Hüzünlü, Kederli Ama Nerede Ah O Umut Dolu Günler, Köy Enstitüleri
Devamını oku: Hüzünlü, Kederli Ama Nerede Ah O Umut Dolu Günler, Köy Enstitüleri
Ah, Rumeli - Balkanlar; Öz Vatan
Ah, Rumeli - Balkanlar; Öz Vatan
Uçan Kuşuna Sevdalı, Esen Yeline Hasretim...
Ah Rumeli, Ah Rumeli
Sevdandır beni diyar diyar koşturan
Aşkındır damarlarımdaki al kan
Ver deseler düşünmeden tek bir an
Neyim vardır ki başka al sana bir can
Can sana kurban, sana can kurban
Ah Rumeli, Ah Rumeli
Tütünümsün Kaygusuz Abdal mirası
Ak bulutlarla ufkumsun kaderimi yazan
Osman Paşam Pelevne'den çıkmaz
Kadırgalarım Tuna Deltasında yüzmez
Yüzbin tabur gelse kederimi örtmez
Adriyatik'ten Karadeniz'e,
Akdeniz'den Sibirya'ya kadar
Sen benim alın yazımsın, hayat bağımsın
Alevi – Bektaşi Yolu’nu Yaşatan Babalar / Zakirler: Veli Altın Baba
Alevi – Bektaşi Yolu’nu Yaşatan Babalar / Zakirler
Bulgaristan Kırcaali Sürmenler Köyü'nden olup Babalık ve Zakirlik yapan ve Cem Vakfı Cennet Mahallesi Cemevi’nde hizmet yürüten çok sevgili Veli Altın Baba'yla kendi yöre inanç ve kültür dünyasıyla ilgili yaklaşık 2 saat söyleşi yaptık.
Oldukça donanımlı ve birikim sahibi olan Veli Baba doğduğu ve bir dönem yaşadığı yörenin inanç ve kültür dünyasına ilişkin oldukça bilgili bir inanç önderimiz. Türkiye’ye gelip İstanbul’a yerleştikten sonra da, aynı aşkla hizmetlerine devam eden Veli Altın’dan bu uzun soluklu söyleşimizde detaylı bilgiler derledim.
Cemevi’nde yaptığım söyleşi boyunca aralıksız bilgilerini aktaran Veli Altın, Güney Bulgaristan’da yaşayan Alevilik – Bektaşilik, yöredeki köyler, türbeler, ziyaretler, cemler, cem çeşitleri, cemin anlamı, cemdeki hizmetler, sene içendeki Otman Baba Birliği, Sultan Nevruz, Hıdırellez, Muharrem, “52-90” Kavramı, Zakirlik, Babalık, Bir Babanın Seçilmesi, İstanbul’daki Babalar, Şu Andaki Durum hakkında bilgilerini bizimle paylaştı.
Kendisi 50-60 Nefesi ezbere okuyabilen, yöre makamında deyişler de söyleyen Veli Altın aynı zamanda geleneği bugün de yaşatan önemli simalardan birisi.
Daha önce kendisiyle Cem Tv.’de de söyleşi yaptığım, bazı çekimlerini yayınladığım Veli Altın’ın sazı ve sohbetinin ve bir ceminin baştan sonra kayda alınması yararlı olacaktır.
Bir Güzel Buluşma Ve Söyleşi
Bulgaristan Haskova'dan Alan Mahalle'den İstanbul'a gelen gelen çok sevgili Zeki Güneş'le Cem Vakfı Cennet Mahallesi Cemevi'nde buluşup sohbet ettik. Yine aynı yöreden Bulgaristan Kırcaali Sürmenler Köyü'nden olup Babalık ve Zakirlik yapan ve cemevinde hizmet yürüten çok sevgili Veli Altın Baba'yla da yöre inanç ve kültür dünyasıyla ilgili yaklaşık 2 saat söyleşi yaptık.
Yolu yaşatanlara aşk olsun..
