ÂŞIK KADİR TÜRK’le Söyleşi
ÂŞIK KADİR TÜRK’le Söyleşi
Sevgili ozanım nereden ve ne zaman doğmuşsunuz?
1950’de Tokat Turhal Çaylı Köyü’nde doğmuşum.
Çocukluğunuz köyde mi geçti?
Köyde geçti.
Köyünüzden bahseder misiniz, nasıl bir köydü, yaşam koşulları nasıldı?
Vallahi köyümüz ilk zamanlarda çok varlık bir köy değildi. Köyümüze bir kanal geldi, köyümüzün kendi gücüyle oldu, köyü suya kavuşturdu. Köy o zaman kalkındı. 1958’ler olsa gerektir.
Köyümüzün dağında pek orman yoktu. Önceden varmış. Bundan otuz, otuz beş yıl önce, benim abim on beş yıl kadar muhtarlık yaptı. Onun zamanında köyün dağını ormana verdi. Şu anda bizim köy ormanlık bir oldu.
Peki, gelenekler görenekler var mıydı, köyünüz cem cemaat olan bir köy müydü?
Önceden çok güzel bir topluluğumuz vardı, cem cemaat devam ediyordu. Şimdi de var ama eskiden daha fazla varmış.
Dedeler var mı?
Dedeler dışarıdan geliyor. Biz Hubyar talibiyiz, Hubyar Ocağı’ndan geliyor. Hepsi de Hubyar’a bağlıdır.
Köyde neler yaptınız, ne zaman köyden ayrıldınız?
Çiftçilik yaptım. 1970’de askere gittim. 72’de askerden tekrar köyü döndüm. Ve traktör şoförlüğü yaptım. Daha sonra Tokat - Turhal ilçesinde on sene taksicilik yaptım. Ve sene 1985’de ilk kasetimi çıkardım. O gün bugün devam ediyorum, on iki kasetim oldu.
Bu şiir aşkı, saz aşkı ne zaman başladı?
Bu askerden geldikten sonra başladı. O zamana kadar saz filan çalmıyordum. Komşumuza saz çalan hem dede hem âşık olan birisi gelmişti. O zamana göre çok güzel çalıyordu. Duygulandım, dede ben bu sazı çalamam mı, dedim. Sesim güzeldi. Çalarsın senin aşkına, kabiliyetine bağlı, dedi. Turhal’a gittim, Ulutepe Köyü’nden Mustafa Kılıç isminde bir sazcı vardı. Ona dedim ki, bana bir saz yapar mısın, dedim. Benim o köyden olduğumu biliyordu. Dedi ki, Kadir dedi, sen bu yaştan sonra âşık mı olacan, seni kim dinleyecek, dedi. Ve dedim ki sen bana bir saz yap ta öğrenirsem öğrenirim, dedim. Çalarsam çalarım, yoksa bir saz çalan gelir, bilen gelir, duvardan alır o çalar ben de zevk alırım, dedim. O zaman bana iki üç traktör kum getir de dedi, ben sana bir saz yapayım, dedi. O zaman abimin traktörü vardı. Ondan traktörü aldım, üç traktör kum götürdüm sazcıya. Ama bende öyle bir aşk var ki, yerimde duramıyorum. Geliyorum, saz ne zaman çıkacaksa, o gün geliyorum yine çıkmamış. Üç dört gün orada otelde kaldım, köye gitmedim. O zaman taksi yoktu, araba yoktu. Üç dört gün otelde yattım. Geliyor bakıyor ki, orada bekliyorum. Eve gitmedin mi, diyor. Ben sazı çıkarmadım. Anlaşıldı sen sazı almadan gitmeyeceğin, dedi. Sazı çıkardı aldım köye gittim. Gittim ama 4 kız kardeşim var dört erkeğiz 8 kardeşin en küçüğüyüm iki katlı evimiz var.
1970’de ayrıldık her birimize iki tane oda düşüyor. Bir alttan bir üstten iki oda düşüyor. Sazı çalmasam öğrenemiyorum. Abilerim karşı çıkıyorlar, senin tantananı mı dinleyeceğiz, git samanlıkta mı çalacaksın, nereden çalarsan çal, diyorlar. Ama ben bunları dinlemiyorum tabii. Gündüz tarlada çalışıyorum. Eve zor düşüyorum, gece üçe kadar da saz çalıyorum. Zor eve geliyorum, çok meraklıyım. O zaman köyümüzde Âşık Kamil diye saz çalan birisi vardı. O zaman usta mallarından çalıp söylüyordu. Ona sazımı ayarlattırıyordum. Ama bir iki derken bozuluyordu. Derken bir torba tel aldım, kırıldıkça takıyordum. Öyle öyle derken, sazı öğrendim. Teybe sesimi çekiyorum, dinliyorum. Filanca adam bunu nasıl çalıyor, ben de çalınca nerede hata yapmışım diye kendi kendime hatalarımı buluyordum, öylece öğrendim.
Bizim ilçemizde, o zaman taksicilik yapıyorum, hem de sazı öğreniyorum. Mihrican Bahar, Ali Kızıltuğ, Abdullah Papur… Onlar konsere geldiler Turhal’a. Önlerine geçtim dedim ki, Ali Abi ben de program alabilir miyim, dedi. O da benim programım dolu, dedi. Ve onları tanıyan bizim orada Sucu Rıza denen birisi vardı. Onlarla samimiydi. Onun yanına gittim. Rıza abi böyle böyle dedim. Sahneye çıkacağım, dedim. Onlar çıkarmıyorlar dedim. Sazını al, o saatte gel dedi. Ben seni çıkaracağım dedi. Sazı aldım, sinemanın kapısından baktım ki, adım atmaya yer yok. Dedim ki ben burada saz çalamam. Ben bu kadar kalabalıkta saz çalamam dedim. Derlerdi ki, âşıklar içmeden sahneye çakmaz derlerdi. Bakkala gittim, dedim ki, Ali abi dedim bana bir küçük rakı açar mısın, dedim. Bende heyecan var, sahneye çıkacağım, dedim. Ufaklığı içtim. Adam demiş onlara… Onlar beni bekliyorlar. Artık kimseyi tanımıyorum. Dediler ki hadi çabuk, bir tane söyleyecen, dediler. Bilmiyorlar ki, daha yeni yetişiyorum ama aşkım çok. Halk da benim yüzde doksanı bilmiyorlar. Beni şoför olarak biliyorlar. Halk şaşırdı. İsteriz isteriz dediler. İki derken üç dört tane türküyle indim. O günkü program beni çok etkiledi ve bu aşamaya getirdi.
Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen: NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen
NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Necla Hanım nerede ve ne zaman doğmuşsunuz?
Malatya Arguvan Koyuncu (Gürge Köyü)’nde 1964 (nüfus cüzdanında 1968 görünüyor) doğmuşum.
Peki, çocukluk ve çok sevgili Veli Akkol Dedemizin köyü de olan Gürge’den bahsedelim biraz?
Çocukluk günlerim, 6 yaşında annemin vefatı, 5 yıl sonra babamın vefatı öksüz ve yetim olarak okulları bitirmem, abimin yanında büyümem gibi nedenlerle, çok da kolay bir çocukluğum olmadı demeliyim; yokluk, sevgisizlikti beni pişiren. Bir bayramda bir babayı, anneyi kucaklayamamak, annenin kendi çocuğunu okula gönderirken, benim onları kenardan seyretmem, beni çok etkiliyordu. Hayata o yaşta bu acılarla başlamak, bir çocuk ruhuyla bunları yaşamak gerçekten de çok zordu.
İlkokul köyümde okudum, ortaokulu da. Liseye gidemedim. Öğretmenim beni çok seviyordu, onu mutlaka illahi ki okutun, derdi. Annem, babam yoktu benim yanımda, orada sahipsizlik nedeniyle okuyamadım.
Köyden başka hangi hatıralar var, arkadaşlar, oyunlar, hep mahsunluk mu?
Maalesef hep mahsunluk var. Mutlu olduğum günü hatırlamıyorum bile. Gerçekten de çok zordu.
Köyde ne kadara yaşadınız?
Ben artık o köyden kurtulmak istiyordum. Köy beni sıkıyordu. Köyümü çok seviyordum ama acılar nedeniyle oradan kaçmak istiyordum. Ben sanıyordum ki ben oradan kaçınca acılar beni bırakacak, ben rahatlayacağım.
Okuldan sonra, 17 yaşında eşimle tanıştım, evlendi.
(Bu arada eşi söze giriyor) Bu evliliğin arkasında da bir öykü var; annelerimiz kız kardeş. Annem kardeşine demiş ki, onu yıkarken, ben oğlan doğuracağım ve bu kızı benim oğluma alacağım, demiş. Bizim bundan hiç haberimiz olmadı. Biz kırk yaşına geldikten sonra haberimiz oldu.
(Ozan söze giriyor) Babamın kardeşi, halam bu hikâyeyi bize anlattı. Biz de bilmiyorduk. Eşimin de anne babası yoktu. Ebem bana bakıyordu. Biz de belli bir seviyeye gelince, siz birbirinizi alın, bir yuva kurun, dedi. Onun önayak olmasıyla bu evlilik gerçekleşti.
Ayhan Bey ben yaşamımı aslanda yazıyorum. Hatta bu güç bile olsa, bana çok zor gelse de kaleme döküyorum yaşadıklarımı. O acıları yazmak bile bana onları yeniden yaşatıyor. Bir zaman yarım kaldı. Ama hedefim yaşamımı kitap haline getirmek.
Evlendikten sonra ne yaptınız?
Eşimin babasının Mişedi yeni ismiyle Yamaç köyündendi. O henüz askere gitmemişti. Onunla evlendik. Askere gitti, 1985’de askerden geldi köye, üç beş ay sonra İstanbul’a göç ettik. Yaşamımızı burada sürdürüyoruz.
Peki, ilk şiir deneyimleri, saza söze ilginiz ne zaman başladı?
Çocukluktan beri bu vardı. Hatta ben cemlere giderdim. Sazın tınısı benim ruhumu alıp başka yerlere götürürdü. O sevgi hiçbir zaman içimden çıkmadı.
İlk şiiriniz hatırlıyor musunuz, ne zaman yazdınız?
1999’da yazmışım. Yazmaya da devam ediyorum. Şiirlerimi henüz kitaplaştıramadım. İnşallah bir gün hayat öykümü ve şiirlerimi kitaplaştırmak istiyorum.
Devamını oku: Ozanların Dostluk Yolunda İlerleyen: NECLA YILDIRIM’la Söyleşi
Ozan HÜSEYİN ERDOĞAN’la Söyleşi
İnsanlığın, doğanın, dostluğun, sohbetlerin harmanında
Barışın Dilini kullanan
Ozan HÜSEYİN ERDOĞAN’la Söyleşi
Dostluğa yaren, sevgide akız
Barışı sever, savaşta yokuz
Toprağa nimet, emekte hakız
Emek işinde, rehberin olsun
Gelenek yaşıyor, ozanlık yaşıyor, dostluk yaşıyor… Dost meclislerinde, muhabbetlerle büyüdüm, her gittiğim yerde insana gönül verdim, insanı anlamaya çalıştım diyen Hüseyin Erdoğan, geleneğin yaşatıcılarından olduğunu eserleriyle ortaya koyuyor. Ama onun ayrı bir yönü, bir yüzü de var. Belki de ozanlık kentlerle, bugünle, kalıplarının dışındaki başka dünyalarla da buluşmalı, görüşüne bir örnek sanki. Hece ölçüsünün dışında da yazdığı o güzelim şiirinde duygu ırmakları akıyor, aşktan yana, sevgiden yana, insanlıktan yana… Taksim’de barışı özleyenlere de, yalnız insanlara, gurbette kalanlara da sesleniyor, şiirleriyle, şiirin bir umut çığlığı olduğunu da gösteriyor. Uzun yıllardır sevgi ve muhabbetle andığım, bu güzel insanla bir söyleşi yaptım, ozanlardan, dedelerden, şiirden konuştuk… Muhabbet ehline kalsın diye…
Ayhan Aydın
Can olana beden biçilir
Hakk kapısı dosta açılır
Yar yolunda serden geçilir
Yolcu isen yol da güzeldir
Puslu, karanlık, soğuk günler olsa da, insanoğlu yine sıcak bir yer, bir dost, bir gülen yüz arıyor…
Siz hayat boyu neyi aradınız, neler yaptınız, hangi ideallerin peşinde koştunuz?
Almış olduğumuz kültür ve felsefe bizim hayat ilkelerimizi belirlemiştir. Dünya malıyla hiçbir işimizin olmadığı anlayışı hayatım boyunca devam etmiştir. Varlığımız dost varlığıdır. Benim kafamda zenginlik anlayışı çok farklıdır: Ne kadar çok dostum varsa onu o kadar büyük bir zenginlik olarak kabul etmişimdir. Her zaman insanca yaşamak, insan değerleri içinde var olmak en büyük idealim olmuştur.
Peki, bu idealler çok mu zor ki, dünya kan ağlamaya, bombalar yağmaya, çocuklar ölmeye devam ediyor?
Zaten insani değerler derken, insanın insana insanca bakmasıdır, tüm mesele. İnsanın kutsiyeti Tanrı katında da teyit edilmiştir. “İnsana melekler bile secde etmiştir”. Önemli olan insanı yaşatmaktır. İnsan öldürene insan denilmez. Ben onlara canavar diyorum. İnsan olan insanı yaşatır. Onun aksi benim için insanlığın dışındadır. Barış, barışmak, bunlar insanın olmazsa olmazlarıdır.
Aşkı irfandan gönül konulur
Gönül bağında insan okunur
Sırlı aynadan öze bakınır
Aşkın kölesi kul da dinlesin
Dedeler ve Bazı Sorular…
Dedeler ve Bazı Sorular…
Ayhan Aydın
Dedelerimiz yakın çevrelerindekilerden dinledikleriyle, kendi yaşamlarıyla, okuduklarıyla, gördükleriyle olgunlaştırdıkları tecrübeleriyle yüzyıllar boyunca; yaşadıkları coğrafyada Alevi öğretisinin, bu alandaki bilginin, inancın, sevginin aktarıcıları olmuşlardır. Dedeler muhabbetle, bu “Hakk- Muhammed –Ali’nin aşk kervanını bugünlere getirmişlerdir. Bu yolda; dövülenler, sövülenler, kırılanlar, eziyet çekenler çok olmuştur… Bedeller ödense de, sazın avazındaki aşk, sinelerde perde olmamış, em olmuş, yaralar sağalmış, sağaltılmıştır bu yolda. Dedeler bir umuttur, dedelik zahmetli bir yolun adıdır. Dedeler çölde açan çiğdeme benzerler, sırrına erilemeyen bu öz suyunu nereden alırlar, diye sorulmaz. Aslında her daim kendini yeniden var eden, yangınlar içinde yaşamayı başaran öğretinin, Aleviliğin temel yapı taşlarından birisidir dedelik. Yani dedesiz bir Alevilik düşünülemez.
Sorular-Sorunlar…
Bugünün dedelerinin önünde önemli sorunlar bulunmaktadır. Her şeyden önce geçmişin benim “altın devir” dediğim dönemi maalesef artık kapanmaktadır. Elbette bu yol her zaman yaşar, sonsuza kadar “Hakk – Muhammed –Ali” aşkı ve bu aşkla harlanan çerağlar yanmaya, dedeler – zakirler sazlarını çalmaya, cemler yürümeye devam eder. Ama önemli olan bu yolda; atalarımızın sürdükleri erkânlarında, bir sorun karşısında ne yapmışlarsa, nasıl gönülleri birlemişlerse, o geleneği en zengin ve güzel bir şekilde yaşatmışlarsa, aynı şekilde bugün de o güzelliği tam yaşayabilmek ve her daim Alevice davranabilmektir. Yani sadece cem yapmakta Alevilik ve dedelik olmaz. Talibin ve günümüzde tüm halkın inançla, Alevilik konusunda karşılaşmış olduğu sorunları hakkaniyetle çözemezsek Alevi Yolu’na uygun davranmamış oluruz.
Hem de artık çağımız gerçek anlamıyla bir bilim çağıdır, teknoloji çağıdır, uzay çağıdır, iletişim çağıdır. İnsanların önemli bir kısmı hem inançlarını yaşamak aynı zamanda doğru bilgiye zamanında ulaşmak istemektedirler. Hele hele gençler gerçek anlamıyla bugünün en iyi özetleridir. Onları bir tarafa bırakarak biz bir yol alamayız. Yaşam koşulları belki bugün geçmişe göre daha da ağırdır ama artık ekonomik ve sosyal zorlukların sıkıştırdığı yaşamın dışında bir de günümüzde, her gün genişleyen bir bilgi dünyası vardır. Bugünün yaşam koşulları ne kadar geçmişin çetin şartlarından ağırsa da, birçok alanda da artık bir rahatlama söz konusudur. İnsanlar ve özellikle gençler daha kısa, daha öz ve özlü, daha az yorularak, daha hızlı bilgi sahibi olmak istemektedirler. Her kesimden insanlar, doğru bilgi kaynağına en kestirme yoldan ulaşmak istemektedirler.
HACI CIRIK’LA SÖYLEŞİ
Halk Ozanlığı Geleneğini Almanya’da Sürdüren
HACI CIRIK’LA SÖYLEŞİ
AYHAN AYDIN
Mesafeler bazen uzasa da, insanlar yüz yüze tanışamasalar da, ortak duygular, sevgiler, aşklar insanları buluşturuyor.
Uzun yıllardan beri Almanya Berlin’de yaşayan Hacı Cırık’la bugüne kadar bir araya gelmek kısmet olmadı. Ama ozanlık geleneğini şiirleriyle sazıyla, özüyle yüreğiyle sürdüren çok sevgili halk ozanı Hacı Cırık’la yaptığım söyleşiyi ilginize sunuyorum.
Bu söyleşiyle; Onun çok yönlü dünyasına doğru yolculuk ederken çağımızın büyük ozanı Mahzuni Şerif’in de beslendiği coğrafyaya, kültüre ve onunla ilgili anılara da yönelmiş olacağız…
Sizce Halk Ozanlığı” neyi ifade ediyor?
Çok kısa olarak söylüyorum; duyduklarını, gördüklerini, bildiklerini her şart altında söyleyendir.
Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz?
Köyde doğdum, büyüdüm.
En çok hangi ozanların şiirlerinden etkilendiniz?
Pir Sultan, Sümmani, Mahzuni ve İbreti Baba, Güzel Perişan ve Perişan Ali, Aladeli yakından ilgilendiğim canlarımızdı. Bektaşilik ve Alevilik üzerine yazılmış kitaplar okudum.
En çok okuduğunuz ya da dinlediğiniz kitaplar hangileridir?
Bizde kitap okuma köy odalarında Cemlerde olurdu. O nedenle çok sayıda kitap okudum. Gençliğimde Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu ve diğerleri; Hüsniye, Aslı İle Kerem, Leyla ile Mecnun gibi kitaplar okurdum. Ortaokuldan sonra lisede okuduğum kitaplar değişti. Pir Sultan’ı tanıdım ve devamı siyasi kitaplar elime geçtiği an okudum. Okuduğum kitapları başka arkadaşlara verirdim, hep öyle olurdu.
İlk şiir tecrübeleriniz nasıldı? Ne zaman şiir yazmaya başladınız?
Bağlara, yaylalara ve çiçeklere söylerdim. Bir gün ortaokul son sınıftı ilk aşk sevgi şiirimi yazdım. Şiirim hiç unutmadığım.
ŞEYH BEDREDDİN - Uzun İnce Bir Yol
Nurdan Arca’nın Kalemiyle Ölümsüz Bir İsmin Ardından…
ŞEYH BEDREDDİN - Uzun İnce Bir Yol
Ayhan Aydın
Kendisini uzun zaman öncesinden tanıdığım her zaman mütevazı, olgun, çok güzel konuşan Nurdan Arca’nın Şeyh Bedreddin’i alışık olduğumuz inceleme kitaplarından birisi değil.
Hafızalara kazınan, sadece kendi çağında değil, sonraki dönemlerde de ismi binlerce insan tarafından bilinen ünlüler, nasıl bu üne sahip olmuşlardır? Nice peygamberler, nice krallar, yazarlar, filozoflar, şairler, mucitler bu ünlerini hangi özellikleri, hangi kimliklerinden dolayı almışlardır? Türk ve İslam dünyasında, Anadolu ve Balkan coğrafyasında da tarihler boyunca elbette nice nice ölümsüz simalar tarihteki yerlerini almışlar, bugün de kitaplara girerek, dillerde ve hatta gönüllerde yaşamaya devam ede gelmişlerdir.
Bir filozof, devlet erkinden gelmesine rağmen bir eylem adamı, yüreklerde bıraktığı kıvılcımlar sadece düşünceleri harekete geçirmeyip, kitleleri de coşturmuş bir isim Şeyh Bedreddin ismi.
Benim de yüreğimdeki destanlaşmış isimlerden, simgelerden birisi. Onunla ilgili birçok kitap okudum ve hatta onun gezdiği coğrafyalarda da bulundum, onun da içinde bulunduğu, ortaya çıkmasında katkısı olduğu kültür dünyasının da içindeyim.
Elbette tarihin de bir konusu Şeyh Bedreddin (Eylemi) ve de tasavvufun da. Aslında tümüyle de kaynak yok değil onunla ilgili, en azından yazdığı eserlerden birçoğu ulaşmış günümüze. Ama yine de üzerinde çalışma yapılması zor alanlardan birisinin kahramanı; yok sayılan, yok edilmek istenen, bazılarınca sevilmeyerek, hala ötekilerden bilinen bir kitlenin temsilcisi.
Nurdan Arca’nın kitabını baştanbaşa dikkatlice okuyunca, sanki o kibar ve sakin sesiyle bir büyük kahramanı ve onun öyküsünü olağanüstü bir şekilde yalın ve şairane bir dille anlatan bir söz büyücüsünü dinlemiş gibi oldum. Tüm tarihi gerçeklikleriyle, belgeleri çırılçıplak ortaya koyarak bir önemli edebiyat ürünü olarak da, çok zor bir tarihi meseleyi ustalıkla anlatan usta bir yazar olarak da bir kez daha tanımış oldum Nurdan Arca’yı. Tekrar tekrar tebrikler, diyorum ona.
Evet, çok iyi bir eğitimden sonra uzun yılların tecrübeleriyle birikimlerini her birisi çok önemli belgesellere aktaran Arca, bir yönetmen; insana, doğaya, sanata, kültüre sevdalı bir yönetmen. Tabii ki de bir sanatçı. Şeyh Bedreddin kitabını besleyen unsurlardan birisi de bu olmuş; Nurdan Arca’nın birikimleri beslemiş, büyütmüş “Uzun İnce Bir Yol”daki Bedreddin’i.
Diğer Makaleler...
- ŞAHKULU BÜYÜK OZANLAR BULUŞMASI
- ALİ MERDAN BULUT DEDE
- Halk Ozanı BİNALİ AKTAŞ İle Söyleşi
- Ressam GÜLLÜZAR FİLİS TONKUŞ’la Söyleşi
- UZUNKÖPRÜ VE EDİRNE'YE GEZİ...
- SEFA ÖZTÜRK DEDEYLE SÖYLEŞİ
- Alevi Bektaşi İnanç Kurulu Toplandı
- Hüseyin Çırakman'la Uzun Bir Söyleşi...
- ANJİYO OLDUM… İLGİLENEN, ARAYAN, YAZI YAZAN TÜM CAN DOSTLARI BİN SELAMLA SELAMLIYORUM…
- HÜSEYİN DEDEKARGINOĞLU’YLA SÖYLEŞİ