Selçuk Haznedar, Can Dost...
İlk ve Son Karşılaşmamızmış
Selçuk Haznedar Da Göçüp Gitti Bu Zalim Dünyadan…
Son zamanlarda yaşamla ilgili daha çok düşünüyorum. Dün bir hayâsızın yazılarından sonra burnumdan kan geldi… Son zamanlarda başım dönüyor zaten. Bir varsın, bir yoksun dünyası.
Ama niçin varsın, niye yaşarsın bu dünyada?
Candan sevdiğim bir hemşerim olan Kamil Koç sayesinde tanıdım onu birkaç ay evvel. Avcılar’da bir araya gelmiş, saatler boyunca süren, yürekten ve özden gelen duygularla kavuşmuştuk. Anlaşmış, sözleşmiştik bir daha, bir daha bulaşmaya. İşimiz, sevdamız bu zaten; yani insan öyküleri dinlemek, derlemek… Çektiği onca çilelerini, hayallerini, düşlerini bana anlatacaktı.
Ama öyle yarım kalır hayatlar, öyle yarım bırakır yüz üstü seni, yaşam denen bilinmez dehliz, çevirir acımasız çarkını her gün bir acıyla seni üzer, üzer, üzer durur…
Devrimci, çevreci, yüreği sevgiyle çarpan, kendinden çok insanı, insanlığı, toplumu, ülkesini, çevreyi düşünen bir can insan, canlar canı eşi bulunmaz bir nazlı insan… Hayatın çilesini çok çekmiş yaralı bir yürek, hayalleri elinden alınmak istenmiş mazlum bir insan… Selçuk Hazinedar… İşte insan bunları görünce isyan ediyor, haykırıyor, şaşırıyor, üzülüyor… Adaletsiz dünya, diyor; baştanbaşa kimi güldürdün zalim dünya, diyor. Öfke duyuyorsun tüm haksızlıklara, böyle bir düzene, sisteme, duyarsızlıklara… Selçuk Hazinedar… Tüm yaşamını toplumuna adamış yiğit bir insan ama üç beş gerçek dostundan başka kimi vardı acaba arkasında? Elbette ilkeleri, yaşamı, duruşu, düşünceleri onu var eden tüm kutsal değerleri… Ama kim tutar böyle insanların ellerinden?
Gerçekten, gerçekten iyi bir haber almak için devamlı Kamil Abi’yi arıyordum. Bu güzel insanla bir daha buluşmak, sohbet etmek, dertleşmek, onun birikimlerinden yararlanmak…
Söyleyecek söz bulamıyorum… Benim için de ayrı bir hüzün, bir insanla öyle güzel bir muhabbetle buluşuyorsun, konuşuyorsun, tam anlaşıyorsun… Sonra sonsuza kadar ayrılıyorsun…
Nurlarda yatsın bu güzel insan… Toprak Ana’nın bağrına sır olsun… Cümle yaratılmışlarla bir olsun… Özü toprak, özü insan, özü şiir olsun, yılmaz mücadeleci Selçuk Abi, her söz yarım, her söz eksik senin için, uğurlar olsun…
Ey Yaralı Memleket
Vatan dedik, bayrak dedik, yurt dedik
İnsan sevgisi gibi, kurdu da var, kuşu da var dedik
Çıktık aşılmaz denilen engelli yollara
Bu başı duman duman karlı dağlarda
Bir sevda ateşi yanmaya devam eder mi?
Delik deşik edilmiş maden aranmış
Bir yaralı ceylan var kaya dibinde
Yanmış, yakılmış ormanlar içinde
Bir kınalı kuzudan ana sevgisi vaz geçer mi?
Aç, çıplak bedenler, suyu kesilmiş pınarlar
Bu sevda, bu bilinç, bu yürek, bu türküler
Topla, tüfekle, türlü engelle hiç susar mı?
Jandarma dipçiği kırmış dizimi aman yar, aman yar
Tam bağımsız bir ülke özleminden
Bu türlü acılar seni yolundan alır koyar mı?
Kucak kucak güller dersem
Dostun mazlum bağına girsem
Bülbül olup zara gelsem
Çok sitemler edip de bir ağıt yaksam
Bu onulmaz yaralar merhem tutar mı?
Yüreğiyle, sevdalarıyla, yarım bırakılmış umutlarıyla
Tüm dünyaya sığmayan hayalleriyle
Dost Selçuk Hazinedar
Bu toprağa, Ordu iline sığar mı?
(Ayhan Aydın)
ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU
ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Alevilerle ilgili yasal çalışmalar yaptıklarını, Tunceli Cemevi ziyareti sonrasında cemevlerinin sorunlarını çözeceklerini, açıklamış. Birgün Gazetesi'nin haberine göre; Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, "Özellikle cemevlerinin hukuki anlamdaki taleplerini yerine getireceğiz. Cemevlerine yasal statü tanınması konusunda çalışmalarımızı bizler de Adalet Bakanlığı olarak hukuki ve mevzuat anlamında arkadaşlarımızla çalışmalarımızı yaptık, yapıyoruz" demiş.
İktidarları döneminde zaman zaman ve özellikle seçim öncesi Alevileri hatırlayan, onları diğer toplumsal kesinler gibi, sözde demokratik icraatlarını kamuoyuna göstermek için, göstermelik vaatlerle haklarını verir gibi görünüp aldatan AKP iktidarının, bu konulardaki 20 yıllık politikaları bellidir. Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı iken, yine ayakkabılarıyla girdiği Tunceli Cemevi'nde bir ceme katılmış, Alevilerle ilgili çeşitli mesajlar vermişti. Tarihler boyunca inkârcı sistem, Tunceli (Dersim) gibi sembolik yerleri de seçerek, birden çok mesaj vermeyi denese de özleri Muaviye ateşiyle dolu oldukları için bunların bir gerçekliği olamaz. Bu devlet erki çok solcu gibi görünen, muhalif gibi görünen bazı kişi ve kurumları, yapıları da kullanarak, çıkarla elde ettiği satılmışları yanına alıp, Aleviler ve tüm toplumsal kesimler için asimilasyon gayretlerine hep devam edecektir.
Ülkeye hâkim olduğu gibi, cumhuriyet dönemindeki tüm hükümetlerin uyguladıkları politikaları sürdüren AKP iktidarı yirmi yıl boyunca da; Alevi, Bektaşi toplumunun haklarını verip, hukuklarını tanımak bir yana, yüzlerce yıllık devlet politikalarının devamından başka bir şey yapmayıp, onları sistem içinde eritmenin yol ve yöntemlerini uygulamıştır.
Bir söz, basit bir yaklaşım olmamak üzere Emeviler'den bugüne; Aleviler için bu topraklarda değişin bir şey yoktur, yani: inkâr, yok sayma, yok etme, içlerinden birilerini satın alıp yollarına devam etme ve asimilasyon politikasını sürdürme gayret ve tüm yol ve yöntemlerini uygulamak.
Alevi – Bektaşi kesimi; kendi özgün inanç / kültür / sosyal yaşam bütünlüğü içinde, hiçbir zaman bu ülkede ne hukuki olarak, ne de tam, hür ve bağımsız düşünce özgürlüğüne sahip bir insan topluluğu olarak kabul edilmemiş, inanç, kimlik, sosyal haklar bakımından sorunları çözülmemiş, beklentileri karşılanmamış, ihtiyaçları giderilmemiştir.
Aleviliğin kendine özgü inanç ritüelleri olduğu, inanç mekânlarının mevcudiyeti, inançla ilgili özel günlerinin bulunduğu gibi konular hiçbir zaman devlet yönetimi tarafından kabul edilmemiştir.
Sürekli bir yok sayma anlayışı; bizzat devlet tarafından uygulanan, devletin tüm birimlerine ve toplumun tüm kesimlerine sinen bir ayrımcılığa dönüşmüştür.
Bu kitleyle ilgili çok ciddi ön yargıların devam etmesi sonucunda; milyonlarla ifade edilen Alevi, Bektaşi toplumunun ihtiyaçları giderilmemiş, bu topluluk; uluslar arası evrensel insan haklarından kaynaklanan ve Türk Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve hürriyetler bakımından sahip oldukları vatandaşlık haklarından bugüne kadar hiçbir zaman tam ve eşit yararlanamamıştır.
