Çorlu’da Kul Himmet Derneği Pikniği
Çorlu’da Kul Himmet Derneği Pikniği
16. Yüzyılda yaşamış en etkili ve en büyük / ulu Alevi ozanlarda birisi olarak kabul edilen ve şu anda türbesi Tokat- Almus / Görümlü (Varzıl)’de bulunan Kul Himmet adına kurulmuş olan Çorlu Kul Himmet Sosyal Yardımlaşma Eğitim ve Kültür Derneği tarafından dün Çorlu'da, "Sosyal ve Kültürel Etkinlikler" çerçevesinde bir piknik düzenlendi.
Kul Himmet Ocağı ise; bu ulu ozanımızın soyu ve yolundan giden dedeler – âşıklar – muhip talip canlar tarafından yaşatılan ve halen dedelerinin birçok yerde cemler yürüttüğü bir önemli ocağımızdır.
Televizyon programcısı sevgili İhsan Yiğit’in sunup yönettiği etkinlikte, bir piknik olduğu için daha çok eğlenceye ağırlık verildi. Yöresel halk oyunları oynandı, türküler, deyişler söylenip, semahlar da dönüldü.
Çok sevgili hocamız aynı zamanda halkbilimci Dr. Mehmet Yardımcı’nın hazırladığı ve dernek tarafından basılan Kul Himmet kitabı da etkinlikte satılarak derneğe hem katkı sağlanmış oldu, hem de daha önemlisi Kul Himmet’in köyünden, soyundan, geleneğinden gelseler de bu kültürden gelen toplumumuza bir başvuru kaynağı sunulmuş oldu. Bu kitabın basılması da başlı başına güzel bir adım olmuş.
Ben de dernek başkanı Sayın Durmuş Develi'nin davetlisi olarak bu etkinliğe katılıp, "Halk Ozanlığı Geleneği" hakkında kısa bir konuşma yaptım.
Gül yüzlü yavrularımız salıncaklarına bindiler, oyunlar oynadılar.
En azından insanlarımız bir araya gelerek uzun süredir hasret kaldıkları kaynaşmalarını yaşadılar.
Umarız yine hem cemler, hem muhabbetler, hem sohbetler devam eder. Aynı zamanda bu tür eğlenceler de bir araya gelip, şehrin sokaklarında insanların kimliklerine yabancılaşmasına engel olur.
Yapacak çok çok işimiz var… En önemlisi yolumuzun; pirlerin, gerçek ozanların öncülerimizle yaşaması, geleceğe taşınmasıdır.
Ben ise; Everest’e de çıksam boş durmam; Kul Himmet Ocağı talibi, aynı zamanda Kul Himmet’le ilgili daha önce bir kitap yazmış Rahmetlik İrfan Çoban’ın da abisi olan, 88 yaşındaki Salih Çoban’la kısa da olsa bir söyleşi yaptım.
Sahne alanlar içinde beni en çok etkileyen ise liseyi yeni bitirmiş olan Dinçer Şahin’in sazı ve sesi oldu. Böyle gençlerimizin varlığı bizlere umut veriyor. Hakk önünü her daim açık ve aydınlık etsin.
Kendisi aynı zamanda Kul Himmet Ocağı Dedelerinden Enver Şahin’in de torunu olan Dinçer canımla umarım bir de program yaparım.
Onun dışında dün piknik için oraya gelen ve tesadüfen tanıştığım lise öğrencisi Mehmet Kaan ise benim geleceğe olan umutlarımı arttırdı. Merakla, ilgiyle, sevgiyle sorular soran gencimizle ve ailesiyle yarım saat kadar sohbet ettik. Şiire, kitaba, okumaya çok meraklı olan Kaan, Ayhan Abi ne kadar güzel anlatıyorsun bu konuları, ne kadar güzel konuşuyorsun, keşke okullara gelip bu konuları anlatsan, tüm gençler seni dinler, çok yararlanırlar, dedi. Bu ise beni daha da mutlu etti. Bir gençten bunu duymak benim en büyük mutluluğum oldu.
Etkinliğe yöredeki çeşitli cemevi dernek başkanları, Kul Himmet Ocağı yöresi dedeleri, İstanbul’dan aynı derneğin yöneticilerinin yanı sıra Tekirdağ Milletvekili Sayın Candan Yüceer de katıldı.
Gençlerimizin, kadınlarımızın pikniğe katılmaları, bu dostluk ortamını bizzat yaratıp yaşatmaları çok güzeldi.
Muhabbet ehline aşk ile...
Ayhan Aydın
20 Haziran 2022
Kul Himmet, Görümlü (Varzıl), Almus
Kahpe felek sana n’ettim n’eyledim
Attın gurbet ele parelerimi
Ahirinde beni sıladan ettin
Bulunmaz derdimin çarelerini
Günden güne alkanlarım akıyor
Yaram yürektedir beni yakıyor
Biri sağalmadan biri çıkıyor
Sağ cerrah incitme yaralarımı
Bir kemlik görmedim aktan karadan
Çetin kurtulurum ben bu yaradan
Gözlerim ki merhem gele sıladan
Dağlar perde tutmuş aralarımı
Kul Himmet’im ötesini bilirim
Çeke çeke ben bu dertten ölürüm
Vadem yeter gurbet elde kalırım
Dost olan giyinsin karalarımı
(İbrahim Aslanoğlu, Kul Himmet, Ekin Yayınları)
Sel – Beytullah Özilhan
Sel – Beytullah Özilhan
Beytullah Özilhan Abi’yi çok mu çok severim. Sadece ben mi severim, tüm tanıyanlar, hele de öykü / roman okurları da, yazarlar da onu çok severler. Beytullah Abi Anadolu insanıdır, Anadolu insanı gibi düşünür, Anadolu insanı gibi yaşar ve Anadolu insanı için yazar.
Köy romanı türü var mı, yok mu, bu tür tükendi mi türünden nice nice yazılar yazılır. Köyü, köylüyü, orada yaşananları, tüm sosyal ilişkileriyle birlikte doğasını, geleneklerini, ölümcül yazgılarını ve de inançlarını, köylü mizacını ve köy mizahını da bazılarının çok küçümsediği o çok uzaklarda denilen köyü anlatan bu benzersiz eserlerde buluruz. Bu türde benim de en çok sevdiğim Fakir Baykurt başta olmak üzere, Yaşar Kemaller, Reşat Nuri Güntekinler, Necati Cumalılar bu türün ilk aklıma gelen isimleridir. Ama yüzlerce isim de vardır elbette bu konuda yazan, bu türden beslenen, etkilenen.
Beytullah Özlilhan bunlar içinde kendine özgü kaleme sahip bir değerli yazarımızdır. Tüm karakterler, tüm imgeler, tüm tasvirler, köye ait her şey onun kaleminde bir başka canlanır belleklerde. Daha önce Bal, Dişçi, Kaval kitaplarını okumuştum. Örneğin Dişçi’te Anadolu’nu kışı, karı, köydeki ahırlar, atlar, muhabbetler ne de güzel anlatılır, ne de güzel dile gelir dostça gülen, konuşan ağızlar…
Bu sabah da, Özilhan’ın Sel isimli uzun soluklu öykü kitabını okudum, bitirmenin mutluluğunu yaşadım.
Kitapta Anadolu’da, Erzincan’da geçen bir olay eksenindeki anlatılar var. Bir köyde köylülerin, bin bir sorunu tarihin bir yazgısı gibi yine kendi içinde yaşayıp giderken, “Sel”le birlikte bir muhtarın “Başvekil”i görmek için Ankara’ya geliş öyküsü büyük bir akıcılık, merak, karakter örgüleri içinde anlatılmış bu kitapta. Köylünün bir umudu varsa o da; muhtarın Osmanlıca’ya da seven başvekille görüşüp uğradıkları zararın telafinin bir anca önce sağlanmasıdır.
Köyün; güngörmüş, hala dizinde Suriye sınırında yediği bir kurşununun sızı olsa da, zaman zaman çektiği acılara rağmen hayattan da memnun olan muhtarı bilmediği bir şehrin soğuk sokaklarındadır. Büyük umutlarla gelip yerleştiği bir otelde günlerce uğraşsa da, Ankara’da aradığını bulamayacağını anlayınca kendince bir çözüm fikri üretiyor, kendini yakma pahasına halkın onu zorlayan son umut olma düşüncesi yapılmayacağı ona yaptırıyor. Sonunda düşünü gerçekleştiriyor ve başvekille görüşüp, köyünün uğradığı zarardan köylüyü kurtarmanın yolunu buluyor.
Sevgi akıyor satırlardan, yalınlık sarıyor sizleri kitabı okurken… Mendilden çıkarılıp kâğıda sarılan sarı tütünün kokusu, halı satmaktan yorulan bir satıcıyla, kahvelerde saz çalan bir aşığın yorgunluk gidermek için doya dostça çay içişleri… Ayaküstü sohbetler, iki kişiyi bir yatakta yatırsa da, iki kişi parası alan fırsatçılar dünyası, lokantalardaki kısa ama unutulmaz tanışıklıklar, azim ve kararlılıkla hedefine doğru yürüyen bir köy muhtarının bazen umut, bazen karabasanlar içindeki düşlerinin sabahla hayra yorulması isteği var Sel kitabının satır aralarında.
Köy burası, her türden insan yaşar ama bazı köylerde her dinden, her kökten de insan yaşayabilir; hepsi bir olmaz köylerin ama yaşam çok benzerdir Anadolu’da köylerinde. Varsa tarımı, hayvanı, ineği, davarı, varsa ağası, okuyanı, çalışkanı ve de tembeli; hep benzer biri birine çekilen çileler, ezilen kadınlar, hep sürülür dövenler harman yerinde bir rüzgâr çıksın umuduyla…
Yarınlar aydınlık olsun, kışların sonu yaz bahar olsun… Kıtlık bolluğa bıraksın yerini, denir… Karakış, zemheri çeksin gitsin, koç katımları olsun, Hızır çar günlere yerişsin, Nevruz çiğdemleri artık açsın, kuzular melesin kırda bayırda ve nihayet cemreler toprağa indikten, Hıdırellez günlerine erdikten sonra görme sen çalışmanın ve çalışmayla birlikte insanların mutluluklarının artmasını…
Akşam başı yastığa değince veya yorgan altında koyun koyuna buluşunca köylüler haz alsınlar yapmacıksız sevişmelerden, burnunda sümükler akan çocuklar haz alsınlar ellerinde tuttukları somunlardan, haz alsınlar analarını emen emlik kuzular koyunlardan, haz alsın toprak yağan yağmurdan, dağlar kardan ve ağaçlar çiçeklerden, kuşlardan…
Beytullah Özilhan çağımızda köklerini zerre kadar unutmadan, aynı tadı, aynı hazzı, lezzeti, lirizmi içinize akıtarak yazı yazan, köy gerçeğini hala var eden ender isimlerden birisi belki de…
Yüreği körük gibidir onun; sevdalar tutuşsun, ateş yansın yeter ki, köz eksik olmasın insandan ve insanlıktan yana…
Türkü, Kürdü, Ermenisi, Rumu, Alevisi, Sünnisi birlikte yaşasınlar kardeşçesine, namussuz olmasınlar yeter ki…
Hakça üretimden, hakça bölüşüm sağlansın adaletle…
Teraziler doğru ve eşit tartsın şekerini de, gazını da, sevgisini, de tasasını; yeter ki insanlar paylaşmasını unutmasınlar…
Barış olsun yurdumda, tarlalar nadasa bırakılmasın altın başaklardan bal damlasın, gelecek yarınlarımıza…
Yavrularımızın gülen yüzleri solmasın, doktorlar olsun, insanı sevgiyle saran valiler, polisler, hem de öğretmenler kitap okuyan, aydınlatan yurdunu, bayrağını insanlık adına yücelten…
İnsanlık sevgisiyle, sevdasıyla özleşmiş, tüm dünya insanlarını bir ve kardeş bilen yazarlar, ozanlar hep var olsunlar, tüm karanlıklara, baskılara, yok etmelere karşın…
İşte üstadımız Beytullah Özilhan onun fevkindedir, onun özlemindedir, umudundadır… Onun umudu hiç bitmez, sabah olmayan hiç gece, iyi olmayan hiçbir yara yoktur. El birliğiyle ne edip edip zorluklar aşılır, sabaha çıkılır. Çünkü ona göre sabahın bir sahibi vardır…
Doğan gün kutlu bir gündür, ışık aydınlık sağlık ve bolluk, bereket ve umuttur Anadolu toprağında…
Beytullah Özilhan’lar hiç eksilmesinler bu yurt toprağından; babacan, Kalender, can versen canana, insanlığa, bir karıncayı incitmeyene, sevda türküleri söyleyen, açıp bir dosta yarasını gösteren…
İnsanlık ülküsü başak başak büyüse yurdumda, tüm dünyada, aydınlık yarınları birlikte kursa kızlarımız, oğullarımız…
Romanlar, öyküler, şiirler hep yazılsın, sonsuza kadar bu gönül gözü olan eller …
Selam olsun can dosta,
Selam olsun Anadolu’ya, seni ite köpeğe teslim etmeyecek, kara kışta ayazda dışarıda bırakmayacak, çıkarsız seven Anadolu insanına…
Ayhan Aydın
18 Haziran 2022
(Sel, Beytullah Özilhan, Tunç Yayıncılık, Ocak 2018, İstanbul)
(Beytullah Abi'yi çok seven Kadir İncesu'ya da selam olsun...)
ANILARIM BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ
ANILARIM
BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ
25 yıldır tanıdığım bir insan Ozan Çağdaş yani Veysel Demir. Özellikle son yıllarda muhabbetimiz çok arttı. Kendisiyle radyo ve televizyon programları yaptığım gibi, 2014’de memleketine, evine kadar gidip birlikte bir hafta boyunca Tokat’ta türbeler ve doğanın içinde bir de gezi yapmıştık. Evimize mihman oldu, dost meclislerinde de bulunduk.
Onu ayrı bir severim, birçok yönüyle bana benziyor; sözünü esirgemeden söylüyor, zaman zaman bağırıyor, isyan ediyor haksızlıklar karşısında. Evet, bir halk ozanı, halkın ozanı, halkın sesi olmak isteyen yüreği yangın yeri olan bir değerli canımız o.
Ama Ozan Çağdaş’ı dinlerken, okurken, düşünürken hep aklıma bir başka ozanın dizeleri gelir. O da küçük yaşta hayat denen çileli bilinmezler yurduna uğramış, bir daha oradan çıkamamış bir yaralı gönüldür. Başına gelenler ise çok daha acıdır. Bu yüzsüz topluma, anlatsan anlamaz, söylesen dinlemez… Alevisi de, Sünnisi de aynıdır, bir çizgisi, bir terazisi vardır; ne tam doğru tartar, ne de söylediğin doğruları doğru edip kabullenir… Bir ünlü Aşık tarafından örselenmiş bir baba olarak yüreği yangınlar içinde yana yana, tüte tüte bu dünyadan göçüp gitti Keskinli Aşık Haydari yani Kaya Özlük:
El Kapusunda
Acılar ekmeğim umut katığım
Yaban ellerinde el kapularında
Sevgi denen şeye hasret kalmışım
Yaban ellerinde el kapularında
Feleğin çarkına böyle takıldım
Küçük yaşta ağalara satıldım
Kaya Özlük idim Haydari oldum
Yaban ellerinde el kapularında
Bu böyledir, hani diyor ya Ozan Çağdaş bir şiirinde;
Bir ozanı ancak tarih yargılar
Çünkü sözün mahkemeler çözemez
İdam sehpasında sazını çalar
Vücudun asanlar fikrin soramaz (…)
Devamını oku: ANILARIM BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ
ÇANKAYA’NIN DUVAKSIZ GELİNİ FİKRİYE
ÇANKAYA’NIN DUVAKSIZ GELİNİ
FİKRİYE
Yollar, uzun yollar, gamlı, kederli yollar… Yol boyu düşler, geçmişin peşimi bırakmayan ağır gölgeleri… Can sıkıntısını gidermenin ötesinde, zaman zaman gökzünün aydınlığını arayıp, zaman zaman sarı veya yemyeşil başaklar, tarlalar içinde gezinen Van Gogh’u bulma özlemiyle derinlere dalan gözlerim. Ama her zaman merakla, heyecanla okunan şiir dolu satırlar, bilgi yüklü görüş ve düşünceler sarmalında kitaplar… Zaman zaman ben de kitap okurum yolculuklar boyu. Ama çokça başarılı olamadığım bir şey oldu artık seyahatlerde kitap okumak. Durarak, bazen tekrar tekrar aynı paragraflara dönerek okurum ve mutlaka hayallere dalarım kitap okurken.
Önceden başlayıp son Trakya seyahatinde çoğunu okuduğum Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye kitabını bu gece yarısı bitirdim.
Bir kitap nedir, neyi ifade eder, neye yarar kitap okumak? Zaman zaman kendi kendime sorarım, sürekli okuyan birisi olarak. Her güne bir kitap mesela, ne güzel bir düşünce ve eylem olur. Ama yine de tüm hayatım boyunca binlerce kitap okuyan birisi olarak yaşamımın bir ayrılmaz parçasıdır kitaplar ve kitap okumaları…
Yazar olmak demek, ne demek diye de sorar dururum ara sıra. On binlerce yazar, yüz binlerce kitap vardır ülkemizde ve dünyada. Ama yazar kimdir, ne yapar, nasıl kitap yazar? Benim için önemli bir sorudur. Ama anladığım ve kabul ettiğim gibi yazar demek bir derlemeci olmayan kişidir. Yazar, yazandır; tüm elde ettiği bilgiler dışında, tüm birikimleri dışında kaleminden kimliği, ruhu, özü, duyguları, söz gücü dökülen kişiye yazar denir, denmelidir.
Öyleyse kişi öykücü, romancı, şair, denemeci değilse belki de gerçekten yazar da değildir.
On binlerce yazar var, yüz binlerce kitap var dünyada ve Türkiye’de de… Nihayetinde çoğumuz yazarız, sözün gelişi. Ama aslında çoğumuz derlemeciyiz; ya gazeteci olarak, ya akademisyen olarak, ya da bir meslek erbabı olup birikimlerini çok iyi aktaranlar olarak.
Belki de öyle değildir, tam bilemiyorum. Sözün büyüsünü yakalayamayan ne gerçek bir öykücüdür, ne bir romancıdır, ne de zaten hiçbir zaman şair olamaz.
Ne Yaman Alevi Dünyası...
Anlat Anlat, Dinlemesi Heyecanlı Oluyor... (*)
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün (Kul Himmet Üstadım)
Abdal Pir Sultan'ım bu sözüm haktır
Vallahi sözümün hatası yoktur
Şimdiki sofunun yezidi çoktur
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi (Pir Sultan Abdal)
Hadi yine iyisiniz be bazı çıkarcı Aleviler; size yine gün doğdu: siyasi malzeme olarak kullanılabileceğiniz yine keşfedildi. Üç, beş tencere, tava ve halıya, oğlumuzu kızınızı işe yerleştirmeye sattınız ya Aleviliğinizi hadi yine size yine gün doğdu.
Alevi - Bektaşî Yolunun tüm değerleri ayaklar altına alınırken, Alevi - Bektaşî toplumunun uluslararası insan haklarından ve evrensel hukuk normlarından kaynaklanan hakları verilmezken; üç kuruşluk çıkar için onurunuzdan vaz geçtiniz...
Recep Tayyip Erdoğan buyurdu; Süleyman Soylu talimat verdi tüm valilere, kaymakamlara, il kültür müdürlüklerine; Hacı Bektaş'ta Alevi gençlere bedava kamp, Alevi dedelerine bedava Kerbela turu! Açılımı çıktı yamalı bohçadan, yaralı bütçeden.
Din sömürüsüne Alevi inanç sömürüsü de eklendi nihayet...
Hani geçen sene yine Süleyman Soylu'nun talimatıyla bilimum valiler, kaymakamlar, tüm Türkiye'de ilk kez "Muharrem İftarı" ve "Aşure Etkinlikleri" yapmıştı da hemen çoğu Alevi kurum temsilcisi koşa koşa oralara gitmişlerdi ya, haramzade sofralarında boy göstermişlerdi ya!
Hatta hatta benim ilimde Gümüşhane valisi de bizim Şiran'ı tercih etmiş ama yolu şaşırıp (!), yöredeki en önemli Alevi ve bir ocak merkezi olan Kırıntı Köyü'ne gitmek yerine bir başka köyün balık tesislerinde aşure dağıtmış, kişiliğini çıkara, güce, korkuya, valiye satan Alevilerin gıkı da çıkmamıştı ya hani!
İşte öyle bir siyaset meydanıdır bu meydan; politikasını iyice din, inanç sömürüsü üzerinden kurmuştur Türkiye'de...
Cem meydanını, muhabbet meydanını, Dar-ı Mansur Meydanı'nı bulamazsın, İmam Hüseyin'i yarı yolda bırakan haricileri bulursun bu çıkar ve yağma pazarında...
Hani İstanbul Büyükşehir Belediyesi sözde İnanç / Alevi Masası da, yine geçen sene "ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır" diyen Pir Hacı Bektaş'ın adını kullanıp Yenikapı'da beş on sanatçının cebini doldurmak "Konser Aleviciliği'ni yaşatmak için, bir "festival" yapmıştı. Alan bomboş kalınca da tüm çalışanlar seferber olmuş, belediyenin otobüsleriyle cemevlerinden adam toplanmıştı, bazı Alevi kurumları bunu fırsata çevirip döner, tabak, çanak, aşure satarak Aleviliği tanıtmışlardı ya!
Ya necip Türk milleti, mazlum Aleviler; bunu ne çabuk unuttuk değil mi?
Çok zor bi seçim be bazı çıkarcı Aleviler, çok zor bi seçim sizin için; şimdi hangi bahaneyle size uzanan haram eli tutup; yumulacaksınız mundar ete, nasıl içeceksiniz kızılcık şerbetinden kan kana bilemiyorum!
Bir yanda SADAT var, bir yanda kanlı Maraş, kanlı Çorum, cayır cayır yanan Sivas illeri...
Bir yanda Muaviye dediğiniz Muktedir Recep Tayyip Erdoğan var, bir yanda Seyyid Mahmut Hayrani / Kureyşan Ocağı'ndan bir pir evladı, tertemiz, dosdoğru bir insan dediğiniz Kemal Kılıçdaroğlu...
Bir yanda köksüz ve inançsız Alevi Masası'nı kuran, çok mu çok sevdiği Özal'ı takip edip kadrosundaki prensleriyle hareket eden, size konserler de veren, cemevlerinizdeki halıları yıkattıran, bazı bazı adını anınca ayılıp bayıldığınız her şeye rağmen bir İmamoğlu var, bir yanda onu hapse tıkmak isteyen Süleyman Soylu!
Bir yanda Telli Kuran'ımız, pirimiz, muhabbetimiz, ozanlarımız bize yeter demeniz var, bir yanda mersedesten inmeyen, haramzade dediğiniz halde kirli ayaklarıyla cemevlerini kirlettirdiğiniz Diyanet Reisi'nin kanser ve bölücülük, ayrımcılık kokan vaazları...
Zor be bazı çıkarcı Aleviler sizin işiniz çok zor; artık bu kadar çıkar pazarında bükülemeyeceksiniz, ikiye bölüneceksiniz!
Yoksa yanılıyor olmayayım, siz bazı çıkarcı Aleviler, omurgasız canlılar gibi siz eğrilip bükülseniz de, kırılmadan de öylece yaşayabiliyor musunuz?
30 yıldır Alevi kurumlarını başına çöken bazı çıkar odaklı yapılar bir yolunu bulup tüm bunları da ustalıkla kendi yararlarına dönüştürürler mi dersiniz?
Üç federasyon ortadayken, çıkar amaçlı bir dördüncüsünü kurar mısınız?
Yani Kur'an da bizim, namaz da bizim, camii de bizim, hoca da bizim, hac da bizim; cem de bizim, cemevi de bizim, dede de bizim, hepsi de bizim, der misiniz?
Ne yapayım yahu o da devletimizin valisi, o da bizim (Ağzından bal damlıyor, burnundam gül dökülüyor valimin (!))... Der misiniz?
Koskoca Diyanet reyisi de bizim reyisimiz... Der misiniz?
Evet Muktedir Muaviye, Muaviye amma onun yağlı çöreği de bizim hakkımızdır, niye yemeyecek mişim? Derler mi, der misiniz?
Dersiniz elbette...
Derler, dediler bile...
Bu çıkara satılmışlar yarın öbür gün gerçek Alevi Bektaşi Yolu'nda dosdoğru hareket edip yoluna erkanına gidenleri, kendileri gibi düşünmeyenleri, Diyanet'e bağlanmayanları, cemevlerinden içeri sokmazlarsa buna da şaşmamak lazım.
Kıyıda köşede oturup, olup biteni sessiz sessiz izleyen liyakat sahibi gerçek pirler, dedeler, babalar, yazarlar, aydınlar seslerini çıkarmamaya devam ederlerse, bu suçlara ortak olacaklar, aynı vebali taşıyacaklardır.
Ey Nesimi Can Nesimi bilki Hakk ayn'ındadır
Cümle mahlukatın vebali ulemanın boynundadır
(Nesimi)
Yarın çok geç olacak... Ama geç olmadan hareket etmek gerekir...
Ama yavrularımız bizden de hesap soracaklar... Onlara Alevi - Bektaşî Yolununun, Öğretisinin erdemlerini doğru bir şekilde aktarmamız gerekir...
Muhabbet ehline aşk ile...
Ayhan Aydın
13 Haziran 2022
Başlık ve resim çizimi Kamber Özcivan'dan... 1970'lerde radyoda söylenen bir sözmüş... Sürekli tekrar ede ede etkisi olmayınca da bazı konuşmaları yine de dinlemesi hoş oluyormuş. Bir gün bu bizim toplum için acı bir hatıra olacak...
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Söyleyen dillerin söylemez olur
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Sen söylersin söz iç'in de sözün var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Şu dünyada üç beş arşın bezin var
Tüm bedesten senin olsa ne fayda
Söylersin de sen sözünden şaşmazsın
Haramını helalini seçmezsin
Tükenir kepeğin su da içmezsin
Akan çaylar senin olsa ne fayda
Kul Himmet Üstadım gelse otursa
Hâkk'ın kelâm'ını dile getirse
Dünya benim deyi zapta geçirse
Karun kadar malın olsa ne fayda
Kul Himmet Üstadım
Pınarhisar'da Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi
Pınarhisar'da Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi
Dün Çorlu Cemevi'nden dostlarımızla Topçu Baba Anma Etkinlikleri'nden dönerken, Kırklareli Pınarhisar Erenler Köyü'nde bulunan Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi'ni ziyaret ettik...
Osmanlı'nın ilk kuruluş dönemindeki alp eren zümresinden bir eren olduğuna inanılan Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi çok etkileyici bir yapı aslına.
Ben bu yapıyı sağlam kalın taş duvarlarıyla yüksekliğiyle, kurşun çatısıyla; Eskişehir'deki Süceattin Veli, Bulgaristan'daki Otman Baba ve Akyazılı Türbelerine benzettin.
Türbe ziyaretinde İbrahim Bayar Dedemiz dualar, gülbengler söyleyerek gönülleri birledi.
Hemen yanında bir geniş bahçesi olan bu alanda Cem Vakfı Çorlu Şube Başkanımız Sevgili
Muzaffer Birdal'ın söylediği gibi kurbanların tığlanıp, bir araya gelerek muhabbet etmek ne güzel olur...
Muhabbet ehline aşkla...
Ayhan Aydın
12 Haziran 2022
Çorlu
Facebook’a Yorumlar
Bu yerleşim yerinin eski adı "Tekke" idi. Sonradan adı değiştirilen yerlerden oldu. Burada "Kalenderi" bir derviş var idi. Tekke köyün "Tekke"sine o bakardı ve orada da kalırdı...
Osmanlı Edirne Salnamelerinde buranın bir Bektaşi Türbesi olduğu yazıyor.
Salnamenin o kısmını bulursam size gönderirim
Yolunuzun üzerindeki bir köyde evlerin arasında kalmış bir Bektaşi Babasına ait kaybolmaya yüz tutmuş bir mezar..
Diğer Makaleler...
- Topçu Baba Anma Etkinlikleri, 2022
- Yine Hedefte Çocuklar Var...
- Boğaziçi Üniversitesi'nde Güzel Bir Söyleşi...
- Gönül Gözünü Açıp Eyleme Karı
- Abdülhamit Torunu Şeyh Tayyip Erdoğan
- ALADELİ AZ BİLENEN BİR DEĞERLİ OZAN
- Muazzam Alevi Dünyası (Büyük Sorunlar - Büyük Yaralarımız)
- Yoldaş Cana
- Kaya Bebek...
- Süleyman Metin Dedem… Senin Sevgilerin Ölümsüzdür…