Mısır'da Bektaşilik ve Ahmet Sırrı Dedebaba
Bektaşilik İle İlgili Önemli Bir Çalışma…
Ayhan Aydın
Yarenleşme…
Her zaman söylediğim gibi; Alevilik Bektaşilik konusu bilimsel yol ve yöntemlerle ele alınıp incelenmesi gereken bir ihtisas sahasıdır. Şu ana kadar çoğu amatör olarak kaleme alınan tüm eserler incelendiğinde bu konudaki vahim durumumuz ortaya çıkar.
Konuyla ilgili kitap yazanların hemen hiçbirisinin konuyu ciddiyetle ele almak şöyle dursun, kaleme aldığının hakkını verecek düzeyde bir birikime sahip olmadıklarını üzülerek söylemeliyiz. Neyse bu uzun bir konu; en azından yine de emeği geçenlere şükranlarımız vardır deyip, kesip atalım.
Ama bilim, yaşam ve gerçekler böyle önermelerle, “kestirip atalım” demekle bir yere varamaz. Yazı yazmak zordur. Kitap yazmak daha da zordur. Alevilik Bektaşilik konusunda her ne boyutuyla olursa olsun kaleme alınan eserlerin bir tasnife tabii tutulması gerektiğine inanıyorum. Bilimsel bir gayretle, çabayla ortaya konulan kitapları ise özellikle halka duyurmak bir görevdir aslında.
Dedelerin, babaların, ozanların, kimi yazar-gazeteci kimliğinde olanların çoğunlukla kendi kişisel görüş ve düşünceleri, tecrübeleri çerçevesinde kaleme aldıkları eserler zaman zaman bizi sıkıntıya düşürmektedir.
Bununla birlikte; üniversitelerin, akademik camianın ise çok uzun yıllardır bu önemli alana duyarsız kalmaları, olayı kenardan seyretmeleri de bu alandaki bilimsel eserlerin sayısının sınırlı kalmasını sağlamıştır.
Şu anda özgün bir bilimsel merkezden yoksun olan Alevili Bektaşi dünyasında yine kitaplar öncü rol üstlendiler. Alevilik Bektaşilik konusunda ya olayı önemseyen kimi ciddi yazar ve gazetecilerden bazı araştırma eserleri okuduk, çoğunlukla ise yerli ve yabancı akademisyenlerin takdir edilecek çabalarıyla “dişe dokunur” makaleler, kitaplar okuyabildik. Bunların sayısı yeterli olmasa da, çok şükür ki son yıllarda arttı.
Alevilik Bektaşilik konusu aslında gerçekten kimilerinin sandığının aksine yazı yazılması, kitap çıkarılması en zor alanlardan birisidir.
Genel geçer hikâye tarzındaki şeyleri yazmak kolaydır ama tarihsel konulara girmek, Osmanlıca, Arapça, Farsça gerektiren çeviri, transkripsiyon dahi bu alanlarda çaba sarf etmek ve ortaya bir şeyler koymak da bin bir güçlüğü barındırır.
Yine bazı yayınevleri, kimi üniversiteler, kimi akademiler bu konudaki eserleri yayınlayarak bu konudaki çabalara güç katıyorlar.
Alevi Bektaşi kurumlarına bir şey diyemiyorum zaten. Zaten bu kurumların şu anda bilimsel bir şeyler üretmeleri her yönüyle imkânsız. Onlardan bunları beklemek de, benim gibi iyi niyetli bazı kişilerin hayalleridir. (Uzun yıllar bir kurumda bu hayalle avundum.)
Ülkemizde Alevilik Bektaşilik konusunda yayınlanan tüm kitapların bir arada bulundurulduğu bir merkezi kütüphanenin kurulması, istisnasız tüm kitapların burada bulunması ve okuruna ulaşması en büyük arzumuzdur. (Şu an için Şahkulu Sultan Dergâhı bünyesinde böyle bir çaba söz konusudur.)
Örselenmiş, dışlanmış, yasaklanmış, yağmalanmış bir inanç ve kültürün temsilcileri olarak Alevilerin Bektaşilerin ve bu alanda kurulmuş yapıların en büyük hedeflerinden birisi de gelecek kuşaklar için, ülkemiz için, elbirliğiyle böyle bir kütüphanenin, araştırma-inceleme-dokümantasyon merkezinin kurulması olmalıdır.
Nasıl ki, ocak merkezlerimizde, tekke ve dergâhlarımızda gerçekten yüzlerce yazma nüshasıyla klasik eserler mevcuttu, onlar şu veya bu şekilde yok edildi veya çıkar uğruna para karşılığı satıldı, yağmalandıysa, bu çağda yeniden, büyük bir özveriyle de olsa, artık tüm bunların toparlanması bir zorunluluktur.
Alevi Bektaşi dünyası çok büyük bir dünyadır ve bir bütündür.
Orta Asya’dan, Macaristan Budapeşte Gül Baba’ya kadar büyük bir coğrafyada, sonrasında ise Avustralya, Kanada ve ABD’ye kadar (Hatta Güney Amerika’ya) kadar çok büyük bir coğrafyaya yayılmış bir büyük yapıdan söz ediyoruz.
Bu konuyla ilgilenenlerin hedeflerini çok büyük tutmaları, tüm dünyadaki Alevi Bektaşi Varlığını içine alacak şekilde kurumlarını oluşturmaları, yayınlarını yapmaları gerekir.
Yiğit Çınarım -Şiir
GAMLANMA YİĞİT ÇINARIM
Darda mı kaldın daraldın
El âlemi dost mu sandın
Dağ gibiydin de horlandın
Gamlanma yiğit çınarım
Beden eski beden değil
Yollar eski yollar değil
Yüzler eski yüzler değil
Gamlanma yiğit çınarım
Riyakârlık çıkar ile
İkiyüzlü nursuz ile
Yola gelmez pirsiz ile
Gamlanma yiğit çınarım
Erenlerin yolundan git
Gerçeklerin izinden git
Hal bilmezden de uzak git
Gamlanma yiğit çınarım
Fazlım aydınlık içinde
Tasanı koyma gönlünde
Uzakta değil bir gün de
Gamlanma yiğit çınarım
Ayhan Aydın, 16 Mayıs 2016, Duisburg
Makedonya- Arnavutluk Gezi NOTLARI, II. III. BÖLÜM
MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ (II. BÖLÜM)
(20 MART – 8 NİSAN 2016)
AYHAN AYDIN
21 Mart 2016, Pazartesi
Makedonya, Tetova, Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Tekkesinde Nevruz
Bende 20 yıldır uyku ne arar? Hem de öyle soğuk ki, tam on yıl önce de Baba Tahir Emini’nin 40 yemeğine geldiğimde donduğum ve orta kulak iltihabı olduğum gibi şimdi de diyorum, üşütmeyeyim yine, demek ki şartlarda değişen hiçbir şey olmamış. Sonradan, kışı sorunsuz atlattım derken grip oluyorum. Neyse oluyor ve olacak bu şeyler, bu işler kolay değil, her dervişin ve araştırmacının, gazetecinin başına gelecek türden şeyler…
Çok erkenden, herkesten önce kalktım. Sabah meydan açılacak. Çünkü bugün Nevruz. Yani Sultan Nevruz. İmam Ali’nin doğduğu gün, doğanın yeniden canlandığı bir bayram gününe uyanıyoruz. Bayram sevinciyle insanlarla niyazlaşıyoruz. Sabah ibadete uzaktan- yakından bazı muhipler geliyorlar. Herkes meydana alınıyor. Biz de Nadime ile bir bölümüne katılabildiğimiz ve tam erkânın olmadığı bu bayram meydanında dışarıda bekliyoruz. İbadetler hasıl olduktan sonra bizler de küçük bardaklardan (dem kadehlerinde) Derviş’in elinden hayır dualarla sütümüzü ve şerbetimizi içiyoruz. Gelen misafirlere bunlar ikram ediliyor. Şerbet bir gün önce gece hazırlanıyor ve bolluk, bereket kaynağı olarak sütle birlikte bu güne özel misafirlere ikram ediliyor. Evlerde de özellikle sütlü tatlılar, özellikle sütlaç, yapılıp misafirlere ikram ediliyor.
