Ressam GÜLLÜZAR FİLİS TONKUŞ’la Söyleşi
Fırçasıyla Farklı Türlerde Başarılı Ürünler Veren
Erenlerin Dede Kızı
Ressam GÜLLÜZAR FİLİS TONKUŞ’la Söyleşi
Ayhan Aydın
Uzun yıllardan beri tanıdığım Güllüzar Hanım’ın Seyyid Hacı Kureyş’i canlandırdığı resmiyle onun gerçek bir sanatçı olduğunu anlamıştım. Gerçekten de bir dede kızı olarak, Eren ve Evliyaların o büyük kutlu dünyalarının içinden geliyor, bu dünyadan haberdar birisi olarak da geleneği de takip ediyordu Güllizar Hanım.
Ama o bir ressam. Fırçası bizi başka yerlere de götürür dedim kendi kendime… Daha öncekileri gezemezsem de, Kartal Belediyesi’ndeki sergisini kaçıramazdım, üst üste aksiliklerden sonra nihayet kapanmadan bir gün öncesinde sergiyi gezme zevkine eriştim.
Dersen; Anadolu’ya gittim, tarlaların, bağların, bostanların, Anadolu Kadının dünyasına gittim onun birbirinden güzel desenlerinin içinden. Aydınlık bir yolculuktu, atlar, çeşmeler, yaralı askerler eşlik ettiler benim bu gezime… Bir de büyük önder Mustafa Kemal Atatürk… Sadece doğayı çalışmamıştı, Kübizm olarak bilinen teknikte de resimleri büyük bir başarıyla resmettiğini gördüm Güllüzar Filis Tonguş’un.
Hayat böyle bir şey; hep umut, hep hayal… Ölene kadar dünyadaki tüm güzellikleri görsem, Tanrı’nın en büyük hediyesi olan “resim, müzik, bilim vd. alanlarda” birer büyük yetenek olan yaratıcılarla görüşsem, söyleşsem, onları dinlesem, dost olsam, yaren olsam derim kendi kendime…
Dünyayı hayal dünyalarının da etkisiyle kendi gözleriyle görüp, yorumlayana ne mutlu…
Bu değerli ressamımızla yaptığım söyleyişi sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum…
Muhabbetle kalın…
Her şeyden önce sizi tanımak istiyorum. Nereden ve ne zaman doğdunuz, nerede büyüdünüz?
25 Aralık 1956, Erzincan Tercan Pelegöz (Güzbulak) köyünde doğdum. Kırk günlük bebekken babam İstanbul Tuzla’da Jip Fabrikasında görevli olduğu için Tuzla getirilmişim. Tuzla Jip Fabrikasın’nın lojmanlarında büyüdüm.
Daha sonra fabrikanın askeriyeye devredilişiyle İstasyon Mahallesi’nde kendi evimize taşındık.
Meslek lisesi mezunuyum. Daha sonra Türk Alman Şirketi’nde işe girdim. Belli bir zamandan sonra sendikacılığa adım attım. Türk İş Türk Metal Sendikası’nda sendikacı oldum. Seksen İhtilali’nde yasaklara uğrayıp yargılandım ve beraat ettim. Siyasi nedenlerden dolayı birçok iş yerlerine başvuru yaptığım halde işe alınmadım. Özel sektörde çalışmaya başladım.
Bu arada resme olan tutkum çok küçükken başladı. Her zaman hobi olarak sürekli resim çizerdim.
Ben ilkokula giderken benim okuldan geldiğim zaman annem sürekli radyo dinliyordu. Çocuk olduğum için pek anlayamamıştım. O zamanlar Deniz Gezmiş aranıyormuş, Deniz Gezmiş’in kim olduğunu bilemiyordum. Anneciğime de kızdım, sen neden radyo dinliyorsun, bizim yemeğimizi hazırla, adam denizi gezerse gezsin, demiştim. Onun bir kişi olduğunu henüz kavrayamamıştım. Ve annem, bana sosyolojik olarak öyle bir ders verdik ki, o hayatımda dönüm noktam oldu. Dedik ki, bak kızım dedi, bir şey söyleyeceğim, bu denizi gezene adam değil, bunun adı Deniz Gemiş, dedi. Bizim evimizde buzdolabı var, bizim evimizde elektrik var dedi, o fakirlerin de evlerinde olsun, istiyor, dedi.