Tüm devlet kurumlarında, binlerce örneği olduğu gibi, Müslüman ve İslam denilince sadece ve sadece tümüyle Sünni İslam anlayışı ve Sünni vatandaşlar ifade edilmiş, bu ülkede Alevi vatandaşların da yaşadıkları ve var oldukları tüm devlet birimlerinde inkâr edilmiştir. Çünkü devletin hiçbir yazılı belgesinde, kurumunda Alevilerin ne adından söz edilmiş, ne de onların varlığından bahsedilmiştir.
Alevilerin Alevi olarak Sünni vatandaşlardan farklı ibadetlerinin, ibadet mekânlarının, kendilerine ait bir tarihi / kültürel geçmişleri olduğu kabul edilmeyip tam anlamıyla onlar yok sayılmışlardır.
Yani, Alevilerin; cem denen ibadetleri olduğu, dede, baba, pir, mürşit, derviş vs. ifadelerle nitelendirilen inanç önderleri bulunduğu, ibadetlerini ocak, tekke, dergâh, cemevi, dernek vs. isimlerle ifade edilen mekânlarda yerine getirdikleri, kendilerine ait inançla ilgili, yaşamla ilgili, ahlakla ilgili değerlerinin olduğu gerçeği tarihler boyunca ve tüm Cumhuriyet tarihi boyunca inkâr edilmiştir.
Devlet kurumlarında, okullarda, askeri kışlada Alevi kimliği yok sayıldığı gibi binlerce olayla sabit olduğu gibi, Aleviler, Alevi oldukları anlaşıldığı zaman aşağılanmışlar, ayrımcılığa tabii tutulmuşlar, işe alışlarda, tespit edildiği gibi kesinlikle, sayısız kere işe alınmama gerekçesi olarak Alevi kimlikleri gösterilmiştir.
Onlar; devletin Diyanet İşleri Teşkilatı'na verdiği çok büyük ve geniş bir nevi özerklik içinde ülke nüfusunun tümü olarak kabul edilen Hanefi – Sünni – İslam inancı içinde yer alan – alması gereken sıradan bir yığın olarak görülmüştürler. Bu kitle; zaten devlet ricalinin bazen nüktelerinde kullandıkları Bektaşi fıkralarıyla hatırlayıp, kimi zaman varlığını keşfedip bir oy deposu olarak görülüp kullanılmak istedikleri bir halk yığını olarak görülmüştür.
Osmanlı'dan, Osmanlı/Safavi mücadelesinden beri; Kızılbaşlık (Alevilik) ayrılıkçı bir kimlik ve kitle olarak devletin şifrelerine yazılı oldukları için, Osmanlı Arşivlerinde binlercesi halen yazılı olduğu, mevcut olduğu gibi, Osmanlı Şeyhülislamlarının verdikleri fetvalar elimizde olduğu gibi, bu ülkenin düşmanları olarak görülüp yok edilmek istenmişlerdir. Devletin kendi resmi yazışmalarıyla; "düşmanla işbirliği yapan Kızılbaş güruhu", "ayaklanmacı", "bozguncu", "kaçgun", "dinsiz güruh", "ana – bacı tanımayan sapkınlar topluluğu", "ilk üç halifeye, Hz. Aişe anamıza küfreden aşağılıklar", "bi –namaz, gulat, mülhit, zındık", "defterleri dürülmesi gereken şakiler", "sürgünü, boyunlarına ip geçilmesini hak eden kâfirler" olarak nitelendirilmişler. Bu düşünce devlet tarafından Sünni vatandaşlarımızın kafasına sokulmuş, eğitimde, devletin tüm kurumlarında bu düşünce yüzyıllar boyunca devletin Kızılbaş siyasetinin belirlemiştir. Bu da ülkemizde Alevi – Sünni soğukluğunun ana kaynağını oluşturmuştur. Yani bunu yapan devletin bizzat kendisidir. Bu zamanla cumhuriyet döneminde ise; "Komünist bölücülere yataklık yapan", "ayrımcılığı sürdüren", "iflah olmaz anarşist yapılar", "dinsizler topluluğu", "azılı komünistler", "vatan hainleri" olarak aynı yapı devam etmiştir.
Bu vesileyle ABD'nin teşvik ve isteğiyle, kışkırtıcılığıyla, ülkedeki gerici ve barış düşmanlarınca; Sivas, Maraş, Çorum'da yüzlerce Alevi vahşice katledilmiş, diri diri fırınlara atılıp yakılmalarına göz yumulmuştur.