Gün boyu gelenler, gidenler oluyor. Akşamki muhabbet için herkes arı gibi çalışıyor. Kesilen kurban etinden yemekler hazırlanıyor. Her zaman olduğu gibi yüz civarında insanın katılımı olacağı düşünülüyor. Gerçi gündüz ve başka günler çoğunu tekkede görmüyorum ama bu bayram olunca, hele de lokma olunca demek ki, Türkiye’dekiyle pek farkı olmuyor, düğünde bayramda insanları görüyoruz ama zor-dar günlerde ortada kimsecikler yok! Neyse bayram bugün şimdilik eleştirileri aşağıda son bölüme bırakayım.
Dikkatimi çeken tüm canların özenle türbe ziyaretlerini yapmaları, bir Bektaşi usul ve erkânının bu ziyaretlerde uygulanması. Sadece bir el değmek bir iki dua okumakla olmuyor, bunun da bir adabı, erkanı var. Her birisi saygılı, sevgi dolu bir şekilde yavaş yavaş tekkeye geliyorlar. Dedebaba Edmond Brahimaj, Derviş ve diğer tüm canlarla niyazlaşıyorlar, bayramlaşma sağlanıyor.
Yüz kişi akşamki nevruz muhabbetine katılıyor. Bir sonraki günde olduğu gibi Baba Mondi, yani Dedebaba Edmond Brahimaj basılı bir tekstirden “Hz. Muhammed’in Hz. Ali İçin Söylediği Kırk Hadisi” baştan sona okuyor. Herkes büyük bir dikkatle Dedebabayı dinliyor. Hz. Ali’nin üstünlükleri, meziyetleri dile getiriliyor. Her zaman olduğu gibi demle muhabbet açılıyor. Tuzla devam eden lokmada herkes Dedebabaya uymak zorunda. O konuşursa herkes susup onu dinliyor. Nefesler okunurken yemek yenmiyor, herkes nefesi dinliyor, eğer biliyorsa ona eşlik ediyor. Dem mutlaka yemekten önce alınıyor, Dedebaba’dan sonra herkes “Üçler Aşkına” diye başlayan demlerini alıyorlar. Nefeste ismi geçen önemli şahsiyetler, nefesin yazarı da mutlaka anılıyor. Nefesler Arnavutça söyleniyor. Dedebaba söz verince, (izin) Türkçe bilenler veya başka lisanda da (Boşnakça olabilir) nefesler söyleyebiliyorlar. Derviş Abdülmüttalip Bekiri daha çok Türkçe Nefesler söylüyor, en fazla Türkçe nefes bilen kişi belki de o şu anda. Ama elbette Arnavutça’da söylüyor.
Bu şekilde saatler boyunca hem lokmalar yeniliyor, hem demler alınıyor, hem nefesler söyleniyor. En son Dedebaba’nın duasıyla muhabbet nihayetleniyor.
