BİR CAN İNSANDAN ÖYKÜ VE ŞİİRLE DOLU DOLU KİTAPLAR…
BİR CAN İNSANDAN ÖYKÜ VE ŞİİRLE DOLU DOLU KİTAPLAR…
Dün, Uluslar arası Yazarlar Birliği PEN’in ülkemizdeki şubesi olan Türkiye PEN Yazarlar Derneği’nde tanıştığım Hasan Coşar dostumuzla sohbet etme şansımız oldu.
Özüyle, yüreğiyle tertemiz bir can insan olduğunu hemen anladığım; uzun yıllar devrimci mücadelede yer almış, bu uğurda hapishanelerde yatmış, türlü çileler de çekmiş bir güzel insan Hasan Coşar’ın, dünyaya sevgiyle bakan bir gönle sahip olduğu hemen anlaşılıyordu.
Kimilerinde olduğu gibi; takıntılı, üsten bakınçlı, sanki çok da özel bir dünyanın insanlarıymış gibi duran ve biraz da kibir barındıran tavırlardan eser olmayan sevgili üstadımızın hoşsohbet birisi olduğu hemen anlaşıldı.
Değerli üstadımız hemen orada, biri öykü, diğeri şiir olan iki kitabını imzalayıp bana hediye etti.
Bilenler biliyor, biz de uyku ne arar? Gece kalktım, yine en iyisi okumak deyip, kitaplara sarıldım; önyargısız, meraklı, okumaktan her daim hoşlanan bir insan olarak satır satır ilerledim sevgili Coşar’ın bana verdiği kitaplar arasında.
Tükenmez Kalem
2022’de Sınırsız Yayınları arasından çıkan, Hasan Coşar’ın Tükenmez Kalem kitabında altı öykü var.
Hasan Coşan’ın öyküleri soyut, kurgusal, fantastik betimlemelerden uzak, yaşamın tam içinden, bağrından çıkan, insan ilişkilerine dair insanı saran, sıkmadan baştan sona merakla kendisini okutan türden öyküler.
Öykülerde; ironi var, tarih var, Türkiye gerçekliği var, insan, insana dair birçok şey ve bitmeyen umut dolu satırlar var.
Hasan Coşar, öykülerinde yaşadığı şehirleri, yanında yöresinde olan insanların karakterlerini, kendi iç dünyasında sevip önemsediği duygularını gizlemeden satırlarına aktaran bir yazar. Tek boyutlu, karamsar bir tünelde ilerler gibi insanı sıkan öyküler değil onunkiler, kendi içinde coşkusu olan, hayatın tüm canlılığını hissettiğiniz, demir kapıları ve demir kalpli insanların kuşatıcılığını kıvrak bir üslupla aşan, dağların, doğanın sesini, rengini, coşkusunu karanlığı aydınlatırcasına içeriye, içinize dolduran satırlar dökülüyor sayfalardan.
Üstelik İstanbul Taksim’deki çınarlar, Ankara Kurtuluş Parkı’nın ağaçlarının huzuru, Moda’dan gözlenen deniz de, kadınlı – erkekli gençlerin aşk, sevgi konuları da, hangi nedenle olursa olsun Batı’ya giden kimi insanların beraberlerinde götürdükleri kişilik özellikleri de Hasan Coşan’ın öykülerinde başarılı bir şekilde işleniyor.
Dili, üslup, kurgu bakımından bence çok başarılı olan Hasan Coşan öykülerinde ben yaşamın tüm duygusal yönlerine rağmen dirençli yönünü, vazgeçilmezliğini, doyulmazlığını, hayatın ne kadar güzel bir şey olduğunu da başarılı bir şekilde verebilme gücünü gördüm.
Hayat varsa umut da vardır, sevgi de vardır, bitip tükenmez yenilikler de vardır yaşamda…
Eline, yüreğine, gönlüne sağlık sevgili üstat.
Kalemin, araştırma merakın hiç tükenmesin… Gençlere örnek yaşamın nefesini her daim bizlere taşımaya devam et sen…
(Tükenmez Kalem, Hasan Coşar, Sınırsız Kitap Yayın, 142 Sayfa, Ağustos 2022, Çankaya – Ankara)
Geleğen Aşk
Çok sevgili üstadımız Hasan Coşar’ın şiirlerini derlediği Geleğen Aşk kitabını da atlamadan tümünü bir solukta okudum.
Öykülerinde olduğu gibi Hasan Coşar şiirlerinde de takıntısız, özgür, umut dolu bir dille iç dünyasını geniş bir şekilde bizlere açıyor.
Evet, duygu olmadan şiir olmaz elbette. Ama konu zenginliği, kelime hazinesi de bir şair için çok önemli konular.
Hasan Coşar ezilen insanların sesi olduğu kadar; doğanın da sesi oluyor, anne hasretinin, Filistin’de kahpe kurşunlarla can veren mazlumların çığlıklarının, Dersim Dağları’nın kültür köklerinin de, doğanın rüzgârının da sesi oluyor, aynı özle, aynı güzellikle şiirleriyle bunları bizlere ne de güzel sunuyor.
Hiç karanlığa, zorbalığa, zorluklara teslim olmayan Hasan Coşar mazlum – masum duruşunun ötesinde yüreğindeki güneşle bizlere ulaşıyor, yanık sesiyle bizlere kendisini, kendi öz yurdunun insanının ve tüm dünya insanlığının ortak acılarını yalın ve yanık bir aktarıyor, bizlere sesleniyor.
Hasan Coşar küsmüyor dünyaya, bıkmıyor hayattan, tüm insanlığı bir barış, kardeşlik türküsünde buluşturuyor; haksızlıklara hep birlikte direnme utkusuyla bizlere haykırıyor; tüm dünya insanları kardeştir, kardeş olmalıdır, diyor.
Yüreği var olsun değerli, güzel insanımızın… Her daim yüzü gülsün… Güldükçe umutlar, kardeşlikler artısın yurdumuzda, tüm dünyada…
Ayhan Aydın
05 Şubat 2023
Kitaplardan…
Tükenmez Kalem
İkinci Cilt Öyküsü’nden
“Tahsin, sözün gerçek anlamıyla yeryüzünün kötülüklerden arınmış duru bir insandı. Hisleri kuvvetli, yürek kapısı açık, nezaketi genişti. Çevresinde olup bitene duyarsız kalmaz, bir şeyler hissettiğinde peşinden kovalar, yardımcı olmaya çalışırdı. Arkadaşlarını sabırla dinler, sıkıntılarını anlamaya çalışırdı.” (Sayfa: 7/8)
“Çaktırmamaya çalışarak derviş sakinliğindeymişçesine beklemeye geçtim. Hassasiyetimi sinir uçlarımızla oynamayan ilgililere hissettirmemem lazımdı. Sakin görünüyordum. Oysaki kupkuru bir dalın tek kıvılcımla tutuşacağı kadar gergin bir noktadaydım.” (Sayfa: 14)
“Sabrımı kuşanarak olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Bu nasıl bir illet, nasıl bir uygulamaydı? Okuma yazmaya duyulan bu alerji, bu kin, bu nefret nereden geliyordu? Beynim tarih oldu. Safaları çevirip duruyordum. Hypatia kitapları ile kiliseden cayır cayır yakılmıştı. Zerdüşt’ün kurutulmuş öküz derilerine yazılı çalışmalarının yakılmaması, Zagros dağlarına çıkan Büyük İskender’in ölümünün ardından Alamut Kalesi’ni işgal edenlerin ilk işlerinden biri Sabbah’ın bütün yazılarını yakıp küle dönüştürmek olmuştu. Dünyanın en büyük İskenderiye Kütüphanesi, bombalanarak ateşe verilmişti. Ve bunun gibi daha neler… Soluk aldırmadan işlenen bu kitap cinayetleri neden? Ne istiyorlardı kitapladan?” (Sayfa: 16/17)
“Hastalığımızı anlamışlardı: okuma yazma hastalığı! Bizi o girdaptan çıkarıp iyileştireceklerdi…” (Sayfa: 22)
Tükenmez Kalem
“…şu tükenmez kalem denen lanet şey, yazmıyor da yazmıyor. Kimi harflerin üzerinden defalarca geçiyor, cümleyi zor bela tamamlayabiliyorum. Eski Mezopotamya dönemlerinde yaşamış kavimlerin, düz kaya yüzeylerini oyarak yazdıkları çivi yazılarıyla uğraşıyorum sanki.” (Sayfa: 25)
Bandrol Şart
“Müdür Bey, şamatadan uzak, lacivert bir resmiyetin kalıplarında, çelimsiz ama kendinden emin, üzerine geçirdiği yetkinin şehvetiyle doluydu.” (Sayfa: 50)
Her Evlilik Acılı Bir Öyküdür
“Mine Selda’nın açıklamak üzere ağzında bir şeyler sakladığını hissediyor, onun arkadaş piyasasını sarsacak sismik raporlar vereceği anı bekliyordu.” (Sayfa: 58)
Yatak Odası
“Nurcan dalgındı. Ayla’yı dinlemişti ama gözlerinin ayasında mendil satan çocuk, aklında kaderi yoksulluğa yazgılı Yüreğirliler vardı.” (Sayfa: 86)
“Ayla Kurtuluş Parkı’yla gönü kapatmak istiyordu. Bu parkı seviyordu. Nurcan’ın da parktaki ağaçlar arasında kuş sesleri eşliğinde yapacakları bir yürüyüşle ferahlayacağını düşündü.” (Sayfa: 87)
Migrenle Gelen Aşk
“Hande önemsediğim, değer verdiğim bir akrabamdı. Evrendeki her bir güzelliği yeryüzüne nakşetmeye çalışırken öyküsü yarım kalmış, sevinci gülüşlerinden koparılmıştı. Uzun yıllardır hapis yatıyordu. İnsanı mutsuz edecek o kadar çok şey yaşamıştı ki önündeki engeller umutlarına dokunup hayallerini büyütmesine yol vermiyordu. Koşullar düzelsin diye bedenini üç yüz on gün açlığa yatırmıştı.” (Sayfa: 93)
“Birkaç haftadır Kadıköy Moda Sahili’nin müdavimleri olmuştuk. Buluşma noktamız, geliş yönümüze göre Altıyol Boğa Heykeli ya da vapur iskelesiydi. Her iki durumda da istikamet Moda olurdu.” (Sayfa: 99)
Gıda Tüccarının Egosu
“Zafer yeryüzündeki en mutlu insandan daha mutlu görünüyordu. Fransa işgalini gerçekleştirmiş bir Napolyon’un ruhsal servetine konmuş gibi sık sık kıyafetler değiştirir, bir kilometre mesafeden “Beni gör, beni gör.” diye seslenen renk cümbüşü gömlekler, tişörtlerle dolaşırdı.” (Sayfa: 120)
Meriç’in Rüyası
“Sokak lambaları yanmıyordu. Kapı ve pencereler imdat çığlığı atarak birbirlerini dövüyor, beton merdivenler yerlerinden hareketlenmiş kendi kendine yürüyorlardı. Sokaklardaki kediler yalvarırcasına miyavlıyor, köpekler acı acı uluyorlardı. İnsanlar karartılar halinde telaşla koşturuyorlar, temposu giderek yükselen bağırtılar, kimin ne dediği anlaşılamayan çığlıklar birbirlerine karışıyordu.” (Sayfa: 135)
Geleğen Aşk
Rüyalarımda Desenler
Koskoca bir harita çizdim
Duvara
Gömdüm içine
Karanlık kör geceleri.
Rüyalarımdan desenler yaptım
Bir taş
Bir tank
Faris
Ve bir de
Açlığa gözlerini yuman
Manisa’dan bizim Merve.
Uyandım
Sabahın bir saatinde
Sığıncıklar konuk olmuş
Tülsüz pencereme
Sekiyor telden tele
Gözleri boncuk bir serçe
Dimağımda ışığı
Apaydınlık ufukların
Hele şu yangına bakın
Nasıl da tutuşuyor ocaklar yeniden
Güzel bir dünya için
Fırtına gibi çarpıştı Filistin
Venezüella, Nepal, Lübnan..
Paris’de isyandaydı öfkeli göçmen.
…. (Sayfa: 9)
Suskunluğun İntiharı
Toprak sıcak ve yorgun
Kentler tutsak
Özlemler zincirli
Yarınlara sevgiler damıtan
Umutlar bedel bedel
Aynı çöplükte yaşama tutunur
Gülkurusu çocuklarla martılar
Ağaçlar ürperir
Bakır teninde toprağın
Susuzluğu
Külrengi ikliminden.
Buğday tarlaları tedirgin
Başaklar kan lekeli
Vicdanlar kabuklarına çekildi
Dilsiz
Analar dokununca tenine
Kayıp yıldızlarının
Soluklanacak göğüslerindeki vuruşlar
Dövündüler
Kimsesizler yurdunda bir ömür.
Bu ülkede şarkılar hüzünlü
Yaşam erken kırılır
Ey vicdan neredesin
Ses ver
Acımasızca dövüldü dağlar
Kırbaçlar şakladı
Göğsümün kafesinde
Vücudumda kördüğüm
Vahşetin yankısı
Kan kokuyor bu memleket kan
Gülümseyen kalplerine bırakıp
Fırtınalar estirerek veda etti
Lirik serüvenlerde
On binlerce can
Gece devriyesindeyken yıldızlar
Işık karanlığı öfkeyle döverken
Küskün otlar dile geldi
İntihar etti
Kederli suskunluklar
Dost omzuna yaslanan düşler
Heeey
Ufka açılıyor ılık bir neşeyle
Alev alev bağrımızdaki sancılar. (Sayfa: 25/26)
Gitme
Göremem bir daha
Gül kurusu yüzünü
Kucaklayıp sarılamam
Öylece
Boş kalır kollarım
Öpemem anne yüreğim yanar.
Gitme
Yolların tuzaklandığı zamanlarda
Patikaların büyüsüne kayılma anne
Işıldayan gözlerini kapatıp
Kucağındaki şefkate doyumsuz bırakma
Uçma uzaklara yakalayamam
Yakalayamam anne yüreğim yanar.
Gitme
Toprağın soğuk yüzüne
Yüzünü yaslama anne
Avuçlarında yudumlayamam güneşi
Sinemde saklı kalır özlemlerim
Gözlerim kararır yazamam
Yazamam anne yüreğim yanar… (Sayfa: 100)
Hasan Coşar
1962 yılında Dersim’de doğdu. Tunceli Öğretmen Okulu’nda okudu. Çok genç yaşlarda sosyalist fikirlerle tanıştı. O günlerden itibaren yaşamına bir devrici olarak yön veren Coşar, altı yılı 1980 Darbesi döneminde olmak üzere yaklaşık on üç yıl hapis yattı.
Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi olan Coşar, bir dönem İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Merkez Yönetiminde yer aldı. Uzun yıllar sosyalist gazetecilik yaptı. Çok sayıda makale ve araştırma – inceleme yazıları yayınlandı.
Coşar’ın “Tarihte ve Günümüzde Kadın”, “Sosyalizm Ütopyası” ve “Geleğen Aşk”, “Tükenmez Kalem” isimleriyle yayınlanmış kitapları vardır.