Yani zenginin evinde ne varsa, fakirin de evinde o olsun dedi. Ben de annemin yüzüne baktı, beni sendikacılığa iten de bu süreç oldu. Annem çok bilinçli bir kadındı.
Şimdi ise iki biricik kızım ve sevimli kedimle gurur duyarak yaşamımı sürdürüyorum… Büyük kızım Tülay Tonguş Avukattır. Küçük kızım Tülin Tonguş haber spikeridir. Biricik kedimin ismi ise Prenstir.
Peki ya baba?
Babacığım, bizi çok özgür bıraktı. Kızların okuması, kızların söz sahibi olmasını isterdi. Babam çok aydın bir adamdı, kızlara çok önem verirdi. Babam dede olmasına rağmen hiçbir zaman bağnaz (tutucu) düşünmedi. Bizi çok özgür bıraktı.
Babanız bir dede, ocakzade?
Bizler Kureyşan Ocağı’na bağlıyız. Kızılbel Derviş Süleyman Torunlarıyız. Tunceli Büyük Köy’den gelmedir. Babam çok aydın, demokrat, kadına önem veren birisiydi. O özgürlüğü savunan bir insandır.
Annem de Mazgirt’li Kurtuluş Savaşı Gazi Seyyid Hüseyin’in kızıdır. Ben ham değilim, her iki taraftan da dede kızıyım. (İzzettin Doğan’ın annesi Elif Ana Mazgirt’li Dedemin akrabasıdır.)
Çocukluk günlerinde İstanbul, yaşadığınız semt, arkadaşlık ilişkileri nasıldı?
Tuzla Lojmanlarında oturduğumuz için birkaç tane evdik. Yüksek Mimar Mühendis Nafiz Çamlıbel’in kızı Nurseli İdiz benim çocukluk arkadaşımdır. Orada genelde subay çocukları vardı. Orası asker lojmanlarıydı. Onlar da benim arkadaşlarımdı, tayinleri çıkınca da onlar da gidiyorlardı. Onlar gidince ben de üzülüyordum.
Tuzla çok küçük bir balıkçı kasabasıydı. Deniz kenarında olduğumuz için sık sık balık yerdik, balıkçı tekneleri sürekli balık taşırlardı. Ben deniz çocuğuyum aslında. Bir de küçük fırın vardı, ondan da halka simitleri yerdim. Mübadeleyle gelen göçmenlerin kasabasıydı daha çok.
Onlarla ilgili hatıra var mı?
Onlar da benim çocukluk arkadaşımdı. O aileler aydın insanlardı. Onların çoğunluğu Selanikliydi.
Tuzla çok küçüktü, bamya ve enginar tarlaları doluydu, bol bol onları yerdik. Şimdi hiç tarla kalmadı. Ayrıca bir tane küçücük bir gazete bayii vardı. Her sabah koşa koşa gider, fasikülleri alır, kendimize ansiklopedi yapardık. Nazlı Ilıcak yazı yazardı, ben onun sağcı olduğunu bilmezdim, Türkiye Gazetesi’nde yazardı. O bir kadın yazardı, o kadın yazar ne yazıyor diye merak ederdim. Gazeteci, kadın yazar? Bunu merak ederdim. Bazı yazıları hoşuma giderdi, bunları niye yazmış, derdim. Ama onun sağcı bir yazar olduğunu düşünemiyordum. Biz yazın hiç denizden çıkmazdık, berrak çok temiz bir denizi vardı. İçmeleri- Kaplıcaları vardı, o zaman millet sadece suyunu içiyorlardı. Meşhur değildi o zaman kaplıcaları. Dedemi götürmüştüm, bir kez hiç unutmam bunu.
Dedeniz nasıldı?
Annemin babası olan dedem gelirdi. Hüseyin Dede “Muharip Gaziler Derneği” vardı, Harbiye’de sık sık oraya giderdi. Okullarda İstiklal Savaşı’nı anlatırdı, ilkokullara gidip savaşı anlatıyordu. Dedemin üç madalyası vardı, ben de onu Tuzla’daki okulumuza götürmüştüm.
Dedem çok yakışıklı, çok güzel bir adamdı. Çok edep erkân bilen, çok kültürlü, diğer dedelere benzemez, çok güzel cem bağlardı. Sünnilerin dahi dedemin ayağını öptüğünü bilirim.
Dede kızı olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?
Biz küçücüktük, başkaları gelmese de, babam bizleri toplar, Perşembe günleri cem yapardık. Ben hep süpürgeci olurdum. O çevrede tek Alevi aile bizdik. Her cemde süpürgeci görevini ben yapardım. Babam saz çalardı, ben deyiş söylerdim. Küçüklükten babam öğretti bunları bana.
Lise dönemi nasıldı?
Alman şirketine çalışmaya girmiştim. Buna da biraz mecbur kaldım, okula ara verdim, çünkü babam hastalandı, çalışamaz duruma geldi. Evimizin inşaatı yarım kalmıştı. Çalıştığım kurumdaki müdürüm bana dedi ki; “sen oku, ben senin arkanda olacağım”. Bana bir saat fazladan izin verdi, Kartal Akşam Ticaret Lisesi’ne gidip yazıldım. Hem çalışıyordum, hem okuyordum. Akşam 23.00’de okuldan çıkıyorduk, aynı mahalleden beş altı arkadaşım da vardı, trenle eve dönüyordum. Daktiloyu da okulda öğrendim. Sonra müdürüm tüm yazılarını bana yazdırmaya başladı. Sonra daktilo şampiyonu oldum, İstanbul’da. Müdürüm beni şef yapmıştı. Beş yüz kişinin çalıştığı yerde şef olmuştum.
Ya sendikacılık?
Alman Şirketinde çalışırken, bir gün sendika temsilcilerinin seçimi vardı. Benim hiç haberim yokken, benim arkadaşlarım sendika baş temsilciliğine benim adımı yazıyorlar, tahtaya yazıyorlar. Karşımda on üç tane erkek aday vardı. On üç erkek adayı geçtim, sendika baş temsilcisi seçildim. Ve bir baktım odama, sendikacılar doluşmaya başladı. Seçildiğimden bile haberim yoktu benim. İşveren temsilciyken, birden bire işçi baş temsilcisi olarak gördüm. Hayırdır, dedim. Onlar da, sizi kutluyoruz, sizi işçileriniz baş temsilci seçtiler, dediler. Hem de 300 oy farkla ezip geçmiştim onları. Sonra beni müdürüm odasına çağırdı, bana çok kızdı. Sen neden dedi, sendikacı olmayı tercih ettin, ben seni müdür yapacaktım, dedi. Ben de dedim ki, benim haberim yokken beni seçmişler, dedim. Eh.. yolun açık olsun ama yine de yanındayım, dedi. Benim müdürüm Kürt’tü… Ben de doğulu olduğum için beni destekliyordu.
Sendikacılığa devam ettiniz?
Sonra şube yöneticisi oldum. Türk Metal Sendikası Disiplin Kurulu Üyeliğine kadar yükseldim. Türk Metal Sendikası Kongrelerinde divan üyeliğine seçildim. O zamanlar tek bayan sendikacıydım.
Gelelim Sanata, resme. Bu ilgi sizde ne şekilde, ne zaman uyandı, hatırlıyor musunuz?
Çocukluğumda A 4 kâğıtlarına resim yapardım. Defter kenarlarını süslerdim. Gece yatarken, hayal kurardım ben, hayalimde benim evimin tüm duvarlarının resim olmasını düşlerdim. Hep tabloları düşünürdüm. Bu bir gerçektir. Benim hayallerimi resimler süslerdi. Okula giden çocukların resimlerini de ben yapardım. Çocuklar hep 5 alırlardı, ben de o beşler bana ait derdim.
UZUNKÖPRÜ VE EDİRNE'YE GEZİ...
