Dadaloğlu, Dadaloğlu, Ah Dadaloğlu...
Toros Dağlarında, Avşar Boylarında
Bir Sevda Ozanı Dadaloğlu N'ic'oldu?
Şimdi
Hangi kuş uçmaz kervan geçmez
Yüce dağ başlarında
Bilinmez hangi serin derelerin koynunda
Oya gibi işlenmiş hangi vadi oylumlarında
Hangi mazlum ceylanlara söylüyordur
Dadaloğlu, Dadaloğlu
O yanık, yılanı deliğinden çıkaran
O içli Türkmen türkülerini
Dost kalbi olan o benzersiz sazıyla
Kim bilir?
İçinde sarılmamış hangi yarası kanar durur
Hangi hıncını alt edememiştir de hala
Zaman zaman kahreder her şeye,
En çok da Felek denen o umarsız,
Yenemediği tek hayduta karşı
Hala öfkelenir durur belki de
Kim bilir?
Nice gözüpek yiğitler can vermişler
Yılmadan cenk ettikleri er meydanlarında
Zalim Osmanlı'ya karşı,
Halk düşmanı, kadir kıymet bilmez
Ol Osmanlı paşaları ise,
Pare pare eyleyip atmışlar bir köşeye
Halkına canından can veren
Öyle güzel, öyle kalender,
Öyle cömert beylerini
Çadırlar yanmış, yıkılmış, ocaklar tütmez
Sürme gözlü yârdan bir haber gelmez olmuş
Sevgi yüzü görmemiş zalim babası
Görüşmelerini yasak edeli beri
O hayalindeki, düşündeki
Ahu bakışlı yare kavuş mudur bir dahi
Kim bilir?
Obadan obaya, yayladan yaylaya
Ozan olup hak bildiği yoldan dönmeyen
Bağrı yanıp sevda türküleri söyleyen
Düşmana gürz sallayıp zaman zaman
Kimileyin coşup zalimleri kovan
Gökte uçan turnalara yoldaş olup
Baharda açan çiğdemlere ve
Billur sulu gözelere karışan
Dadaloğlu, Dadaloğlu,
Söylese bize ne gün gördü, ne işitti
Ne murat aldı bu âlemden,
Sürdü mü acaba bir dem, bir devran?
Bir öğrensek, bir duysak
Bu öksüz oğlunun hiç dile getirmediği
Dertlerine ortak olur muyuz
Kim bilir?
Hiç umulmaz bir anda
Yari gibi sevdiği elma gözlü nazlı atı
Terk edip gitmiş midir yoksa
Yarı yollarda koyup da onu?
Ya hısım, akraba, toyları,
Yarenleri, ya Avşar boyları,
Unutmuşlar mıdır,
Bir nekeslik edip bir köşeye atmışlar mıdır,
Gayri yaşlanınca, eli ayağı tutmayınca,
Hatırlarına getirmez olmuşlar mıdır onu?
Kim bilir?
Yüreğimde derin, derin sızılar
Beni üzen, düşündüren kimi korkular,
Ruhumda O Ozanın kederli halleri var;
Doruklarında dağların reyhan kokan elleri,
Pare pare eder bizi gamlı sözleri
Biçer bağrımı sazlarının telleri
Meri kekliği uçurur yuvasından,
Eşi bulunmaz yaralı bülbül dilleri
Ah Dadaloğlu, Ah Dadaloğlu...
Onulmaz dertler, yaralar içinde
Tek başına mı kalmıştır yoksa
Kapkaranlık geceler içinde
Bir ağaç kovuğunda yapayalnız,
Öyle içli, öyle çıplak, öyle sefil...
Hüzün gözyaşları döke döke
Uçup gitmiş midir,
Bir tas su vereni olmadan,
Ecelsiz, umarsız, çaresiz,
Ve de
Her daim dünyaya sevgiyle bakan
O derin, o güzel gözleri açık mı gitmiştir
Bu vefasız, bu fani dünyadan,
Kim bilir?
Ayhan Aydın
29 Ekim 2022
İstanbul
Sevgili Öner Yağcı'nın Dadaloğlu kitabın okuyunca, bu büyük halk ozanımızın dünyasına bir yolculuk yapmakla kalmadım, bir başka hislerle ona bağlandım, onu sevdim... Dadaloğlu büyük bir ozan olarak Avşar boylarında, Toros Dağları'nda ömür sürmüş bir sevda ozanı olarak bilinir. Ama yerleşik yaşama geçmeme, dağlarda, yaylalarda yaşamak isteyen Türkmen boylarının yaşama aşkında, direnç kavgalarında o da yer alır... Sazını dostluk, sevda, aşk için çaldığı kadar, haksızlıklara baş kaldıran yiğit bir ses olarak da dağlarda yankılanır büyük yüreğinden çıkan avazları.
Ben ise bir başka hüzne saptım; bu Dadaloğlu deyip bağrımıza bastığımız büyük ozan ve diğer ozanlar... Acaba bu büyük değerlerimizin sonları nasıl olmuştur? Kendimce bir duygu aleminde onu düşünüp bir şeyler yazdım.
(Dadaloğlu, Yaşamı, ve Bütün Şiirleri, Öner Yağcı, Gün Yayıncılık, Tarih yok, İstanbul)
29 Ekimde...
29 Ekimde...
Yemyeşil gözleriyle bir genç geçti yanımdan
Kavruk yüzünü örten perçemleri
Yanık teniyle
Sandım bir Afgan rüzgarı esti serimde
Uzak toprakların solmaz bir çiçeği gibi
Dağ soluyordu nefesi
Başörtüsü içindeki
Utangaç yarini kavradığı gibi
Aktı kalabalığın bağrına
Beşiktaş'ta 29 Ekim törenlerinde
Bir Başkadır Benim Memleketim, diyen
Barbaros Hayrettin Paşa'nın ruhundan güç alan
Genç korunun sesiyle coşan kalabalığa
Karıştı sevgiyle...
Cumhuriyet, cumhuriyet
Mazlum milletlerin hayaliydin
Mustafa Kemal'in özgürlük yolu
Şanlı cumhuriyet
Diye, diye girdi ahenkli türküler içine
Ayhan Aydın
29 Ekim 2022
Beşiktaş / İstanbul
Suların Tılsımını Taşır Çeşmeler
Suların Tılsımını Taşır Çeşmeler
Nasırlı ellerin göz nuruyla yoğurduğu
Kültürlerin emek abidesi taş bloğu
Rüzgarların kalem gibi işleyip oyduğu
Bülbül sesi misin sen mübarek su oluğu
Mermerden işleyip göğsüne pençe atmışlar
Yüce dağlardan getirip tüneller kazmışlar
Çarşının ortasına solmaz mührün yazmışlar
Demir kafeslere eğlenmez akar su oluğu
Göze göze kaynayıp süzülür topraklardan
Kurtlar kuşlar toplanırlar başına durmadan
Söğütler, kavaklar şenlenirler dem vurmadan
Neşeyle durmaz güler evrene su oluğu
Karanlık yollarda yolculara sığınaksın
Hamamlar, sarnıçlar gibi kalan hep hancısın
Huzur arayana çöllerde gönül bağısın
Yarınların umut kaynağı can su oluğu
Kerbela'da da Celal Abbas durmaz iniler
Mazlumlar ah çeker sinelerde derin izler
İmam Hüseyin'e değen ah o zalim eller
Mazluma niçin ulaşmazsın sen su oluğu
Bazı kar soğuğu bazı ılık bir nefes gibisin
Gürleyen ırmak bazen de cılcıl gibisin
Kuzuların koştuğu ana sütü gibisin
Cevheri'ye kan İstanbul musun su oluğu
Ayhan Aydın
5 Ağustos 2022
Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ
Erzincan “Kiştim Evliyası”nın Yurdundan
Bir Ozan, Bir Dede Kızı, Çocukluğu ve Yaşamı Zorluklara Geçen Bir Can İnsan
Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ…
Ayhan Aydın
Sevgili ozanım bize kendinizi nasıl tanıtırsınız, nerede, ne zaman dünyaya gelmişsiniz?
Ben Anadolu kadınlarından; güneşi seven, ayı seven, doğayı seven, evreni Allah olarak gören bir deli ozanım.
Kırk altı doğumluyum. Erzincan Kiştim Köyü’nden dünyaya gelmişim. 11 kardeşin beş numarasıyım. Anadolu’da babalar hep oğlan ister, 7 kardeş anamdan kız oldu. Oğlan olanlar ölmüştü. Sonra babam tekrar evlendi, dörtte ondan (2 kız, 2 oğlan) evlat oldu. Böylece 11 kardeş olduk. Babam saf, temiz ama cahil olan bir insandı. Doğruluğu, dürüstlüğü seven, toprağı seven, yeşile tapan bir insandı. Ama ne yazık ki, toplumumuzda cehalet bir insanı iter çukura. O da öbür insanın hayatını mahveder. Babamın kafasında ikinci evlilik fikri yoktu, onun kafasına girdiler, ama o da sonradan çok pişman oldu. Tabii geçim zor olduğundan beni babam okula gönderemedi. Ben hayvanları otardım (yaydım). Ablamın kocası askere gidince beni babam ablamın yanına hizmetçi olarak verdi. Onun hayvanlarını yaydım.
Orası uzak bir yer miydi?
Bizimki dağlık bir köydü, yamaçtı, üzüm bağlarımız vardı. Ablamın köyü (Küçükkadıhan) ovalıktı, Erzincan Ovası’ndaydı. Onun hayvanlarını otlatırdım. Ordan babamlara peynir gider, (bakraçla), babam da onlara eşeğe meyve yükler getirirdi. Ama arada kalan bendim, çok ezildim.
Babama giderken, beni götür, derdim götürmezdi. Eşeğe Fırat’ı geçer giderdi, ben bakar kalırdım ardı sıra, suyu geçemezdim. Ben de ağlayarak ablamın evine dönerdim. Yirmi camuşları (sulak yerleri severlerdi) ayrıca, inekler de vardı. Hatta onlar beni ezmezdi, (gıdık gibiydim (küçücüktüm)). Acı insanı pişirir. Acı çekmek, bir de okumak insanı pişirir. Ben gider hayvanların arasına yatardım.
Neye sığınırdınız?
Erzincan Ovası’nda gözeler vardı. Taşa ip sarardım, hiç unutmam, yağmur yağdı, her taraf su oldu. Gözeler doldu, ben gidemedim, hayvanlar gitti. Ben korktum, gözeleri bulamam, diye. Karanlık çöktü, ben korktum, “Kiştimin Evliyası” vardı, onu andım, ona “Meçit” diye çağırdım. (Meçit: Bir söğüt ağacı, bir sene bir dalı kurur, diğer sene başka bir dalı kurur, ama bir başka dalı yeşerir. Buna Meçit denir. Orada yatır var. Orada Hıdırellez de kurbanlar kesilir. Yemekler yenilirdi. Yeşil bir yerdir. Eski köydür. Kiştim Köyü taşındı. Eski köyü siz görmemişsinizdir. (Bu sene doğduğum köye gidip o yerleri gördüm.)
Babamın ocağı El’Abbas’tır. Ben de ya El’Abbas, ya Celal Abbas kurtar beni, diye ağlıyorum. Yani biz Celal Abbas soyundanız. Babam dedeydi. Eniştemin tarlasında icar olan (yarı yarıya eken) insan ablama soruyor, nasılsın Gülperi Ana diye? Haydar Ağa, mallar geldi de, Yeter gelmedi, diyor. Peki, Yeter giderken hangi tarafa götürdü malları, işte sol taraftaki tarlalara götürdü. Çünkü Haydar Ağa’yı eniştem giderken tembihlemiş, ailem sana emanet, ille Yeter’e dikkat et, diyor. Çünkü çocuklar ufak, onlara da bakıyordum, ablam hasır örerdi, sulak yerlerden cim biçer, onları beraber deste yapar, halı örer gibi, tezgâhta hasır örerdi. Ondan sonra da, kağnı arabasına bindirir, şimdiki Üzümlü o zaman Cimin’di, oraya götürür (belki satar, değiştirir) kuru üzüm, incir ve diğer ihtiyaçları getirirdi. Bir küp pekmez, içine fare düşmüş, ben açık koymuşum, (Ablamı kaybettik, ruhu şad olsun ama (1957’ler)) fare düşen küpteki tüm pekmezi bana yedirdi; hayat bu, fakirlik işte.
Haydar Ağa beni bağıra bağıra buldu, aldı götürdü. Senin okula gitmen lazım oğul (bizim orada sevdiğine oğul derler), ben de ağlayarak onun sırtında elini tuttum. Dedim ki, okula gitsem, Cemal Gürsel’i görebilir miyim? Atatürk gibi şapkası var. O da elimi sıktı, dedi ki, sen okula gitsen büyük adam olacan. Yok, emi ben büyük adam olmak istemiyorum, ben kitap okuyayım yeter, çünkü ben okumayı, kitap okumayı çok seviyorum, dedim. Ertesi gün sabah oldu. Ablam hayvanları sağmaya gidecek. Bana dedi ki, sepeti al eline, git bahçedeki gülleri topla. Gül şurubu olacak, çünkü misafirlere şurup veriliyordu. Ama gülleri köyün mallarını yayan çobanın oğlu topluyordu. İsmi Cemal ama Cemo, derlerdi. Dudaklar çatlamış, yorgun, perişanlık, fakirlik… Ağlayarak, dedi ki, Yeter kimse duymasın. O zaman üçe kadar okumuş, Erzincan’da sınava girmiş, okulu kazanmış ama gidememiş. Yeter diyor, ben bunları toplayacağım, Erzincan’a gideceğim, bunları satacağım, bunları harçlık edeceğim, diye ağlayarak söylüyor. Ben zaten okumak istediğim için, ben de topla bunları çabuk kaybol, dedim. Hayatımda ilk defa söylediğim yalan buydu: sepet nerde, gülleri topladın mı oğul? Dedi ablam. Ben de, bilmiyorum abla, birileri toplamış, dedim. Bu hayatımda söylediğim bir yalandır. (O çocuğun babası Kürt Cemo, anası Kürt Cemile’ydi. Karı koca ve çocuklar köyün çobanıydılar. Cemile dağ köylerinden gelmişti. Dağ köylerindeki sular temizdi. Köyün suları pisti. Cemile der ki, bu köyün suyu çok pis der, biner trene gelir Ankara’ya. Ankara’ya dilekçe verir. (İnönü başta sanırım.) Bunun sonucu köye sontaj açılır, köye su gelir. O çocukta okudu, subay oldu. Şimdi ise emekli olmuş.)
Hiç boş zamanınız oluyor muydu, arkadaşınız var mıydı? Nasıl mutlu oluyordunuz?
Yaklaşık on yıl o köyde kalmıştım.1963’de kendi köyümdeydim. Ben o zaman eğlence bilmezdim ama hayvanları çok severdim. Gece dışarda, kapının önünde yatardık. Göz ağrısı çok çektim, gözlerim ağrırdı. Sinek çoktu, çok sıcaktı, dışarda yatıyordum. Bir ara ablam şehire gittim. Ablam bana da kendisine de elbise almış, o zaman bana Sümer basmasından elbise dikmişti, ona çok sevinmiştim. Eniştemin amcası Haydar Dede, köyün ileri geleni, zengin, durumu iyi, her Perşembe onun evinde cem olurdu. Ahırında Hızır’ın Ayağı, diye bir taş ziyareti vardı. Hızır oraya ayağını basmış, derlerdi. Her Perşembe evinde cem olur, Hızır Ayağı’nı ziyaret ederlerdi, orada ağlarlardı, sızlarlardı, oraya lokma getirirlerdi. Haydar Dede üç dört saat cem tutardı. Ben derdim ki, o kurban olayım diline, bu ne kadar çok okumuş, ne kadar çok şey biliyor, derdim. Hâlbuki onun okuması yazması yokmuş, sonradan öğrendim ben.
Haydar Dede nasıl bir insandı?
Herkes onun önünde ceketlerini ilikliyordu. Ben çok küçüktüm tam bilmiyorum ama onu seviyorlardı. Büyüklere sevgi saygı vardı, itikat vardı. (Eskiden öyleydi, ablam onu görünce ağzını kapatırdı).
Bir gün onun bahçe duvarının dibinde otururken, bahçede bir armut var, benim de çok canım istedi onu yemeği. Ya Abdal Musa, ya Allah dedim, taş attım armuda, armut bana taraf düştü. Tam armudu ısırırken Haydar Dede gördü. Bağırarak ablama geldi, çerçici gelince bu çocuğu meyveye doyur, dedi. Ben zaten ben armudu duvarın öbür tarafına atmıştım. Ablam bana bir dayak attı, ağzım burnum kan içinde kaldı, bana laf getirdin, diye beni dövdü, rahmetlik.
Dört beş kadın ellerinde tepsilerle Haydar Dede’nin ahırına lokma götürüyorlar, hava güneşli. Ben dayak yemişim, canım yanmış, oturuyorum. Kendi kendime düşündüm: ablama bağırdım, ha bu Hızır da senin gibi hayın, dedim. Sus kız, günah değil mi, günah öyle deme, dedi. Peki dedim, Haydar Dede’nin evinde her Perşembe cem oluyor, herkes oraya bir şeyler getiriyor. Haydar Dede zaten zengin, bu köyde o kadar fakir var, niye onlara gitmedi de, Haydar Dede’nin ahura girdi, Hızır, dedim. Ablam tekrar bana bir dayak çekti. Düşünsen öyle…
Yıllar sonra gidince her şeyi değişmiş gördüm orada. Hatta evlerin, ahırların yerleri hep tarla olmuş, yonca ekmişler, ama yuvarlak ortası boş bir yer var. Sorduğumda Haydar Dede’nin torunu Naci dedi ki, o boş olan yer Hızır’ın ayağının taşının olduğu yer. Hala orda duruyor.
Devamını oku: Anadolu Kadını’nın Bir Çileli İsmi: YETER ŞAHİN’LE SÖYLEŞİ
Gölge Etmeyin Başka İhsan İstemeyiz Sizden...
Şahkulu Sultan Dergahı'nda Ortaya Konan Oyun...
Şahkulu Sultan Dergahı'nda Ortaya Konan Oyun...
Sözde İktidarın Alevi Açılımı...
Şahkulu Sultan Dergahı, diğer dergah / ocak / tekke ve cemevleri gibi; kadim bir kültür ve inanç merkezi, ulu erenlerin kurduğu Alevi - Bektaşî Yol ve Öğretisi'nin harman olduğu, özlerin dara çekilip, 72 millete bir nazarla bakma, ben de bir insan olmaya geldim / özümü meydana sermeye geldim, denen kin, kibir, benlik duygularının sevgi kazanında pişip olgunlaştığı, hamların yetişip has olduğu, gönüllerin birlendiği, kemalet yolunda menzil alınan arınma, aklanma ocağıdır.
Burada çerağlar yüzyıllar boyunca; Hakk Muhammet Ali aşkıyla yanmış, cemler sürülmüş, ozanlar / aşıklar / sadıklarla nice nice muhabbetler edilmiş kutlu merkezlerdir.
Buraları zaman zaman işgal eden kişilik bozukluğu olmasına rağmen kendisine başkan, dede, baba diyen sözde öncüler buraların aydınlığını karartamamışlardır.
Recep Tayyip Erdoğan ve onun yarattığı rejim, bu ülkede demokratik yaşamı felç eden, insanlar arasında nifak tohumları eken, laikliğin, çağdaş eğitimin düşmanı politikaları yürütmüş, bu ülkenin tüm varlığını kendi yarattığı bir kesime peşkeş çekerek ülkeyi yokluğa ve yıkıma sürükleyen despot bir yöneticidir.
Çocuklarımızı yatağa aç sokan, milyonlarca genci işsiz ve umutsuz bırakan, Berkin Elvan'ın annesini yandaşlarına yuhlatan, ırkçı, mezhepçi politikalarla, konuşmalarıyla, Türkiye'yi karanlık bir çağa sokan gerici bir insandır.
Ülkeyi İmam Hatipilere teslim edip; kurnaz, yandaşarıyla din, millet, mezhep edebiyatı yapıp ülkeyi soymaya devam eden Recep Tayyip Erdoğan'ın samimi olduğun inanmak imkansızdır.
Bugünkü AKP tek adam rejiminin tüm hamleleri gibi, sözde Alevilik Açılımı da tümüyle kendi siyasi amaçları doğrultusunda, kurnazlıkla hazırlanmış bir tertiptir.
Süleyman Soylu'nun danışmanı Ali Arif Özzeybek'in, Alevi kurumlarının da vurdumduymazlıkları nedeniyle cemevlerini de gezilerek iki yıllık çalışmaları sonucunda ortaya çıkan çalışmalar, bu topluma bir şey vermek değil, AKP.'ye bağımlı bir zümre yaratma amacı gütmektedir.
Alevi - Bektaşî geleneksel yapısını parçalayıp, çıkar için kişiliğini satabilecek sözde dede, baba, kurum temsilcilerini elde edip, onlar üzerinde Alevi - Bektaşî' kesime hükmetme, yandaş bir AKP.'li bir Alevi - Bektaşî kitlesi yaratıp, halkı birbirine düşürme amacı taşıyan bu tertip; devletin Osmanlı'dan bu yana devam eden Alevi asimilasyon hareketinin son halkasıdır.
Alevi - Bektaşi inanç ve öğretisinin yapısına tümüyle aykırı; memuriyet, para, mevkiyle devlet yönetiminde diğer her şeyi dejenere eden AKP.'nin zihniyetinin toplumu kendi ideolojisi ekseninde yeniden şekillendirme projesinin bir devamı olan bu son gayret, Alevi - Bektaşî toplumu için bir çıkar yol değil, yıkım projesidir.
Dedelerin, babaların nasıl hizmet yürüttükleri, ocaklarda / dergahlarda, tüm Alevi yerleşimlerde Aleviliğin Bektaşiliğin iç işleyiş yapısı; pir / rehber / mürşit ilişkileri bin yıldır bu topraklarda bellidir.
Son 30 yıldır kurulan dernek, vakıf, cemevleri her türlü eksikliklerine rağmen bu toplumun temsil yapılarıdır.
Bunları yok edip, kendi ideolojisine göre bir birim oluşturan AKP.'li tek adam yöneticisi Recep Tayyip Erdoğan rejiminin dayatmasına hiçbir Alevi - Bektaşî onay vermemelidir.
Bu bir dayatma, zorlama, inancı siyasete alet etme, yandaş dedeler, babalar, kurumlar yararma gayretidir.
Bu cemevlerini minaresiz camiiye çevirme gayretidir.
Bu tek tip bir inanç ve kurumsal yapı dayatma hamlesidir.
Aleviliği özüyle kabul etmeyen, onun inanç ve tarihi derinliklerini inkar ederek siyasetin emrine sokmayı amaçlayan bu tertibe Alevi - Bektaşî toplumu tepkisini ortaya koymalıdır.
Türkiye'de örgütlü Alevi kurumları, tabanlarına hakim olacak şekilde, bu konuda çok kararlı, ilkeli, genel geçer kararlar alıp, tavırlarını çok özlü ve net bir şekilde ortaya koymalı, inkarcıları, çıkardıkları, haramzadeleri, düşkünleri de meydana sermelidirler.
Gerçek dedeler, babalar, yazarlar, aydınlar da yollarına sahip çıkacak bu konudaki tavırlarını ortaya koymalıdırlar.
Muhabbet ehline aşk ile...
Ayhan Aydın
8 Ekim 2022
Ankara
Tayyib'in Sevdiği Sözde Alevi - Bektaşî Önderleri...
Sözde sapına kadar Atatürkçü ve de İmam Ali'nin, Hacı Bektaş'ın Yoluna sözde can verecek dedeler, babalar, başkanlar...
Bir kısmı bizi hayrete düşürenler...
Demokrasi, laiklik düşmanlığı yapan, cemevine cümbüş evi, diyen bu zihniyetten medet umanlar...
Hz. Ali'nin, Hacı Bektaş'ın resmini indiren zihniyetin dizinin dibinde diz çökenler...
Güç, ego, benlik zehirlenmesi yaşayanlar...
Bir kısmı düşkün ilan edilmiş sahtekarlar...
İşi gücü olmadan veya işini kaybetmiş şaşkınların kimlik kazanma uğraşları...
Yağma Hasanın böreğinden bir parça koparmak isteyenler...
Ve de kimliğini satmışsa ancak AKP.'ye kabul edilen sözde bir Alevi kimlikli siyasi...
Vay halimize vay halimize...
Balkanlar / Trakya Unutulamaz...
