak akrabalar… Bir bayram yerine dönerdi bu dört odalı han. Ankara’da sanırım Yeniköy ve çevredeki Kırıntı köylülerden gelmeyen kimse olmuyordu bayram günleri dedemlere. Elbette Şiran’ın diğer Alevi köylerinden olan örneğin Şinik’ten Kadir Amcalar, Mamak deresinden tanıdıklar, eşler dostlar ve niceleri, niceleri… Bayramlarda insanları ziyaret etmek çok çok önemli bir kutsal görevdi benim zamanımda.
Bayramın ilk günü, ikinci günü, üçüncü günü, bayram sonrası insan akını sürerdi. Sanırım, her bayram en az iki yüz elli – üç yüz kişi bu haneye uğrardı. Amcalar, halalar, yengeler zaten evin insanları gibiydiler, her zaman ki gibi aynı zamanda hizmet için gül yüzlü rahmetlik babaanneme yardım etmekteydilerler; her gün en az on kez dolup boşalan sofralara, en an yirmi kez demlenen çaylara, kolonya – şeker dağıtmalarına…
Öyle canlı, öyle güzel anılar ki, yazsam gerçekten yirmi otuz sayfa olur sırf bunlar. Bir kere değil, yirmi kere, zaman zaman İstanbul’dan gittikçe de dedemin rahmetlik olduğu 2000’li yıllara, sonrasında Rahmetlik babaannemin vefatına 2008’e kadar hep sürüp gitti bu muhabbet… En çok Mevlüde ve Mine Halamlar da şahittir bu coşkuya, bu sevgiye, bu dostluğa…
Hasret giderme vardı, saatler süren köyün büyüklerinden, yaşanan acı – tatlı anıları tazelemekten, iş – güç- okul konularını konuşmaktan, dertleşmekten, en çok sevdiğim sesi hala kulaklarımda olan Hüseyin Amcamların kızı, balkonda sigara kaçamağı yapan İlknur Ablaların canlı akraba tanıklıklarına, içine bazen inanç bazlı konuların da girdiği tadına doyulmaz nice nice sohbetler vardı…
Bu; herkesin en güzel elbisesini giyme gereği duyduğu, özellikle çocuklar için elden tutulup bazen zorla da olsa götürüldüğü geleneğe uyma; büyük sayma, küçükleri büyükleri tanıtma gereği vardı, bir şeyler ikram etme isteği ve birlikte bir sofradan yemek yeme aşkı vardı, bu eşsiz bayram günlerinde. Elinden gelenin mutlaka tatlı yaptığı, yoksa kilolarla şeker alınan, durumu iyi olanların çikolata da aldığı, bir geleneğin tatlı bir şekilde yaşanma isteği vardı. Ama babaannem mutlak ama mutlaka bayram yemekleri yapar, bir düğün gibi sarma sarılır, oldukça çok hamur işleri açılır, büyük büyük tencerelerle mutlaka ayran – yayla çorbası pişirilirdi.
Bazen de küslerin “haydi, haydi” deyip insanların teşvikiyle barışmaları vardı.
Tatlı vardı, ikram vardı, konu – komşu hakkı gözetme vardı, buraya uğramadan olmaz, diyen beş vaktini hiç kaçırmayan yan komşu Yozgat’lı Şakir Amca vardı…
(Ben de sokaklarda arkadaşlarımla naralar atar, bir o yana, bir bu yana giderdim. Elbette bizler de başka akrabalara ziyaretlere giderdik… Vay be ben de epey büyümüşüm, anlatacak ne anılar var…)
Gelenin Şekerin Tadına…
Benim dedem ve babaannem; şu anda “şeker bayramı var mı, yok mu, bu nereden çıktı, bu bir asimilasyon aracı mı, Alevilik’le ne ilgisi var?” diyen her ne kadar insan varsa istisnasız tümünden daha Alevi, can insanlardı. Her şeyden önce özleriyle, kişilikleriyle gerçek birer Alevi’ydiler.
Benim yöremi de soran olursa, köyüne camii yapılmamış, Hacı Bektaş Ocağı’na (Çelebilere) bağlı Sarıbal Ocağı dede ve taliplerinin yaşadığı, halen şu veya bu şekilde yolunu, erkânını bilen, bunu unutmamış, geleneği yaşayan hiçbir şekilde de asimile olmamış bir Alevi köyü, Gümüşhane Şiran Yeniköy’dür.