22 Nisan 2016, Salı
Arnavutluk Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nde Nevruz
Ben akşam muhabbetten biraz erken ayrılıp, otobüsle Tiran’a hareket ediyorum. Çünkü yeterli yer olmadığı için dervişlerin gideceği araba yerine otobüsle gitmem gerekiyor ki bu daha iyi. Çünkü uzun yolda takside insan biraz daha sıkıntı yaşıyor. Sabah erkenden Tiran’a iniyorum. Bir taksiyle Tiran’daki Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne varıyorum. Burası daha sıcak geliyor bana. Biraz dinleniyorum. Ben de ilk önce burada bulunan dedebabaların türbelerini ziyaret ediyorum. Normalde inançsal olarak Makedonya’da Harabati Baba Tekkesi’nde yapılan her şey, bu merkeze bağlı tüm tekkelerde olduğu gibi burada da yapılıyor. Sabah meydanı, kurbanlar, lokmalar, türbe ziyaretleri, bayramlaşmalar…
Tiran’da ise farklı olan; burada Bektaşiliğin resmen tanınan bir inanç sistemi olması ve en önemli dini günlerinden birisinin Nevruz olması nedeniyle bu merkezde, Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi denilen yerde, işin resmi boyutunun da olmasıdır.
Tüm bunları da izledim. Geçen sene Matem için geldiğim de benzer şeyleri görmüştüm. Sık sık ziyaretlerle, seyahatlerle ayrıntılar, benzerlikler, faklılıklar daha iyi ortaya çıkıyor.
Sabahın erken saatlerinden itibaren muhipler başta olmak üzere Bektaşiler ve bu yola gönül verenler toplanmaya başlanıyor. Yeni yapılan Odeon denilen binanın önünde sandalyelerine oturan misafirler 2 Nisan 2011’de Hakk yürüyen (4 Nisan’da toprağa verilen) Rahmetli Reşat Bardi Dedebaba’nın dev resmi önünde onun konuşmalarını, nefeslerini dinleyerek törenin (bayramın) başlamasını bekliyorlar. Ben bol bol fotoğraflar çekiyorum. Sayısı onbinleri aşan fotoğrafların çok olması araştırmacılar için yararlı olur, düşüncesindeyim. Aynı zamanda makineyi kamera olarak da kullanıp bazı bölümleri kayt altına alıyorum.
Geçen sene Matem’de olduğu gibi yine Dedebaba Edmond Brahimaj yanındaki baba ve dervişlerin de bulunduğu ortamda, bu sene Makedonya Tetova Kalkandelen’de okuduğu “Hz. Muhammed’in Hz. Ali İçin Söylediği Kırk Hadisi” burada da okuyor. Hz. Ali hakkında konuşma yapıyor. Sonra nefesler söyleniyor. İlk bölüm böylece nihayetleniyor. İnsanlar çok yoğun bir şekilde türbeleri ziyaret edip, türbelerin yanındaki bölümde mumlarını yakıyorlar. Hacı Bektaş’ın heykeli önünde fotoğraf çekilen insanları görüntülüyorum.
Sonrasında ise Dedebaba, gelen misafirleri başta devlet erkânı, yabancı elçiler, dini temsilciler olmak üzere odasında ağırlıyor. Odanın karşısında bulunan bir başka salonda ise Abdülmüttalip Bekiri ve bir başka derviş halkla bayramlaşıyor. Her gelen misafire mutlaka şeker veriliyor. Herkesin hatırı soruluyor. Dua isteyene dua veriliyor, nasihat isteyene nasihat ediliyor. Özellikle çocukların çokluğu ve derviş ve babaların çocuklarla ilgilenmeleri, onlarla fotoğraflar çektirmeleri dikkatimi çekiyor. Bu böylece saatler boyunca sürüyor. Yüzlerce insan aynı şekilde ağırlanıyor.
Benzer şekilde kesilen kurbanlarla hazırlıklar yapılıyor. Bu akşam da burada bir Muhabbet var. Bizler yine bu muhabbete de katılıyoruz.
Akşam yine hava soğuyor, camı olmayan odada yatarken, montuma sarılıyorum. Ertesi gün ise Korça’da aynı şekilde Nevruz etkinliği var. Bizler de oraya gitmeye karar veriyoruz. Hüseyin Süleymani bir araba ayarlıyor. Bizler Korça’ya gitmeden önce mutlaka Elbasan’daki türbeyi görmek isteyince oradan geçiyoruz.