Devlet ilk önce bu utancından, bu pisliğinden kurtulmalı, ülkede Alevi – Sünni ayrımının ortadan kaldırılması için kendisi ciddi adımlar atmalı, bunun yol ve yöntemleri konuşulmalıdır.
Devlete hâkim olan dini zihniyet, Osmanlı'daki Şeyhülislamlık sistemini devralan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ezelden beri süregelen; "Kuran, Sünnet, Namaz, Oruç, Haç ve Zekât", "Ulu'l'emre yani iktidara koşulsuz biat", "gerekirse başıboş olduğunda iktidara gerçek muktedir kuvvetin din olduğunu göstermek" şeklindeki ilkelerini uygulamaktan ibarettir.
Yani hiçbir zaman tam bir demokratik, laik, hukuk devleti olamayan Türkiye'deki iktidar odakları dini her zaman kirli siyasetleri için basamak olarak kullanmak, ya da zaman zaman onunla çok ciddi işbirliği yapıp, devlet kurumlarını dinin emrine vermek politikasını devlet politikası yapmışlardır.
Sormayan, sorgulamayan, çağdaş aklı körelten, laikliği yok eden, eğitimi gerici bir sistem içinde ezbere ve din değerlerine mahkûm eden karanlık zihniyet özellikle son yirmi yılda en üst düzeyde bu ülkeye hâkim olan yapı olmuştur.
Çok daha net konuşmak gerekirse; bugün ülkeyi yöneten AKP, daha doğrusu onun içinden doğmuş tek adam sultası, ülkenin mevcut tüm maddi, manevi çağdaş kazanımlarını iktidar hırsı için yok ederken sürekli dini, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kullanmıştır. Yeryüzünün hiçbir coğrafyasında görülmeyen, din adamı deyince akla gelen bir görüntünün çok uzağındaki, yalana, çıkara, maddi değerlere batmış olan bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın başında olan zat gerçek anlamda vicdanın da, dinsel değerlerin de, insanlığın da yüzkarası olan bir insandır. Ülkede yokluk varken kendisi lüks ve şatafat içinde yüzen, ülkede adalet ve hukuk yok edilirken onun karşısında olması gerekirken, onun en büyük savunuculuğun yapan bugünkü Diyanet İşleri Başkanı belki de bir firavun ve kendi ifadeleriyle "Ebu Lehep"'le anılabilecek bir zavallı olmuştur.
Son yirmi yılda bu ülke tarihinde hiç olmadığı kadar büyük adaletsizlikler, eşitsizlikler, hukuksuzluklar yaşamıştır ve yaşamaktadır. Yüzlerce insan sadece olup bitene ses çıkardıkları için, yazar oldukları, gazeteci oldukları için sadece ve sadece bugünkü iktidarın yanlış, yanlı politikalarına karşı geldikleri için tutuklanmışlar, hapislerde çürütülmüşlerdir. Bugün hala suç isnat edilmeden hapislerde kasıtlı olarak yatırılan insanlar var.
Ülkeyi yandaşlarıyla talan eden, soyup soğana çeviren, ülkenin milli güvenliğini tehdit edecek şekilde tüm milli varlığını satan, yabancı güçlerin kullanımına açan, ülkedeki insan haklarını yok eden, çağdaş eğitimi, laikliği tümüyle ortadan kaldıran, milyonlarca insanı işsiz bırakan, aç bırakan, on milyon yabancıyı "mülteci, insanilik" vs. sahte sözleriyle bu ülkeye doldurup bu ülkenin vatandaşlarını daha da fakirleştirmekten, köleleştirmekten zevk alan, ülkeye, vatana, bayrağa, insanlığa düşman bir zihniyet bu toprakları işgal etmiş durumdadır.
İnsanları sürekli birbirine yabancılaştıran, bir siyasi parti liderini sürekli sürekli meydanlarda Alevi kimliğinden dolayı aşağılayan, hepimizin yavrusu, göz bebeği Berkin Elvan'ın anasını kendi kitlesine yuhlattıran, nefret, kin, irin dilini kullanarak insanlarda ırkçı, din fanatiği, yabancı düşmanlığı, bir yabancı / düşman yaratma psikoloji yaratma düşüncesini kasıtlı olarak işleyen Recep Tayyip Erdoğan denen kişinin artık bu ülke yararına bir şey yapması düşünülebilir mi?