Ayhan Aydın
04 Ocak 2021, Salı
İstanbul Büyük Otogarı'nda Köy Enstitüleri ve Hasan Ali Yücel Anma Programı
Köy Enstitüleri ve Hasan Ali Yücel Anma Programı
Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği (KAGEV)’nın destekleriyle, bugün, 13.30 – 18.00 saatleri arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Büyük İstanbul Otogarı’nda gerçekleştirilen Köy Enstitüleri ve Hasan Ali Yücel Anma Programı açıkçası dolu dolu geçti.
Gazeteci Orhan Bursalı, Doç. Dr. Aynur Soydan Erdemir ((KAGEV) Genel Sekreteri) , Dr. Yazar Sadık B. Albayrak ve Aydın Bal’ın konuşmacı olarak katıldıkları etkinlik, aslında şehrin en hareketli yerlerinden birisinde, binlerce insanın şehir ve ülke değiştirdiği bir alanda yapıldı. Kültürler değişirken, Türk eğitiminde çok köklü bir değişimin simgesi olan ve aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçse de halen çok konuşulan köklü bir eğitim seferberliğinin simgesi olan bir kurumun konuşulduğu bir etkinliğin burada yapılması da çok ilginç ama çok anlamlıydı doğrusu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çok önemli bir gayretle ve örnek teşkil edecek şekilde yeniden düzenlediği Büyük İstanbul Otogarı’nın yönetim bölümündeki Hasan Ali Yücel Toplantı Salonu’ndaki etkinlikle birlikte önemli bir fotoğraf sergisi de açıldı. Ben bu fotoğraflardan çok etkilendim. Çünkü buradaki fotoğraflar bir ülkenin yazgısını değiştirebilecek bir neslin umut dolu olmasına rağmen, baltalanan geçmişinin acı hatıralarını da bağrında saklıyordu. Türk eğitim seferberliğinin en büyük devrimci evrelerinden birisi olan Köy Enstitülü Yılların ölümsüz hatıraları, bu milletin hafızasının yok edilemez bir parçası olarak sonsuza kadar bizlere derin öyküler anlatmaya devam edecektir. Belki de bu konuda çok ciddi bir kütüphane yanında, bir müzenin de kurulması gerekir.
Türk Eğitiminin Devrimci öncü isimlerinden Hasan Ali Yücel’in 124. Doğum Günü münasebetiyle düzenlenen etkinlik aslında şehirleri birbirine bağlayan bir mekânda, ellerinde bir zamanlar tahta bavullarla eğitim için seferber olan öğrencileri ve öğretmenleri de birbiriyle buluşturan bir manevi ruha da sahipti. Ama bu organizasyonda önemli bir içtenliği ve emeği olduğu anlaşılan Fahrettin Beşli’nin söylediği gibi, ta o zamanlar yokluğun pençesinde kendisine bir gelecek kurma hayalinde olan köy enstitülü çocukların ana çalışma ve dolayısıyla barınma mekânlarından birisi de otogarlar olmuştur.
Etkinlikte ilk sözü alan Büyük İstanbul Otogarı İşletme Müdürü Sayın Fahrettin Beşli’nin belirttiği gibi, bu etkinlik, tüm Türkiye için çok önemli olan Köy Enstitüleri ve çok önemli tarihi bir şahsiyet olan Hasan Ali Yücel’in anılmasının ötesinde anlamlar ifade ediyordu. Bu etkinlik; Türkiye’nin yaşadığı büyük eğitim hamlesinin anlatılması, yeniden hatırlatılması, geleceğe köy enstitülerinin ruhuyla bakmak için yeniden bir başlangıç ve bu bilincin geleceğe taşınması yönünden de önemi büyük ve çok anlamlı olan bir etkinlikti. Fahrettin Beşli’nin söylediği gibi bugüne kadar köy enstitüleri, köylü çocukların eğitilmesi, onların kurtarılması şeklinde bir algı yaratılmaya çalışıldı. Köylü çocuklarının eğitilmesi aynı zamanda köyü değiştirme ve köyde yapılmak istenen bir reformun parçasıydı.
Pırıl pırıl bir ortamda, gençlerin de işin içine girmesiyle başarılı bir şekilde süren anma etkinliğinde söz alan konuşmacılar; gerek köy enstitülerinin Türkiye’nin çağdaşlaşmasındaki ve eğitimindeki önemine, gerekse Hasan Ali Yücel’in yaşamı, kişiliği, gayretleri ve emekleri konularını gündeme getirdiler.
Anma için seçilen konuşmacılardan önce de; KAGEV Başkanı Prof. Dr. Güler Yalçın, Boğaziçi Yönetim A.Ş. Genel Müdürü Ethem Pişkin, İstanbul Büyükşehir Gurup Başkanvekili Doğan Şubaşı, Hasan Ali Yücel’in kızı Gülümser Yücel de etkinlikte anlamlı birer konuşma yaptılar. Dimağı aydınlıklar içindeki Gülümser Yücel’in yaptığı konuşmada söylediği gibi; ülkemizin bugün içine düşürüldüğü duruma “yabancı güçler” de şaşırmaktadır.
Devamını oku: İstanbul Büyük Otogarı'nda Köy Enstitüleri ve Hasan Ali Yücel Anma Programı
Selçuk Haznedar, Can Dost...
İlk ve Son Karşılaşmamızmış
Selçuk Haznedar Da Göçüp Gitti Bu Zalim Dünyadan…
Son zamanlarda yaşamla ilgili daha çok düşünüyorum. Dün bir hayâsızın yazılarından sonra burnumdan kan geldi… Son zamanlarda başım dönüyor zaten. Bir varsın, bir yoksun dünyası.
Ama niçin varsın, niye yaşarsın bu dünyada?
Candan sevdiğim bir hemşerim olan Kamil Koç sayesinde tanıdım onu birkaç ay evvel. Avcılar’da bir araya gelmiş, saatler boyunca süren, yürekten ve özden gelen duygularla kavuşmuştuk. Anlaşmış, sözleşmiştik bir daha, bir daha bulaşmaya. İşimiz, sevdamız bu zaten; yani insan öyküleri dinlemek, derlemek… Çektiği onca çilelerini, hayallerini, düşlerini bana anlatacaktı.
Ama öyle yarım kalır hayatlar, öyle yarım bırakır yüz üstü seni, yaşam denen bilinmez dehliz, çevirir acımasız çarkını her gün bir acıyla seni üzer, üzer, üzer durur…
Devrimci, çevreci, yüreği sevgiyle çarpan, kendinden çok insanı, insanlığı, toplumu, ülkesini, çevreyi düşünen bir can insan, canlar canı eşi bulunmaz bir nazlı insan… Hayatın çilesini çok çekmiş yaralı bir yürek, hayalleri elinden alınmak istenmiş mazlum bir insan… Selçuk Hazinedar… İşte insan bunları görünce isyan ediyor, haykırıyor, şaşırıyor, üzülüyor… Adaletsiz dünya, diyor; baştanbaşa kimi güldürdün zalim dünya, diyor. Öfke duyuyorsun tüm haksızlıklara, böyle bir düzene, sisteme, duyarsızlıklara… Selçuk Hazinedar… Tüm yaşamını toplumuna adamış yiğit bir insan ama üç beş gerçek dostundan başka kimi vardı acaba arkasında? Elbette ilkeleri, yaşamı, duruşu, düşünceleri onu var eden tüm kutsal değerleri… Ama kim tutar böyle insanların ellerinden?