Tiran’dan Elbasan’a giderken doğanın büyüsü beni sarıyor. Her tarafa bahar gelmiş. Arnavutluk yazları çok sıcak olan bir ülkeymiş. Tipik Akdeniz bitki örtüsü her yerde kendisini gösteriyor. Bu sefer farklı bir yoldan tekkeyi arkamızda bırakıp kenti çıkarken, uzaktan gecekondular içinde kaybolan Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne bakarken, Tiran’ın tümüyle doğanın içinde olan bir kent olduğunu görüyorum. Her taraf bağ, bahçe, tarla, her taraf yemyeşil. Bu sefer bir tepeden görüyorum Tiran’ı. İyi ki bu yoldan geçmişiz diyorum içimden. Bayağı büyük bir şehir burası. Yeni yeni binanlar yükseliyor. Ama ne iyi ki yeşili bitmemiş, tükenmemiş bir kent. Yol boyunca zeytinlikleri, yer yer çam ağaçlarını görüyorum. Bir tepede tarihi bir kale beliriyor. İkinci kez bu yollardan giderken Derviş Abdülmüttalip, aslında buradaki yerlerde bile Harabati Baba Tekkesi’nin izinin bulunduğunu, bu kalenin komutanının benim zeytinliklerimden çıkan yağ ile Harabati Baba Tekkesinin çerağları yansın, dediğini söylüyor. Yol boyunca gördüğümüz tüm manzara Türkiye’de Anadolu’da rast geleceğimiz tüm manzaraların benzeri. Geri kalmış bir ülke ve güçlükler içinde yaşam mücadelesi veren bir halk var karşımızda. İşsizliğin hat safhada olduğu bu ülkede, tarım para etmiyor. Belki kendisini toparlayıp tanıtabilse en önemli potansiyeli turizm olabilir Arnavutluğun. O kadar güzel bir ülke ki anlatılmaz. Bu dağlar, bu vadiler, bu yeşillikler, bu doğallık, bu tarihi eserler, bu deniz ve göller özellikle doğa sever, macera arayan turistler özellikle de gençler için ideal sayılır. Bu arada tümüyle genç bir nüfusa sahip Arnavutluğun gençleri çözümü Avrupa’ya gitmekte arıyor. Daha önceki bir yazımda söylemiştim, neyi eksik İran’lıların Batılılardan, en azından İran’lı kadınlar hadi diyelim ki İsviçre’li kadınlardan daha güzeller, demiştim. Şimdi de diyorum ki, neyi eksik Arnavut gençlerin Avrupalı gençlerden, hadi diyelim ki Almanlar’dan bence daha yakışıklı bu gençler. Gerçekten bu böyle ama ne yaparsın ki, güzellikte, yakışıklılık ta (ikisi de aynı şeydir aslında) bir şey ifade etmiyor; yoksulluk, işsizlik hep aynı. Ama helal olsun ki bu Balkan ülkelerine, Balkanların ve Ortadoğu’nun en büyük ülkesi ki doğrudur, Türkiye’den en azından dil konusunda daha iyiler; her birisi birkaç lisanı şu veya bu şekilde konuşuyorlar.