Aleviler’de Şeker Bayramı var mı, bu nereden çıktı, bizde böyle bir şey yok kardeşim, diyen, Alevilerin tümü için konuşan, ahkâm kesen sevgili dostlar; bırakın bu boş konuşmaları, bu boş tartışmaları…
Şeker Bayramı kutlamayı asimilasyona getirmişseniz bizim başınız gerçekten de büyük bir derttedir… Bayram cemi icatları, “İslam Alemiyle birlikte bayramınızı niyaz ederiz” tarzlı yaklaşımlar, iktidara, muktedire, ulu’l-emre itat için kişiliksizleşenler elbette vardır…
Ama bırakın bunları, bu boş, anlamsız, safsata kokan konuşmalarınızı, görüşlerinizi…
Gençlerimize, insanlarımıza güzel kapılar açın, güzel konuşmalar yapın…
Her bir konuşmanız, her bir yazınız hep eleştiri adı altında bir yıkıcılıkla, bir saldırıyla ilgili olmaya başladı…
Her olaya, her gelişmeye, her Allah’ın günü bir bildiri yayınlayıp fetva makamına çevirdiniz kurumları… Eleştirdiğiniz Diyanet’le yarışmayın lütfen…
Örneğin Diyanet’le İŞİD’le, İran Şii Kuşatmalarına kucak açanlarla, Yozlaşan Dedelik Kurumuyla, Gençlerin Eğitimiyle, Geleneğin Yaşanmamasıyla, İşgal Altındaki Harabati Baba Tekkesi’yle daha fazla ilgilenin ama gerçekten ilgilenin örneğin.
Ayrıştırıcı dil kullanarak bazılarınız neye hizmet etmek istiyor, bunu da sorgulamak lazım artık…
Tüm yazılanlar, çizilenler, konuşmalar, eleştiriler “Yol için, Yol aşkıyla, Alevi – Bektaşi Yolu’nda yaşanan sorunlarla ilgili” olmalı…
Birlikte üretip, birlikte paylaşmak… Bir ekmeği sofrada birlikte bölüşmek…
Çok açık söylüyorum, varsa benim de ileri gitmelerim her zaman dara dururum. Ama bakıyorum da, kıymeti kendinden menkul insanların her birisi baş olayım, derken, birilerini, bir şeyleri eleştirme adı altında, kendini ön plana çıkarma hastalığına yakalanmışlar, Yolu, Yolun kurallarını hiçe sayıp, bazen de değerlerini yok ediyorlar…
Bu konuyu irdeleyen, özellikle büyütüp ahkâm kesenlerin bir kısmına bakıyorum; bir yandan Diyanet’e göz kırpan, bir ilahiyatçıyı “mürşit” yerine koyup biat edecek kadar kişiliksizleşmiş ikiyüzlü sahte sözde bazı dedeler, bir ülkücünün ardından gidenler… Bir kısmı yazacak bir konusu kalmamış boş zaman kâhinleri, kendisine vazife çıkaran bazı bezirgânlar, Aleviliğin değerlerinin hiç birisini yaşamayan ama bunun üzerinden geçinen, dalkavuk zavallı kurum temsilcileri…
Yol uzak değil, kurallarıyla, değerleriyle yüzyıllardır atalardan, dedelerden, erenlerden, ozanlardan geldiği gibi ortada…
Bırakın boş boş konuşmayı, atıp tutmayı da Yolu, Yolun değerlerini, ilkelerini, güzelliklerin yaşayın, yaşatın…
İş yapmayan, iş yapmak da istemeyenler ancak bol bol, boş boş konuşur, atar tutarlar…
Halep ordaysa arşın burada, buyurun beyler…
Hepimize düşen bir Alevi olarak Yolumuzu yaşamamızdır.
Yolunuzla, ceminizle, müsahibinizle, görgünüzle, saygınızla, dedenizle, ocağınızla, darınızla, didarınızla, muhabbetinizle, diyelim ki cemevinizle, sorumluluk alanızla, yapıcı olmakla, insan yetiştirmekle, ilim irfan sahibi olmakla, dürüst, ahlaklı – erdemli olmakla, buyurun yaşayın Yolu, Alevi Bektaşi Yolu’nu?
Çok mu zor?
Alevi’yim diyeceksiniz, Alevi Bektaşi Yolu’nun, bu Öğretisinin hiçbir değerini yaşamayacaksınız, ama sözde onun haklarını savunacaksınız, öyle mi?
Sevgili dostlar; işte maalesef ve maalesef ki; son otuz – kırk yılımız da aynen böyle boş boş tartışmalarla gelip – geçti… Ben gerçi bazı anıları da tazelemiş oldum, istemeyerek de olsa bu boş tartışmaya da bir parça dâhil olmuş oldum, üzgünüm.
Zavallı Aleviler, özellikle masum gençler, güzel evlatlarımız, çocuklarımız…
Kimi zaman saf, kimi zaman şuursuz hareket eden gül yüzlü Alevi - Bektaşi toplumu; ne yapsın, belki de başka çıkar yolu bulamıyor, bu kadar oyun içinde bocalıyor, şaşırıyor (benim gibi).
Cahillerin elinde kalmış, içinden Yoluna, Yolunun Değerlerine, Öğretisine uygun insanlar çıkaramayıp birilerine mahkûm kalan, kendisine yeni bir kapı açamayan, her geçen gün daha fazla parçalanan zavallı toplum…
Ne dersin, ne söylersin, ne yaparsın?
Böyle tatlı bayram günlerinde dilimizi eşek arısı sokmayacak kelamlar edebileceğimiz güzel günlerde buluşmak üzere…
Hoşça kalın…
Sürçü lisan ettiysem aff’ola…
(Sözüm; duyarlı, bilinçli, özüyle konuşup – yazan, bu yolun değerleriyle yaşayan can dostlara değildir.)
Sevgi ve muhabbetle kalın…
26 Mayıs 2020
Ayhan Aydın
Rumeliharüstü, Sarıyer