Aleviler, Siyaset, Belediyeler ve Cemevleri

Aleviler, Siyaset, Belediyeler ve Cemevleri

 

Alevi – Bektaşi toplumu kimliğini ve inancını rahatlıkla ortaya koyup yaşayamayınca, bu çağda da yeni yeni kimlik sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Olay göründüğü kadar zor olmadığı halde olduğu halde yine işin içine “siyaset” daha doğrusu “siyasal İslam” giriyor, sorun büyüyor.

Her seferinde siyasi aktörler Aleviler ve Alevi toplumunun istekleri konusunda adım atmak isteyince Türkiye’nin Vatikan’ı olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve hala devlet yönetiminde onun kadara etkili Tarikat Yapısı buna engel oluyor.

Tarihler boyunca kendi görüşleri, kendi varlıkları dışında bir başka doğruyu, uygulamayı, yorumu “sahih” görmeyen bu din sömürücüleri, siyaseti dinin emrine sokmayı başarıyor, Türk devlet yapısında Osmanlı’nın bir nevi sonunu hazırlayan her daim sözde dini değerlerin dediği oluyor, inançla ilgili kararlarda otoritelerin buyruklarına uyuluyor. Ve bu ülkeye yazık ediliyor.

Alevi- Bektaşi Öğretisi, değerleriyle yaşayan, yaşaması gereken toplumsal yapısı ön planda olsa da nihayetinde bir inanç – ahlak öğretisidir.

Her insan topluluğu elbette ki yaşadığı coğrafyadaki insanlarla, toplumla sosyal ilişkilerinde öğretisinin gereği uyumlu bir şekilde yaşar, kendini sosyal davranışlarıyla ortaya koyar.

Alevi- Bektaşi Öğretisi’nde aslında Tanrı’ya ulaşmak, maneviyatını yaşamak için belli mekânlara çok da ihtiyaç yoktur. İnsanın yaşadığı, yer ile gök arasındaki her yer onun ibadethanesi’dir. Çünkü Alevilik – Bektaşilik mekânlara, şartlara, şekillere sığmayacak kadar evrensel bir insanlık yoludur.

Gerçeği söylemek gerekirse bu manevi yapının dışında aslında Alevi – Bektaşi toplumunun inanç merkezlerini kullanmalarının arkasında yatan gerçek tümüyle bu öğretinin bir başka boyutunda, bir diğer yanında saklıdır; Alevi – Bektaşi öğreti bütünlüğü bir topluluk içindeyken daha çok anlam kazanır, hedefini ulaşır.

Din bir sosyal yapıdır ama herkes evinde de ibadet edebilir. Ama bunca ibadethanenin varlığı da dinlerin sosyal ihtiyaca da yanıt verdiğinin göstergesidir. Bunun gibi Alevi – Bektaşi Öğretisi de toplum içinde insanın varlığını, özünü yine toplum hiyerarşisi içinde bulmasıyla bir anlam bulduğu için ocaklara, tekkelere, dergâhlara, cemevlerine ihtiyaç duymuştur.

Bir insan- ı kâmil, yani, pir ve mürşitlik makamına erişmiş erenlerin yolundan giden bir olgun insan ve insanların huzurunda arınıp / paklanmayı hedefleyen Alevi – Bektaşi Öğretisi’nde en temel unsur insanlar arası uyumun, huzurun ve birliğin sağlanması, eşitliğin ortaya konulmasıdır.

Yaşadığı toplumsal kesim karşısında her türlü yükümlülüğünü bu yolun ahlak öğretileri doğrultusunda yerine getirip getirilmediğinin bir nevi muhasebesinin yapıldığı meydan evi, yüz yüzü (cemal cemale) gelebilme özgürlüğünün ve özgün yapısının sembolüdür. Alevilik – Bektaşilik’te rızalık vardır, muhabbetle birçok şey yaşanır…

Kesilen kurbanlar, yenilen lokmalar, muhabbetler, sohbetler, yapılan cemler hepsi bir bütünlükte, birlikte ve sadece insanlarla yani toplumla bir arada olmakla anlamlıdır. Bu meydanda sadece gönül vardır. İnsan olma durumu vardır, toplum karşısında her insan beşerdir, düşer kalkar anlayışıyla hatası varsa da gönül alma erdemiyle toplumsallaşma bilinci vardır…

Elbette ki tarihler boyunca Alevi – Bektaşi toplumunun da cenazesi ortada kalmamış, her can bedenen toprak ananın bağrına şu veya bu şekilde sırlanmıştır. Aleviler de kendi inanç ritüellerini yerini getirerek, her türlü insani ve dolayısıyla inançsal görev ve yükümlülüklerini yerine getirmişlerdir her türlü baskının, zulmün olduğu dönemlerde de.

Şimdilerde…

Kentleşme denildi, şehirleşme denildi, kimlik bunalımı, kimlik arayışı denildi, ihtiyaç denildi, mecburiyet denildi… Her şey denildi ve tüm bunlar doğrudur da…

Dede – talip, pir – mürşit, ocak- dergâh – tekke – türbe bütünlüğü ve bu geleneksel yapılardaki yüzyılların büyüsü, ahengi, döngüsü bozuldu, yeni bir çağa girildi.

Tarihler boyunca, Aleviler – Bektaşiler; çok büyük zulümler, baskılar, kıyımlar, hepsinden de daha ölümcülü aşağılanmalar, ötekileştirmeler, toplumdan ve yaşamdan dışlanmalar yaşadılar, birçok haktan mahrum oldular bu kadim uygarlıklar ve inançlar toprağında.

Devlete hâkim olan yapıda inanç ve kültür kimlikleri farklı diye, devletin bizzat kendisi, dini, askeri, her türlü bürokrasisiyle insanı insandan ayırdı.

Devlete hâkim olan zihniyet tarihler boyunca bu topraklara en büyük kötülüklerden birisini bizzat ayrıştırıcı (zehirli / ağulu dili), yazıları ve kararlarıyla yaptı: Alevileri – Bektaşileri devletten, yaşamdan, inançtan dışladı, dışlamak istedi.

Alevi – Bektaşi toplumu son 30-40 yılda hayli bocalamalar yaşadı. Büyük bir aşkla, sevgiyle, özlemle, tepkisellikle, kimliğini bulmak, yaşamak ve de ayrıca haykırmak için kendi kurumlarını örgütledi dernek ve vakıflar kurdu, inanç ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek için ibadethane olarak cemevlerini yaptı.

Bu zamanda yola hizmet veren, hiçbir karşılık beklemeden enerjisini bu uğurda harcayan çok çok emektar insanlar oldu, Alevisiyle Sünnisiyle kişiler, kurumlar, belediyeler Alevi toplumunun ihtiyaçlarını gidermek için yapıcı gayretlerde bulundular.

Devleti yönetenler bu konuda siyaset gereği birçok adım atmak istedi, atar gibi göründü, yine her zamanki çıkarcı ve kurnaz yapısıyla sorunu çözemezsem de kendi Alevi’mi, Alevi kurumları’mı yaratırım, diyerek hayli yolda aldı.

En baskıcı dönem olan AKP’nin şu son dönemin de bile İçişleri Bakanı bir danışmanını görevlendirerek, şehir şehir, köy köy gezerek, dernek ve vakıfları, cemevlerine gidip yasak savma, yapıyı içerden fethetmenin her türlü yolunu kullandılar, bir mesafe de kat ettiler.

Bu arada belediyeler hiç boş durmadılar; birçoğu iyi niyetli olmakla birlikte Alevi toplumunu, sorunlarını görüp kalıcı, akılcı, bilimsel yol ve yöntemlerle sorunları çözmek yerine “Alevileri” aynen devlet gözüyle görmeye başladılar. Bu oy potansiyeli vatandaşlar topluluğunu kendime biraz daha kalıcı nasıl kazandırabilirim’in derdine düştüler.

Türkiye’de şimdi belediyelerin hemen hiçbir katkısı olmayanlar ve yoğun bir şekilde belediyelerin yaptıkları dâhil hemen tüm cemevleri adeta belediyelerin birer hizmet binaları oldular.

Burada şeffaf olmayan, suistimallere açık olacak şekilde cemevlerine personel alımı, çeşitli etkinliklerin yapılması bile belediyeler tarafından organize edilir olmuştur.

Kurum yöneticilerinin birçoğu Alevi – Bektaşi erkânını yok edecek şekilde, belediyenin iaşesini temini, cem salonunu nasıl düzenleneceğini, halılarını yıkatmayı da, temizliğini yaptırmayı da yani birçok görevini yerine getirmeyi belediyeye bağlamış, belediyenin eline avucuna bakacak kadar kendi asli görevlerini unutan bir hazırcı, çıkarcı cemevi yönetimi zihniyetiyle karşı karşıya kaldık.

Bir yanda devlet erkânının, vali ve kaymakamların “muharrem iftarları”nda boy gösteren kurum başkanlarımız aynı şekilde belediyelerin en önemli “protokolleri”nde boy göstemeyi en büyük mutluluk kaynağı olarak görüp, protokole girmeyi “masa kapma” yarışına da dönüştürdüler.

Hatta Valiye gidip cemevi ihtiyaçları yerine kendi kişisel isteklerini gündeme getirmeyi, belediyenin hizmetlerini yermeyi; Belediye başkanına gidip “bir büyük toplum temsilcisi” hüviyetiyle birçoğu kendi kişisel ihtiyaçları için istekte bulunup devletin kendilerini ihmal ettiğinden dem vuran kurum başkanlarının bir kısmı, bu toplumun inançlarını bahane edip tarikat şeyhleri gibi davranmaya başlamışlardır.

Hazırları görevlerini tam yapamazken, yeni yeni Alevi kurumlarının boy vermesi tümüyle çıkar hesaplarından kaynaklanan davranışlardır.

Alevi – Bektaşi toplumunun tarihsel değerlerini ortaya koyacak, yaşadığı sorunlara çözüm yolları gösterecek, Türkiye’de ve dünyada Alevi –Bektaşi varlığını bilimsel olarak ortaya koyup araştırmalar yapacak bir Alevi – Bektaşi Araştırma Merkezi kuramayan bu topluma öncülük yapmaları beklenebilir mi?