Gerçekten, gerçekten iyi bir haber almak için devamlı Kamil Abi’yi arıyordum. Bu güzel insanla bir daha buluşmak, sohbet etmek, dertleşmek, onun birikimlerinden yararlanmak…
Söyleyecek söz bulamıyorum… Benim için de ayrı bir hüzün, bir insanla öyle güzel bir muhabbetle buluşuyorsun, konuşuyorsun, tam anlaşıyorsun… Sonra sonsuza kadar ayrılıyorsun…
Nurlarda yatsın bu güzel insan… Toprak Ana’nın bağrına sır olsun… Cümle yaratılmışlarla bir olsun… Özü toprak, özü insan, özü şiir olsun, yılmaz mücadeleci Selçuk Abi, her söz yarım, her söz eksik senin için, uğurlar olsun…
Ey Yaralı Memleket
Vatan dedik, bayrak dedik, yurt dedik
İnsan sevgisi gibi, kurdu da var, kuşu da var dedik
Çıktık aşılmaz denilen engelli yollara
Bu başı duman duman karlı dağlarda
Bir sevda ateşi yanmaya devam eder mi?
Delik deşik edilmiş maden aranmış
Bir yaralı ceylan var kaya dibinde
Yanmış, yakılmış ormanlar içinde
Bir kınalı kuzudan ana sevgisi vaz geçer mi?
Aç, çıplak bedenler, suyu kesilmiş pınarlar
Bu sevda, bu bilinç, bu yürek, bu türküler
Topla, tüfekle, türlü engelle hiç susar mı?
Jandarma dipçiği kırmış dizimi aman yar, aman yar
Tam bağımsız bir ülke özleminden
Bu türlü acılar seni yolundan alır koyar mı?
Kucak kucak güller dersem
Dostun mazlum bağına girsem
Bülbül olup zara gelsem
Çok sitemler edip de bir ağıt yaksam
Bu onulmaz yaralar merhem tutar mı?
Yüreğiyle, sevdalarıyla, yarım bırakılmış umutlarıyla
Tüm dünyaya sığmayan hayalleriyle
Dost Selçuk Hazinedar
Bu toprağa, Ordu iline sığar mı?
(Ayhan Aydın)
ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU
ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Alevilerle ilgili yasal çalışmalar yaptıklarını, Tunceli Cemevi ziyareti sonrasında cemevlerinin sorunlarını çözeceklerini, açıklamış. Birgün Gazetesi'nin haberine göre; Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, "Özellikle cemevlerinin hukuki anlamdaki taleplerini yerine getireceğiz. Cemevlerine yasal statü tanınması konusunda çalışmalarımızı bizler de Adalet Bakanlığı olarak hukuki ve mevzuat anlamında arkadaşlarımızla çalışmalarımızı yaptık, yapıyoruz" demiş.
İktidarları döneminde zaman zaman ve özellikle seçim öncesi Alevileri hatırlayan, onları diğer toplumsal kesinler gibi, sözde demokratik icraatlarını kamuoyuna göstermek için, göstermelik vaatlerle haklarını verir gibi görünüp aldatan AKP iktidarının, bu konulardaki 20 yıllık politikaları bellidir. Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı iken, yine ayakkabılarıyla girdiği Tunceli Cemevi'nde bir ceme katılmış, Alevilerle ilgili çeşitli mesajlar vermişti. Tarihler boyunca inkârcı sistem, Tunceli (Dersim) gibi sembolik yerleri de seçerek, birden çok mesaj vermeyi denese de özleri Muaviye ateşiyle dolu oldukları için bunların bir gerçekliği olamaz. Bu devlet erki çok solcu gibi görünen, muhalif gibi görünen bazı kişi ve kurumları, yapıları da kullanarak, çıkarla elde ettiği satılmışları yanına alıp, Aleviler ve tüm toplumsal kesimler için asimilasyon gayretlerine hep devam edecektir.
Ülkeye hâkim olduğu gibi, cumhuriyet dönemindeki tüm hükümetlerin uyguladıkları politikaları sürdüren AKP iktidarı yirmi yıl boyunca da; Alevi, Bektaşi toplumunun haklarını verip, hukuklarını tanımak bir yana, yüzlerce yıllık devlet politikalarının devamından başka bir şey yapmayıp, onları sistem içinde eritmenin yol ve yöntemlerini uygulamıştır.
