BAYRAM
İyi Bayramlar…
Sevgili Dostlar; Hakk kısmet ederse bugünden itibaren iki hafta boyunca Ankara'da olacağım. Önceki gibi sık paylaşımlarda bulunamayacağım. Şimdiden tümünüzün bayramını kutluyorum. Terör belasının olmadığı, insanların her ne nedenle olursa olsun birbirlerini öldürmedikleri, insan haklarının ihlal edilmediği, hakça üretim-hakça bölüşümün olduğu, adil, yaşanabilir, güzel bir dünya umuduyla, muhabbetle...
Makedonya - Arnavutluk Gezisi, 2016, Birinci
Son MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ (20 MART – 8 NİSAN 2016)
(Birinci Bölüm)
Ayhan Aydın
Balkan (Rumeli) araştırmalarım çerçevesinde bu seneki gezilerimi Makedonya ve Arnavutluk’tan başlattım. Sultan Nevruz Türkiye’de çeşitli tartışmalar eşliğinde her sene olduğu gibi yüzyıllardır halkın yaşadığı şeklinden çok farklı kimliklere büründürülerek kutlanmak istenirken, daha önceki yıllarda izlemek için birkaç kez gitsem de, olayı daha iyi anlamak için ben bu sene Batı Balkanlar’a, Makedonya ve Arnavutluk’a yönelmeyi tercih ettim.
Şu anda yüksek lisans yapan Bektaşilik konularında araştırmalar yapmaya niyetli Nadime Nurcan ile birlikte İstanbul’dan yola çıktık 19 Martta bir otobüsle. İki sınır kapısını geçip büyük bir sevgiyle bağlı olduğumuz Harabati Baba (Sersem Ali Dedebaba) Dergâhı’na varınca huzur bulduk.
Sevgili Okurlar; bu dergâhla ilgili bilgileri gelişmeleri daha önceki yazılarımla kamuoyuyla paylaşmıştım. Detaylara girmeyeceğim ama buradaki Bektaşi toplumu uzun süre ibadete açık olmayan bu tekkede 1992 yılından sonra tekrar çerağları yakmış, tüm dünyaya buranın güzelliklerini yansıtırken 2002 yılında ise kendilerine “İslam Dini Birliği” denen bir gurubun silahlı üyeleri tarafından bu tekke işgal edilmişti. Halen bu işgal devam ediyor. Tekkenin önemli bir bölümü işgal altında. İşgalciler halkın, ziyaretçilerin, turistlerin Bektaşilerin bulundukları iç avluya, türbelerin bulunduğu alana girmelerini engellemekte, âdete Bektaşileri burada işgalci olarak göstermektedirler. Bu büyük sıkıntılar içinde bu kapının kapanmaması için varını yoğunu ortaya koyan, 22 yıldır burada hizmet eden ve “Derviş” olarak da buranın hem inanç, hem de diğer konulardaki yetkili kişisi olarak bu tekkenin şimdiki temel direği olan Abdülmüttalip Bekiri (Bakır) âdete bu tekkeyle özdeşleşen, tekkenin olmazsa olmazı bir isim. Bir nevi onun misafiri olarak buraya geldim. Ayrıntılara sonra gireceğim…
Nevruz Etkinliği
21 Martta, doğanın uyandığı gün olarak, geceyle gündüzün eşitlendiği gün olarak, bir çok halk tarafından kutlanan Sultan Nevruz olarak da adlandırılan ve “Yeni Gün” anlamıyla dile getirilen Nevruz acaba Balkanlar’daki özellikle Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Bosna Hersek’teki Bektaşiler için ne ifade ediyordu? Bu gün özel olarak neler yapılıyordu? Hangi inanç ve kültür unsurları yaşatılıyordu? Bu soruların da yanıtlarını almak, gözlemlerde bulunmak temel amaçlarımdandı. Yüzlerce fotoğraf çekmek, bazı söyleşiler ve ziyaretlerde bulunmak da bu gezinin bir parçasıydı.
Hava oldukça soğuk. Ama Derviş Abdülmüttalip demirden midir, çelikten midir nedir bilinmez. Çok büyük bir dayanıklılık ve çok kuvvetli bir iradeyle zorlukları yenme konusunda emsalsiz bir yeteneğe sahip. İç Avlu denilen ve asıl meydanevi yobaz güruh tarafından işgal edilip, Bektaşi unsurları tahrip edilip, bacasına hoparlörler eklenerek sözde bir camiye çevrilen ve zorla oluşturulan yapay bir cemaatle beş vakit Bektaşilerin postlarındaki kanlar akıtılırcasına burada namaz kılan zihniyetsiz, şuursuz bir gurubun baskısı nedeniyle bir dar alana sıkışılarak yıllardır ibadetler yapılıyor, gelen mihmanlar burada ağırlanıyor. Burada hummalı bir çalışma var. Her taraf tertemiz yapılıyor, nevruzdan bir gün önce. Ortalık yıkanıyor, odalar temizleniyor, mutfakta hazırlıklar ise hat safhada. Nevruz için canların adadıkları 5 kurban, ondan fazla horoz kesiliyor her şeyden evvel. Kurbanlara abdest aldırılıyor, “tığlanıp” dualarla kesilen kurbanlar özenle parçalarına ayrılıyor. Horozlar ise “Cebrail” olarak isimlendiriliyor. Nevruzda Cebrail Kurbanı adak olarak adanabiliyor. Bunların temizlenmesiyle daha çok kadınlar ilgileniyorlar. Bu horozların Cebrail gibi adak adayanı günahlarından arındıracağına, güzel bir menzile ulaştıracağına inanılıyor. Kurban kazalardan, belalardan arınmak, uzaklaşmak kadar, aydınlığa, esenliğe, sağlığa, mutluluğa ulaşmak için birer vesile olarak görülüyor. O nedenlerle tıpkı Anadolu Alevilerinde olduğu gibi burada da kurbanın çok yaygın olduğunu yıllar öncesinden gözlemlemiştim. Kurban kesmek ve onun etiyle birlikte bir insan topluluğuyla birlikte bir araya gelip Hakk sohbeti yapmak, yani buradaki adıyla Muhabbet Yapma, muhabbet eylemek, çok önemli. Bu bir ibadet olarak kabul ediliyor. Kurban kesmek ve bir Hakk Muhammed Ali ibadeti yani Muhabbet yapmak bir ibadet olarak kabul ediliyor. İşte İmam Ali’nin doğduğu gün olarak kabul edilen Nevruz’da da kurban kesip muhabbet etmek en önemli ibadetlerden.
Bu ülkelerdeki Bektaşiler Nevruz’u belki de en önemli bayram olarak kutluyorlar. Nevruz burada tam anlamıyla bayram olarak kabul ediliyor. Ramazan (Şeker), Kurban Bayramlarında neler yapılıyorsa burada da aynı şey yapılıyor. Tekke’de de, halk içinde de bunu görmek mümkün. Başta; her şey, her yer tertemiz olacak, temizlenecek. Bir bayramın geldiği yaşamda görülecek; evlerde yemekler yapılacak, Türbeler başta olmak üzere mezarlıklar ziyaret edilecek. Evde önemli bir temizlik yapılacak, evler havalandırılacak, özellikle sütten olmak üzere mutlaka tatlı yapılacak, konu komşu, akrabalar özellikle yakın akrabalar ziyaret edilecek, hal hatır sorulacak, özellikle muhip olan yola girmiş canlar mutlaka sabah ibadetine katılacak, akşam muhabbet olacak, hep birlikte Hz. Ali’nin yücelikleri, vasıfları dile getirilecek, nefesler söylenecek.
20 ve 21 Martta hummalı bir çalışma var Tekkede. Uzun yıllardan beri gelip gittiğim için Türkçe bilen canlarla sohbet ediyor, sonraki iki haftada yapacağım şekliyle biraz da olsa işin ucundan tutmaya çalışıyorum. Ama bugün Tekkede kadınların ağırlığı var, ben patates soymakla yetineceğim.
20 Martta akşam saatlerinde Baba Mondi, Edmond Brahimaj (Dedebaba) Tekkeye geliyor. Abdülmütalip Bekiri’yle uzun uzun konuşuyorlar.
Abdülmüttalip Bekiri ile birlikte halkın da ağırlandığı uzun, önü camlarla kaplı her yerinden soğuğun geldiği yerde kanepede uyuyacağız. Bu iki gece gerçekten çok soğuktu yatakta tir tir titredim. Ya bu derviş 5 sene boyunca, geceleri -17 derece olduğu zamanlarda burada uydurma bir ısıtıcıyla nasıl yattı, buna nasıl dayandı, o da bir insan değil mi, demirden mi mamul? Ama onun içindeki çelik gibi imana bakmak lazım sanırım. Abartısız dünyada çok az insanın yapacağı şeydir bu özveri. Yokluklar içinde, baskılar içinde, psikolojik yıpratmalar içinde ayakta durmak ve buranın kapısını kapatmamak. Ona ve ona destek veren bir avuç Bektaşiye ve ona yarenlik eden dostlarına selamım vardır. (Onlara Alevi Bektaşi kurumları ödül vermeliler bence) Fakat Bektaşilere de sitemim var; çünkü Makedonya’da sayı olarak az da olsa yine de binlerce Bektaşi olmasına rağmen o maneviyat kalmamış demek ki, bu tekkeye, dervişe destek verenlerin sayısı oldukça az.
Dedebaba 2010 yılında yakılan ve daha önce (bundan sonra da) geçici olarak da olsa meydanevi olarak kullanılan bölümün de yer aldığı iç avludaki ana binada kalacak. Burası Bakırköy Belediye Başkanlığının ve Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın kişisel olarak yaptığı yardımlarla yeniden kullanılabilir hale getirildi. Meydaevi, İki oda (birisi Dedebaba’nın odası), bir sekreteryadan oluşan ana yapı. Yanında ise mutfak, kiler, küçük bir depo, onlarla ana yapı arasında bir banyo ve iki tuvaletten oluşan birimler. Bunlar da tam anlamıyla bitmiş değil. Dervişin çilesi sürüyor. Bir türlü başını koyacağı bir yastığı olmadı. İnşallah bu sene burası biter, halka biraz daha iyi hizmet verilen bir bölüm açılmış olur.
(Serçeşme Dergisi, Haziran 2016, Sayı: 30, Sayfa: 36-38)
Birinci Bölümün Sonu…
(Bu gezinin gerçekleşmesine katkı sunan İş Adamı Adem Dağıdır ve Veli Dedemizin oğlu Hasan Akkol’a şükranlarımla)
(Yazıyla ilgili yüzlerce fotoğraf facebook sayfamda, Albümler bölümündedir.)
SEMAH SEMPOZYUMU VE SEMAH BULUŞMASI YAPILDI
Ankara’nın en önemli Alevi-Bektaşi inanç merkezi olan Hüseyin Gazi Ocağı (Dergah-Tekke) merkezinde örgütlenmiş bulunan ve bugüne kadar onlarca sempozyum, panel, dinleti gibi etkinlik yapan; kitaplar çıkaran, Yol isimli süreli bir dergiyi yayınlayan Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından organize edilen, “Uluslar arası Semah Sempozyumu ve Semah Buluşması” Etkinliği İzmir Seferihisar’da, 3 Haziran 2016, Cumartesi günü büyük bir başarıyla gerçekleştirildi.
Konunun uzmanı birçok bilim insanın konuşmacı olarak katıldıkları ve ülkemizin dünyaya açılan pencerelerinden birisinde, tarihi mekânlarda ve doğanın büyüsünün hissedildiği bir yerde yapılan sempozyumdaki konuşmalar kadar ülkemizin birçok yöresinden ve Bulgaristan’dan gelen yirmi farklı semahçılar gurubu tarafından icra edilen semahların dönülmesi Seferihisar için de yeni dostluk köprülerinin kurulması ve kültürel dokusuna yeni değerlerin katılması açısından da çok önemliydi.
Sempozyum bildirilerinin sunumu ve gelen konukların ağırlanması Teos Ormancı Tatil Köyü’nde yapıldı. Semahlar ise Seferihisar’ın en önemli tarihi mekânlarından birisi olan “Kaleiçi”nde sergilendi.
Aleviliğin ve Alevi-Bektaşi karışık süreklerde yürütülen cemlerin olmazsa olmazlarından ve on iki hizmetten birisi olan, bugüne kadar çeşitli makaleler, kitaplar yayınlansa da, uluslar arası boyutuyla da yeteri kadar tartışılmayan, araştırılmayan Semahlarla ilgili bu sempozyum tarihte bir ilki ifade etmektedir. Bunu takip eden etkinliklerin gerçekleşmesiyle Alevilik, Bektaşilik ve bu inancın temellerinde olan, onunla ilgili büyük ipuçları veren bu en önemli ritüeli hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmış olacağız.
Sempozyumdaki bildirilerle semahın anlamı, kökenleri, yayıldıkları coğrafyalarda aldıkları görünümler, türleri, şekilleri, hareketleri, ritimleri, ondan ayrı düşünülmeyen müziği, kıyafetleri, cem içindeki yeri, sayısı gibi çok farklı boyutlardaki konular gündeme geldi, tartışıldı. Bildiri konularında semahın Anadolu ve Türk veya Mezopotamya kültür coğrafyasında şekillenmesinin neden-sonuç ilişkileri dile getirilirken böylece aynı şekilde, Alevilik içinde semahın yeri hakkında da bilgilerin aktarılması sağlandı-sağlanmaya çalışıldı.
Semahlarla ilgili bir önemli konunun da; Aleviliğin Bektaşiliğin değerlerindeki yozlaşma ve “geleneğin yaşatılıp-yaşatılmadığı” probleminin aynı şekilde Semahlar konusunda da geçerli olduğu, “tek tip cem, tek semah” anlayışının bazı kurumlarca bilinçli – bilinçsiz bir şekilde Aleviliğin (Bektaşiliğin) içine sokulup, cemevleri vasıtasıyla bunun yaygınlaştırıldığı konusuna hemen her konuşmacı değindi. Burada Aleviler tarafından yapılan bir iç asimilasyon ciddi şekilde gündeme getirilerek konun hayati derece önemli, vazgeçilmez olduğu anlatıldı. Aleviliğin (Bektaşiliğin) en önemli yapı taşlarından ve sempozyumun başlığında da olduğu gibi; “Bütün Evren Semah Döner” de söylendiği gibi ayrıca evrensel yönünün de yok edilmesinin, farklı yörelerde dönülen semahların dönülmemesinin Aleviliğin de yozlaşması, “fakirleşmesi” anlamına geleceği başta Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal, Ahmet Koçak ve diğer akademisyenler ve yazarlar tarafından dile getirildi.
Etkinlik; Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın söylenmesi, Hüseyin Gazi Vakfı Başkanı Gülağ Öz’ün Açış Konuşması, Dr., Sanatçı Gani Pekşen’in Üç Nefes seslendirmesiyle başladı. Etkinliğin; sempozyum bölümünün sunucuğunu Araştırmacı-Yazar Ali Aksüt yaptı.
Birinci Oturumun başkanlığı, son dönem Alevilik araştırmacılığında büyük enerjisi ve gayretleriyle dikkat çeken yazdığı kitaplarla takdir toplayan, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal tarafından yapıldı. Oturumda; Prof. Dr. Mehmet Fuat Bozkurt: “Yaratıcılıkta Semahların İşlevi”, Yrd. Doç. Dr. Seyhan Kayhan Kılıç: “Semahın Kültürel Bağlamı”, Dr. Gani Pekşen: “Hakk İçin mi Seyir İçin mi?”, Av. Araştırmacı-Yazar Ali Yıldırım: “Semahların Kadim Kökeni Üzerine”, Araştırmacı –Yazar Ali Aksüt: “Sema Semah, Devran” isimli bildirilerini sundular.
İkinci Oturumun başkanlığını Seyyid Ali Sultan Ocağı’yla başlayan süreçte ocaklar, dedeler, sürekler çalışmalarıyla dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Seyhan Kayhan Kılıç yaptı. Oturumda Gazeteci-Yazar, Serçeşme Dergisi Yayın Yönetmeni Ahmet Koçak: “Semahlarda Asimilasyon”, Gazeteci- Televizyoncu Hüseyin Kelleci: “Hubyar Semahları Üzerine”, Öğretim Görevlisi Abdurrahim Karademir: “Bergama Tahtacı Semahları ve Giyimleri”, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ersal: “Semah Ritüelinin Oluşum ve Değişim Dinamikleri: Ocak mı, Coğrafya mı?”, Piri Er: “Semahlarda Bölgesel Farklılıklar-Değişim Dönüşüm Koruma” isimli bildirilerini sundular. Sempozyuma çağrılı bazı akademisyen, yazarlar katılmadıkları için sunumları gerçekleşmedi.
Gülağ Öz ve Mehmet Ersal’ın sempozyum kapanış konuşmalarından sonra; Kaleiçi mevkine hareket edildi.
Adıyaman’dan Bulgaristan Elvanlar (Yablonova)’ya kadar yirmi farklı yöreden, yirmi farklı semah çeşidi tarihi bir kalenin içinde sergilenmiş oldu. Etkinliğe Seferihisar’lılar da büyük ilgi gösterdiler.
Tüm gurupları çok iyi tanıyan Mehmet Ersal bu bölümün disiplinli bir şekilde yürütülmesi ve başarılı bir performans gösterilmesini sağladı.
Büyük bir aşkla sazlar eşliğinde dönülen semahların benzersizliği, olmazsa olmazlığı bir kez daha görülmüş oldu.
Etkinliğin kısa sürede organize edilmesi katılımın daha yoğun olmasını engellemekle birlikte, bunun hem bir ilk olması, hem de bu yörede bir ilkin gerçekleştirilmesi açısından son derece önemliydi.
Etkinliğe birçok seçkin davetli yanında; Alevi Vakıfları Federasyonu Başkanı Remzi Akbulut ve Alevi Bektaşi Federasyonu Eski Başkanı Selahattin Özel de katıldılar.
Gelecek sempozyum ve semah buluşmalarıyla konunun daha detaylı bir şekilde ortaya konulmasına ve barış, dostluk köprülerinin daha pekişmesine vesile de olacak olan, bu etkinliği gerçekleştiren Hüseyin Gazi Vakfı Başkanı Gülağ Öz’e, onunla birlikte yıllardır bu çalışmaları yapan Av. Araştırmacı – Yazar Ali Yıldırım’a, Araştırmacı Yazar, Halkbilimci Piri Er Dede’ye, Seferihisar Belediyesi’ne, Başbakanlık Tanıtma Fonu yöneticilerine teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz.
Katılımcılara büyük özveriyle hizmet eden, güler yüzlü, Teos Ormancı Tatil Köyü sahiplerine ve tüm çalışanlarına da çok teşekkür ediyoruz.
Böyle daha nice güzel etkinliklerde, organizasyonlarda, gezilerde buluşmak dileğiyle…
Bin bir düşüncenin çiçek açması gibi, her görüş ve düşüncenin serbestçe kendisini ifade edebileceği bir dünyada;
Her rengin solmadan kendisi olarak var olduğu bir dünyada;
Tüm semahlarımızın yok olmadan dönüldüğü bir dünyada yaşamak umuduyla…
Muhabbetle kalın… (Etkinliğin tüm fotoğrafları Ayhan Aydın'ın facebook sayfasından takip edilebilir.)
ERARSLAN DOĞANAY
“Hubiyar Sultan” ve “Anadolu Evliyaları” ismiyle kitapları da yayınlanan, yürüttüğü cemler kadar, “örgütçü” kimliğiyle de tanınan, “koç kurban kesmeyince, müsahip tutmayınca, yola gidilmeyince nasıl Alevi olunabilir ki?” diyen Hubyar Sultan Ocağı Dedelerinden Eraslan Doğanay Dede, söyleşimizde bizi Anadolu’nun gerçek değerleri olan erenlerin dünyasına götürüyor.
Sevgili Dede hangi ocağa bağlısınız? Bize çocukluk günlerinizden bugüne yaşamınızdan, görüp geçirdiğiniz cemlerden bahseder misiniz?
Ben, Hubiyar Sultan evlâtlarındanım. Hubiyar Sultan, Musa-ı Kâzım sülâlesindendir. Anadolu hareketlerinde büyük katkıları, çalışmaları olmuştur. Eskiden, Sivas’a bağlı Hafik’in Kurtköy köyündeydi. Şimdi Tokat’ın Almus Kazası’nın Hubiyar Köyü’nde. Ben, rahmetli babam İbrahim Ethem’le, 8-10 yaşımdan bugüne kadar, hiçbir günümü aksatmadan Alevi yolu ve Alevi birliği için çalışıyorum. Aslen Zile’nin Kervansaray Köyü’ndenim. Turhal’da oturuyorum. İstanbul’da çocuklarımızın olması nedeniyle, çok sık gider, gelirim. Burada da Hubiyar Sultan talipleriyle devamlı beraber oluruz. İstanbul’a geldiğim zaman, cemlerimle, görgülerimle, sorgularımla, sazımla, niyazımla onlarla iç içe, gönül gönüle olurum.
Hayat çizgime dönelim. İlkokulu, köyümde okudum. Ortaokulu Zile ve Tokat’ta bitirdim. Lise bittikten sonra, ticaretle ilgilendim. Bu arada siyası durumlarda da aktif oldum. 1967’de kurulan Türkiye Birlik Partisi’nin 6 sene il başkanlığını yaptım. Zile’de il genel meclisi üyesi oldum ve 6 sene daimi üyelik yaptım. Bir noktada politikanın içine girmek de zaruri oldu. Çünkü baktım, Türkiye’de ve dünyada tüm işler politik kazanların içinde kaynıyor. Halkıma samimi olarak, daha iyi hizmet vermek amacıyla seçime girdim, Zile’de ilk seçilen Alevi oldum.
Cem yürütmeye devam ediyor musunuz?
Hiçbir şekilde, hiçbir senemi aksatmadan, görgü kuralları da dahil olmak üzere, devam ediyorum. Biliyorsunuz, Alevilikte görgü kuralları çok önemlidir. Aklanmadıkça, kesinlikle tarikata giremezsiniz. Çünkü Alevi kültür ve kurallarında, bu açık ve nettir. Onun için biz, görgü görmeyince, ne muhibimizin ceminde bulunuruz, ne de muhibimiz aklanmadıktan sonra kesinlikle tarikata almayız. Çünkü Alevilik’te ön koşul odur. Bir Alevi, görülmedikten sonra tarikata giremez. Hacı Bektaş Hünkâr, “Benden olup da benden koparsa, kültürüme ihanet ederse, tekrar bizim dergâh-ı âleme dönemez.” der. Şiarımızı Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den aldığımıza göre, bizde bu kural geçerlidir.
Alevilik deyince, aklınıza neler geliyor? Alevilik nasıl doğup gelişmiştir? Çok özet bir şekilde fikrinizi söyler misiniz?
Biz Aleviliği, Ali sevgisiyle iç içe olarak kabul ederiz. Alevi demek, Ali’yi sevmek demektir. Biz, insanlığın dürüst, güzel tarafına önem veririz. Ali, insanlıkla bütünleşmiştir. Ali’de güzellik, doğruluk, mertlik vardır ve manevi âlemde Allah-u Tealâ’nın en sevdiği insan, Ali El Murtaza’dır. Hatta bu hususta gerek Kur’an, gerekse diğer yazılarda, Hz. Peygamber Efendi’nin imdadına yetişmesi için; “Ya Ali, ben seni Muhammet’e yardımcı olarak gönderdim. Ya Muhammed, bir hususta daraldığın zaman, Ali El Murtaza’yı çağır” dedi. Nitekim Uhut gazasında, Hz. Peygamber Efendimiz çok müşkül duruma düşünce, Hz. Ali’yi yardıma çağırmıştır. Hal böyle olunca, Ehlibeyte karşı yapılan bazı yanlışlar, Ali ile bizi iç içe yaşama durumunda, bir araya getirmiştir. Son zamanlarda gelen Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Aleviliğe güzel bir yön vermiştir.
Jan Yoors'un Çingeneler Kitabı Üzerine...
Çingeneler…
Jan Yoors’un Çingeneler Kitabı Üzerine…
Ayhan Aydın
Jan Yoors’un Çingeneler kitabını aldım elime, elimde canlandı bu kara kaplı belgesel roman. Sanki bir anda bir sinemada bir büyük bilinmezlikler diyarına giren kahraman gibi hissettim kendimi. Okudukça; dağlar, ormanlar, dereler boyunca bir yolculuğa başladım. Tahta tekerlekli üstü çadırlı arabalar gidiyor, ben gidiyorum, maceradan maceraya… Atlar kişniyor, dallardan kuşlar uçuyor, susayınca köylüler kuyulardan bile su vermeyince bir dere bulma özlemim artıyor, yarpuz kokulu dağ başlarına, ormanın kuytularına doğru yol alıyorum… Karnım acıkınca herkesle eşit olarak hep birlikte bir sofrada doyup, soğukta sığındığım meydan ateşinde ailem olmuş dostlarımla, aynı aşkla ısınırken, sohbetler bitmesin, gece olmasın, diyorum herkes kendi öyküsünü anlatırken…
Bazı kitaplar vardır; okursunuz okursunuz bitmez. Bu kitapların bir kısmı sıkıcılıklarından, kalınlıklarından, sizi sarmadığı için, kitabın dünyasına bir türlü giremediğiniz için bitmez; Bazen de bu tip kitapları yarıda bırakırsınız. Bazı kitaplar da vardır ki, kalın, ince olmuş fark etmez, gerçekten onu bir türlü elinizden bırakamazsınız, kitap bitmesin istersiniz, sizi alır sürükler, okudukça tatlanır, okudukça zevkiniz artar, okudukça kitaba bağlanırsınız.
Son dönemlerde nihayet Alevilik Bektaşilik konularının dışında da olağanüstü bir ilgiyle ve aşkla okuduğum bir kitaptan bahsetmem gerekir. Sizlere Chiviyazıları (mjora) Yayınlarından çıkan Jan Yoors’un Çingeneler kitabından size söz etmeliyim.
Uzun yıllardan beri yahu Antropoloji’yi, Sosyoloji’yi, Sanat Tarihi’ni, Tarihi çok seviyorsun bu konularda daha çok kitap oku, her gün şiir okuman da yetmez; kendini yoğunlaştır, alışkanlıklarını değiştir dedikçe, birçok konuda çoğunlukla olduğu gibi, kendi kendimin düşmanı olarak, bu konuda adım atamıyordum. Zaman zaman bunu başarınca da tüm mutluluk beraberinde geliyordu.
Yeryüzü insan cenneti…
Ben ki doğaya âşık bir insanım, bu doğa insansız olur mu? Sıra dışı insanlar, farklı topluluklar, farklı inanç sahipleri, farklı kültürler… Benim en çok ilgi duyduğum ama belki de bu ilgiye karşın çok az bilgi sahibi olduğum alanlar. Kültür insanı olmak kolay mı, kültürü tanımak kolay mı? Hoşgörü, merak, gezme vs. hepsi gerekli ama elbette kitap okumak başta geliyor bunun için. Sevgili Dostum Ezeli Doğanay’ın Almanya’daki kütüphanesine bakınca bir kez daha hatırladım bu alanın derinliğini, yoğunluğunu, zenginliğini; Lazlar, Çerkezler, Kürtler, Pomaklar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Ezidiler… Tüm dünyada hele hele yaşadığımız coğrafyada nice insan toplulukları yaşıyor, sayısı bile tam bilinmiyor. İnsan; onların yaşamlarını, inançlarını, tarihlerini yani kısaca onların dünyalarını okudukça, o dünyaya girdikçe daha da insan oluyor, daha da bu dünyada yaşamayı hak ediyor. Doğup büyüdüğü köyün dışında bir yer görmemiş, kendi akrabalarının dışında farklı insanlarla karşılaşmamış bir insanın dünyası nasıl ki tek düzeyse, farklı insan topluluklarının yaşamlarından, kültürlerinden habersiz insanlar da günümüzde aynı tek düzeliği yaşıyorlar.
Derviş Kemal (Kemal Özcan) ile uzun bir söyleşi
Kemal Özcan daha doğrusu Derviş Kemal ismini çok erken duymuştum. O aslında büyük bir Alevi Bektaşi kesim tarafından çok tanınan bir isimdir. İlkin 1996 yılında Üsküdar’da yayın yapan Alevilik’le ilgili yazıların yayınlandığı Yurtta Birlik Gazetesi’nde Mahmut Erdal’la birlikteyken tanışmıştık. Sonrasında yine Alevilerle İşçiler Müsahiptir, gibi daha çok Sosyalist düşüncelerin yer aldığı ama hayli seveni ve okuyanı da olan Sultanahmet’te yayın yapan Kervan Dergisi’nde görüştüm. Telefon görüşmeleri, yazışmalar…
Eserlerini okudukça onu çok ama çok sevdim.
Aşağıdaki söyleşiye kadar üç dört kez kendisini Uzunköprü’deki evinde ziyaret ettim. Bu ziyaretler ve söyleşiler sürdü. Onunla bir kez de Cem Televizyon için bir söyleşi yapmıştım. Yunanistan Meriç (Evros) İli sınırları içinde Dimetoka’ya yakın Büyük Alevi Bektaşi ulularından, seyyidlerinden ve Rumeli’ye 1354 yılında geçip bir alp eren olarak bu toprakların Türkleşmesi ve yerleşime geçmesi, kolonozotörlük yapmasında öncülük yapan ve adına büyük bir büyük Alevi Bektaşi dergâh kurulan ve bu dergaha bağlı olarak bir zamanlar önemli bir merkez olan Babalar köyünden olan Kemal Özcan daha bebekken Türkiye’ye göç eden bir ailenin çocuğu olarak büyümüş. Ama kendisi doğal olarak Alevi Bektaşi yolunda önemli inanç kümelerinden olan Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan Ocağı (Dergahı)’na bağlı bir Alevi-Bektaşi.
Derviş Kemal; 25 Nisan Cumartesi günü Edirne Uzunköprü’de 85 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Eserleriyle çağımızda Alevi Bektaşi inanç, kültür ve düşünce dünyasının en önemli ozanlarının başında yer alan, yüzyıllardır süregelen bu geleneğin en üretken (verimli) kalemlerinden birisi olan ve bir kültür çağlayanı olan şiirlerinden insanlık, sevgi, dostluk, yurt, bayrak, Atatürk, Alevi Bektaşi değerleri ve erdemleri fışkıran, tüm hayatını dolu dolu yaşamış Kemal Özcan – Derviş Kemal artık cismen aramızda değil… Ama onun günümüzde cemlere de giren, hiç tanımayan, hatta hayatında hiç şiir okumamış bir kişinin bile okuyunca kesinlikle etkileneceği derin köklerin, büyülü ve benzersiz elmasları olan sözcüklerle örülmüş şiirleri sonsuza kadar yaşayacaktır.
Gerçekten siz kalpten bir ameliyat geçirdiniz, duyduğuma göre de hayli zorluklar çektiniz. Şimdi nasılsınız?
Çektim hakikaten, fakat buna rağmen iyiyim, diyebiliyorum. Bunu tavsiyelere uyduğum için diyebiliyorum. Mesela bana günde üç kilometre yürüyeceksin, şu hapları sonuna kadar kullanacaksın, dediler. Ben de bunları sonuna kadar yapıyorum. Mesela kırmızı eti kesinlikle yemiyorum yasakladılar, tuzludan biraz kay, dediler onu yapamıyorum. Ama işte yumurta sarısı ömür billâh hiç yemeyeceksin, dediler. Kullandığım hapların biri kan sıvıltıcı, bir tanesi kolesterol için damarları açıcı, bir tanesi de tansiyon için.
Şimdi neden bana doktorlar ameliyattan sonra her akşam bir duble rakı içebilirsin, dediler? Bunun nedenini ben soramadım ama kendimden şunu çıkarıyorum ki, kan sıvıltıcı haplarında da rakı da aynı şeyi yapıyor, kanı sıvıltıyor.
Şarap dediler mi?
Şarap demediler, deseler de ben kullanamam çünkü başka yönden bana dokunuyor. Bende hemoroit illeti vardır mayalı içkiler yasaklanmıştır içemiyorum. Aslında şarabın rakıdan çok daha yararlı olduğunu biliyorum güzel kan yapıyor. Bizim Yeniköy (Uzunköprü’ye bağlı, tümüyle Yunanistan Seyyid Ali Sultan Dergâhı çevresinden gelenlerce oluşturulmuş bir belde) şarabımız var şahanedir yani. O bakımdan kendimi sağlıklı hissediyorum. Dört buçuk seneye yaklaştı ameliyat olalı, o gün bugün hiçbir şeyim yok yani. Tam dikkat edemezsem de yine ev sahibine göre iyi davranıyorum. Yürümeyi ilke edindik yaz- kış, yağmur- çamur yapıyoruz yani.
Yürüyüşün de en güzel jimlastik hareketi olduğuna inanıyorum. Bütün azalar hareket halinde ondan herhalde, buyurdular bize onu yapıyoruz.
İnsanın damar sistemi de birbirine bağlı tüm vücudu dolanıyor aynen sinir sistemi gibi. Şimdi hep insandan bahsediyoruz da manevi bakımdan bahsediyoruz tabi ki, bu konuyu ne kadar farklı yorumlarsak ne kadar kapı açarsak açalım insanın bir de fizyolojik yanı var. Fizyolojik bakımdan yani bedensel bakımdan da organlarıyla, organlarının çalışmasıyla insan aslında benzersiz bir yaratık.
Siz Hakk’la Hakk olmuş bir insan Tanrı’nın ta kendisidir, diyorsunuz.
Şimdi sizinle daha önce yaptığım söyleşiyi çok iyi hatırlıyorum ben; ceme dâhil olduktan sonra güzellikler gördüm, güzellikler buldum, demiştiniz.
Sizi biraz daha yakından tanıyalım, Uzunköprü deyince her Uzunköprü lafı geçince siz aklıma düşüyorsunuz. Demek ki, bir insan kendi değerini de yaratabiliyor.
Devamını oku: Derviş Kemal (Kemal Özcan) ile uzun bir söyleşi
Diğer Makaleler...
- Basın Kartı Sahibi Oldum...
- Halk ozanı Derviş Kemal Anıldı
- İstanbul Üni. İlahiyat Fakültesi'nde Söyleşi
- Musa Ağacık'la Söyleşi Yapıldı
- Mehmet Ersal'ın Alevilik Sunumu
- AŞIK DAİMİ ANILDI, 17 NİSAN 2016
- ŞİRAN KIRINTI KÖYÜ, 23. DOSTLUK GECESİ, 15 NİSAN 2016
- Hüseyin Emiroğulları
- Ali Duman'la Söyleşi
- NURETTİN ÖLMEZ HALİFEBABA'NIN YEDİSİ YAPILDI