23 Mart 2016, Çarşamba
Elbasan Türk Cemali Baba Tekkesi
Burada ise ben duygularıma hâkim olamıyorum. Tertemiz olan bu tekkede olağanüstü bir hava sarıyor beni; burada baba oğul iki inanç önderi bizleri karşılıyor. Oldukça yaşlanmış ve bir piri fani olan Faik Salmanay Baba’nın varlığı yetiyor. Oğlu mücerret derviş olan Ardit ise çok mu çok mütevazı dünyalar tatlısı bir derviş. Aynı zamanda diğer işlere de bakan muhiplerden birisiyle bizler tekkenin bitişiğindeki türbeleri ziyaret ediyoruz. Yeşil renkli bir kubbenin içinde üç Baba erenler yan yana yatıyorlar; Baba Ali Horasani, Baba Cemal Turku (Baba Xhemal Turku), Baba Şerif Canı (Baba Sherif Cani). Tekkenin önündeki ağaçlık avlunun dışında, hemen yanında bir de yeşil bir bahçesi olan bu inanç merkezi her yerden misafirlerini bekliyor. Işıl ışıl mutfağı, misafir odaları, salonları olan tekkenin bir dönem babası olan ve Abdülmüttalip Bekiri’nin de ifade ettiği şekliyle alim bir insan olan Cemali (Cemal) Baba Türk asıllı bir baba. Burada önceden ciddi bir Türk varlığını duyuyorduk. Ama şimdilerde bir araştırma konusu olacak şekilde, Türk kalmamış. Ya göçmüşler, ya da Türkçe konuşmayarak, asimile olmuş bir şekilde varlıklarını şu veya bu şekilde sürdürüyorlar, bir bilgimiz yok.
Çok enteresan bir şekilde, böyle şeyler oluyor, bu sene ikinci kez ziyaret edeceğimi bilemediğim bu tekkeye 5 nisanda tekrar geliyoruz. Reşat Bardi Dedebaba’nın “Mevlüt”ü için tekrar Arnavutluğa geldiğimde burayı bu sefer Abdülmüttalip Bekiri Derviş ve Türkiye’den çok sevgili Mahmut Aydın Derviş ve Bosna Hersek’ten iki can simayla ziyaret ediyoruz. Burada bize kendi elleriyle yaptıkları lokmaları ikram eden bu can insanlara muhabbetimiz daha da artıyor.
Ayrıca ikinci gelişimizde kentin biraz çıkışında iki boğaz arasında bir tepeye yakın alanda “Büyük Tekke”yi de ziyaret ediyoruz. Burada birçok babanın mezarları var. Burası aynı zamanda “Tekke”. Baba Faik Selmanay akşamları gelip burada kalıyormuş. Kaşsısında çam ağaçlarıyla kaplı bir tepe olan bu yer Mahmut Aydın’ın dediği gibi tekke olmak için daha ideal bir yer, kentin içindeki basık hava burada yok.
Elbasan’daki bu türbelerde yatanların en azından bir kısmının Horasan illerinden gelen Türk erenler olduğu söyleniyor. Elbasan’la daha çok ilgilenmek gerekir.
(Serçeşme Dergisi, Temmuz 2016, Sayı: 31, Sayfa: 36-39)
(Bu gezinin gerçekleşmesine katkı sunan İş Adamı Adem Dağıdır ve Veli Dedemizin oğlu Hasan Akkol’a şükranlarımla)
(Yazıyla ilgili yüzlerce fotoğraf facebook sayfamda, Albümler bölümündedir.)
Devamını oku: Makedonya- Arnavutluk Gezi NOTLARI, II. III. BÖLÜM
MEYDAN PROGRAMINA KATILACAĞIM…
MEYDAN PROGRAMINA KATILACAĞIM…
İMC Tv.'de yayınlanan Meydan Programını hazırlayıp sunan Sayın Namık Dinç'in konuğu olacağım. 3 Eylül Cumartesi günü (yarın) saat: 20.40'da, özellikle Alevi Bektaşi coğrafyası ve bu coğrafyada Alevilerin Bektaşilerin yaşadıkları problemler üzerinde sohbet edeceğiz. Muhabbet ehline...
SELAHATTİN AKKAYA
Selahattin Dedemiz De Hakk'a yürümüş...
Yirmi yıl boyunca Cem Vakfı Yenibosna Cemevi'nde hizmet yürüten, çok büyük bir özveriyle cemevi daha inşaat halindeyken karda-kışta cenaze hizmetlerini, temizlik hizmetlerini yerine getiren, posta oturup cemler yürüten Selahattin Akkaya Dedemizin 15 Ağustos'ta Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu çok büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Çok uzun yıllar birlikte çalıştığımız, parayla yapılmayacak işleri gönüllü olarak yapan, yaklaşık beş bin kişiyi son yolculuğuna nurlu elleriyle gönderen, vefakar, fedakar, hizmet ehli dedemizin menzili mübarek olsun, devri daim olsun, sonsuz ışıklara gark olsun... Sana haklarımız helaldir dedem; nankör gözler kör olsun... Hakk zalime fırsat vermesin, yanlışlara göz yumanların hesabı da bu dünyada görülsün, Dar-ı Mansur olsun...
SELAHATTİN AKKAYA DEDE
(BOSTANKOLU HASAN HALİFE OCAĞI - CEM VAKFI YENİBOSNA KÜLTÜR VE CEMEVİ DEDESİ / HOCASI / BEŞDERE / REŞADİYE / TOKAT)
AYHAN AYDIN
Uzun yıllardan beri tandığım Selahattin Akkaya Dede, halkla en yakın ilişkiler içinde olan, şimdi bırakın taliplerini on binlerce insana seslenen, onlara her daim hizmet eden bir dedemiz, hocamız. Bir dede olarak Yenibosna Kültür ve Cemevi’nde bugüne kadar belki beş binden fazla cenaze kaldırdı. Ağlayanların feryatlarını dinledi. Onları teselli etmeye çalıştı. İnsanlara nasihatlarda bulundu. “Her canlı ölümü tadacaktır”, denirken bu çok kolay bir söz gibi gelse de, hayatın güzellikleri karşısında bir sonun da olduğunu onbinlerce insana söyledi. Hacı Bektaş Ocağı’na derinden bağlı bir ocakzade olarak ben daha çok benzer ocaklar gibi, Hacı Bektaş Ocağı’nı “Pir Ocağı” kabul eden bir ocak temsilcisi olarak dedenin bu konudaki fikirlerini almaya çalıştım.
Sevgili dedem nerelisiniz? Tokat Reşadiye Beşdere Köyü’ndenim.
Kaç yılında doğmuşsunuz? 1948 doğumluyum.
Peki sizin köyün durumu şu anda nasıl, köye gidip geliyor musunuz? Köyde nüfus çok azaldı. Yaşayan çok az kişi var. Köyümüz ihmal etmiyoruz, gidip geliyoruz. Halihazırda babam da köyde oturmaktadır. Bizlerin köyde evimiz var.
Yakınınız da Alevi köyleri var mı? Var. Alevi köyleri zaten biz bir köy dört muhtarlığa ayrıldı. Dereköy, Gökköy, Dolay, Beşdere bunlar bir muhtarlığa bağlıydı. Fakat sene ellilerde bunlar birbirinden ayrıldı.
Fakat gerçek Alevi olmak çok zor. Gerçek bir Alevi olabilmek için çok dürüst bir insan olmak gerekir.
Oralara geleceğiz. Şimdi hangi ocağa mensupsunuz? Ceddiniz hangi ocağa bağlı? Köklerimiz Horasan pirlerindendir. Bilirsiniz seksen bin gayperenleri derler. İmam Zeynel Abidin’le bu yollar devam etmiş. Bizler de dedemizden, babamızdan aldığımız kültürle, Hz. Hünkar’dan aldığımız hüccetle, bizlere Bostan Kolu Evlatları denmiş.Bizim ecdadımız şöyle bir mücüzat göstermiş. Yani evveliyatında Hz. Hünkar gelip burayı irşat ettiği zaman işte o seksen bin gayberenlerine orada icazeti verirken bunlara bir kazan kurmuş, bunlar da mesela yüz atlı mı göstermiş, On iki öküze kadar bu kazan alıyor, diyen olmuş. Fakat bir koçunan da doluyor, demiş. Orda herkes mücuzatını göstermiş. Benim ecdadım da gelmiş orda kazanı kaynatmış, doldurmuş halk kepçesini salmış, kepçesiyle istediği çıkmış, ecdadımız da halka vermiş ve o da kardeşinin üzerine halife olmuş.
Bizim evveliyattan aldığımız meselâ pir, rehber, halife, mürşit hak mı? deyip bunda ikrar veririz.
Kendi ocağınızın bir piri var mı? Pir ocağınız var mı? Pir olarak kimi tanırsınız? Pir olaraktan Hz. Hünkarı (Hacı Bektaş Veli’yi) tanırız.
Mürşit var mı? Mürşit olaraktan da ordan gene Hz. Hünkar’ın nefes evladı olaraktan Ulusoylar’ı tanırız. Yine ordan Kırşehir’den gelen bir zaman millet vekilliği yaptı Yusuf Ulusoy, postun sahibi vardı Feyzullah Ulusoy ve onların nesillerinden gelen o ocağa bağlı bir kökten gelenleri tanırız.
Ocağa bağlı olanları mürşit sayıyorsunuz, siz ocak olarak. Yani biz Hz. Hünkar’ın nefes evlatı olarak kabul ediyoruz onları. Hz. Hünkar’ın burnu kanıyor ve bunu ayak değmedik yere dök diyor, Kadıncık Ana da ayak değmedik yer bulamadığı için onu içiyor ve ondan bir evlat zuhur ediyor. Kanı kanımdan, deyip o soya sahip oluyor. Ulusoylardan gelen kişileri mürşit olaraktan, rehber olaraktan da İmam Zeynel soyundan gelip, İmamlar soyundan gelerekten o gayberenlerinden Hz. Hünkar’ın huzuruna geldiler. Hz. Hünkar dedi işte burda mücüzatını gösterip orda mücüzatı üzerine kazan kaynattığı zaman kardeşinin üzerine halife olmuş yani rehber ilk oldu, öğretmeni halife de teftiş amiri olaraktan.
Bizim görgülerimizde meselâ bir talip bir hata yaptığı zaman rehber gelip onu eğitiyor. Eğer o yol İmam Cafer Buyruğu’na göre rehberin kaldıramayacağı bir yol ise halifeye bırakıyor, bize bırakıyor meselenin hallini. Meselâ biz bir kademe ondan üstün olmuş oluyoruz. Yani kardeşim üzerine sen okumuşsun öğretmen olmuşsun ben de ilkokul mezunu kalmışım. İşte onun benzeri bana bırakıyor. Ben de İmam Cafer Buyruğu’nca diyorum bu hangi baptan düşmüş bunun yolu erkanı neyi kaldırabiliyor? Eğer ağır ise namus, bir zina böyle ağır bir şeyler varsa, ben de o zaman mürşide bırakıyorum. Yani o pir kapısında hizmet yapan, o posta sahip kişiye bırakıyorum. Meselâ şu an için Feyzullah Efendi gitti, onların içinde uluları Yusuf Efendi var.
Diğer Makaleler...
- DAĞIN ARDI DENİZ - HASAN AKARSU
- Atarük Saray'da- Hasan Hüseyin Yalvaç Kitap
- KUŞLUK-TAN ESİNTİLER- NECDET TEZCAN
- HACI BEKTAŞ TÜKENMEZ SEVDA YURDU
- HALK OZANI GÜRCÜ İŞLEYEN DOĞAN'LA SÖYLEŞİ
- AŞIK MÜSLÜM SÜMBÜL'LE SÖYLEŞİ
- BAYRAM
- Makedonya - Arnavutluk Gezisi, 2016, Birinci
- SEMAH SEMPOZYUMU VE SEMAH BULUŞMASI YAPILDI
- ERARSLAN DOĞANAY