Yalancıdan mürüvvet olur mu?
Talancıdan, yağmacıdan, ülkenin toprağını satandan dost olur mu?
Ülkesinin gençlerinin geleceğini sermayedarlara peşkeş çeken bir insandan bu ülkeye lider olur mu?
Ülkesini çok bilinçli bir şekilde batıran, çıkar için yapmayacağı bir şey kalmamış bir psikopattan insan olur mu?
Bir Anadolu Çınarı Olmak: ALİ KARA (KÜRT ALİ)
Bir Dost Gülüş, Bir Kalender Duruş
Bir Anadolu Çınarı Olmak: ALİ KARA (KÜRT ALİ)
Tenim toprağımın kokusu anamızın elleridir
Kasketi de başında yüzü yüreğimizin rengidir
Çığlık çığlığa kuşlar anam bu öfkemizin sesidir
Ben de insanlık narında enel Hakk deyip yola geldim.
Karlı dağlarında gürgen ve mazlum birer geyiktiler
Cömerttiler, fedakar, gözüpek birer yiğit erdiler
Tüm bakanların huzur bulduğu birer çakır gözdüler
Ben de bu meydanda özümü dara çekmeye geldim.
Dostu dosta düşman eden haramilere karnımız tok
Bayrak, yurt, Atatürk deyince söyleyecek sözümüz çok
Bizleri Kürt / Türk deyip ayırana eyvallahımız yok
Ben de şu vatan toprağında bir kardeş olmaya geldim.
Bacı, gardaş, hısım, akrabalar ağlayın, ağıt yakın
Çalıştım, namus bildim işimi, beni dostlukla anın
Kimseye öfkem yok kalbimde yar, yarenler hoşçakalın
Ben de erenler katarında bir can olmaya geldim.
Pahası biçilmez can insan ALİ KARA'ya...
Ayhan Aydın
1 Aralık 2021
Dallarım Kırıldı Kökünden
Ben de bu yaylayı yaylayamadım
Derdimi döküp de çağlayamadım
Ahu zar edip de ağlayamadım
Şimdi de kavuşmak bir hayal oldu
Nazlı yar der, diyar diyar gezerim
Ben bu onulmaz çileden bezerim
Ocak yanmaz köyü sensiz neylerim
Gel sıladan yar vakit tamam oldu
Tutuyanın kokusu bana zehir oldu
Ayrılığın çilesi ölümden beter oldu
Şurda bir vefasız yar yatıyor derler
O yarin sevdası serimde tüter oldu
Koydun dertlere de yaktın özümü
Bıraktın gittin de yar şu öksüzünü
Her bir yerde üstün ederdim sözünü
Dallarım kırıldı kökünden perişan oldu
Her hastalık alır mıydı canı candan
Beni ayrı koyan felek cananımdan
Dostlar çok ağır geldi bu ayrılık Ali'mden
Ciğerlerimi de söktü götürdü tarümar oldu
Güssün Kara'nın Ali Kara'ya Seslenişi...
Ayhan Aydın
8 Aralık 2021
Yıllar Yılı Rumelihisarüstü'nde nice nice can insanlarla yaşadım. Elbette ki insanın candan / yürekten sevenlerinin olması çok önemlidir. Hısım / Akraba / Konu / Komşu / Eş / Dost / Arkadaş... Bunlar yaşamı anlamlandıran, bazen de sizi en sıkıntılı günlerinizde sarıp sarmalayan size umut, mutluluk ve sevgi, hayat sevinci veren değerler... 32 yıldır İstanbul'dayım. İstanbul'a ilk geldiğim günden itibaren her daim benden ilgisini esirgemeyen başta Mürüvet / Rıza Şahintaş, Senem / Hikmet Kara, Çeşminaz / Cemal Aydoğan, Güssün / Ali Kara, Dürdane / Şükrü Aydın çiftlerinin manevi destekleri benim için çok önemliydi.
Ali Kara bir can insan, yüzünden tebessüm eksik olmayan babacan, yiğit, mert bir gönül insanıydı.
Onu gerçekten daha uzun anlatmak gerekir.
Kendisi çok yaklaşmıyordu, onunla bir söyleşi yapıp yaşam öyküsünü ondan dinlemek gerekirdi. Ama uzun yılların birikimiyle şunu söylemek mümkün ki, türlü zorlukları yenmesinde yaşama büyük bağlılığı, dirençli yapısı ama hepsinden öte aslında ne kadar naif, duygu dolu bir insan olduğunu da eklemek lazım bunlara. Ama bir diğer önemli yanı; sosyal konulara duyarlı, ülkede dönen dolapları her daim yakından takip etmesi, insanı insandan ayırmaması, haksızlığa tahammül etmemesi, Atatürkçü, devrimci bir duruşunun olduğunu belirtmemiz lazım.
Aslında ne kadar yaşam dolu, hısım / akraba canlısı bir insan olduğunu tüm sevenleri biliyor. Onu sonsuzluğa uğurlarken büyük bir kalabalık vardı... Çünkü Ali Abi'nin seveni çoktu. İncittiği, küstürdüğü insan olmadığı için, haklarını alarak yerine / yurduna sahip çıkması da ayrı bir dirençli kişilik özelliğidir.
Ali Kara nefseniyetli; yani her daim ekmeğini taştan çıkaran, çalışkan, tembelliği bilmeyen ama yaşamı da yaşayarak tam seven, kimseye eyvallahı olmayan yiğit bir kişiydi.
1 Aralık 2021 Çarşamba günü sonsuzluk alemine göçtü, 2 Aralık Perşembe günü toprak ananın bağrına sırlandı, sonsuzluğa uğurlandı ata dede toprağı Gümüşhane / Şiran / Yeniköy'de...
Sonsuz huzurda yatsın.
Gümüşhane Şiran Yeniköy'den herkesin sevgisini kazanmış, can insan, güzel insan, sevgi insanı Ali Kara (Namı Diğer Kürt Ali) (66) bu gece Hakk'a nail olup, sonsuzluk alemine göçmüştür.
Onu anlatmaya kelimeler yetmez; devr-i daim, devr-i asan, menzili mübarek olsun. Hakk rahmet eylesin. Nurlarda yatsın... Naşı şu an Armutlu Cemevi'ndedir. Akşam saatlerinde memlekete götürülecektir.
Tüm yakınlarının, sevenlerinin, Rumelihisarüstü'ndeki komşuların başı sağ olsun...
Şeyh Bedreddin
Şeyh Bedreddin
Ben de bir kadı oğluyum Simavna elinde
İlim deryasında çokça yüzdüm de geldim
Cenneti Ala da denen bir hayal yurdunda
Allı turnalarla çok semah döndüm de geldim
Hem Tur-u Sina'da, Hıra ve Hırka Dağı'nda
Kırkların ceminde bir olup Mansur Darı'nda
Bir de özümü yoklayıp Enel Hakk çağında
Haksızdan mazlumun hakkını almaya geldim
Türlü türlü düzen kurarlar kanlı sistemle
Ağaların, beylerin içtiği ağulu şerbetle
İlik kemikten ayrılıp özgür bir ruh ile
İmam Hüseyin yoluna berdar olmaya geldim
Bana türlü sual eder şeriat canbazı
Boynuma ipini geçirir hukuk celladı
Aman yerde koymayın hakkımı hal yoldaşı
Canım helaldir Dost yoluna vermeye geldim
Cevheri'yim aşarım nice karlı dağı
Akar yatağımı bulurum budur aşk bağı
Bir gün kurulur elbette eşitlik otağı
Serimi insanlık uğruna sermeye geldim
6 Aralık 2021
Ayhan Aydın
Rumelihisarüstü / Sarıyer
ORHAN ŞAİK GÖKYAY VE TANIRLI ÂŞIK YENER
ORHAN ŞAİK GÖKYAY VE TANIRLI ÂŞIK YENER
Çok değerli şairimiz Orhan Şaik Gökyay'ı ölüm yıl dönümünde sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz. (1902- 2 Aralık 1994)
Ben şiiri çok mu çok severim. Türk şiiri çok büyük bir hazinedir. Cumhuriyet Dönemi denilen ilk kuşak tüm şairleri de yine birbirinden ayırmadan çok severim.
Orhan Şaik Gökyay milli şairimiz, vatan şairi olarak bilinir. Çok kuvvetli hisler uyandıran şiirleri vardır.
Onu anarken birden çok değerli halk ozanımız Tanırlı Aşık Yener'in onun bir şiirine karşın bir nazire ve yergi olarak yazdığı bir şiiri de aklıma geldi.
Böylece de ikisini de sevgi ve özlemle anmış olalım...
Muhabbet ehline aşk ile...
Ayhan Aydın
2 Aralık 2021
Bu Vatan Kimin
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
Orhan Şaik GÖKYAY
(1902- 2 Aralık 1994)
TANIRLI AŞIK YENER
BU VATAN KİMİN
Dipdiri Ayakta Duranlarındır.
Orhan Şaik Gökyay’a Cevap
Bu vatan toprağın tam üzerinde
Dipdiri ayakta duranlarındır.
Büyük şehirlerin orta yerinde
On katlı saraylar kuranlarındır.
Sivri zekasıyla bin tuzak kurup
Tilki düzeniyle tetikte durup
Halkımın sırtından milyonlar vurup
“Daha var mı” diye soranlardır.
Yoksul bir iş için girer sıraya
Bekle ki iş bulsun seneye, aya
Tekmil bakanlıklar, hem Çankaya’ya
Teklifsiz, destursuz girenlerindir.
Hanlar, köşkler, yatlar tüm sıra sıra
Elli kat elbise, yüz çift kundura
Gönlü çektiği an Paris, Londra
Atlayıp uçağa görenlerindir.
Ele kalkan yapıp imanı, dini
İçinde saklayıp garazı, kini
Kendi günde alıp doksan, yüz bini
İşçiye yüz lira verenlerindir.
Sevgili nazlanır durur kolunda
Cins köpek sağında, uşak solunda
Tarabya’ya doğru sahil yolunda
Binip mersedese sürenlerindir.
Boğaz otelleri bakar denize
Siyah havyar yenir beşbin beşyüze
Ellibini sayıp bakire kıza
Sütün kaymağını derenlerindir.
Aşık Yener aşkı devrim kızının
Teli de devrimci divan sazının
Halk için söyleyen halk ozanının
Koluna zincirler vuranlarındır.
Tanırlı Âşık Yener
(1928 / 2009)
HİÇ BİLEMEZSİN
HİÇ BİLEMEZSİN
Ne bilecek bu koca bina şimdi
Nereden geldiğini
Sönmüş ışıkları da
İçerdekilerin gönüllerindeki ateş gibi
Sönmüş müdür tam
Yoksa her an sevgiyle atacak bir kalp
Ve gülmeye hazır iki çift göz
Saklar mı hala derin kuytularında
Ne hikmettir bu şehir her daim nemli
Ilık bir su gibi yapış yapış girer koynuna
Gözyaşlarını bırakırsın da bir dağ başında
Diğildir bu Anadolu insanı
Avutmaz seni çünkü çok oynaktır
Kaldırımları da yuvarlar seni çünkü çok kaypaktır
Ağlayan kim, gülen kim
İçin için zevk ateşi yakan kim
Bunu hiç bir zaman bilemezsin
Kahkahaları koyverir bir anda
Dostun kim, hasmın kim asla bulamazsın
Bir bilmecedir hayat
Düşün düşün doğrusunu bir türlü çözemezsin
Sen bu her an sevdasıyla yandığın
Büyülü şehre değil de
İnsanlarına yabancısın
Bunu da bir türlü kabul edemezsin
Ayhan Aydın
3 Aralık 2021
Diğer Makaleler...
- şiir
- Bir Yunus Emre, Bir Ahi Evran Sevgisi ki, Hiç Sormayın Gitsin...
- İstanbul’da Anadolu Aydınlanmacısı Erenlerin İzinde Önemli Bir Sempozyum
- CAN TV.’DE CANA CAN OLANLAR
- Yık Dağları, Vur Patlat Ampülü Ey Arkadaş!
- OTURDUĞUN YERİ PAK ET / YEDİĞİN LOKMAYI HAK ET
- Yık Dağları, Vur Patlar Ampulü Arkadaş
- HASKIS HALAM
- Yolumuz Uğradı Alibeyköy Pir Sultan Abdal Cemevi'ne...
- ELİF ANA'NIN HAYATI FİLM OLUYOR