Bu arada daha önce defalarca yazdım ama Alevi Bektaşi camiası okuma özürlü bir toplum olmaya başladığı için veya sözde şimdi ucuz kahraman kesilenler olaya sadece kendileri yazmış gibi gösterme gayretleriyle yıllardır feryatlarımızı duymadılar...
Balkanlar'da Alevi Bektaşi Yolu'nu yozlaştırmak, mevcut kurumları yok etmek için AKP iktidarının desteklediği projeleri yürüten sözde Alevi - Bektaşi kökenli insanlar ön saflarda yer aldılar...
Cem Vakfı Edirne Şubesi'ni kullanıp yıllar yılı çok inançlı insanlar olarak görünüp, Seyyid Ali Sultan Dergahı'ndaki birliği parçalamak için bölücülere yataklık yapan, Yunanistan'da Alevi toplumunun benimsediği ve desteklediği etkinlikleri sabota etmek için Edirne Valisi ve Müftüsü, ile birlikte işbirliği yapıp AKP.'nin maddi desteğiyle alternatif etkinlik yapan ve şimdi Cem Vakfı'ndan ayrılıp Edirne Valisi'nin maddi desteğiyle kendi köylerine cemevi yapıp, bölücülüğe hizmet eden bir dernek kurma gayretindeki Mustafa Çetin ve Akın Çetin de diğerleri gibi Trakya'da ve Balkanlar'da Aleviliği - Bektaşiliği asimile ekip AKP zihniyetine dayalı yeni yapılar oluşturmaktadırlar...
Yıllar yılı halkın ilgisini çekmiş, sözde bu yola hizmet etmiş tüm bu insanların çıkar için yolumuzu; yolsuza, uğursuza, namerde uğratmaları içimizi kan ağlatmaktadır...
30 yıldır tanıdığımız bu insanların böylesine değişmesi, böylesine çıkar ağlarına takılıp, hainlik yapmaları aynı zamanda bizleri derinden üzmektedir... Birçok insanın ise bunlara sesleri çıkmamaktadır...
Bunlar çok derin yaralarımızdır...
Yara büyümüştür...
Bunda Alevi kurumlarının, bazı gerçek dede, baba, aydınların ise vurdumduymazlıkları etkili olmuştur... Şimdi her birisi kaplan kesilenler tüm bunlar olup biterken sizler nerelerdeydiniz? Hala "Ali'li Alevilik, Alisiz Alevilik", "İslam içi, İslam dışı" tartışması yapanlar... Tüm bunlarda sizlerin de vebali var... Şöyle ki, Aleviliği tartışmayı bırakıp, bu yola hizmet edip, bu yolda yaşanan asıl büyük tehlikelere yönelmiş olsaydınız, bu sorunlar belki de bu boyuta gelmeyecekti...
Eğer davanız Alevilik ise buyurun "ayıklayın pirincin taşlarını"...
Edirne'den, Dersim'e çıkarcı, işbirlikçi, nankör, satılmış haramzadeler sarmışlar tüm yapıyı... Haydi buyurun bay / bayan çok değerli akademisyenler, yazarlar, babalar, dedeler, kurum başkanları aynı şeyleri tekrar edip, koltuklarınızda, masalarınızda, postlarınızda rahat oturmayı bırakın da, ciddi ciddi bunları konuşun, yazın, bunlarla ilgili çalışın / çalışalım, olmaz mı?
Ayhan Aydın
12 Ekim 2022
İstanbul
Diğer Makaleler...
- Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal Aşkıyla Yazılan Şiirleri...
- Dostlar Bunlar Alevi Sömürüsüne Hizmet Etmiyorlar mı?
- KADİM YOLDA OYNANAN OYUNLAR
- And Olsun Ki...
- Aleviler’in Büyük Açmazı ve Karanlık Bir Çağ, Karanlık Bir Düzen “Üzüm üzüme baka baka kararır…” Aman ne yapıyorsun, niye yazıyorsun, sen kimsin, kime hizmet ediyorsun, böyle şeyler açık açık yazılır mı, herkes okuyor, bunları böyle kamuoyu önünde yazılı
- Çorlu’da Kul Himmet Derneği Pikniği
- Sel – Beytullah Özilhan
- ANILARIM BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ
- ÇANKAYA’NIN DUVAKSIZ GELİNİ FİKRİYE
- Ne Yaman Alevi Dünyası...