Bir söz, basit bir yaklaşım olmamak üzere Emeviler'den bugüne; Aleviler için bu topraklarda değişin bir şey yoktur, yani: inkâr, yok sayma, yok etme, içlerinden birilerini satın alıp yollarına devam etme ve asimilasyon politikasını sürdürme gayret ve tüm yol ve yöntemlerini uygulamak.
Alevi – Bektaşi kesimi; kendi özgün inanç / kültür / sosyal yaşam bütünlüğü içinde, hiçbir zaman bu ülkede ne hukuki olarak, ne de tam, hür ve bağımsız düşünce özgürlüğüne sahip bir insan topluluğu olarak kabul edilmemiş, inanç, kimlik, sosyal haklar bakımından sorunları çözülmemiş, beklentileri karşılanmamış, ihtiyaçları giderilmemiştir.
Aleviliğin kendine özgü inanç ritüelleri olduğu, inanç mekânlarının mevcudiyeti, inançla ilgili özel günlerinin bulunduğu gibi konular hiçbir zaman devlet yönetimi tarafından kabul edilmemiştir.
Sürekli bir yok sayma anlayışı; bizzat devlet tarafından uygulanan, devletin tüm birimlerine ve toplumun tüm kesimlerine sinen bir ayrımcılığa dönüşmüştür.
Bu kitleyle ilgili çok ciddi ön yargıların devam etmesi sonucunda; milyonlarla ifade edilen Alevi, Bektaşi toplumunun ihtiyaçları giderilmemiş, bu topluluk; uluslar arası evrensel insan haklarından kaynaklanan ve Türk Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve hürriyetler bakımından sahip oldukları vatandaşlık haklarından bugüne kadar hiçbir zaman tam ve eşit yararlanamamıştır.
Tüm devlet kurumlarında, binlerce örneği olduğu gibi, Müslüman ve İslam denilince sadece ve sadece tümüyle Sünni İslam anlayışı ve Sünni vatandaşlar ifade edilmiş, bu ülkede Alevi vatandaşların da yaşadıkları ve var oldukları tüm devlet birimlerinde inkâr edilmiştir. Çünkü devletin hiçbir yazılı belgesinde, kurumunda Alevilerin ne adından söz edilmiş, ne de onların varlığından bahsedilmiştir.
Alevilerin Alevi olarak Sünni vatandaşlardan farklı ibadetlerinin, ibadet mekânlarının, kendilerine ait bir tarihi / kültürel geçmişleri olduğu kabul edilmeyip tam anlamıyla onlar yok sayılmışlardır.
Yani, Alevilerin; cem denen ibadetleri olduğu, dede, baba, pir, mürşit, derviş vs. ifadelerle nitelendirilen inanç önderleri bulunduğu, ibadetlerini ocak, tekke, dergâh, cemevi, dernek vs. isimlerle ifade edilen mekânlarda yerine getirdikleri, kendilerine ait inançla ilgili, yaşamla ilgili, ahlakla ilgili değerlerinin olduğu gerçeği tarihler boyunca ve tüm Cumhuriyet tarihi boyunca inkâr edilmiştir.
Devlet kurumlarında, okullarda, askeri kışlada Alevi kimliği yok sayıldığı gibi binlerce olayla sabit olduğu gibi, Aleviler, Alevi oldukları anlaşıldığı zaman aşağılanmışlar, ayrımcılığa tabii tutulmuşlar, işe alışlarda, tespit edildiği gibi kesinlikle, sayısız kere işe alınmama gerekçesi olarak Alevi kimlikleri gösterilmiştir.
Onlar; devletin Diyanet İşleri Teşkilatı'na verdiği çok büyük ve geniş bir nevi özerklik içinde ülke nüfusunun tümü olarak kabul edilen Hanefi – Sünni – İslam inancı içinde yer alan – alması gereken sıradan bir yığın olarak görülmüştürler. Bu kitle; zaten devlet ricalinin bazen nüktelerinde kullandıkları Bektaşi fıkralarıyla hatırlayıp, kimi zaman varlığını keşfedip bir oy deposu olarak görülüp kullanılmak istedikleri bir halk yığını olarak görülmüştür.
Osmanlı'dan, Osmanlı/Safavi mücadelesinden beri; Kızılbaşlık (Alevilik) ayrılıkçı bir kimlik ve kitle olarak devletin şifrelerine yazılı oldukları için, Osmanlı Arşivlerinde binlercesi halen yazılı olduğu, mevcut olduğu gibi, Osmanlı Şeyhülislamlarının verdikleri fetvalar elimizde olduğu gibi, bu ülkenin düşmanları olarak görülüp yok edilmek istenmişlerdir. Devletin kendi resmi yazışmalarıyla; "düşmanla işbirliği yapan Kızılbaş güruhu", "ayaklanmacı", "bozguncu", "kaçgun", "dinsiz güruh", "ana – bacı tanımayan sapkınlar topluluğu", "ilk üç halifeye, Hz. Aişe anamıza küfreden aşağılıklar", "bi –namaz, gulat, mülhit, zındık", "defterleri dürülmesi gereken şakiler", "sürgünü, boyunlarına ip geçilmesini hak eden kâfirler" olarak nitelendirilmişler. Bu düşünce devlet tarafından Sünni vatandaşlarımızın kafasına sokulmuş, eğitimde, devletin tüm kurumlarında bu düşünce yüzyıllar boyunca devletin Kızılbaş siyasetinin belirlemiştir. Bu da ülkemizde Alevi – Sünni soğukluğunun ana kaynağını oluşturmuştur. Yani bunu yapan devletin bizzat kendisidir. Bu zamanla cumhuriyet döneminde ise; "Komünist bölücülere yataklık yapan", "ayrımcılığı sürdüren", "iflah olmaz anarşist yapılar", "dinsizler topluluğu", "azılı komünistler", "vatan hainleri" olarak aynı yapı devam etmiştir.
Bu vesileyle ABD'nin teşvik ve isteğiyle, kışkırtıcılığıyla, ülkedeki gerici ve barış düşmanlarınca; Sivas, Maraş, Çorum'da yüzlerce Alevi vahşice katledilmiş, diri diri fırınlara atılıp yakılmalarına göz yumulmuştur.
Devlet ilk önce bu utancından, bu pisliğinden kurtulmalı, ülkede Alevi – Sünni ayrımının ortadan kaldırılması için kendisi ciddi adımlar atmalı, bunun yol ve yöntemleri konuşulmalıdır.
Devlete hâkim olan dini zihniyet, Osmanlı'daki Şeyhülislamlık sistemini devralan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ezelden beri süregelen; "Kuran, Sünnet, Namaz, Oruç, Haç ve Zekât", "Ulu'l'emre yani iktidara koşulsuz biat", "gerekirse başıboş olduğunda iktidara gerçek muktedir kuvvetin din olduğunu göstermek" şeklindeki ilkelerini uygulamaktan ibarettir.
Yani hiçbir zaman tam bir demokratik, laik, hukuk devleti olamayan Türkiye'deki iktidar odakları dini her zaman kirli siyasetleri için basamak olarak kullanmak, ya da zaman zaman onunla çok ciddi işbirliği yapıp, devlet kurumlarını dinin emrine vermek politikasını devlet politikası yapmışlardır.
Sormayan, sorgulamayan, çağdaş aklı körelten, laikliği yok eden, eğitimi gerici bir sistem içinde ezbere ve din değerlerine mahkûm eden karanlık zihniyet özellikle son yirmi yılda en üst düzeyde bu ülkeye hâkim olan yapı olmuştur.
Çok daha net konuşmak gerekirse; bugün ülkeyi yöneten AKP, daha doğrusu onun içinden doğmuş tek adam sultası, ülkenin mevcut tüm maddi, manevi çağdaş kazanımlarını iktidar hırsı için yok ederken sürekli dini, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kullanmıştır. Yeryüzünün hiçbir coğrafyasında görülmeyen, din adamı deyince akla gelen bir görüntünün çok uzağındaki, yalana, çıkara, maddi değerlere batmış olan bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın başında olan zat gerçek anlamda vicdanın da, dinsel değerlerin de, insanlığın da yüzkarası olan bir insandır. Ülkede yokluk varken kendisi lüks ve şatafat içinde yüzen, ülkede adalet ve hukuk yok edilirken onun karşısında olması gerekirken, onun en büyük savunuculuğun yapan bugünkü Diyanet İşleri Başkanı belki de bir firavun ve kendi ifadeleriyle "Ebu Lehep"'le anılabilecek bir zavallı olmuştur.
Son yirmi yılda bu ülke tarihinde hiç olmadığı kadar büyük adaletsizlikler, eşitsizlikler, hukuksuzluklar yaşamıştır ve yaşamaktadır. Yüzlerce insan sadece olup bitene ses çıkardıkları için, yazar oldukları, gazeteci oldukları için sadece ve sadece bugünkü iktidarın yanlış, yanlı politikalarına karşı geldikleri için tutuklanmışlar, hapislerde çürütülmüşlerdir. Bugün hala suç isnat edilmeden hapislerde kasıtlı olarak yatırılan insanlar var.
Ülkeyi yandaşlarıyla talan eden, soyup soğana çeviren, ülkenin milli güvenliğini tehdit edecek şekilde tüm milli varlığını satan, yabancı güçlerin kullanımına açan, ülkedeki insan haklarını yok eden, çağdaş eğitimi, laikliği tümüyle ortadan kaldıran, milyonlarca insanı işsiz bırakan, aç bırakan, on milyon yabancıyı "mülteci, insanilik" vs. sahte sözleriyle bu ülkeye doldurup bu ülkenin vatandaşlarını daha da fakirleştirmekten, köleleştirmekten zevk alan, ülkeye, vatana, bayrağa, insanlığa düşman bir zihniyet bu toprakları işgal etmiş durumdadır.
İnsanları sürekli birbirine yabancılaştıran, bir siyasi parti liderini sürekli sürekli meydanlarda Alevi kimliğinden dolayı aşağılayan, hepimizin yavrusu, göz bebeği Berkin Elvan'ın anasını kendi kitlesine yuhlattıran, nefret, kin, irin dilini kullanarak insanlarda ırkçı, din fanatiği, yabancı düşmanlığı, bir yabancı / düşman yaratma psikoloji yaratma düşüncesini kasıtlı olarak işleyen Recep Tayyip Erdoğan denen kişinin artık bu ülke yararına bir şey yapması düşünülebilir mi?
Yalancıdan mürüvvet olur mu?
Talancıdan, yağmacıdan, ülkenin toprağını satandan dost olur mu?
Ülkesinin gençlerinin geleceğini sermayedarlara peşkeş çeken bir insandan bu ülkeye lider olur mu?
Ülkesini çok bilinçli bir şekilde batıran, çıkar için yapmayacağı bir şey kalmamış bir psikopattan insan olur mu?
Diğer Makaleler...
- Bir Anadolu Çınarı Olmak: ALİ KARA (KÜRT ALİ)
- Şeyh Bedreddin
- ORHAN ŞAİK GÖKYAY VE TANIRLI ÂŞIK YENER
- HİÇ BİLEMEZSİN
- şiir
- Bir Yunus Emre, Bir Ahi Evran Sevgisi ki, Hiç Sormayın Gitsin...
- İstanbul’da Anadolu Aydınlanmacısı Erenlerin İzinde Önemli Bir Sempozyum
- CAN TV.’DE CANA CAN OLANLAR
- Yık Dağları, Vur Patlat Ampülü Ey Arkadaş!
- OTURDUĞUN YERİ PAK ET / YEDİĞİN LOKMAYI HAK ET