HASAN SEVİN DEDEYLE SÖYLEŞİ 2.
HASAN SEVİN
BABA MANSUR, KURHÜSEYİN (KOL Tekkesi)
Seyyit Kasım (Soyu Kiği / Adaklı / Karer bölgesi, Sütlüce ve Doluçay köyleri)
Hasan Sevin Dede’yle Söyleşiler (II.)
(Cem Radyo’da Söyleşiler)
Ayhan Aydın
Sevgili Dostlar merhaba…
Ben Ayhan Aydın bir Dedeler Babalar Meclisi programında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Her zaman olduğu gibi bugün de teknik masada Birol Tuğrul kardeşim de bir saat boyunca bizlere yardımcı olacak. Şimdiden kendisine teşekkür ediyorum.
Evet dedelerle, babalarla ilgili bugüne kadar yoğun hizmetleri olan gerçekten bu kurumun yüz akı olan insanları programımıza konuk ediyoruz.
Zaman zaman Cem Vakfı öncülüğünde gerçekleştirilmek istenen Dedeler Babalar Meclisiyle ilgili çalışmaları sizlere aktarıyoruz.
Ve sadece bununla sınırlı kalmıyor programımız elbette Alevi Bektaşi inanç ve kültürüyle ilgili hizmeti geçenleri anıyoruz, bu konuda ki uğraşları sizlere aktarıyoruz. Programımızın başında dünde biraz genişçe yer vermeye çalıştığımız gibi tam bir sene önce bu çalışmalara yoğun emek veren ve aramızdan ayrılan değerli hocamız Baki Öz’ü ve önceki gün kaybettiğimiz ve size aktardığımız Şevki Kocamızı bir kez daha yad ediyoruz ruhları şad olsun diyoruz.
Gerçekten sadece dedelerle, babalarla bu yol yürümemiş bu konuya gönül veren, emek veren dede ve baba kimliğinin dışında da onlarca, yüzlerce insan olmuş. Analarımız olmuş, bacılarımız olmuş dervişlerimiz olmuş bu yola hizmet eden aydınlarımız olmuş, öncülerimiz olmuş hepsinin el ele yürek yüreğe verdikleri mücadelelerle bu güzel inanç bu günlere kadar ulaşabilmiş.
Nedir bu inanç Ehlibeyt sevgisinden temelini alan ve yüzyıllar içerisinde daha da olgunlaşıp inanç öncüleriyle bugüne gelen Alevi, Bektaşi, Mevlevi inanç ve kültürü?
Evet dün değerli bir konuğumuz vardı, kendisiyle bugüne kadar yayınlamış olduğu eserler ve eserlerin içerikleri hakkında sohbet etmiştik, iki değerli canımızı almıştık.
Bugün ta uzaklardan Bingöl diyarından buraya kadar gelen ve sadece bir öğretmen olarak, sadece şiirleriyle, yazmış olduğu eserlerle değil, yürütmüş olduğu cemlerle de, ocakzade kimliğiyle de çok sevilen, sayılan, geçen sene görüp bilgisini takdir ettiğimiz, sevgili Hasan Sevin dedemizle, bir saat boyunca dedeler babalar meclisi ekseninde söyleşimiz sürecek.
Hoş geldiniz programımıza efendim tekrar.
Hoş bulduk efendim çok sağ teşekkür ederim.
Şimdi bugün dedelik kurumu, cem kurumu, Alevilik ve oluşturulmaya çalışılan Dedeler Babalar Meclisi hakkında, günümüzde yaşadığımız Aleviliğin çıkmazları, açmazları, şehirlerdeki problemleri üzerinde duralım.
Çünkü siz bunları cevaplandırabilecek bir pozisyona sahipsiniz, yazarsınız, bir öğretmensiniz, eğitimcisiniz fakat inancını bırakmamış, inancını devam ettiren bir insan olmanın ötesinde yani ocakzadeliğin yanında dedeliği de yürüten, sazıyla, sözüyle, cemiyle bu inancı sürdüren insanlardan birisiniz.
Evet sevgili Hasan Sevin şimdi biz sizlere aktardık, Cem Vakfı bir çalışmanın içinde diyor ki, Türkiye’de, Balkanlar’da, ülkemizin dört bucağında yüz yıllardır bu hizmeti yerine getiren dedeler babalar çok yoruldular, çok çile çektiler ama hiç bırakmadılar bu kutsal hizmeti, emanetleri hiç bırakmadılar gelecek kuşaklara aktarmak için mücadele verdiler.
HASAN SEVİN DEDEYLE SÖYLEŞİ 1.
HASAN SEVİN
BABA MANSUR, KURHÜSEYİN (KOL Tekkesi)
Seyyit Kasım (Soyu Kiği / Adaklı / Karer bölgesi, Sütlüce ve Doluçay köyleri)
Hasan Sevin Dede’yle Söyleşiler (I.)
(Cem Radyo’da Söyleşiler)
Ayhan Aydın
Can dostlar merhaba.
Ben Ayhan Aydın. Bir Dedeler, Babalar Meclisi, söyleşisi programında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Ama yaşadığımız biraz buruk bir mutluluk biraz önce haberlerde de dinlediğiniz gibi dün İzmir’de Alevi Bektaşi camiasının çok değerli bir insanını, Türkiye’mizin aydınlık yüzlü değerli bir yazarını kaybettik.
Aynı zamanda uzun yıllardan beri tüm Alevi Bektaşi dede ve babalarının birliği için, beraberliği için, dirliği için çaba harcayan ömrünün artık en güzel çağlarında, en verimli çağlarında bizi yalnız bırakıp, dostluk bahçesinin nazenin gülü olarak hiç solmamak üzere gönüllerde derin bir acı bırakarak sonsuzluğa giden, Şevki Koca dervişimizi uğurladık dün İzmir’de.
Ben de oradaydım, Bektaşi babalarıyla birlikte, onu sevenlerle birlikte, İzmir Buca’da sonsuz istirahatına doğru çekilen değerli yazarımızı maalesef arkamızda bırakarak geldik, sizlere kavuştuk.
Şevki Kocayla ilgili olmak üzere ilerleyen günlerde bir özel program yapacağız, söyleşeceğiz; çalışmalarını, yaşamını, kişiliğini, eserlerini Alevi Bektaşi camiası için nasıl bir değerli insan olduğunu, bugüne kadar üretmeye, yaratmaya çalıştığı her şeyi sizlere vermeye çalışacağız.
Ama öyle bir ilginç olay ki sevgili dinleyenler, çok büyük bir acıyı geçen sene yaşamıştık; yine Alevi Bektaşi araştırmacılığının öncü isimlerinden çok değerli yazar Cem Vakfı’nın beş yıl boyunca kültür danışmanlığını yapan, aynı zamanda radyomuzun çeşitli kademelerinde görev yürütmüş sayısız programlarıyla halkımızı aydınlatma uğraşısı içerisinde olan ve yine kendisini çok genç yaşta kaybettiğimiz, 53 yaşı gibi en verimli çağında kaybettiğimiz, Baki Öz hocamızın da birinci ölüm yıldönümü.
Evet geçtiğimiz sene 8 Mayısta kaybettik sevgili Baki Öz’ümüzü de ondan bir yıl sonra şimdi de, 50 yaşında yine değerli bir araştırmacımız olan Şevki Koca’mızı kaybettik.
Gerçekten sadece sevenlerinin, konuya ilgi duyanlarının dışında da tüm tanıyanların gönül bağlıyla bağlandıkları bu iki insanın bir sene arayla ölmesi çok acı bir tesadüf, çok büyük bir kayıp.
Her ikisi de özellikle Cem Vakfı’nın yapmış olduğu Dedeler Babalar toplantılarında Dedeler Babalar Meclisi’nin oluşturulma çalışmalarında çok özel ve önemli görüş ve fikirleriyle bizi aydınlattılar, oturum başkanlıkları yaptılar. Dedelere babalara ulaşmamız konusunda, yazarlara ulaşmamız konusunda bize yol gösterici oldular.
Her ikisi gerçekten bu topluma çok şeyler verdi, vermeye gayret ettiler, yazdıkları onlarca eserle ölümsüzlüğe kavuştular. Ama şu kadarını söylemekte bir mahsur görmüyorum maalesef işte ülkemizin acı gerçeği biri 53 yaşında, diğeri 50 yaşında; bırakın Aleviliği, Bektaşiliği bir yazar olarak, bir araştırmacı olarak Türk toplumu adına, insanlık adına, çok güzel uğraşlar verirken en verimli çağlarında bu insanlar göçüp gidiyor.
HAYDAR DEMİRAYAK DEDE
HAYDAR DEMİRAYAK DEDE
(KARA YAĞMUR OCAĞI, YUVALI, FİNİKE, ANTALYA)
AYHAN AYDIN
Abdal Musa Anma Etkinlerinin ikinci günündeyiz. Bugün 5 Haziran, birbirinden değerli dedeleri, yazarları, ozanları görüyoruz. Bir hafta önce de Kâfi Baba’daydık. İnanç birliği olunca insanlar buluşuyor, birleşiyor bir yerlerde. Yüzyıllardır bu etkinlikler yapılıyor, burada yüzyıllardır halkın kalbi atmış, bu anma etkinliklerine gelmişler, pîrlere yüz sürmek, niyaz etmek için. Bugün de bu canlılığı görmekten kıvanç duyuyoruz.
Sevgili dedem sizlere teşekkür ediyoruz, geçen hafta da Finike Yuvalı Köyünde Kâfi Baba Anma Etkinliklerini organize ettiniz. Son derece mutlu olduk, şad olduk. Onca insanı bir araya getirdiniz. İnşallah gelecek yıllarda daha güzel olacak.
Evet, sevgili Haydar Demirayak, hangi ocağa bağlısınız?
Kara Yağmurlu Ocağına.
Sanıyorum babanız uzun süre Yuvalı’da cem- cemaat yaptı. İnançsal bakımdan Yuvalılılar kendisini “Abdal” olarak nitelendiriyorlar. Abdalların yaptığı ibadetin ismi nedir? O da mı cem? Yoksa başka bir şey mi?
Cem tabii ki.
Fakat ikiye ayrılıyor dediniz. İçerlik, dışarlık, içeri yol, dışarı yol gibi ifadeler duydum. Bunların manası nedir?
Biz Abdallarda musahiplik vardır. Bizde, on iki hizmetle beraber cem yürür. On iki hizmetten biri eksik olursa, cem yürümez. Bu, Bektaşilikte de geçerlidir. Bektaşilikte de, Alevilikte de hepsinde birdir yani. 1930 senesine kadar cem filan yapılmıyordu köyümüzde. Rahmetli babam 1993 yılında vefat etti. Köyde dede olmayınca -zaten 30 seneyi geçmiş, köyde bir cem yapılmıyor- köyde kopmalar oldu. Biz bir tavır aldık. “Bu köyü nasıl toparlayabiliriz?” diye düşündük. Dedik ki, “Yukarıda Abdal Musa var. Herkes oralara gelip niyaz ediyor, ne bileyim çeşitli simalar orada tanışıyor, görüşüyor. Bizim de burada güzel bir türbemiz var: Kâfi Baba. Biz burayı, türbeyi halka tanıtalım, çeşitli simalar gelsin. Halkımız o simalarla tanışsın, görsün ki Alevîlik neymiş, nasıl bir şeymiş? İyi miymiş, kötü müymüş? O kopmalar da belki aradan kalkabilir.” Geldiniz, gördünüz. 1995 yılında, Sayın Muhtarım Ekrem Ayyıldız ile beraber Kafi Baba Etkinliklerinin ilkini düzenledik. Bu sene yine beraberiz ve dördüncüsünü yaptık. Her sene bir fark atıyoruz, ama şimdi fark atamadık. Geceyi okul bahçesinde yaptığımız için, bizimki yöresel olmuş oluyor. Yöresel olduğundan ve fazla uzak illere de ulaşamadığımızdan, Abdal Musa’nın seviyesine gelemedik. Çünkü bizim maddi ve manevi imkânlarımız kısıtlı. Afişleme konusunda fazla bir yerlere uzanamıyoruz. Bu işler iletişim araçlarıyla olur. İletişim aracı, organizasyon ne kadar iyi olursa, senin törenlerin de o kadar iyi geçer.
İletişim katılımı yükseltir, daha derli toplu olmasını sağlar. Fakat daha da önemlisi, herhalde orada büyük bir düzenleme eksikliği var. Gerek Belediyenin, gerek Kaymakamlığın ya da hükümetin büyük bir ilgisizliği var. Gelip gördük, öyle güzel bir yerde, tarih kokan bir yerde, eski bir yerleşim biriminde, antik tiyatroların, tarihi kalıntıların olduğu bir yerde, bir derenin kenarında naçar kalmış bir şekilde yatıyor Kâfi Baba. Çevre düzenlemesi diye bir şey yok. Siz kendi başınıza bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, ancak o kadar oluyor. Daha fazlasını, başka kurumların yapması gerekiyor. Herhalde daha önemlisi de bu. Meselâ konaklama yerinin, park alanın olması gerekiyor.
HAMDİ ATEŞ (ALEVİ HOCASI)
HAMDİ ATEŞ (HOCA)
(KEÇEÇİ BABA OCAĞI – YENİSU KÖYÜ / TURHAL / TOKAT, 1950)
Ayhan Aydın
Önce sizi tanıyalım.
Tokat-Turhal, Yenisu köyündenim. 1950 doğumluyum.
Çocukluğunuz orada mı geçti?
Çocukluğum Yenisu köyünde geçti. Sonra Turhal’a taşındık, orada 10 yıl kaldık. Sonra inşaatlardan, sigortadan emekli oldum.
Çocukluğunuzun geçtiği yer, Alevi/Bektaşi köyü. Halk, kendilerine Alevi diyordu. Bektaşi kelimesi geçiyor muydu?
Bektaşi’yiz, Keçeci Baba’ya bağlıyız. Dedelerimiz Keçeci’den gelir. Oraya bağlı talipleriz.
Keçeci Baba hakkında neler anlatılır? Kimdir Keçeci Baba?
Keçeci Baba, Gülahu Baba Sultandır. Keçeci Sultan, Hoca Ahmet Yesevi dergâhındayken, Hacı Bektaş Veli babalarına, 99.000 erene, hizmet için dediler ki, “Herkes Anadolu’ya gidecek, Rum erenlerine iştirak edecek.” Hacı Bektaş Veli, kapısının önündeki ökseye kara dut atmış. Keçeci Babanın kapısının önünde de mozaik bir taş vardır, ona atmıştır. Taşı bulduğu yerde bir bina yaptırmaya teşebbüs etmiş. O yöreden de kervancılar geçermiş. Bir kervancıya diyor ki, “Baba sultan, ustalarıma bir şeker verin de, ekmelerine katık yapsınlar.” Ama kervancı şeker yerine, şeb veriyor. Kervancılar nihayet geliyorlar, İstanbul ya da Amasya’ya (Elimde bir belgem yok. Söylenceye göre konuşuyorum.). Yüklerini bir açıyorlar ki şeb; “Yavrularım ben sizi şekere gönderdim, niye şeb getirdiniz?” “Biz şeker yüklettik, ama yolda bir derviş bina yapıyordu. Şeker istedi, şeb verdik.” “Gidin onu getirin” diyip, jandarma gönderiyorlar. Adamlar dervişi incitiyorlar. Köyün altında bir Sancı Tüneli var, oraya gelince atlar sancılanıyor. Dervişe diyorlar ki, “Biz inanmadık, ama bize bir çare bul.” “Şu pelit ağacını dolandırın, atlarınız iyi olsun. Siz gidin, ben de geliyorum” diyor. Nihayet atları iyi oluyor.
Saraya dönüyorlar, padişah huzuruna varınca, padişah onun gerçek bir er olup olmadığını anlamak için, dış kapıya ekmek, iç kapıya da bir Kur’an koyduruyor. “Buyur” diyor, derviş “Geçmem” diyor. “Bu, başımın tacı, bu da dinimizin anayasası Kur’an. Bunları al geçeyim.” Nihayetinde ekmekle Kur’an’ı alıyor, geçiyor. Buna bir kahve getiriyorlar. Kahveyi getiren şaşırıyor, tatlı kahveyi Keçeci Sultan’a, ağu olanı da padişaha sunuyor. Keçeci Sultan padişaha, “Onu içemezsin, o benim hakkım.” diyip, elinden alıyor. Kahvelerini içiyorlar, zehiri şahadet parmağından fincana aktarıyor. Padişah anlıyor ki O gerçek bir er. Diyor ki, “Bir keçi getir de odanı bir süsleyeyim. Benden bir hatıra kalsın, padişahım.” El kadar bir yün getiriyorlar, odayı güzelce süslüyor. Keçeden süs yapıyor. Padişah, “Amma Keçeciymişsin” diyor, o zaman adı Keçeci kalıyor.
Esas ismi; Şah Mahmud-u Veli Sultan’dır. 8. göbekten İmam Rıza evlâdıdır. Hacı Bektaş Veli de, 5. göbek Musa-ı Kâzım evlâdıdır.
FEYZİ ERDOĞAN DEDE
FEYZİ ERDOĞAN
(SEYYİT BATTAL GAZİ OCAĞI - SEYİTGAZİ / ESKİŞEHİR)
Ayhan Aydın
Dedelikle İlgili Sorular
Sevgili dedemiz, siz Alevilik ve dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden / kimlerden, nasıl öğrendiniz? Rahmetli babam Rüştiye mezunu ve dede idi bilgilerimi ondan öğrendim.
Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti? Diğer çocuklardan farkım yoktu.
Sizce dede kime denir? Dede olabilmenin koşulları nelerdir? Evladı Resulden, Muhammet Ali soyundan gelen ve mürşidlik yapan kimseye dede denir. Koşulları: evvela kamil olmalı, güzel ahlaklı olmalı, dört kapı kırk makam bilmelidir. Bunlar nereden geldi, neden hasıl oldu, aslı nedir. Bunların Edebi, hayası, erkanı, tövbesi, vs. bunları bilmelidir.
Dedelik görevini ne zaman, nerede ve nasıl yerine getirmeye başladınız? 1993 yılında Eskişehir’de. Babam öldükten sonra.
Dedelik nasıl ve ne zaman doğmuştur? Cenab-ı Peygamberimizin Mihraç’tan dönüşünden sonra Kırklar meclisine uğraması ve oradakilere pirlerini ve rehberlerini sorması ve oradakilerin pirimiz Şahı merdan Ali’dir. Şeksiz, şüphesiz ve rehberimizin Cebrail Aleyhisselamdır sözleri ile hem tarikat hem de dedelik doğmuştur.
Kendi ocağınıza ait ve/veya soyunuzu gösteren bir şecere (soy kütüğü) veya beratınız, yani yetki belgeniz var mı? Soy ağacı (Şecere) vardır.
Şecereniz varsa kaç tarihinde alınmış? Çok eski tarihi bilinmiyor.
Alındıktan sonra kaç defa ve kimler tarafından tasdik görmüş? Bilinmiyor.
Aşık Ali Cemal Çetinkaya
Âşık Ali Cemal (Çetinkaya)
(1941 (Tunceli)- 04 Ocak 2016 (Ankara))
Ayhan Aydın
Kendisini arayarak şahsen davet ettiğim İstanbul’daki Cem Vakfı inanç önderleri toplantılarında, Can Yayınları’nda, Adil Ali Atalay’ın yanında, diğer etkinliklerde görüp sohbet ettiğim, çok sevdiğim ve değer verdiğim bir ozandı Âşık Ali Cemal Çetinkaya.
Kendisiyle ne yazık ki uzun bir söyleşimiz, kayıtlara aldığımız bir çekimimiz olmamıştı. Ama onunla sohbetlerimizde, baş başa konuşmalarımızda ayrı bir dünyanın insanı olduğunu anlıyordum. Ben böyleyim işte; dost arar dururum, bir başkasını, daha farklısını arar dururum, ama bazen de böyle ihmalkâr yapım vardır, çok az da olsa, eldekini tam değerlendiremem. Zaman zaman düşünürüm söyleşi yapacakken yapamadığım insanları, nedense şimdi aklıma Erol Büyükburç geldi. Kendisiyle Ali Dükel (Camcı Ali Usta)’nın dükkânında öyle içten, öyle uzun bir sohbet etmiştik ki, bunun devamı hemen gelmeliydi, bunu ihmal ettim, ansınızın çekip gitti aramızdan. Bunun gibi çok üzüldüğüm durumlar oldu… Onunla keşke söyleşeydim dediğim insanlar vardı; Barış Manço, bir uzun radyo söyleşisi yaptığım Cem Karaca’yla böyle söyleşileri kaçırdığıma çok üzüldüm.
Ben ki ozanların âşıklısı, delisiyim. Ama hep daha farklısını, içlisini, özlüsünü, dürüstünü, deli dolusunu, sitemkârını, benzersiz yumuşak gönüllüsünü, dede gönüllüsünü, bir baba gibi, hısım akraba tadında sohbetlisini ararım… Ne çok sevdim; Muharrem Yazıcıoğlu’nu ve daha birçoğunu.
Bunun gibi Ali Cemal deyince sanki yedi derya içinde bir ıssız adada, hep söyleşi yapan, yapacak bir can sima gelir aklıma. Güleç yüzlü, sevgi dolu... Ama o sevgi dolu gözlerin arkasında büyük bir keder, acı, yaşamdan tam tat alamamış bir ezilmiş insan da saklı gelirdi bana. Zaman zaman anlatırdı, telefonla da konuşurduk, ama ona soracağım birçok soru yeryüzünde asılı kaldı. Bir başka âlemde bir araya gelince söyleşiriz artık.
O bir dede idi aynı zamanda. Dedelik kurumunu önemserdi. Ama bir ozan olarak yüreğinin enginlerinden gelen sese kulak verir, söyleyeceğini yalın söylerdi.
Anadolu’nun özü gibi, Anadolu’nun saf insanları gibi güzel bir insandı. Bir derdi vardı, tüm ozanlar gibi o derdini dostlarına, tüm insanlara anlatma gayretinde olan bir faniydi.
Dünya malında gözü olmayan, insanlık ülküsüyle yanıp tutuşan bir can insandı. Ben onun çok yakınmadığını, kendi ezikliğini kendinden bildiğini, kendi dertleriyle yoğrulmasını bildiğini anlıyordum. Bu da bana Hacı Bektaş’ı hatırlatıyordu. Derdini, tasasını, çilesini, kederini, tüm dünyasını; varını yoğunu ruhunda, kalbinde yaşatabilmek, yaşatabilmek… İç zenginliğini, tüm görkemiyle bu dünyayı içinde taşıyabilmek… Bu erenlere, gerçek ozanlara, dedelere has bir özellikti bence de. Âşık Ali Cemal böyle bir yolun yolcusuydu.
Bana dedelerden çok şeyler öğrendiğini gerçek dedelerin yol gösterici, gerçek rehberler olduğunu söylüyordu. O yüzden dedelerle ozanları ayırmıyor, benim bu konudaki fikirlerime katılıyordu. Yani dedelerle, ozanların, âşıkların aslında birlikte hareket etmelerini, birbirlerini tamamlamalarını istiyordu. Bunu konuşmalarında savunuyordu.
O bir inanç insanıydı. Bir sevda, bir dostluk insanıydı. Garip gönüllerde var olmak isteyen, sürekli ekonomik zorluklarla boğuşan, yaşamın güçlükleri karşısında zaman zaman ezilen, çaresiz, yarı yollarda, düşünceler içinde tek başına yalnız kalan bir emektar insandı. Ama içindeki iç zenginliği, iç evreni onu tümüyle tek başına bırakmıyor, o her şeyiyle dünyayı sevebiliyordu.
O mütevazı bir insandı, azla yetinen, yetimin hakkını çok iyi bilen, ezilenin yanında yer alan, gerçek anlamıyla tek bir dilim ekmeğini olmayanla paylaşabilen engin yürekli gerçek bir Alevi, gerçek bir dede, gerçek bir ozandı.
Onun benim üzerimdeki izlenimleri hep aydınlık olmuştur. Dertli, çileli, fedakâr, hayattan umduklarını tam bulamasa da, yine tüm insanları, yaşamı, dünyayı seven yüce bir gönle sahipti.