Halkın ve özellikle gençlerin, kadınların düşünsel, kültürel, sanatsal, edebiyat üretimlerde bulunacakları yapıları bünyelerinde otuz yıldır oluşturmayanların, demokratik olmayacak şekilde başkalarına fırsat verip, paylaşımcı olamayan yönetimlerin Alevilik – Bektaşilik konusunda sorun çözücü olduklarını söyleyebilir miyiz?

30 yıldır bu topluma fazla bir şey vermeden, önündeki en büyük engeller olan Alevi kurum yönetimleri otokrat yapılarıyla Türkiye’deki siyasi yapının birer figüranı olarak Aleviliğe zarar vermeye başlamışlardır.

35 yılı bu toplum içinde geçen, hizmetse hizmetini yapmaya çalışan bir sade Alevi vatandaşı olarak bazı sorular soruyorum.

Belediyelerin çalışmaları, çabaları, destekleri elbette her şeyden önce insan olarak takdir edilmesi gereken şeylerdir.

Bir haksızlık varsa o haksızlık karşısında bu halkın oylarıyla göreve gelmiş yerel yönetimlerin de bu halkın ihtiyaçlarını karşılamaları kadar doğal bir şey yoktur.

Fakat tüm bunların sınırı nedir?

• Alevi – Bektaşi öğretisi nihayetinde kendine özgü bir inanç ve kültürel, sosyal yapıysa; siyasetle Alevi kurumlarının bu kadar içli dışlı olması doğal mıdır?

• Alevi – Bektaşi toplumunun “maddi yetersizlik” gibi çok somut bazı gerekçelerle de olsa, her şeylerini belediyelere bağlamaları Alevi – Bektaşi değerlerine ne kadar uygundur?

• Alevi – Bektaşi örgütlerindeki yapılanmanın dışında, cemevlerinde görev alan veya belediyelerde Alevi kimliklerinden dolayı işe alınanların Alevilikle ne kadar bağlantıları vardır?

• Belediyelerin Alevi kurumları üzerinden işe aldıkları personelin bir kısmının Alevi kurum başkanlarının yakınları olması ahlaki ve vicdani midir?

• Cemevlerindeki yönetimlerin oluşması, çalışmaları, gelir – giderleri, faaliyetleri, hedefleri halka ve kamuoyuna açık bir şekilde yerine getirilmemeli midir?

• Bir yandan İçişleri Bakanı, AKP adına cemevlerinin ihtiyaçlarını tespit etme ve sorunlarını giderme konusunda tümüyle siyasi menfaat için bir çaba içindeyken; özellikle CHP’li belediyelerin Cemevleri üzerinden, buraların yönetimini belirleme, çalışanlarını yönlendirme, faaliyetlerini koordine etme siyaseti gütmesi acaba kimin ve kimlerin işine yarıyor?

Sevgili okurlar;

Alevi – Bektaşi Öğretisi yüzyıllar boyunca kendi özgün haliyle bugüne gelmiş, temel – değişmez ahlaki bütünlüğü onu diğerlerinden ayıran, vicdani olduğu kadar toplumsal bir denge unsuru da olmuş benzersiz bir yapıdır.

Benim görebildiğim kadarıyla belediyelerin bazı birimlerine hâkim olan zihniyet, Alevi – Bektaşi değerlerini, hedeflerini, sorunlarını öncelemeyen, kurum yöneticilerinin gönlünü almayı amaçlayan, sazla – sözle – gösterişle insanların duygularını kullanıp, duygular üzerinden siyaset yapma zihniyetine bürünmüştür.

Dert Gezer Derman Gezer İtikattadır Nazar

İtikatını, gönlünü, benliğe teslim etmeye başlayan bu topluma da gerçekten gerçek pirlerin, yol ulularının, aydınların, benliğini yenmişlerin, gerçek ozanların, bilge insanların, yolun değerlerini zaman zaman hatırlatmaları gerekir.

Yoksa ben mi çok fazla abartıyorum, her daim bu tip şeyler olmuş muydu tarihler boyunca?

Ama sanmıyorum, her zaman belli değerler her daim hatırlanır, hatırlatılırdı bu yapıda.

Ya da ne diyelim; bu çıkar, reklam çağında Alevi – Bektaşi toplumu, Alevi – Bektaşi değerler sistematiğinin gereği gibi muhabbet eyleyip, benliği, egolarını yenenlerle yollarına devam edip, geleceğe bu kadim öğretiyi taşıyabilecekler mi?

Elbette “yolun sahipleri vardır”.

Ama o yolun sahipleri sahipliğini yerinde ve zamanında, ayarında yapmak zorundadırlar.

 

Çünkü Yol Cümleden Uludur.

 

Hakk bu güzel yolumuzu geleceğe taşıyanlardan, yolun değerlerini yaşatanlardan, sağduyu hiçbir zaman elden bırakmayanlardan eylesin.

 

Muhabbet ehline aşk ile…

 

Ayhan Aydın

23 Mart 2022

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile