Mehmet Şilli Baba

Mehmet Şilli Baba

Uzun yıllardan beri tanıdığım, hanesine birçok kez mihman olduğum Mehmet Şilli erenlerimiz 02. 01. 1951 Malkara Teslim Köyü, 1960’dan sonraki ismiyle Sarıpolat (Mahallesi) doğumludur.

Mehmet Şilli Baba erenler aslen anne – baba tarafı Kızıldeli süreğinden bir Bektaşi Babasıdır. Babasının kökleri Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın bulunduğu Yunanistan Ruşenler Köyü’ndendir.

1974 İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezunu olan Mehmet Şilli Baba erenlerimiz Lüleburgaz Yenibedir Köyü’ndeki Ali Haydar Harpaslan Baba’nın yerine baba postuna bir değerli bir inanç önderimiz.

Yıllar yılı çizgisini hiç kaybetmeden, her daim Alevi – Bektaşi kurumlarına olumlu bakıp, onların etkinliklerine katılan, hep bir şekilde konuşmalarıyla birleştirici bir rol üstlenen Mehmet Şilli Baba sultanımız halen araştırmaları, sohbetleri, konuşmalarıyla yolu aydınlatmaya devam etmektedir.

Farklı zamanlarda birçok kez söyleşi yaptığım, çeşitli toplantılarda, radyo – t.v. programlarında, Anadolu İnanç Önderleri Toplantıları’nda bir araya geldiğimiz Mehmet Şilli Baba’nın konuya genel yaklaşımlarını içeren 2007’de Cem T.v.’deki bir söyleşimizden bir bölümü buraya aktarmayı uygun buldum.

 

Mehmet Şilli Baba’yla birçok konuda sohbet ediyoruz.

Yolun aydınlığı kadar kendi aydınlığını da Bektaşiliğe aktarmak isteyen Şilli Baba gerçek bir aydın. Sürekli okuyan ve araştıran Mehmet Şilli tekniği de iyi biliyor. Bilgisayarını yanından ayırmayan Baba, kaset, cd. Vs. her türden teknik veriyle gelişmeleri takip ediyor. Kendisinin en önemli özelliklerinden birisi de Alevilik ve Bektaşilik arasında sanki çok büyük ciddi farklılıklar varmışcasına bu iki büyük inanç kurumunun birbirinden uzak tutulmasına karşın, dedelerin, babaların tanışıp kaynaşması isteyen; varsa sorunlar, sorular buluşup bunları halletmekten yana olan bir Bektaşi babası olması. Erkanlarda farklılıklar olabilir, ibadet şeklinde, algılayışında, sosyal yaşamda farklılıkların olması çok doğaldır, diyen Mehmet Şilli Baba en büyük hatanın insanların konuşmadan, tanışmadan birbirleri hakkında hüküm yürütmeleri olduğunu vurgularken, Aleviliğin de Bektaşiliğin de aynı değerler üzerine yükseldiğini, Bektaşilik içinde de farklı yorumların olmasının da yine doğal olduğunu aradaki soğuklukların ve yanlış anlamaların zamanla ortadan kalkacağını söylüyor.

Sabah ise Refik Engin’i alarak Lüleburgaz’a doğru hareket ediyoruz.  (2 Aralık 2005)

Lüleburgaz’daki bir toplantıda Mehmet Şilli Baba’nın konuşmasından bir bölüm: Bence Alevi İslam değil Batinilik kavramı ön plana çıkarılmalıdır.

Zaten bu tabir eskiden beri vardır: Bizler Batin ilminin Alişan erleriyiz, derler. Bence İslam, Aleviliğin içindedir. Alevilik Sünniliğe sığmaz. Bektaşilik’te 4 namaz vardır. Bektaşilik’te 5 kıble vardır. Bizlerin inancımızı tartışacağımız toplantılara ihtiyacımız var. Bence Hz. Ali Cenkleri çok önemli. Gizli olan bizim inancımızdır. Aslında “mum söndü diye bir şey vardır” ama bu iftira neden bizim üstümüzde tuttu? Bektaşilerde Meydan Rahimdir, deriz.

Türkiye’de Alevilik eleştiriliyor, Sünnilik niye eleştirilmiyor?

 

Mehmet Şilli’yle Söyleşi

 

Kendisiyle Cem T.v.’de, 2007’de yaptığım bir programda özetle bana şunları anlatmıştı. Bizim Trakya’ya baktığımız zaman dört beş tane sürek var. İşte Babagan Bektaşi süreği var, Kızıldeli Bektaşileri var, Ali Koç’lu Bektaşiler var, Gülşaniler ya da Bedreddiniler var. Bunun dışında bir de kendisini Alevi olarak niteleyen guruplar var.

Şimdi bunların inanç bazını incelediğiniz zaman, hepsi aynı şeye inanıyorlar.

Hakk – Muhammed Ali / Hünkâr Hacı Bektaş Veli diyorlar. Ama yüzyıllar boyunca olan kopukluk nedeniyle de, ibadet ritüellerinde birbirlerine benzeyen birçok noktalar olmasına karşın, birbirine benzemeyen noktalar da var.

Fakir birçok gurupların cemine girdim; Kızıldeli Cemine girdim, Ali Koç’ların cemine girdim, Gülşenilerin cemine de girdim. Ortak noktalar da çok, farklı noktalar da çok.

Bunun nedeni zaman içinde kopukluklardır.

Bunun nedeni birbirleriyle haberleşemek, bilgi alış verişinde bulunamamadır. Aynı durum Anadolu’da da vardır.

Derler ki, Anadolu’da dedelik babadan oğula geçiyor. Bu genellikle bizim Bektaşiler tarafından tenkit edilen bir noktadır. Bu nasıl olur, diyorlar. Ama şöyle bir düşündüğün zaman bir dedenin inancını öğreteceği en yakınındaki kişiler ise onun kendi çocuklarıdır.

Kendi çocuklarını küçüklükten itibaren yetiştiriyor, dışarıya açılamıyor, çünkü dışarıda, duyulduğu zaman neyle karşılaşacağı belli değil.

Cemler gizlilikle yapılıyor, gidildiği yerlere gizlilikle gidiliyor, başka amaçlarla gidiliyor. Gittiği zaman kendisini tanıtmak için özel bir takım selam şekilleri var.

Şimdi Alevi - Bektaşi bir topluma girince ellerini göğüslerine götürürler, selamlarlar. Bir kahveye gidince böyle selam verilirse, Bektaşiler anlar ki gelen Bektaşi’dir, Bektaşi olmayan bunu anlayamaz. Böyle bir ortamda tabii ki kopukluklar olacaktır.

Alevilik – Bektaşilik fakire göre ikinci doğuşunu doksandan sonra yapmakta (1990).

1990’dan beri Alevi belgeleri, Bektaşi belgeleri toplanmaktadır.

Bunlar çeşitli dergilerde y                  ayınlanmakta.

Alevilik - Bektaşilik konularında Diyanet İşleri Başkanlığı dâhil, bir çok Sünni kurum da araştırmalar yapmakta.

Birçok kanalda Alevi – Bektaşi ileri gelenleriyle programlar yapılmakta.

Dolayısıyla ilk defa Aleviler – Bektaşiler gün ışığına yeni yeni çıkıyorlar.

Bugün yaşanan farklılıklar, fakire göre geçmişten gelen farklılıkların devamı.

İnsanların alışkanlıklarını, geleneklerini terk etmeleri çok zor.

Gelenekler alışkanlıklar nesillerle terk edilir, kişilerle terk edilmez. Yedisinde neyse, yetmişinde odur derler, gerçekten de o doğrudur. Ama yeni doğan nesil eski değerler üzerine yeni değerler koyar.

Benim kanaatim Alevi – Bektaşi kitlesi, yeni yeni tanışıyor, farklılıklarını yeni yeni keşfediyor. Bu farklılıkları gördükçe, ilerde mutlaka birleşecektir.

Çok da güzel çalışmalar yapılıyor. Şahkulu Sultan Dergâhı’nın çok güzel yayınları var, Cem Vakfı’nın çok güzel yayınları var. AABF. Kendine göre yayınları var, üniversitelerimizde Hacı Bektaş kürsüleri kuruluyor, birçok eski belge gün ışığına çıkarılıyor.

Şu anda Arnavutluk’taki Bektaşi belgeleri inceleniyor.

Ben çocuktan hatırlıyorum; babamlar Kızıldeli Yolu’na mensupturlar, o yolda yürürlerdi... O yolda nasip almışlardı, uzun yıllar o yolda ibadetlerini yapmışlardı, biz sağa sola söylemezdik (söyleyemezdik) (Bektaşi kimliğimizi).

Trakya hala bundan çekiniyor.

Anadolu Alevileri de yakın zamana kadar çekiniyorlardı.

Sonuç olarak yüzyılların getirdiği baskıların bir sonucu bu.

Bugün kendimizi yeni yeni tanıyoruz, birbirimizi tanıyoruz, farklılıklarımızı vurguluyoruz, benzerliklerimizi vurguluyoruz ve bir ortak paydaya doğru gidiyoruz.

Ortak bir paydaya gitmek ancak ve ancak bilmek suretiyle olur.

Bilemiyorsanız yapamazsınız. Bildiğiniz zaman kendinizi eleştirirsiniz. Bu eleştirilere kendinizde cevap aradığınız zaman, bunu da kendinizde bulursunuz. Hünkâr Hacı Bektaş demiştir ki, “her ne ararsan kendinde ara”…

Bütün ayrımlar, bütün farklılıklar, bütün çözümler bizde var.

Ben inanıyorum ki bu farklılıklar birkaç yıl içinde ortadan kaldırılacak, ortak paydada mutlaka buluşulacaktır. Çünkü büyük çalışmalar var.

Bence bu konudaki en önemli gayretlerden birisi de Alevi – Bektaşi eğitiminin başlaması gerekir. Bu konuda da birkaç kitap yazılmış, Alevi Bektaşi Eğitim Sistemiyle ilgili kulakları çınlasın Av. Şakir Keçeli Baba erenlerimiz var. Cem Vakfı’nın, AABF.’nun hazırladığı bir ders kitabı var.

Bunlar bence çok güzel gelişmeler. İnanç kristalleşmeye başlamış. Bu ders kitapları yaygınlaşır, okunur, ilk defa Alevi – Bektaşi kitle tarafından anlaşılırsa, diğer kitlelerin anlaması daha da kolay olur.

Evvela bizler okuyalım, bizler anlayalım onu, eğer eksiklikler, yanlışlıklar varsa, katkıda bulunacağımız yerler varsa, bu konuda katkıda bulunalım, bu kitapların her kesimden okunmasını sağlayalım.

Bence ise asıl yapılması gereken bugün için en önemli şey; Alevi – Bektaşi kesiminin görev aldıkları Alevi – Bektaşi Yüksek Okulunun kurulmasıdır.

Burada batini ilimler dediğimiz konuların işlenmesi gerekir.

Bugün artık birçok belge, bilgi, kaynak eserler bulunmaktadır.

Bunlardan çıkacak ilginç konuların da artık işlenmesi, incelenmesi, aktarılması gerekir. Onuncu, onbirinci, on ikinci yüzyıllarda tasavvuf erbapları çok önemli buluşlar yapmışlar. Bizler Ömer Hayyam’ı bizler sadece bir şair olarak rubailerinden biliyoruz.

Ama onun bir geometriciliği, astronomluğu, tabipliği var.

Bilimsel çalışmalar, araştırmalar, yeni yeni yayınlar bizleri ileri götürecektir. Her şey zamanla oluyor. Ama ben ümitliyim. Zamanla yeni yeni kazanımlarla, yeni dönemlerde bu güzel yolumuz yaşayacaktır.

Sevgi ve muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın 

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile