ÇÖRMÜ -DARILI-: HER ŞEYİYLE BİR KÖY, HEM DE TAM BİR ALEVİ KÖYÜ
ARILI-: HER ŞEYİYLE BİR KÖY, HEM DE TAM BİR ALEVİ KÖYÜ
Ayhan Aydın
Sevgili dostlar, yollardayız ya, adımız gezgine, gezgin dervişe, Alevilerin Evliya Çelebisi’ne çıkmış bir kere, git git bitmiyor bu ölümsüz sevdanın izindeki yolculuklar.
Yollarda olmak her zaman çok güzel; yeni yerler, yeni insanlar, yeni bilgiler elde etmenin keyfi bir başka.
Kuluncak’ta Alvar’dan çıktık, Biçir’i geçtik, vara vara dağlar arasında bir köye vardık. Vardık ki ne görelim, burası her şeyiyle tam bir köy. Hem de her şeyiyle bir Alevi köyü: dağlar var, gün batımı gün doğumu bir sessizlik içinde içinize işliyor, tüm güzelliğiyle güne doğal uyanmak var, gül yüzlü insanlar var, tavuklar var, koyunlar var, mallar var, çeşmeler var, kızıl dağlar var, çocuklar var, yaşlılar var...
Ama hepsinden öte gül yüzlü canlarımız var, inançlı, sevgi dolu canlarımız var.
Bir Alevi köyü, cemlerden, sazlardan, dedelerden bahseden gül yüzlü insanlar var. Üstüne üstelik, ziyaret var, tarik var, cemevi var, geçmişin bilgisini aktaracak köyün büyükleri var…
Ben oldum olası derim, bu Anadolu her şeyiyle birbirinin kopyası bir coğrafi yapılar bütünü. Benim Şiran’ımı hep Divriği ile benzeştiririm; aynı dağlar, aynı insanlar, aynı coğrafyanın kopyası. Burada da kendi doğduğum ve çok sevdiğim köyümü Yeniköy’ü hatırladım. Bu sene köyüme gidemedim ama ne gam yine bir başka köyümdeyim. Her gittiğim yer benim köyüm oluyor, tüm insanlar benim hısım, akrabam, tanıdığım oluyor.
Ben burada inanç gördüm, aşk gördüm, geçmişin kültürünü, geleneklerini, saygısını, sevgisini yaşatan canlı bir topluluk gördüm.
Çörmü yani Darılı halen yozlaşmamış tam bir Alevi köyü, insani değerlerini kaybetmemiş, yüreklerinde yol aşkını yaşatan bir köy burası.
Köyün dedeleri Kangal Yellice’den geliyormuş. Yelliceli Şeyh Şazeli (Kahveci Postu) Ocağı’ndanmış. Yıllar geçmiş oradan gelen giden dede yok. Ama burada onlara, o dedelere, öyle büyük bir sevgi, aşk, muhabbet ve özlem var ki anlatılamaz. Köyde halen birçok kişinin ismi; bu köyde zamanında cemler yürütmüş, insanların kalbine girmiş dedelerin isimleri.
Bitmez tükenmez öyküler bütünü buradaki yaşam. Eski köy dedikleri yerden şimdiki yerleşime geçen köylüler bu dağların içinde gizlenmiş, saklanmış, oldukları yerde yaşamı bin bir güçlükle kursalar da onları ayakta tutan, onları kenetleyen bir bütünlük içinde olmalarını sağlayan inançlarını yaşatmışlar.
Burada sevginin, inancın özü var, insanlığın gücü var.
Ayrıca burada, Karadirek dedikleri bir ziyaret de var. Aynı isimle anılan bir ocak merkezi de var.
Eski Köy, bir mağaranın içindeymiş diyen ve yine Yellice’li bir dedenin ismini taşıyan Şadi Amca da bana yardımcı oluyor, bu yöreyi iyi bilen bazı dostlarla beni buluşturuyor. Onlarla bu dar olanaklar içinde söyleşi yapmaya çalışıyorum. Çünkü biz buraya bir amaçla gelmiştik. Gül yüzlü Seher Yılmaz canımızın gelinleri Fatıma Kardeşimizi Malatya merkezde ziyaret etmiştik. Kendisi yoğun bakımda yatıyordu. 35 gün önce yüksek tansiyona bağlı olarak beyin kanaması geçirmiş canımızın durumu çok kritikti. Şu işe bakın ki, onun evinde hem yakınlarıyla sohbet ediyor aynı zamanda köyle ilgili bilgiler derlemeye çalışıyoruz. Kapısı herkese açık, eli açık, misafirperver, gül yüzlü kardeşimiz daha bahardan her yeri tertemiz etmiş, yıkamış, ak pak etmiş.
İnançlı ve çok candan, geçmişin geleneklerini tam anlamıyla yaşatan çok sevgili Seher Yılmaz canımız her an olduğu gibi her şeyle ilgileniyor, her işe el atıyor. Bu arada babasının – anasının ayak bastığı yerleri ziyaret ediyor, geçmişin anılarının izini sürüyor. Çok mu çok çalışkan ve başarılı olan babası Ali amca burada maden bile işletmiş. Elinden her iş gelen Ali amcayı herkesin çok sevdiğini anlıyorum. Şimdi de kendisi İstanbul’da hasta olan Ali Amca’ya da sağlık, sıhhat diliyoruz.
Buraya sohbet için gelen, Yusuf Aslan, Seydi Gaziler derler bize, 75 yaşındayım daha bir tek aspirin içmedim, diyor. Hep köyde yaşayan Yusuf Aslan hayat boyu rençberlik, çobanlık yapmış. Halen yine o eski dedelerin aşkıyla yaşıyor, nerede o eski dedeler, cemler, hep o özlemle yaşıyorum, diyor. Kendisiyle bir yöreyle ilgili bir söyleşi yapıyorum.
Yusuf Yılmaz, köyün hem hocası, hem geçmişin bilgilerini kendisinde toplamış bilgi hazinesi, hem çok iyi bir insan, hem de tam bir canlı tarih örneği. Ezbere şiirler okuyan, destanlar anlatan, eski dedeleri, yöredeki gelenek ve görenekleri en iyi şekilde anlatan bu gül yüzlü büyüğümüze de bir gece de mihman olarak derlemeler yapmaya çalıştım. Halk bilimci öğrencilerin kaçırmamaları gereken sözlü kültür taşıyıcısı bu güzel insanın eşi de Kangal Kocakurt (Kocayayla) Köyü’ndenmiş.
Yarabbi ne yaşamlar, ne öyküler, ne anlatılar var her yerde, elbette ki bu köyde de.
Hep o güzel anlar, güzel günlerin, cemlerin özlemi var konuşmalarında tüm insanların.
Ne dedelerdi o dedeler, o dedelerin atlarına bile hizmet etmek bizim için bir büyük zevkti, mutluluktu. Bizler küçükken de onların özlemiyle yaşardık, diyor örneğin Taçlı Elif Bacı. İlerlemiş yaşına rağmen halen günlük işlerini kendisi görüyor, köyün ebeliği yapmış aynı zaman elinden birçok şey geldiği için genç yaşta kaybettiği eşinin yokluğunu çocuklarına göstermeden onları büyütmeyi başarmış bir örnek anamız.
Kısa bir söyleşimizde; bizler rehberiz aslında, diyen ve Ankara’da yaşayan Veli İşleyen Demir, inancın yoğurduğu bir insan olarak dedelerin ayak turabı bir insan olarak, eren ve evliyaların o kutlu nefesinin olduğu bu mekânda şimdi kendisini bir hizmetli gibi görüyor. Büyük sağlık sorunlarına rağmen yıllar yılı hep bunu anı beklemiş, atalarından aldığı emaneti bir nebze yaşatma gayretiyle Karadirek’in olduğu mekânın kapısını açarak, en büyük arzusuna kavuşmuş. Kendisiyle yaşamı, ocak ve bu köyün değerleriyle ilgili bir söyleşi de yapıyoruz. Bu arada Kabak Abdal’ soyundan olan eşi anadan da Alvar’la ilgili bazı bilgiler derliyoruz.
Köy her şeyiyle bir hazine değerinde ama ne hazine! Burada gerçekten de önemli madenler varmış. Demir çıkarılıyor, diğer madenlerin aramaları devam ediyor. Tüm dileğim bu doğal örtünün, bu yaşam örgüsünün kaybolmaması, yok edilmemesi.
Burada gerçekten de bir on gün kalmak gerekir diye düşünüyorum, hadi on gün kalamadık, üç dört gün derleme yapmak gerekir, çok önemli bir köy burası dedim, kendi kendime.
Yaşam acılarla dolu, maalesef ki, hastamızı kaybettiğimiz haberini alıyoruz. Çevre köylerden de gelenlerin katılımıyla bir cenaze erkânı düzenleniyor. Sonsuz yolculuğuna uğurladığımız canımızı toprağa sırladıktan ve dostlarla vedalaşıp düşüyoruz İstanbul yollarına…
Arkamızda hüzün, gözyaşı, boynu bükük bir eş, şaşkın çocuklar bırakarak.
Ama bir o kadar da anı, bilgi, sevgi, dostluk yükleyerek heybemize yol alıyoruz kızıl dağların, kayısı bahçelerinin içinden; her şeye rağmen yaşam ne güzel bir şey, diyoruz.
Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı başkanı çok sevgili Muharrem Yılmaz ve gül yüzlü ailesiyle sağ sağlım varıyoruz İstanbul’a. Onlara çok teşekkür ediyorum. Böylesine güzellikleri birlikte yaşadığımız için.
Ne diyelim, Kerimen Şükür…
Bu geziyi de yaptık ya, yenisin tez gelsin!
Muhubbetlerimle.
16-19 Temmuz 2018, Çörmü – Darılı, Kuluncak, Malatya
DEDELER ALEVİLİĞİ ANLATIYOR KİTABI ÇIKTI...
DEDELER ALEVİLİĞİ ANLATIYOR…
Araştırmacı, Derlemeci, Arşivci, Gazeteci, Yazar dostumuz Ayhan Aydin yeni kitabı "Aleviliği Dedeler Anlatıyor" raflarda.
YOL'a yaptığı hizmetleri kabul olsun. Kitabın okuru, baskısı çok olsun.
Aleviliğin yazılı ve sözlü kültürünün kayda alınması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir yeri olan Ayhan Aydın' uzun süredir Alevilik - Bektaşilik konusunda yaptığı derlemeleri kitaplarda topluyor. Tek başına bir "Alevilik Arşivi" bir "Alevilik Hafızası" gibi çalışmalara imza atıyor.
İlk ağızdan elde edilen bu derlemeler, yani söyleşiler, izlenimler, notlar, başta araştırmacılar, akademisyenler, genç okurlar, olayı takip eden veya meraklı insanlar için yararlı oluyor.
Uzun zamandır yaptığı derleme ve arşiv çalışmalarının başında Alevi Dedeleri ile yaptığı söyleşiler yer alıyor.
Yüzlerce Alevi Dede'si yaptığı söyleşilerden 29 söyleşiyi Ocaklar bazında bir seçki yapılarak kitaba yerleştirilmiş. (Aydın İleri, Yayıncı, Yazar, Kütüphaneci)
..................................................................................
ALEVİ DEDELER ANLATIYOR
Derleyen: Ayhan Aydın
Kripto Yayıncılık
Temmuz 2018
Aleviliği Dedeler Anlatıyor...
Sevgili dostlar; uzun yıllardan beri Alevilik Bektaşilik konusunda yaptığım derlemeleri kitaplarda toplamaya çalışıyorum.
İlk ağızdan elde edilen bu derlemeler, yani söyleşiler, izlenimler, notlar, başta araştırmacılar, akademisyenler, genç okurlar, olayı takip eden veya meraklı insanlar için yararlı oluyor.
Ben bir basın yayınlı olarak söyleşi yapmaya devam ediyorum. Ne bir sosyoloğum, ne bir tarihçi, ne bir antropolog. Bu alanlar ise aslında konu için temel olan alanlar. Ne kadar çok araştırma yapılsa hala çok geniş bir veri alanı.
Uzatmayayım, bunca yıllık çalışmalar, derlemeler, arşiv yapma gayretleri içinde söyleştiğim gurupların başında Alevi Dedeleri gelmektedir.
Yüzlerce dede söyleşisinden yaklaşık 120 söyleşiyi deşifre edip düzenlemiştim. Onca kurum ve yayınevine sunmama rağmen hiçbirisi bu çalışmama ilgi göstermediler.
Biliyorsunuz kitaplarımın birçoğunu kendi imkanlarımla bastırıyorum (Can Yayınlarından çıksa da maddi olanağını biz karşılıyoruz).
Sıkıntılar Hiç Bitmiyor...
Hem maddi kaynak bul, hem de bunları dağıtmaya çalış...
Çok ciddi sıkıntılar. Bir de tam bir redaksiyon yok, bir çok problemler. Hala da onların dertleri bitmiş değil.
İşte Bu konuda elimdeki söyleşilerin varlığını Sayın Ali Rıza Özdemir'e açınca kendisi bana yardımcı oldu. Bu söyleşileri Ankara'da işini ciddiyetle yapan ve tüm Türkiye'ye geniş bir dağım ağı kurabilin Kripto Yayınları'ndan Ünit Çıkrıkçı'yla beni tanıştırdı.
Sonuçta Dedeler Aleviliği Anlatıyor kitabı çıktı.
Kitap şu anda Türkiye'deki kitapçılara dağılmış durumdadır. İnsanlarımız bu kitaba ulaşabilirler.
Kitapta yayınevinin dedelerimizle yaptığım yüzden fazla ve her birisi uzun söyleşilerden yapmış olduğu bir derleme metin yer almaktadır.
Ocaklar bazında bir seçki söz konusudur.
Eksik bir çok dede söyleşimiz vardır.
Artık yapacak bir şey yok.
Kurumlar veya dedeler, babalar, ozanlar da biraz özveride bulunmalılar.
Konuşmak çok güzel, bu konuda iş desteğe gelince hiç kimsenin kılını kıpırdatmadığını görüyorum.
Büyük çilelerle yapmaya çalıştığım tüm kitap, gezi ve araştırmalarda bunu görüyorum, yaşıyorum. Hala da yaşıyorum. Çünkü bunlar bireysel değil, toplumdan aldığını topluma geri verme gayreti, yani toplumsal bir çalışma.
Bir Balkan gezisine gitmek için üç beş kitap vermeye çalıştığım kişiler telefonlara çıkmıyor.
Ancak laf konuşuyoruz, iş yapmıyoruz.
Gençlerimizi okutmuyoruz, bilimsel olsun olmasın araştırmalara gerekli desteği vermiyoruz.
Neyse derdim çok fazla, can dostlar...
Bana candan davranıp kitabı halka ulaştıran Kripto Yayınlarından Ümit Çıkrıkçı'ya çok teşekkür ediyorum.
Muhabbetlerimi sunuyorum. Hayırlı olsun...
Arka Kapak Yazısı...
Alevi Dedeleri, atalarından aldıkları mirası, kendi yaşam tecrübeleriyle de birleştirerek bugünlere getirip, yaşattılar ve de bizlerle paylaştılar.
Tüm dedelerin yaşam öyküleri başlı başına bir kitap konusu aslında... Hayatın içinden gelen, yaşamın renklerini barındıran dedeler samimi, içten ne de güzel özetliyorlar, yaşamlarını, dünyaya bakışlarını...
Bu kitapla; yüzlerce söyleşiden bir deste sunuldu sizlere. Yaşayan Aleviliği dedelerin konuşmalarından, bu söyleşiler aracılığıyla anlamaya çalıştık.
Hep başkalarının anlattıkları, yazdıkları şekliyle Alevilik kamuoyuna sunuldu. Ama burada bu inancın, bu öğretinin öncü isimlerinden olan, dedeler bu sefer kendileri konuştular. Özlerini ortaya koydular.
Dedeler; (Babalarla birlikte) hazine sandıkları olan bellekleriyle, ruhlarındaki hatıra ormanlarıyla, büyük tecrübeleriyle, yaşamın bir başka boyutundan hayata bakanlar olarak, bize halkbilim, edebiyat, tarih bakı-mından da ne büyük nimetler sunuyorlar.
Dedeler, bir umuttur; dedelik, zahmetli bir yolun adıdır.
Dedeler, çölde açan çiğdeme benzerler....
Dedesiz, bir Alevîlik düşünülemez....
Dedelik; cemdir, semahtır, sazdır.
Dede talibiyle, zakiriyle, deyişiyle, aşkıyla ‘dede’dir.
Ocaksız dede olunmaz, Pîr elinden tutmayan, mür-şit didârı görmeyen, rehber eşiğinden geçmeyen de bu yolda yol alamaz.
Yol-erkân süren, doğru görüp doğru söyleyen, tüm insanlığın önderi olabilen dedelere ne mutlu.
Aşk ola erenler, aşk ola!
Ümit Çıkrıkcı
Kripto Basım Yayın Dağ.Ltd.Şti.
Kripto Kitaplar Publishing House
Kültür Mahallesi, Ataç 2 Sokak No:71/B Çankaya-Ankara-Türkiye
Tel: +90 0312 432 19 23
Avrupa Gezisi (4 Mayıs - 11 Haziran 2018)
AVRUPA GEZİ NOTLARI
(4 MAYIS – 11 HAZİRAN 2018)
Giriş
Ah Avrupa, Ah Avrupa…
Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü’nün geleneksel olarak düzenlediği daha önce de birkaç kez katıldığım Hıdırellez Etkinliği çerçevesinde uzun bir gezim oldu. Etkinlikten sonra, daha önceden de temaslarım olan kurumlar ve kişilerle konuşarak, Avrupa’da kırk günlük bir seyahatim oldu.
Ayhan Aydın
Sevgili dostlar; yaklaşık otuz yıldır içinde bulunduğum Alevi – Bektaşi dünyasında, profesyonel olarak çalıştığım tüm dönemler de dâhil olmak üzere, hemen bütün alan araştırmalarımı ve bu bağlamdaki gezilerimi kişisel imkânlarımı zorlayarak gerçekleştirdim.
Bugün de aynı şekilde bu bağlamdaki gezilerimde; ulaşım, barınma, konaklama vd. giderlerimi önemli oranda davetli bulunduğum kurumlar ve bu kurumlara destek veren canlar sayesinde sağlayabiliyorum. Bunları bazen küçük sponsorluklar, çoğunlukla da kurumların mütevazı olsa da, katkılarıyla yapıyorum. Bu benim yaptığım uzun bir yazı konusu aslında, hadi diyelim ki bu da benim önemli bir başarım.
Birçok kişinin çalıştığı kurumlardan elde ettikleri harcırahlar, çeşitli projeler kapsamındaki ekonomik desteklerle bu çalışmaları yaptıklarını; üniversitelerden, TÜBİTAK, Kültür Bakanlığı gibi bazı devlet kurumlardan işbirliği halinde bazı gezileri, toplantıları ve çeşitli araştırmaları yaptıklarını biliyoruz.
Bugüne kadar hiçbir kurumdan doğrudan bir maddi/manevi destek almadan, hiçbir proje kapsamında olmadan, tümüyle kişisel mücadelemle bir gayret içinde olduğumu burada belirtmek istiyorum.
Hatta biraz da içimden geçeni söylemek gerekirse, Alevilik - Bektaşilik konusunun, bu arada alan araştırması adı altındaki bazı çalışmaların, işi gücü proje üretmek olan birilerine çok iyi gelir getirdiğini, bunun iyi bir gelir kapısı yapıldığını da söylemeden edemeyeceğim.
Can dostlar; yine bir etkinlik vesilesiyle yaklaşık kırk günlük bir Avrupa Gezim oldu. Almanya, Hollanda, İsviçre’de bazı kurumlara ziyaretlerim, söyleşilerim, gezilerim, muhabbetlerim oldu.
Hem bol bol gezme şansına ulaştım, hem bilgi birikimimi dostlarımla paylaştım, hem yeni kişilerle tanıştım bu arada gözlüm yeteneğimi arttırdım, hem de tümüyle kişisel gayretlerimle bazı söyleşiler yaptım.
Oldukça yararlı geçen gezimden izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
İlginize muhabbetlerimle…
Benimle ilgilenen, bana yardımcı olan tüm dostlara ve kurum yöneticilerine en içten şükranlarımı sunuyorum. Tüm geziler onların destekleriyle yapılabilmiştir. Benim böyle bir geziyi yapmaya imkânlarım elvermezdi.
Sağ olsunlar, var olsunlar. Yolumuzu, erkânımızı, değerlerimizi Avrupa’da yaşatan insanlarıma bin muhabbetlerimle.
Aşağıdaki yazıyla geziyi özetlemeye çalıştım. Uzatsam, detaylara girsem; betimlemeler, karakterler, kendimce yorumlar vd. olsa yazı en az üç katı uzun olurdu.
3 Mayıs, Perşembe
Yaklaşık üç hafta geçmesine rağmen vizeyi uçağın kalkacağından bir gün önce almak biraz beni gerse de; çok sevgili yeğenim Özden Aydoğan’ın yaş günüm için bir pasta almasıyla geceden başlayan mutluluk ertesi günde devam etti.
4 Mayıs, Cuma
Köln
Gezinin Başlaması
Can dostlarımla vedalaştıktan sonra, sabah erkenden yol alınca havalimanında İran’dan gelen can dostlarla buluşup yola revan olduk. Grup Müștak’ın iki gül yüzlü siması; Yashar Behnoud, Shahram Sadeghinia ile çok zevkli sohbetimiz beni tekrar düşler dünyasına götürdü. Benim en büyük arzularımdan birisi de İran’da şöyle üç dört ay gezmek, oradaki canlarımızı ve yaşamlarını görmek izlemektir. Ya kısmet! Kısmetten ötesi gerçekten yalan. Bakalım kaderimizde varsa oraları da daha geniş zamanlarda görüp, gezebilirim.
Almanya’daki dergâhımız Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü, Hacı Bektaş Vakfı’na yani Köln yakınlarındaki Hausen’e varınca derin bir nefes aldık. Benzersiz doğasıyla her zaman beni büyüleyen buradaki kültür otağımızda dostlarla yarenleştikten sonra küçük ama şirin mi şirin kent merkezindeki otellerimize yerleştik. Üç gün boyunca etkinliğe katılıp çekimler yapmanın dışında bu şirin, bir doğa harikası turistlik beldede gönlümüzce gezintiler de yaptık.
Sivas, Sivas, Kanlı Sivas...
Sivas, Sivas, Kanlı Sivas...
Bu gün dostluk günüymüş.
Ellerimizde saz ve güllerimizle semah dönerken, bizi diri yaktılar Sivas'ta.
Dost dilinden tatlı bal bulamayan bizler, o gün olduğu gibi her zaman, yalancı sözlerle bu ülkede hep yalnız bırakıldık.
Yaşadığımız her şeye rağmen uzattığımız dostluk ellerini ise devleti yönetenler hep ters çevirdiler.
Yurdumuzda insanları yakanlar, ülkeyi parçalamak için pusuda bekleyenler hiç bir zaman gerçek anlamda cezalandırılmadılar.
Ülkeyi saran karanlık kafaların ürkücü uğultuları her yeri kaplarken, bizler özgürce türküler, deyişler söylemeye, Pir Sultan'ca haksızlıklara baş kaldırmaya, barış için semah dönmeye devam ediyoruz ve sonsuza kadar da devam edeceğiz.
Sivas'ın çığlığını duymayanlar, Sivas'ı anlamayanlar, Sivas'ı kavramayanlar, Sivas'a üzülmeyenler hiç bir zaman bizim dostumuz olamayacaklardır.
Sivas'ta ölümsüzleşenler bu ülkenin bağrında bir kor gibi duran devrim-demokrasi ve insanlık şehitleridir.
Onların sonsuz anıları her daim bizlerledir.
Değil 25, 125 yıl geçse de; Anadolu topraklarında onurunu- haysiyetini kaybeden ve faşizmin kokuşmuş birer pislik yüzleri olan o Ortaçağ'ın barbarlarına karşı; aydınlığın timsali olan 33 güzel canımızı her daim anacağız, onların varlığını yaşatacağız.
Yeryüzü insanlığın yüzü oluncaya kadar, hiç bir din, renk, ırk, düşünce ayrımı olmadan tüm insanlar bir kardeş ve gerçek dost oluncaya kadar, bu yangın yanmaya devam edecektir.
Sivas’ın ışığı hiçbir zaman sönmeyecek; yobazlık ülkemizden ve yeryüzünden silininceye kadar tüm dünya insanlığını aydınlatmaya devam edecektir.
Sivas kıyımında kaybettiğimiz canlarımızın anıları yüreklerimizin en derin ve en anlamlı yerinde hiçbir vakit solmaz çiçek tazeliğinde dipdiridir.
Ölümsüzler kervanına katılan Sivas Şehitlerimizi büyük bir sevgi, saygı, özlem ve muhabbetle anıyoruz.
Aşk ile…
1 Temmuz 2018
Ayhan Aydın
Bir Cevat Günel Vardı...
Ankara’dan,
Anıları Hayal Dünyamızda Ölümsüz Olacak
Bir Cevat Günel Geçti…
Ayhan Aydın
Kıvır kıvır dalgalı saçları ve uzayınca dudağından içeri sarkan bıyıklarıyla bir sevimli, samimiyetini her haliyle belli eden bir dost sima vardı.
Pipo içerdi, kahkahalarla gülerdi, derdinize dert ortağı olurdu…
O hepimizin Cevat Abisiydi.
Karşımızda;
Sevgi dolu gözleriyle insana candan bakan, zaman zaman tüm sanatçılara has bir özellik olarak biteviye aşkla konuşan, sizi bir hayal âleminde hissettiren; fikirleri, düşleriyle sanki modern bir destan anlatıcısı, belki de Dedem Korkutların yolundan giden bir bilge Alevi dedesi, bir can insan vardı.
Her şart altında insanlara umut dağıtan bir mutlu insan vardı.
Hani roman ve öykülerde, masallarda olan; her şey yoluna girecek, karmakarışık sorunlar hallolacak dedirten insanlar vardır ya; işte öyle sorunları çözen, olayların gizli kahramanlarından birisi olarak bir umut kapısı gibi duran bir coşkulu insanımız vardı.
Sen hangi okulu bitirdin da bu kadar güzel, profesör gibi bilgili konuşuyorsun sen benim paşamsın Cevat, diyen anneme; senin o üniversiteli dediklerin benim şimdi bulduklarım yeri arıyorlar, diyen hayat okulunda okumuş bir önemli değerimiz vardı.
Çiçekler İçinde Bir Mücadele İnsanı
Cevat Abi’yi ben çok ama çok severdim. Çünkü o hayatı o kadar çok seviyordu ki, karamsarlık denen kavramın onun yaşamında yeri yoktu.
Onun hayal dünyası çok genişti. Dünyaya büyük bir ufukla bakabilen, öngörüsü çok yüksek, bence bizim toplum içinde kendisini gerçek anlamıyla yetiştirebilmiş, dahası kendisini de aşmış çok ender insanlardan birisiydi.
Bilmem kaçıncı kez söküp tekrar ektiği, düzelttiği bahçesi Ankara’da, bence; tüm Natoyolu’nun ve Ege Mahallesi’nin en güzel bahçesiydi. Benim gözüm, gönlüm hep o bahçedeydi.
Amcamlara gidince mutlaka Cevat Abilere uğrar, büyük bir zevkle onunla sohbet eder, onu ve farklı farklı ve başka yerlerde görmediğim çiçeklerle bezeli bahçesini seyre dalardım.
O her zaman mutlaka elinde bir şeylerle evinin içinde veya bahçede bir işle meşguldür; ya resim yapıyordur, ya fotoğraflarına bakıyor, ya yabani veya kuruyan otları özenle bahçesinden temizliyor, ya da biraz daha alan kazanmak için kendi eliyle oyduğu yerden toprak aktararak hiç bitmeyen inşaat işleriyle uğraşıyordur.
Cevat Abi aynı zamanda çok ama çok maharetli ve becerikli olduğu için evinin birçok işini de kendisi yapmıştır. Onun bir kez olsun yorulduğunu, bu işlerden usandığını, bezdiğini görmemiştim. Yıllar yılı bahçesinde o farklı farklı ağaçları, çiçekleri yetiştirmesini, büyütmesini, sulamasını, korumasını ama her seferinde başka başka çiçekler ekerek bahçesini yenilemesini, bazen büyütmek için mücadele vermesini hep büyük bir hayranlıkla izlemişimdir. Suyun az olduğu, Ankara’nın kavurucu sıcağında sabah çok erkenden ve akşam gün battıktan sonra hiç yorulma bilmeden bu bahçeyi sulamak ve korumak da apayrı bir maharetti. Herkes bahçesinde sebze yetiştirirken o tümüyle çiçeklerle bezeli bahçesini koruyor, devamlı suluyordu. Sırf bu nedenle derin bir kuyusu bile vardı.
Zaman zaman hararetlenen konuşmalarda onu izlediğimde aslında çok inatçı bir yapısının da olduğunu, bildiği doğruları ısrarla savunduğuna da çok tanık olmuşumdur.
Cevat Abi, komşu canlısı bir insandı. Daha doğrusu komşuluğu tam anlamıyla sürdüren çağımızın son temsilcilerinden birisiydi. Evine gelen her insanla ayrı ayrı ilgilenir, bizzat ikramları kendisi yapmayı çok sever, herkesin yerini ayrı ayrı tutardı. Bayramlarda, düğünlerde evi uğrak yeriydi.
Çok Yönlü Bir Sanatçı
Bir kere bir ressam olan Cevat Günel, sayısız insana fotoğraftan portre resimleri yaparak, anıların yaşaması, insan suretlerinin solmaması, yok olmaması için benzersiz bir hizmet etmiştir.
Orman Bakanlığı’nda profesyonel bir fotoğrafçı olarak çalışırken, binlerce paha biçilmez fotoğraf çekerek ülkemiz doğasının o büyülü büyük zenginliğimiz olan güzelliklerini ölümsüzleştirerek bize büyük bir hazine bırakmıştır.
Birçok kitap ve dergide fotoğrafları yayınlanan Cevat Günel, bir zaman bu malzemeyi değerlendirmek için de büyük bir gayret içine girmiş, aynı zamanda yöremizin yani Gümüşhane Şiran’ın benzersiz tabiatının da yüzlerce fotoğrafını çekmiştir.
Bir de çok iyi hatırlıyorum, nerenden temin ettiyse, özellikle İstanbul’a ait tarihi görüntüler başta olmak üzere, Osmanlı yaşamını konu alan büyük boy resimleri birçok kişiye hediye olarak getirmiş, dağıtmıştı. Babaannemlerdeki duvarlardan da bu çok güzel resimleri hatırlıyorum.
Gümüşhane Şiran Yöniköy’de ilk kez ciddi anlamda fotoğraflar çeken, birçok kişiyi ölümsüzlüğe kavuşturan kişi de yine Cevat Günel’dir.
O Bir Ahi Babası Gibi…
Cevat Günel; her zaman tertemiz giyinir, yanından ayırmadığı çantasında mutlaka farklı konularda dosyalar bulunurdu.
Cevat Abi, sevgi dolu bir insan olmasının yanında, hiç bıkıp usanmadan toplumsal sorunlarla uğraşmayı kendi yaşamının bir parçası haline getirmiş, âdete bundan zevk alan bir yapıya bürünmüştü.
Konuşmasını çok iyi bildiği için; gerek Ege Mahallesi’nde yaşanan toplumsal olaylar veya çoğunlukla ev, yer, yurt meselelerinde, dernek işlerinde kendisine başvurulurdu. Devlet dairelerinde, bakanlıklarda, bürokratlarla görüşmelerde mutlaka aranan bir kişi olarak, toplumun temsilcisi olarak, her zaman, insanlar ve mahalle adına resmi görüşmeleri ve bu konulardaki yazışmaları da o yapardı.
Kendisi; bilgisi, cesareti, görgüsü nedeniyle bir dernek gibi çalışır, aşılmaz sorunları çözmek için insanüstü gayret gösterirdi.
Gümüşhane Şiran Yeniköy’deki su sorununu çözmek için, çok önemli bir adım atmış, bu sorunun kökten çözülmesi için büyük fedakârlıkla birçok kez Ankara’dan Gümüşhane’ye gitmiş, vali gibi bürokratlar başta olmak üzere sayısız insanla görüşmüştür. Bu arada köyden buna karşı çıkan bazı insanları da ikna etmiş, çözüm yolları bulmuş, bu konuda ciddi bir gayret göstermiş, Yeniköy Göleti’nin yapımında öncü olmuş, tarihi bir görevi yeri getirmiştir.
Ege Mahallesi’nde mülkiyet konularında, kimileri kişisel pasiflikleri nedeniyle bazı haklarını kaybetseler de, O bir beklenti içine girmeden tamamen gönüllü bir şekilde gece gündüz halkın sorunlarıyla ilgilenmiş, yüzlerce dilekçe yazmış, eksik belgeleri toplamış, bir derneğin yapacağı işleri tek başına yapmış tüm işleri sonuna kadar takip etmiştir.
Onun ve onun gibi özveriyle çalışan insanlar sayesinde elde edilen belgelerle bugün insanlar tapulu binalarına kavuşmuşlardır.
Bu konuda tarihi bir görevi yerine getirmiş Cevat Günel gerçek anlamıyla toplum öncüsü bir insandır.
Aynen dedem Ahmet Zemci Aydın, büyük amcamız Hüseyin Aydın’da ve birçok büyüğümüzde olduğu şekliyle tanıklık ettiğimiz gibi; şehre yeni gelen köylülere, kentte zorda kalan insanlara yardım etmeyi bir görev bilip bunu bir ibadet gibi yapmak bir gelenektir.
Bu, şu anda Cevat Günellerle artık son neslini yaşayan, belki de Anadolu Aleviliğinin bir önemli kolu olan Ahiliğimizin bir özelliği olan “Diğergamlık - Cömertçe insanlara yardım etme” bizim kültürümüzün en anlamlı temel taşı geleneklerimizden birisidir.
Cevat Günel; Anadolu insanının, bir karşılılık beklemeden insana ve insanlığa yardım etme ülküsünün, toplum önderliğinin en iyi örneklerinden bir simge isimdir.
Tarihin içinde bir toplumu; ona önderlik yapan, ayrım yapmadan herkesi kucaklayıp, herkese yardım eden öncü insanlar ileriye götürmüştür.
Bugün lüks içindeki evlerinde oturup, kimi zaman özlemle, kimi zaman ise “iyi ki eskide kaldı o günler” deyip gecekondulu günleri geride bırakan Ege Mahallesi’ndeki insanların değişen sosyo – kültürel yaşamlarında, geçmişin derin köklerinde ve bugünlerinde Cevat Günel’in ve onun gibi mücadeleci insanların emekleri vardır.
Her zaman bir toplumsal karşılığı olması gereken, “dernekçilikte” büyük fedakârlıklar gösterilmiş, bu günün temellerini uzun yıllar önce atmış Cevat Günel ve onun kuşağı bizlere gerçekten insani yönü çok derin olan bir büyük miras bıraktılar.
Ama acaba o miras bugün yaşatılabilecek mi?
Ben Yoruldum Hayat…
Son yıllarda, yakalandığı hastalıklara karşı yoğun mücadeleler veren Cevat Günel, her şeye rağmen yaşama aşkından, şevkinden bir şey kaybetmedi.
O her zaman çiçeği seviyordu. Hastalık döneminde de yine bana bu sefer evin içinde de olsa, bakıp büyüttüğü çiçeklerini gösteriyordu.
Ankara’da bulunduğumda, tarihen de, 15 Temmuz’un ertesi gün ise ona uğradım. Nihayetinde uzun zamandır ertelenen çekimlerimizi yapabilmiştik. En azından bu büyük değerimizin konuşmalarını kayıt altına alarak yayınlamak, geleceğe taşınacak bir miras olacaktı. Bunu yaptım. İyi de oldu. O konuda mutluyum.
Her şey üst üste geldi… Her ikisine de epeydir söylüyordum ama benim de bir hayalim şimdilik gerçekleşmeden gerçekten bir hayal oldu. 1940’larda Hakk’a yürümüş, yörede çok iyi tanınan, iz bırakmış, büyük dedemiz Şükrü Aydın’ın bir resmine maalesef sahip değiliz. Onu en iyi tarif edenlerden birisi Yusuf Aydın, en iyi tanıyanlardan birisi de Nazime Hala’yla birlikte tarif üzerine sevgili Cevat Günel’e bir resmini yaptırtmak istiyordum. Ama ciddi sağlık sorunları son yıllarda buna engel oldu. Şimdi ise Ege Mahallesi’nde iki büyük değerimizi arka arkaya kaybetmenin derin acısını yaşıyorum/yaşıyoruz. Yöremizin halk ozanı, şairi, Yeniköy’ün geçmişini belki de en iyi bilin kişisi çok sevgili Yusuf Aydın’ın ardından şimdi de Cevat Günel’i de kaybettik. Acımız çok büyük.
Evet, Cevat Abi,
Göçüp gittin bu fani âlemden… Şimdi uzaklardasın.
Bir elinde fotoğraf makinen, bir elinde fırçan, bir yanında dosyalar, bir yanda bahçen ve boynu bükük çiçeklerin…
Gerçekten peynir ekmek yiyip, Deli Ali’nin çeşmesinde sıraya girip getirdiğimiz suyla demlediğimiz çayımızı büyük bir mutlulukla yudumladığımız günler çok gerilerde kaldı artık.
Şimdi her şey değişti; blok blok apartmanlara taşındık.
Umarım her şey bitmez; dostluk, komşuluk, arkadaşlık, hısımlık ebediyen yaşar…
Onlar biterse insanlık da biter, dünya da yok olur.
Cevat Abi,
Aziz hatıranı yaşatacağız. Sen merak etme, anıların biz ölene kadar, hep bizlerle var olacak.
Kuşaktan kuşağa Cevat Günel ve Cevat Güneller hep yaşayacak…
Cevat Abi,
Sen şimdi biliyorum Fikret Otyamların, Yaşar Kemallerin, bu arada tanıyıp çok sevdiğin “Bahçe Biziz Gül Bizdedir” diyen Battal Pehlivanların yanındasın.
Oradan bu dünyaya ve ülkemizdeki bilinmezliklerine bakıyor, elbette hep gülüyorsun.
Çünkü sen her zaman aynı zamanda bir Bektaşi babası gibi nüktedandın, esprili bir insan olarak, her olaya bir güzel söz, fıkra, anlatı bulurdun.
Sen şimdi bizi seyredip, oradan, yıldızlardan bize alaycı alaycı bakıyorsun.
Bir gün yanına gelip birlikte sohbet edeceğimiz güne kadar şimdilik hoşça kal.
Cevat Abi,
Seni çok mu çok sevdik, hep de seveceğiz.
Sen eserlerinle, hizmetlerinle sonsuza kadar yaşayacaksın…
Devrin daim, menzilin mübarek olsun.
Sonsuz özlem, saygı duygularımızla, önünde eğiliyoruz…
Sonsuza kadar hoşça kal, muhabbetle kal…
Şükür ki Gidebildim! Almanya’da Matem…(Ekim 2017)
Şükür ki Gidebildim!
Almanya’da Matem… (Ekim 2017)
Ayhan Aydın
İzin Almak Da, Huduttan Geçmek De Hayatın Bir Sınavı Gibi…
Bir insanın kader çizgisi kolay kolay değişmiyor. Evet, bazen düşünüyorum şanslı anlarım da oldu hayatta, belki bazı fırsatlar da verdi yaşam bana. Ama nedense tüm sevgime, aşkıma, umutlarıma rağmen hep zorlukları aşmak zorunda kalan yine ben oldum çocukluğumdan beri. Despot bir baba, askerde despot komutanlar, çalıştığım yerlerde despot, bir de Alevi olacak kurnaz, hileci, çıkarca sözde yöneticiler.
Zaman zaman da düşünmedim değil, benim bu açmazlarımdaki kusurum nedir, diye? Ne bileyim, şans mıdır, kader midir, nedir tam bilemedim doğrusu bunun nedenlerini.
Yaş geldi elliyi buldu, beni çok mu çok yoran hayat mücadelesinde yüzümüz pek gülmedi: hep karşıma engeller, hep egosu dağlarla yarışan adi herifler çıkarda kader denen, felek denen bilinmez gizil oyuncu bana.
Lanet olsun insanlığıma, yazsan ne olacak, çalıştığımız yerdeki yine anlamsız bir engeli aşarak, yani bana göre çetrefilli bir bariyeri daha aşarak girdik Almanya havalimanından içeri.
Durun yahu onu da söyleyeyim, yazayım da içimde kalmasın; bunları elbette sadece yaşayan ben değilim de, bu kadarı da fazla idi.
Türkiye’den çok zor geçtik yani ego engellerini zor aştık derken bu sefer yaklaşık kırk dakika bana soğuk ter döktüren, az daha gerisin geriye beni Türkiye’ye gönderecek Alman despotizmiyle karşılaşmayayım mı sınırda?
Neymiş “senin vizen Fransa vizesi, Şengen mengen tanımam, diyen bir suratsız bir Alman sınır polisinin sinir harbi bana işler mi? Türkiye engelini aşmışım, Avrupa’dan geri döner miyim ben öyle kolay? Bende de sabır var. Yaklaşık yarım saat Gülizar Cengiz’in telefonda anlatması işe yaramayacak gibiydi ama haklı olan bendim nihayetinde. Yok, efendim Şengen vizesi aldığın ülkeden giriş yapacakmışsın! Yok sen o ülkeyi aslında kandırıyor muşsun? Yok ya! Kanun var, nizam var aslında hem de hani Avrupa’ydı burası daha iyi işlememeli mi hukuk? Şengen vizesi tüm Şengen ülkelerini kapsayan bir vize türü. Eeee… Ben aldığım Şengen vizesiyle tüm Şengen ülkelerine girebilirim. Üstelik aynı vizeyle daha önce Yunanistan’a girmiştim zaten. Şimdi sen zaten vize işlemini kendin yapamıyorsun, aracı şirketler senin adına bir Şengen Birliği ülkesinden vize alıyorlar, hangisi daha erkense oradan alıyor bunu. Adama anlattırıyorum (anlatıyoruz yani), kardeşim, ben elimdeki vizeyle yeni vize almak için İstanbul’daki Alman konsolosluğuna başvurduğumda, “senin zaten Şengen vizen var, biz sana yeni vize veremeyiz, bu vizeyle gidebilirsin” dediler. Yani eldeki Şengin vizesiyle, daha önce zaten bir başta AB ülkesine de giriş- çıkış yapılmışsa, bir başka ülkeye elbette girebilir. Şengin Vize birliği daha niye var ki? Bunu yani bu açık hukuk hükmünü bu sınırdaki vize polisi bilmiyor mu? Bal gibi de biliyor. Tüm mesele bir Türk’e veya bir yabancıya zorluk çıkarmak, Almanya’nın gücünü yani dişini göstererek, benzersizliğini vurgulamak! Yani bu konuda ben haklıyım. Ama ne yapayım, içimizde bir arzu var, ben de kuzu kuzu bekledim, hiçbir şey söylemedim, ne derse desin, avundum, kıpırdamadım bile! Yanımdan yüzlerce insan gelip geçti, uçaklar doldu boşaldı, adam beni bekletmenin zevkini, tatminini her şeyini bu arada yaşadı. Neyime ki sanki ben de orada onu beklettim, o da her şeyi bıraktı benimle ilgilendi. (Biraz da değerliyiz yani J)!
Yapar mı yapar, gerisin geriye beni gönderebilirdi, hakkı olmamasına rağmen: burası Avrupa olsa da, şu var, hakkı yok ama yetkisi var, üstünlüğü var! Yapar mı yapar. Yani kapıda bekleyen de, bekletilen de sensin, yani; güçsüz, çaresiz, mahkûm, itibari zedelenmiş, Asyalı, Müslüman, doğulu ve elbette ötekisin…
Senin fuların kaç kuruş eder burada? Bir de iki üç tane takıyorsun?! Belki de bu daha da doğulu gösteriyor seni.
Bu tertemiz, sade giyimli bedenin üstünde, yüzyıllardan beri artık mekanikleşmiş kafalara göre sen doğudan bir yerlerden gelen yabancısın.
Sende her şey vardır; virüs, bomba, belki çökelik…
Kim bilir neyin nesisin sen, nesin?
Yani sen bir bilinmezsin.
Çünkü o çok biliyor, o her şeyi bilir.
Sen kimsin, necisin ki?
Zaten o domuz sen koyunsun.
O mekanik, bilmediği bir şey olmayan, tıkır tıkır işleyen yanılmaz, hata yapmaz bir mekanizmanın bir insanı, hadi diyelim o bir robot, sen gelişmemiş bir dağ insanısın?
O çok gelişmiş bir ülkenin vatandaşı, sen ise hiç gelişmemiş ve de gelişmesine hiç izin verilmemiş, geri kalmış bir coğrafyanın insanı.
O sadece kendinden olana güvenir, sen ise herkese sarmaş dolaş.
O her zaman güvenli, sen ise muhtemel bir tehditsin!
Hem de öyle az buz değil ha tüm dünya insanlığına karşı bir tehditsin.
Ne anlarsın sen Beethoven’den, Vivaldi’den, Bach’dan, Van Gogh’tan, Goethe’den, Arthur Rimbaud’dan?!
Sadece o çok bilir, o çok okur, o he şeyi dinler!
İstanbul’daki kadar ne eski çınarları vardır, ne o kadar eski antik bir kültürü vardır ama bunları bırak her şeyi o bilir, her şey vardır onda, sen bir hiçsin onun gözünde.
Neyse inanın dostlar bunları laf olsun diye yazmıyorum, zaman zaman bunları düşünün bir insanım ben.
Dergâha Doğru Yol Aldık…
İçimde hem öfke, hem sevinç, hem de tuhaf duygular, sınırı geçip yere inip bir nefes aldıktan sonra; can dostlarla sohbet ede ede dergâha doğru yol aldım.
Camdan baktıkça doğayı gördükçe sevinç yine geldi içime yerleşti.
Eeee…
Dergâhta olmak çok güzel bir duygu.
Yani burası Almanya’daki batı Avrupa’daki bir dergah. Sadece Anadolu’da, Balkanlar’da, Kerbela’da, Orta Asya’da, Mısır’da değil, insanın gittiği ve gönülle yoğrulan her yerde, ocağın tüttüğü her yerde “dergah” olur.
İnşallah bir gün gider görürüm, nasıl olsa ABD’de Dedroit’te de, Arnavut Bektaşilerin kurduğu bir örneği var, Batı Avrupa’da niye olmasın?
Ne güzel bir şey bu; insanın kendi toprağım, dediği yerin değerlerini bir başka ülkede bulması, yaşaması. Sazını, deyişini, muhabbetini, dostluğunu bulması, paylaşması. Bir masayı birlikte kurup, her şeyi ama her şeyi bölüşmesi.
Dostluk harmanında savrulması, Avrupa’nın değerleri içinde manevi zenginliğini var etmesi, onu hissetmesi.
Bizler de İmam Hüseyin aşkıyla bir araya geldik işte bir dergâhta.
Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü, sonrasında Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın da kurulmasıyla, Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin aşkının, sevgisinin, ruhunun hissedildiği bir mekânda baba erenlerle buluşmak ve İmam Hüseyin aşkına gözyaşı döküp bu aşkı birlikte yaşamak, aşuremizi hep birlikte kaynatıp ona verilen dualardan sonra hep birlikte onu nuş eylemek...
İşte “Matem” için buluştuk, Köln yakınlarındaki Hausen’da.
Şimdilerde Gülizar – Hasan Cengiz çiftinin ve onlarla birlikte bu yola emek veren, hizmet eden canların sayesinde bu birlikteliği bir kez daha yaşadık; Dostluk sofrası, kader ortaklığı, manevi bağın dervişleri olarak...
İçimizdeki aşk ve sevgi gerçekten bizi mest etti. Dergâhtaki cemevinde, açılan sofralarımızda, muhabbetlerimizde bacı- kardeş bir can olduk.
Her zaman söylerim duygu bambaşka bir şey. İnsan duygusal olunca her mekan, her ortam, her yer ona bazı ilhamlar verir ve o da etkilenir.
Şimdi efendim Hz. İmam Hüseyin gibi canını yani serini bu meydanda teslim etmiş bir büyük önder şahsiyet adına bir etkinlik var. Ve de tüm dünyadaki Alevi Bektaşi topluluklarının haberdar olduğu, onun adını andığı ve onun ve Kerbela Şehitlerinin, mazlumların anıldığı mekânlar var. Bu matemdir, mah-ı muharremdir, yas-ı matemdir, muharremdir…
Dünyanın neresinde olursanız olun, hangi duygu anında olursanız olun eğer Alevi-Bektaşiyseniz, onu bırakın olayı biliyorsanız hangi dinden, inançtan olursanız olun, duygularınıza yeni duygular eklenmemesi mümkün değildir.
Şimdi yağmurlu, bulutlu, hüzünlü bir zamanda, tabiat ananın tüm muhteşemliğiyle sizi sardığı bir âlemde, bir de can dostlarla, inanç yüklü insanlarla bir araya gelmişseniz yaşayacağınız çok farklı zamanlar olur.
Can dostlar, otuz yılım Alevi Bektaşi dünyası içinde geçti. Kendi değerlerine en derin bir şekilde inanan bir insan olarak, her daim içinde hissettiğim en kıymetli anlardan birisi de muharrem günleridir. Tüm muharremlerim ise cemevlerinde, dergahlarda, tekkelerde, bu günle özel olarak bu hissi yaşayan insanların arasında geçti. Dokunsalar ağlayacak bir insanım zaten… İmam Hüseyin için gözyaşı dökmediğim ne bir cem, ne de bir muharrem olmamıştır…
İşte şimdi de gerçekten bu aşkı, bu duyguyu yüreğinde hisseden canlarla birlikte yine bir dergâhtayım. İşte bir araya gelmiş, canlarım hizmet aşkıyla koşuyorlar. Burada herkes ama herkes bir tekkede, dergâhta olduğu gibi işin bir ucundan tutuyor, sevgiyle, özlemle, aşkla. Her şey ama her şey birlikte hazırlanıyor; lokmalar, sofralar, aşuremiz. Aşure kazanımızda dualarla, gözyaşlarıyla aşurelikler halk oluyor. Yemekler birlikte hazırlanıyor, hizmetler birlikte görülüyor. Her şey ama her şey gönül rızalığıyla ve birlikte kıvamına getiriliyor.
Cemevinde söylenen mersiyeler, sonrasında lokma edilen aşureler, İmam Hüseyin ve Kerbela Şehitlerinin isimleri zikredildikçe yürekten gelen duygular ve gözyaşları…
Sonrasında yine dostluk sofranın çevresinde bir araya gelen canlar, mihmanlar, ihvanlar…
Hiç bitmeyen nefeslerin, mersiyelerin insanı kavrayan sesleri…
Yanan çerağlarımız, Pir Balım Sultan adına nuş edilen “balım sultan” tuzun dengesiyle oturulan sohbet masamız…
Dışarıda, çek Ayhan çek, yüz bin çeksen bıkmıyorsun ya, çiçekler, şimdi bulutlar içinde büyülü doğa, hizmet eden gençlerimiz, hele çocuklarımız…
Ocakta yanan ateş… Ocak başındaki tadına doyulmaz muhabbetler…
Bir orada, bir burada hizmet için yürekten candan koşturan Gülizar Bacı ve tüm diğer canlar…
Gerçekten demek ki, bu güzellikleri yaşamanın bir değeri var. Ama hiçbir şey kolay değil, gerçekten buraya gelemeyebilirdim. İstanbul engeli, polis engeli çok mu çok ciddi olsa da, İmam Hüseyin çekti getirdi beni buraya.
İmam Hüseyin’e canım kurban…
Yoluma canım kurban…
Demek ki, bu yürekte de bir inanç, bir istek, bir aşk vardı.
Yolum meydanda da meydanda.
Bu aşka düşenlere canım kurban…
Bu meydanda aşk ateşine düşüp yanan dostlara, canım kurban, canım kurban…
Çekip getirenin demine hü…
Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü’nde Matem (2017)
Dergahımızda, 08.10.2017 Pazar günü saat 14.00 da, Yücel TOP Halifebabaerenler, Haydar SOYLU Babaerenler ve Hüseyin DURAK Babaerenlerin yürüttüğü Matem Erkanına Köln Başkonsolosumuz sayιn Hüseyin Emre ENGİN, Hausen Belediye Başkanı sayın Karl JOSEF-HÜHNER ve saygıdeğer eşleri, inanç önderlerimizden sayιn Alaaddin AY ve farklı yörelerden, farklı inançlardan gelen mihmanlar katıldılar.
Dualar ve gülbanglar eşliğinde Aşure Erkanımız yürütüldü. Sayın Cem TİKİL, sayιn Ufuk ELİK`in sazı ve sayın Seda AYDIN`ın neyi eşliğinde Kerbela ile ilgili mersiyeler okundu.
Aşure erkanı akabinde Aşure Sofrası (Fatma Ana Sofrası) açıldı. Sofrada Muharrem ve Kerbela üzerine bilgiler verildi.
Dergahımızda hazırlanan kurban ve lokmaların yanısıra gelen mihmanlarımızın getirdikleri lokmalar barış, kardeşlik ve huzur içinde cümle canlarla birlikte paylaşıldı.
Soframız acıların son bulması, kurtuluş, barış ve huzura kavuşmanın simgesi olan Aşure`nin sunulması ile son buldu.
Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü Adına
Gülizar CENGÌZ
Diğer Makaleler...
- Topçu Baba Anma Etkinliği Yapıldı, 2018
- Acımadan Kestiler Birer Birer
- Harabati Baba Tekkesi Tümüyle Elden Mi Çıkıyor?
- ŞİİRLERLE BAHARA MERHABA ETKİNLİĞİ
- MEHMET ATAY'la Söyleşi...
- Dr. Meral Avcı Delipınar’la Söyleşi…
- Hakkı Saygı'nın Alevilik Bektaşilik Yazıları. Derleyen: Ayhan Aydın
- Geleneği Yaşatanlar: Hakkı Saygı Baba
- EZELİ DOĞANAY’LA SÖYLEŞİ
- Almanya (Ve Hollanda) Gezisi (6-19 MAYIS 2016)