UZUNKÖPRÜ VE EDİRNE’YE GEZİ…
Ayhan Aydın
Önceki hafta Uzunköprü ve Edirne'de çok güzel iki günlük geziyle dostluklarımızı pekiştirdik, yeni can simalarla bir araya geldik... Araştırmacı Yazar Süleyman Zaman Dost ve Sanatçı -Halk Ozanı Hasan Öztürk'le ilk önce Uzunköprü'de dostlarımızın kapısını çaldık... Hür Tv.'de yerel bir gazetenin çalışmalarını izledik. Uzunköprü'nün çok değerli Belediye Başkanı Av. Enis İşbilen'in çok güzel çalışmalarına bir kez daha tanıklık ettik.. Ziyaretteki temel amaç ise Süleyman Zaman dostumuzun Uzunköprülü çok değerli halk ozanı Kemal Özcan (Derviş Kemal)'ın yaşamını, düşünce ve duygu dünyasını inceleyen eserinin ve Hasan Öztürk'ün yine ünlü ozanın şiirlerini türküleştirdiği cd'sinin Uzunköprü Belediyesi tarafından yayınlanması meselesiydi. Ayrıca Nisan ayı sonunda Derviş Kemal'in adına yapılacak bir anma etkinliğiyle ilgili görüş alış-verişinde bulunmaktı. Belediye başkanı bizleri çok büyük bir ilgi ve alakayla karşıladı. Verimli sohbetten, söyleşiden önce de bizler Derviş Kemal'in çocuklarıyla görüştük, hemen tüm yaşamını geçirdiği evinde hatıralar ormanına daldık... Uzunköprü'de bizimle candan ilgilenen HürGazete sahibi Selim Bekar ve Ressam gönül insanı, Mehmet Yılmaz'la muhabbet ettik...
Edirne'de ise Can dostlarla buluştuk... Uzun yıllardan beri bu yola hizmet eden Ali İhsan Mete Baba Sultan'ın hanesine mihman olduk.. Ama burada yeni tanıştığımız İhsan Mete Baba'ya bağlı iki pırıl pırıl genç insan, bize umut ışıkları saçtılar. Edirne'nin iki gülü, ikizleri Gökhan Yörük- Serkan Yörük ile tanışmak büyük mutluluk kaynağıydı. Bu yola canla başla sarılan, gün boyu bizimle ilgilenen, hem yürekleri geniş, hem okumuş-kültürlü bu gençlerin Alevi Bektaşi Yolu'nda olmaları gerçekten bizler için bir umuttur. Tüm ömrünü Alevi Bektaşi Yolu'na adayan çok sevdiğimiz Mustafa Çetin Dede ile buluştuk. Cem Vakfı Edirne Cemevi'ni ziyaret ettik. Selimiye Camii'ne gittik. Süleyman Zaman Hoca'yla görüştüğümüz gibi buradaki Bektaşi motiflerini görüp, Mimar Sinan'ın bir Bektaşi olduğu yönündeki görüşleri dile getirdik. Edirne üzerine çalışmaları olan, uzun yıllardan beri bıkmadan usanmadan çalışmalarını sürdüren, Şeyh Bedreddin'le de ilgili bir kitabı bulunan çok sevgili Ayhan Tunca'yla buluştuk. Kısa günün karı, kendisiyle bir de söyleşi yapma şansına eriştim.
Trakya Üniversitesi'nde ise; Sanat Tarihi'nde uzman isimlerden ve Traklar konusunda yaptığı çalışmalarla kendisinden bahsettiren Prof. Dr. Engin Beksaç'la buluştuk. Sonrasında ise yine Gazi Üniversitesi Türk Kültürü Hacı Bektaş Araştırma Merkezi'nde de uzun yıllar görev yapmış olan sayın Prof. Dr. Ahmet Günşen'i makamında ziyaret ettik...
Dolu dolu geçin iki günün ardından sevgili Süleyman Zaman dostla sohbet ede ede İstanbul'a vardık... Darısı tüm dostların başına... (14 Mart 2017)
SEFA ÖZTÜRK DEDEYLE SÖYLEŞİ
SEFA ÖZTÜRK DEDE’YLE SÖYLEŞİ…
(1963 / Ordu -Gürgentepe -Akyurt Mahallesi)
(Güvenç Abdal Ocağı)
Geleneksel Alevi bilgileri yanında, günümüzde Alevilerin yaşamakta oldukları sorunlar hakkında da çözüm önerilerinde bulunabilen, bölgesinde etkili bir dedenin oğlu olarak, her zaman Alevi değerlerini yaşatmaya öncelik veren, gençlere hitap edebilen, yaşamını özlü bir şekilde bizlere aktaran günümüzün çok sevilen dedelerinden Sefa Öztürk’le söyleştik…
Ayhan Aydın
Her şeyden önce dedemizi tanımak isteriz; ne zaman, nerede doğdunuz?
1963 Ekim ayında, patatesler sökülürken der annem, o zaman; Ordu Gürgentepe Akyurt Mahallesi Aralacak Mevkii’nde, ebesiz dünyaya geldim.
Göbeğimi, amcamın hanımı kesmiş, ebe olarak onu bildim. Hep ona Ebe Anne, derdim. Ona her zaman bir yakınlık duydum. Göbeği kesen yok, herkes tarlada, o da hiç göbek kesmemiş, ama Anadolu insanıdırbu, yaratıcıdır, cesaretlidir. O kesmiş benim göbeğimi, onu biraz da varlık sebebi, sayıyorum, yaşama sebebim..
Hasan Derviş, Fadime Ana’nın evlatları olarak 8 kardeştik. Ben dördüncüydüm. Nazlı, Hüseyin, İpek, Sefa, Yüksel, Ali, Nevriye, Olgun… Ben arada kaynamış gitmişim, çok fark edilmemişim çocukluğumda.
Çocukken çocukluğumda kendimi ifade etme arzum vardı, kendimi gösterme arzum, fark edilmek isterdim, bütün çocukların içinde, abim de tanığıdır, üç buçuk, dört yaşında okuma yazmayı öğrendim. Yedi yaşında okula gittiğimde, ilkokul beşinci sınıftaki abimin derslerini yapıyordum. Yöneticiler, öğretmenler benimle çok ilgilendiler ama beni çok fazla derslere almadılar. İlkokul diploması verdiler, yani okulu, okula gitmeden, bitirdim. Sürekli okula gitmeden aldım diplomamı. Abimin derslerini yapıyordum. Kitaba olan ilgim çok yoğundu, öğretmenlerim beni çok severlerdi; mucize çocuk gözüyle bana bakarlardı, annesinin karnında öğrenmiş, derdiler. Ben gerçekten de mucizelere inanan bir insanım. Bu bir mübalağa değil, insanlar nasıl karşılar bilmiyorum ama gerçekten de okumam da bir mucize gibidir. Ben nasıl o yaşta gerçekten de okur – yazar oldum? Bunda bir ilham aramak lazım. İlkokul dörtte kuduz köpek beni ısırmıştı, Ordu’ya götüremediler, fakirdik. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir, mantığı da vardı, çocuk çoktu zaten. Aşı yok ilçede. Ordu’ya sevk ettiler, ama gidemedik. Hani kırkıncı gün, diye bir durum vardır Anadolu’da. Kuduz olanlar, kırkıncı gün mutlaka kudururlar, diye bir inanç… Beni de aynen bir karanlık odaya hapsettiler. Benim hayat boyu yaşadığım bir travmanın nedenidir, bu. Ben o karanlıktaki çocuğa yani kendime her zaman çok üzülmüşümdür, hala da üzülürüm. Çaresiz, ölmesi beklenen, ölmezse çekilip yağlanmış tabancalarla öldürülecek bir çocuk hayali her zaman benimle birlikte yaşamaktadır. Zaman zaman o çocuğa dönüp bakarım, üzülürüm, kederlenirim. Ölebilirdim de… O günden sonra da fazlalık yaşıyorum zaten…
Alevi Bektaşi İnanç Kurulu Toplandı
Alevi Bektaşi İnanç Kurulu Toplandı
Ayhan Aydın
Alevi Bektaşi Federasyonu tarafından, 4-5 Mart 2017 tarihleri arasında Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlenen Alevi Bektaşi İnanç Kurulu’nda birçok Alevi Bektaşi kurum ve kuruluş temsilcisi, inanç önderi olarak dedeler söz alarak, dedelerin, pirlerin, anaların, babaların, dervişlerin, zakirlerin, bu yola inanç bazında hizmet eden öncülerin önemini vurgulayan konuşmalar yaptılar.
Uzun zamandır bazı bölgesel toplantılarla olgunlaştırılan ve Türkiye’nin birçok bölgesinden de inanç önderi dede ve pirlerin, anaların, zakirlerin katıldıkları iki günlük toplantıdaki oturumlarda kalıcı bir Alevi Bektaşi İnanç Kurulu’nun oluşturulmasının zorunluluğu dile getirilirken, bu konuda yapılmak istenenler sıralandı.
Konuşmacılar, Alevilerin yaşadıkları sorunlara değindikleri konuşmalarında bugüne kadar büyük fedakârlıklarla Alevi Bektaşi Yolu’nu bugünlere getiren dedelerin, pirlerin, babaların, zakirlerin haklarının yok sayıldığını, onlar üzerinde büyük oyunlar oynandığını, bu inanç temsilcilerinin hak ettikleri yerin elde edilmesi için mücadele verip, kurumsallaşmanın şart olduğu söylendi.
Konuşmacılar çok güzel konulara değindiler, nefesler, semahlar eşliğinde Alevilik’le ilgili önemli bir etkinlik daha gerçekleşmiş oldu…
Hüseyin Çırakman'la Uzun Bir Söyleşi...
“BUGÜN BİZE HOŞ GELDİNİZ ERENLER”
Erenlerin dünyasından bir ozan:
HÜSEYİN ÇIRAKMAN
(1930, Çorum Sungurlu Körkü Köyü – 28 Şubat 2013, Ankara)
Geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümünde yad ettiğimiz Hüseyin Çırakman’la ilgili uzun söyleşimi paylaşıyorum…
Ayhan Aydın
Hüseyin Çırakman’ı kaybettik.
Bugün bize hoş geldiniz erenler’in yazarını, halkın sevdalarını, davalarını ve dertlerini şiirlerinde ustaca dile getiren bir büyük ustayı kaybettik.
Hüseyin Çırakman Çorum’dan çıkıp ülkenin başkentinde bir gecekonduda sürdürdüğü ve nihayetlendirdiği yaşam serüveni boyunca her zaman doğrunun yanında yer almıştır.
Hayat boyu büyük ekonomik sıkıntılar çekse de sofrasını herkese açan Hüseyin Çırakman, zalimin karşısında bükülmeden dimdik ayakta durabilmeyi başarmış, Anadolu halkının, gecekondu çilesini çeken, bir kenara itilmiş Türk halkının, kavga ve sevgi destanlarını yazmıştır.
Türk Halk Edebiyatı içerisinde önemli bir yeri olan Halk Ozanlığı geleneğinin günümüzde yaşayan en önemli temsilcilerinden birisi olan Hüseyin Çırakman, yazdığı akıcı şiirlerle hayattayken belli bir üne kavuşan, özellikle Alevi Bektaşi inanç ve felsefesinin derinliklerinde olan değerleri, yaşam bütünlüğünü, şiirlerinde çok büyük ustalıkla işleyen, bu manada Kemal Özcan (Derviş Kemal) gibi belki de yaşayan son bir kaç temsilciden birisiydi.
Tanrı yaratan toprak Anadolu’dan, Çorum’dan, yani Hititlerin yurdundan gelen ozan Alevi inancını özüyle kavrayan ve yaşayan bir inanç önderiydi aynı zamanda.
Çok uzun yıllar bir geleneğin temsilcisi olarak sadece yazdığı şiirlerle değil, düşünceleriyle, eylemleriyle, halkın çekmiş olduğu derin ekonomik sorunları bizzat kendisi de yaşayan birisi olarak, bunları durmadan haykıran ama Yunus’un dünyasında hak ve adalet arayan bir bilge kişi olan Çırakman; Anadolu Eren ve Evliyalarının içinde gezinirken Pir Sultan Abdal’ın kendisinin rehberi olduğunu söylemiştir.
Türk yurdundan, Anadolu toprağından, hele de ufukların ötesinde kimliğiyle her zaman yanındaki güven kaynağı olan Büyük önder Mustafa Kemal Atatük’ten sonra, bir canın partisinin başına gelmesine sevinmiş, onu tüm ömrünce ailesiyle mütevazi bir hayat sürdüğü gecekondu da ağırlarken Kılıçtaroğlu’na sevgisini ve umudunu dile getirmişti.
Uzun yıllardan beri yaşadığı Mamak’taki gecekonduda; 28 Şubat’ta Hakk’a yürüyen Hüseyin Çırakman’ın naşı, vasiyeti üzerine; Sungurlu yolu üzerindeki Akpınar Köyü’ndeki Arifağa Türbesi’nin yanına 1 Mart’ta dostlarınca defnedilmiştir.
Anadolu’da halkının içinden çıkıp, halkı için mücadele edip, sazını çalmış tüm ozanlar gibi Hüseyin ÇIRAKMAN’ın;
Halkı için düşünen, üreten, soran, sorgulayan beyninden çıkan ışıklar sonsuza kadar bizim önümüzü aydınlatacaktır.
O pirlerin, mürşitlerin, Anadolu eren ve evliyalarının yanındaki yerini alırken, bize bırakmış olduğu mirasa sahip çıkacak yeni ozanların arayışındaydı.
Halkın olduğu her yerde ozanlar her zaman var olacaktır.
Düşünceleri ülkemizde Atatürk’ün Devrimci mücadelesinde ve ülküsünde sonsuza kadar yaşayacaktır.
Yolu yolumuz,
Davası davamız,
Işığı her zaman meşalemiz olacaktır.
Ruhu Şad olsun.
ANJİYO OLDUM… İLGİLENEN, ARAYAN, YAZI YAZAN TÜM CAN DOSTLARI BİN SELAMLA SELAMLIYORUM…
ANJİYO OLDUM… İLGİLENEN, ARAYAN, YAZI YAZAN TÜM CAN DOSTLARI BİN SELAMLA SELAMLIYORUM…
Sevgili Dostlar, iyi ki varsınız...
Anjiyo ve sağlık problemlerim nedeniyle beni telefonla arayan, ziyaret eden, çok sıcak ve samimi bir şekilde "geçmiş olsun" diyen, yüzlerce mesaj yazarak acımı paylaşan, tüm canlarıma sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Gerçekten iyi ki dostlar, arkadaşlar, hısım-akrabalar, sevenler var... Sağlık olmayınca hiçbir şeyin tadı olmuyor yada yaşamın tadı azalıyor.
Sağlık, sağlık, sağlık... Her şeyin başı sağlık...
Tekkikler ve tedavi sürüyor, normal yaşam devam ediyor...
Gözlerimi son kez yumuncaya kadar; deli-dolu, sevgi dolu, bazen tepki dolu ama hep açık sözlü birisi olarak aranızda olacağım...
Daha gidilecek çok yer var, daha söyleşilecek çok insan var...
Planlar var, programlar var...
Ama her şey nasipleymiş, bakalım acısıyla-tatlısıyla bu yaşam bizlere ne kapılar kapatacak, yeni ne kapılar açacak...
Bu yorgun ama her şeye rağmen güzel hayat serüveni nereye kadar sürükleyecek beni...
Nasip-kısmet, kader...
Bin muhabbetle...
ANJİYO OLDUM...
Sevgili dostlar; geçen hafta kalpten anjiyo oldum. Kalbimde sıkışmalar ve göğüs ağrısı şikâyetleri vardı. Zaten uykusuzluk kâbusumdur. Aşırı kiloları da ben isteniyorum, "nefse sahip olmak"la çok alakalı değildi; sürekli yemek yeme isteğinin elbette bazı nedenleri olmalıydı.
İşte "iyi ki iyi doktorlar var ülkemizde" dedirten bir şekilde, Rumeliharüstü'deki sağlık ocağında bulunan bir gerçek hekimin “aile hekimimin” tavsiyelerine uyarak, kendimle ilk kez ciddi bir şekilde ilgilendim.
Sırasıyla uzman bir kardiyoloğun yönlendirmesiyle anjiyo oldum. Bayağı canım yandı. Ama neler atlatmışız veya daha da beteri olurmuş da haberimiz olmamış/olmazmış.
Sonuçta çok da sıradan olmayan, ciddi sıkıntılara yol açan, İstemik Kalp Hastası (halk arasında kalp yetmezliği) olduğumu öğrendim. Uzman Doktor Sayın Kazım Korkmaz’ın ilgilenmesiyle ilaçlarımı almaya başladım. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Beni arayan, soran, benimle ilgilenen başta Süleyman Zaman’a, Yahya Kemal Bayar’a, İsmail Aydoğmuş’a ve tüm can dostlara şükranlarım vardır…
Devamını oku: ANJİYO OLDUM… İLGİLENEN, ARAYAN, YAZI YAZAN TÜM CAN DOSTLARI BİN SELAMLA SELAMLIYORUM…
Diğer Makaleler...
- HÜSEYİN DEDEKARGINOĞLU’YLA SÖYLEŞİ
- Süleyman Metin Dede'yle Söyleşi
- AGOP USTA'YA ŞİİR
- Derviş Abdülmüttalip Bekiri ile Söyleşi 2016
- Makedonya ve Arnavutluk Gezisi IV. Bölüm 2016
- İbrahim Manaf Baba Hakk'a Yürümüş..
- Musa Çetinkaya Dede De Hakk'a Yürümüş...
- Şahkulu Alevi Akademisi Başladı… (Bahar Dönemi, 2017)
- PAŞA AKKAYA DEDE
- HÜSAMETTİN AYDIN