YUNANİSTAN GEZİSİ (14 - 21 Mart 2023)
YUNANİSTAN GEZİSİ
Gönülden bağlı olduğumuz Rumeli benim için bir sevda halidir. Bu sevdayı yaşamayanlar bilemezler. Her türlü zorluğu, sıkıntıyı yenerek yine yollara düştük. Seyyid Ali Sultan Korumu Heyeti Başkanı çok sevgili Ahmet Karahüseyin’in davetlisi olarak 19 Mart’ta, Yunanistan'da Rumeli'nin Gözcüsü - Kutup Yıldızı Seyyid Ali Sultan / Kızıldeli Ocağı - Dergâhı’nın Kalbindeki Barış ve Kardeşlik Yurdu olan Ruşenler Köyü’ne gittim.
Köyün hemen girişindeki mezarlıkta türbesi olan köyün de kurucusu olarak kabul edilen bir eren olan Ruhşen Baba’yı bu işleri başlatan Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti ilk başkanı Hasan Çengel’in kabirlerini ziyaret ettim.
Tüm Balkanlar’da yaşayan Türk / Alevi – Bektaşi toplumu gibi Ruşenler Köyü’nün de çileli halkı, her şeye rağmen inançlarını, kültürlerini yaşatıyorlar.
Baharın gelişi, Hz. Ali’nin doğum günü, Hz. Fatıma ile evlendiği gün olarak kabul edilen Sultan Nevruz’u bugüne kadar Yunanistan’da yaşamamıştım.
Genel olarak, Türkiye’deki ve Batı Balkanlar dediğim, Arnavutluk, Makedonya, Kosova’da halen inançlarını ve Sultan Nevruz’u çok canlı bir şekilde yaşatan Bektaşi toplulukları gibi Bulgaristan’da, Yunanistan’da yani Alevi – Bektaşi toplumu diyebileceğimiz topluluklar içinde bildiğimiz manada Sultan Nevruz’un kutlanmadığını biliyor, ya da duyuyorduk. Bulgaristan’da bir seferinde Razgrat bölgesinde şiirler, oyunlar, nefeslerle bu etkinliği bir toplantı ve spor salonunda yapmıştık.
Ama duymak başka görmek başka idi. 20 yıl boyunca yaptığımız gezilerde elde ettiğimiz, derlediğimiz bilgileri, söyleşileri, gezi notlarını bir araya getirdiğim yeni kitabımı ulu dergâha sunmak, hem de buradaki Sultan Nevruz’u görmek için buraya geldim.
İnançsal boyutu açısından her ne kadar Sultan Nevruz dense de, burada aslında yine birçok yerde gördüğümüz iç içe geçmelerin olduğunu anlıyoruz. Baharın gelişi, Hz. Ali’nin doğumu, Hz. Ali’nin Hz. Fatıma ile evliliği buradaki toplum tarafından 21 Martla ilişkilendirilse de, burada yine “birlik lokmaları” ekseninde bir etkinlik var.
Ama önemli bir alt, derin inanç uygulamasını burada görmek gerekir.
Yunanistan’daki Alevi toplumu, Alevi inancı ve toplumsal yapısı bakımından çok önemli olan “görgü cemlerini”, 14- 21 Mart tarihleri arasında yaptıkları için bu mart ayı o açıdan çok önemli oluyor.
Ama yine de 21 Mart’ı özel kılan, bu görgülerin mutlaka 21 Marta kadar tamamlaması gerekliliğidir. Bu bilgileri daha önce söyleşi yapıp, bunu da kitaba aldığım Ahmet Karahüseyin detaylarıyla bana anlatmıştı. Ayrıca bir diğer önemli “taç okutma”, “görgü cemi” de Muharrem ayında oluyordu. Aynen Balım Sultan Bektaşi Erkânı’nda olduğu gibi burada da, “Matem, Muharrem Orucu” bittikten sonra, muharrem ayının sonuna kadar görgüler yapılıyor. Yani burada yılda iki kez görgü oluyor.
Görgülerde de elbette lokmalar oluyor ama burada aynen Bulgaristan’da olduğu gibi tavuk ve yumurta faktörü belirginleşiyor. Yani canlarımız lokmaya tavuk ve yumurta da getiriyorlar.
İşte 21 Mart günü de, gözlemlediğim, köylülerin ortaklaşa kararı ile “birlik lokması” için kurbanlar kesildi, tavuklar, her türlü yiyecek imece usulü tüm köylülerin ellerinde ne varsa, güçleri, istekleri, evde ne varsa, Ruşenler Cemevi’ne getirildi. Cemevi yanında erkeklerin de yardımıyla ocaklar yandı, kazanlar da etli pilav (pirinç), fasulye pişirildi. Cemevi’nde kadınlarımız maharetle salatalar yaptılar.
Akşam saatleri olunca, kadınlarımız yerlerin darlığı nedeniyle çocuklarla birlikte cemevinde toplanıp muhabbet ettiler, lokmalarını yediler. Aynı zamanda eğlendiler.
Dışarıda ise, erkekler masalarda yine kendi aralarında sohbet edip, lokmalarını yediler. Köyün dedesi lokmadan sonra dua okudu.
Burada erkek – kadın ayrımı olmasa da, biraz daha çok kadınların önem verdikleri, bir araya gelip biraz da işin içinde eğlence olarak bu etkinliği sevinçle karşıladıkları görülüyor.
Öğrendiğimiz kadarıyla Hıdırellez’de benzer bir şekilde bu sefer kırda bir araya gelen canlarımız lokmalarını yerken, ateşten de atlıyorlarmış.
Burada ise 21 Martta ateşten atlama geleneği yokmuş. Yeni yeni kültürel etkileşimin de etkisiyle bazı canlarımız yaktıkları ateşten de atladılar. Türbedar Müslüm Çolak’ın “Ayhan bey, bizim buralarda eskiden, dedelerimizden duyduğumuz kadarıyla böyle bir şey yok, lütfen bunu çekmeyin” demesi üzerine ben de bunu kayıt altına almadım.
Hem inanç konusunda, hem de buralardaki tüm gelişmeleri en iyi bilen çok değerli başkanımız Ahmet Karahüseyin’le bir söyleşi yaptım.
Daha önce kendisinden yöre kültürü ile ilgili çok detaylı bilgiler almış, bunu kitabımda yayınlamıştım. Ama artık çekim kalitesi çok düşse de, son umudum olan cep telefonum sayesinde onunla bir saat kadar bir söyleşi yaptım.
Ahmet Karahüseyin yöredeki inanç ve kültür konularında bizleri aydınlattı. Kendisine minnettarım.
Değerli dostlar, bilmelisiniz ki, gönlü Türkiye sevdasıyla dolu, inançlı, bilinçli, sevgi dolu yüreğiyle sadece herkes için, tüm dünya için iyilik isteyen Ahmet Karahüseyin’e karşı Türkiye’ye giriş yasağı uygulanmaktadır.
Türkiye’de despot, otokrat, karanlık bir sistem kuran Recep Tayyip Erdoğan – AKP karanlık rejiminin uzantıları olarak tüm Balkanlar’da Alevi – Bektaşi toplumunu asimile etmek isteyen karanlık odakların tertipleri sonucu bu gül yüzlü başkanımız canı gibi sevdiği ülkemize girememektedir.
Bu acıyı yaşayanlar bilir.
Yıllar yılı yine aynı karanlık oyunlar sonucu çok sevdiğim Bulgaristan’a gidememiştim.
Bulgaristan’ı da, oradaki Türk / Alevi –Bektaşi toplumunu da canım gibi severim. Yıllar yılı orada araştırma yapmam engellenmiş oldu, aradan yine asimilasyoncu, çıkarcı sırtlanlar Deliormanlar’da gezmeye başladılar. Asıl iş yapması gerekenler engellenirken, toplumu yozlaştıranlar oralarda cirit attı.
Yeryüzünde veremeyecek hiç hesabımız, aynı zamanda tüm dünya bilsin ki, hesap göremeyeceğimiz hiçbir güç de yoktur.
Tüm dileğimiz, bu çok sevgili başkanımızın yasağı benim ki kadar uzun sürmemesi, bir an önce bitmesidir.
Her zamanki gibi beni bağırlarına basan başta Zöhre – Ahmet Karahüseyin çifti olmak üzere, gönülleri sevgi dolu tüm Ruşenler Köyü ve aydınlıklar içindeki Batı Trakya / Rumeli insanların kucaklıyorum.
Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle…
Ayhan Aydın
23 Mart 2023
Mehmet Şilli Baba
Mehmet Şilli Baba
Uzun yıllardan beri tanıdığım, hanesine birçok kez mihman olduğum Mehmet Şilli erenlerimiz 02. 01. 1951 Malkara Teslim Köyü, 1960’dan sonraki ismiyle Sarıpolat (Mahallesi) doğumludur.
Mehmet Şilli Baba erenler aslen anne – baba tarafı Kızıldeli süreğinden bir Bektaşi Babasıdır. Babasının kökleri Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın bulunduğu Yunanistan Ruşenler Köyü’ndendir.
1974 İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezunu olan Mehmet Şilli Baba erenlerimiz Lüleburgaz Yenibedir Köyü’ndeki Ali Haydar Harpaslan Baba’nın yerine baba postuna bir değerli bir inanç önderimiz.
Yıllar yılı çizgisini hiç kaybetmeden, her daim Alevi – Bektaşi kurumlarına olumlu bakıp, onların etkinliklerine katılan, hep bir şekilde konuşmalarıyla birleştirici bir rol üstlenen Mehmet Şilli Baba sultanımız halen araştırmaları, sohbetleri, konuşmalarıyla yolu aydınlatmaya devam etmektedir.
Farklı zamanlarda birçok kez söyleşi yaptığım, çeşitli toplantılarda, radyo – t.v. programlarında, Anadolu İnanç Önderleri Toplantıları’nda bir araya geldiğimiz Mehmet Şilli Baba’nın konuya genel yaklaşımlarını içeren 2007’de Cem T.v.’deki bir söyleşimizden bir bölümü buraya aktarmayı uygun buldum.
Mehmet Şilli Baba’yla birçok konuda sohbet ediyoruz.
Yolun aydınlığı kadar kendi aydınlığını da Bektaşiliğe aktarmak isteyen Şilli Baba gerçek bir aydın. Sürekli okuyan ve araştıran Mehmet Şilli tekniği de iyi biliyor. Bilgisayarını yanından ayırmayan Baba, kaset, cd. Vs. her türden teknik veriyle gelişmeleri takip ediyor. Kendisinin en önemli özelliklerinden birisi de Alevilik ve Bektaşilik arasında sanki çok büyük ciddi farklılıklar varmışcasına bu iki büyük inanç kurumunun birbirinden uzak tutulmasına karşın, dedelerin, babaların tanışıp kaynaşması isteyen; varsa sorunlar, sorular buluşup bunları halletmekten yana olan bir Bektaşi babası olması. Erkanlarda farklılıklar olabilir, ibadet şeklinde, algılayışında, sosyal yaşamda farklılıkların olması çok doğaldır, diyen Mehmet Şilli Baba en büyük hatanın insanların konuşmadan, tanışmadan birbirleri hakkında hüküm yürütmeleri olduğunu vurgularken, Aleviliğin de Bektaşiliğin de aynı değerler üzerine yükseldiğini, Bektaşilik içinde de farklı yorumların olmasının da yine doğal olduğunu aradaki soğuklukların ve yanlış anlamaların zamanla ortadan kalkacağını söylüyor.
Sabah ise Refik Engin’i alarak Lüleburgaz’a doğru hareket ediyoruz. (2 Aralık 2005)
Lüleburgaz’daki bir toplantıda Mehmet Şilli Baba’nın konuşmasından bir bölüm: Bence Alevi İslam değil Batinilik kavramı ön plana çıkarılmalıdır.
Zaten bu tabir eskiden beri vardır: Bizler Batin ilminin Alişan erleriyiz, derler. Bence İslam, Aleviliğin içindedir. Alevilik Sünniliğe sığmaz. Bektaşilik’te 4 namaz vardır. Bektaşilik’te 5 kıble vardır. Bizlerin inancımızı tartışacağımız toplantılara ihtiyacımız var. Bence Hz. Ali Cenkleri çok önemli. Gizli olan bizim inancımızdır. Aslında “mum söndü diye bir şey vardır” ama bu iftira neden bizim üstümüzde tuttu? Bektaşilerde Meydan Rahimdir, deriz.
Türkiye’de Alevilik eleştiriliyor, Sünnilik niye eleştirilmiyor?
Mehmet Şilli’yle Söyleşi
Kendisiyle Cem T.v.’de, 2007’de yaptığım bir programda özetle bana şunları anlatmıştı. Bizim Trakya’ya baktığımız zaman dört beş tane sürek var. İşte Babagan Bektaşi süreği var, Kızıldeli Bektaşileri var, Ali Koç’lu Bektaşiler var, Gülşaniler ya da Bedreddiniler var. Bunun dışında bir de kendisini Alevi olarak niteleyen guruplar var.
Şimdi bunların inanç bazını incelediğiniz zaman, hepsi aynı şeye inanıyorlar.
Hakk – Muhammed Ali / Hünkâr Hacı Bektaş Veli diyorlar. Ama yüzyıllar boyunca olan kopukluk nedeniyle de, ibadet ritüellerinde birbirlerine benzeyen birçok noktalar olmasına karşın, birbirine benzemeyen noktalar da var.
Fakir birçok gurupların cemine girdim; Kızıldeli Cemine girdim, Ali Koç’ların cemine girdim, Gülşenilerin cemine de girdim. Ortak noktalar da çok, farklı noktalar da çok.
Bunun nedeni zaman içinde kopukluklardır.
Bunun nedeni birbirleriyle haberleşemek, bilgi alış verişinde bulunamamadır. Aynı durum Anadolu’da da vardır.
Derler ki, Anadolu’da dedelik babadan oğula geçiyor. Bu genellikle bizim Bektaşiler tarafından tenkit edilen bir noktadır. Bu nasıl olur, diyorlar. Ama şöyle bir düşündüğün zaman bir dedenin inancını öğreteceği en yakınındaki kişiler ise onun kendi çocuklarıdır.
Kendi çocuklarını küçüklükten itibaren yetiştiriyor, dışarıya açılamıyor, çünkü dışarıda, duyulduğu zaman neyle karşılaşacağı belli değil.
Cemler gizlilikle yapılıyor, gidildiği yerlere gizlilikle gidiliyor, başka amaçlarla gidiliyor. Gittiği zaman kendisini tanıtmak için özel bir takım selam şekilleri var.
Şimdi Alevi - Bektaşi bir topluma girince ellerini göğüslerine götürürler, selamlarlar. Bir kahveye gidince böyle selam verilirse, Bektaşiler anlar ki gelen Bektaşi’dir, Bektaşi olmayan bunu anlayamaz. Böyle bir ortamda tabii ki kopukluklar olacaktır.
Alevilik – Bektaşilik fakire göre ikinci doğuşunu doksandan sonra yapmakta (1990).
1990’dan beri Alevi belgeleri, Bektaşi belgeleri toplanmaktadır.
Bunlar çeşitli dergilerde y ayınlanmakta.
Alevilik - Bektaşilik konularında Diyanet İşleri Başkanlığı dâhil, bir çok Sünni kurum da araştırmalar yapmakta.
Birçok kanalda Alevi – Bektaşi ileri gelenleriyle programlar yapılmakta.
Dolayısıyla ilk defa Aleviler – Bektaşiler gün ışığına yeni yeni çıkıyorlar.
Bugün yaşanan farklılıklar, fakire göre geçmişten gelen farklılıkların devamı.
İnsanların alışkanlıklarını, geleneklerini terk etmeleri çok zor.
Gelenekler alışkanlıklar nesillerle terk edilir, kişilerle terk edilmez. Yedisinde neyse, yetmişinde odur derler, gerçekten de o doğrudur. Ama yeni doğan nesil eski değerler üzerine yeni değerler koyar.
Benim kanaatim Alevi – Bektaşi kitlesi, yeni yeni tanışıyor, farklılıklarını yeni yeni keşfediyor. Bu farklılıkları gördükçe, ilerde mutlaka birleşecektir.
Çok da güzel çalışmalar yapılıyor. Şahkulu Sultan Dergâhı’nın çok güzel yayınları var, Cem Vakfı’nın çok güzel yayınları var. AABF. Kendine göre yayınları var, üniversitelerimizde Hacı Bektaş kürsüleri kuruluyor, birçok eski belge gün ışığına çıkarılıyor.
Şu anda Arnavutluk’taki Bektaşi belgeleri inceleniyor.
Ben çocuktan hatırlıyorum; babamlar Kızıldeli Yolu’na mensupturlar, o yolda yürürlerdi... O yolda nasip almışlardı, uzun yıllar o yolda ibadetlerini yapmışlardı, biz sağa sola söylemezdik (söyleyemezdik) (Bektaşi kimliğimizi).
Trakya hala bundan çekiniyor.
Anadolu Alevileri de yakın zamana kadar çekiniyorlardı.
Sonuç olarak yüzyılların getirdiği baskıların bir sonucu bu.
Bugün kendimizi yeni yeni tanıyoruz, birbirimizi tanıyoruz, farklılıklarımızı vurguluyoruz, benzerliklerimizi vurguluyoruz ve bir ortak paydaya doğru gidiyoruz.
Ortak bir paydaya gitmek ancak ve ancak bilmek suretiyle olur.
Bilemiyorsanız yapamazsınız. Bildiğiniz zaman kendinizi eleştirirsiniz. Bu eleştirilere kendinizde cevap aradığınız zaman, bunu da kendinizde bulursunuz. Hünkâr Hacı Bektaş demiştir ki, “her ne ararsan kendinde ara”…
Bütün ayrımlar, bütün farklılıklar, bütün çözümler bizde var.
Ben inanıyorum ki bu farklılıklar birkaç yıl içinde ortadan kaldırılacak, ortak paydada mutlaka buluşulacaktır. Çünkü büyük çalışmalar var.
Bence bu konudaki en önemli gayretlerden birisi de Alevi – Bektaşi eğitiminin başlaması gerekir. Bu konuda da birkaç kitap yazılmış, Alevi Bektaşi Eğitim Sistemiyle ilgili kulakları çınlasın Av. Şakir Keçeli Baba erenlerimiz var. Cem Vakfı’nın, AABF.’nun hazırladığı bir ders kitabı var.
Bunlar bence çok güzel gelişmeler. İnanç kristalleşmeye başlamış. Bu ders kitapları yaygınlaşır, okunur, ilk defa Alevi – Bektaşi kitle tarafından anlaşılırsa, diğer kitlelerin anlaması daha da kolay olur.
Evvela bizler okuyalım, bizler anlayalım onu, eğer eksiklikler, yanlışlıklar varsa, katkıda bulunacağımız yerler varsa, bu konuda katkıda bulunalım, bu kitapların her kesimden okunmasını sağlayalım.
Bence ise asıl yapılması gereken bugün için en önemli şey; Alevi – Bektaşi kesiminin görev aldıkları Alevi – Bektaşi Yüksek Okulunun kurulmasıdır.
Burada batini ilimler dediğimiz konuların işlenmesi gerekir.
Bugün artık birçok belge, bilgi, kaynak eserler bulunmaktadır.
Bunlardan çıkacak ilginç konuların da artık işlenmesi, incelenmesi, aktarılması gerekir. Onuncu, onbirinci, on ikinci yüzyıllarda tasavvuf erbapları çok önemli buluşlar yapmışlar. Bizler Ömer Hayyam’ı bizler sadece bir şair olarak rubailerinden biliyoruz.
Ama onun bir geometriciliği, astronomluğu, tabipliği var.
Bilimsel çalışmalar, araştırmalar, yeni yeni yayınlar bizleri ileri götürecektir. Her şey zamanla oluyor. Ama ben ümitliyim. Zamanla yeni yeni kazanımlarla, yeni dönemlerde bu güzel yolumuz yaşayacaktır.
Sevgi ve muhabbetlerimle…
Ayhan Aydın
Çocuklara Ve Çocuk Kalabilenlere 7 Gece, 7 Masal
Yeğenim Derinsu’ya Ve Tüm Çocuklara Ne Güzel Bir Hediye!
Çocuklara Ve Çocuk Kalabilenlere 7 Gece, 7 Masal
Bazen insan bir sınırdadır, bir geçiş yerindedir. Akdeniz’le Atlas Okyanus’unun suyu da birbirine karışmazmış; bir yere gelirsin ama sınırı geçişin çok zor olur bir taraftan bir tarafa.
Çocukluğumdan beri sürekli okuyorum, bize her zaman büyük bir sevgi veremese de rahmetlik babam, hele de annem devamlı okumamız konusunda her daim bizleri teşvik ederdi. Hatta babam dağı taşı aşıp, karlı günlerde de olsa, öğretmenlerin istedikleri ders kitabı olsun, başka kitaplar olsun ne yapar yapan bulur getirirdi eve. Annem ise sobanın fokurdayan sesleriyle lezzet sunan kıt imkânlarla hazırlanmış yemekleri kontrol eder, bir mutfağa girer, bir odaya geçir ama bakışlarını bizim üzerimizden hiç ayırmazdı, ders çalışırken. Kardeşim Seher’e de bana da bu güzellikler her daim verildi.
Ama benim asıl okuma serüvenim, aşkım belki de doğuştandır. Ne bileyim, her daim haylaz bir çocuk olarak sokakları alt üste edercesine saatlerce oyun oymayı bırakmamamın yanında müthiş de çalışkan, okuyan bir öğrenciydim.
Annemin bana pazardan aldığı Arı Maya öykü kitabı ise hatırlayabildiğim kadarıyla ilk okuduğum öykü kitabıydı.
Zamanla şiirler, romanlar, araştırmalar ağırlık kazandı, yıllar yılı ayda yaklaşık on kitap okuyan bir insan oldum. Bu beşe kadar inse de her türden kitap okuma alışkanlığım hep sürdü gitti, bugünlere geldik.
Ama şimdi ben kendimde bir boşluk, eksiklik hissediyorum; tarih, sosyoloji, antropoloji, araştırma v.s. yanında şiir, roman bende bir tutku olan türler.
Öykü de elbette var, hem de çoğu önemli öykücüyü de okudum ama yine de bunu az buluyorum.
Bir de çocuk ruhlu, her daim çocuk kalan bir insan olarak çocukların dünyasına daha az girdiğimi gördüm.
Hâlbuki ben o kadar çizgi filmleri, masalları seven bir insanım.
Demek ki, zor olsa da insan bir adım atmalı, bazen biraz değiştirmeli her daim gitti yolları okuduğu kitap türlerini…
Biraz daha çok öykü, biraz daha çok çocuk kitabı…
Şimdi ise ailede bir canımız filiz veriyor, yeğenim Derinsu… Pırıl pırıl bir zeka, merak, duygu, his… tüm çocuklarımız gibi ne verirse aile, okul, devlet onu alacak… Öyle yaşamı belirlenecek…
Onun da çok okumasını, her türden kitap okuyan iyi bir okur olmasını istemek sanırım benim de bir dileğim…
Epeydir onu düşünüyorum; Türkiye’nin her geçen gün çağdaş – laik - bilimsel eğitimden koptuğu bu ortamında, gül yüzlü yavrularımız, gençlerimiz her zamankinden, bizlerin yaşadıkları dönemden de daha çok beslenmeliler öykülerle, şiirlerle, kitaplarla…
Çünkü Türkiye bu konuda her geçen gün geriye giden bir ülke oluyor maalesef.
Derinsu’ya Öykü – Masal Kitapları…
Daha önce Küçük Prense Mektuplar diye kimi günlükler, notlar içeren yazılarım vardı…
Şimdi de canımın parçası yeğenim Derinsu ve tüm çocuklarımıza, gençlerimize seslenmek isterim.
Okuduğum çocuk – gençlik kitaplarını onlara aktarmak isterim.
Dün her geçen gün yeni yeni kitaplarla güçlenen yayınevimiz Demos Yayınları’na uğradım.
Çok güzel, hoş sohbetlerden sonra, her daim olduğu gibi rafları defalarca gezip, kitaplara göz attım. Daha önce dikkatimden kaçan bir kitap kapağıyla bu sefer dikkatimi çekti; Çocuklara Ve Çocuk Kalabilenlere 7 Gece, 7 Masal…
Çocuklara ve çocuk kalabilenlere masallar anlatan bir güzel kitap.
Fatma Gök Algan imzasını taşıyan kitabı gerçekten bu sabah bir solukta okudum.
Bu kitabı okurken kitaba kendisini kaptıran bir kişi olarak okudum satırları, birbirinden güzel öyküleri- masalları. Bir an kendimi bıraktım akıntıya…
Burada gördüğüm klasik masallardan esintiler olsa da, yazarın kendi özgün kimliğiyle, düşünce dünyasıyla yazdığı bu kitapta; yaşam, çevre bilinci, insanlık erdemi, hayvan sevgisi, büyüklere vefa, umut dolu bir şekilde yeni yeni masallarla karşılaşmamızdı.
Akıcı dili, olayları aktarırken zengin imgelerle birçok örnekten yararlanıp çocukların –gençlerin düşünce dünyalarında ufuklar açması, tekdüze bir anlatım yerine zengin sözcük öbekleriyle öykü kurma başarısından dolayı kitabın yazarını tebrik etmek gerekir.
Yazar kitabın önsözünde belirttiği gibi; “Toplumsal ve ahlaki değerlerle harmanlanmış her masalda çocuklar, sabrın, iyiliğin, dürüstlüğün, sevgi ve saygının önemini daha iyi kavrayacaklar.
Unutmayın! Her kitap bir damladır ve hayat okyanusu damlalardan oluşur…” (Sayfa: 8)
Yine birbirinden güzel masalların birisinin sonunda yer alan şu öğütleri de buraya almak çok yerinde olacak.
İşte benim de yeğenim Derinsu’ya ve tüm çocuklara – gençlere tavsiye edebileceğim bu kitaptan, yine herkesin gönlünde yer etmesi gereken altın öğütler.
“benim canım çocuklarım! Her şeyden önce kalbinizdeki sevgiyi hiç kaybetmeyin.
Kötü olan her şeyden uzak durun.
Her zaman mütevazı olun, hiçbir zaman kibirlenip böbürlenmeyin.
Hayatınız boyunca hep adil olun, adaletten hiç ayrılmayın.
Her zaman zalimlerin karşısında ve mazlumların yanında durun.
Hiçbir zaman yalan konuşmayın ve doğruluktan hiç ayrılmayın.
Hiçbir zaman emanete hıyanet etmeyin.
Hayatınız boyunca hep merhametli olun…” (Sayfa: 140)
Hepinize sevgiyle kucaklıyorum.
Muhabbetle kalın…
Ayhan Aydın
04 Mart 2023
Haydar Özdemir Son Yolculuğuna Uğurlandı...
Şahkulu Sultan Dergâhı’nda Hızır Erkanları…
Şahkulu Sultan Dergâhı’nda Hızır Erkanları…
Alevi – Bektaşi inanç dünyasında çok ayrı bir yere sahip olan Hızır; adına oruçlar tutulan, cemler sürülen, lokmalar dağıtılan “bolluğun, bereketin, darda kalanların bu darlıktan kurtulmalarının” bir sembolüdür.
Hızır; bir peygamber olarak nitelendirildiği gibi bu inanç yapısında bir ermiş, eren olarak da darda-zorda kalanlara yardım etmesinin ötesinde, iyilerin yanında, insanlara sağlık, bolluk, bereket getiren bir büyük yardımcı güç olarak anıla gelmiştir.
Özellikle ülkemizde Dersim ve çevresinde; Tunceli, Erzincan, Sivas, Erzurum, Malatya, Adıyaman, Bingöl buradan da, Tokat, Amasya, Samsun bölgelerinde daha da derinden hissedilen bir aşkla bağlanılmış her daim ama özellikle zemheri (kış) aylarında aralık – ocak – şubat aylarında gönüllerden daha çok anılan, adına çeşitli hizmetler (erkânlar) yapılan bir kurtarıcı yol önderidir.
Hızır; ortak hafızalarda, bazen bir kamber, bazen bir peygamber, bazen gaiplerden, çok uzak diyarlardan, karlı yollardan çıkıp gelen gül yüzlü bir dede sultan, baba erenler olmuştur.
Hanelerde her zaman başköşededir, dillerde, gönüllerde her daim zikredilen ulu dağlarla özdeş, fırtınalar arkasından gelen ılık bir nefes, baharın özlemcisi, getiricisi, yaralara merhem süren bir el, ambardaki en son pişirimlik çocukları aç koymayacak son bir tas un, unla gelen bereket olmuştur Hızır…
Hızır gelsin, bereketiyle gelsin, aşkıyla gelsin, boz atıyla gelsin, dertlere derman o güzel diliyle gelsin, leblerinden ballar süzülen ak yüzüyle gelsin, babamız gelmiş olsun, atamız gelmiş olsun, dertlerin de sonu gelmiş, karanlıklar gidip aydınlıklar gelmiş olsun…
Hızır; apaydınlık bir yarın olarak yeni gelen yılın, yeni günün güneşidir, ayıdır…
Hızır; Anadolu’da Peygamberden de öte bir anlam taşır yüce dağların ardından sonsuza kadar bitmeyen bir özlemle yolları gözlenir bitmez bir umut kaynağıdır…
Adına kurbanlar kesilen, özde birlikle çerağlar yakılan, lokmalar yapılıp mutlaka bir can insanla pay edilen Hızır günlerinde de Alevi – Bektaşi toplumu bir araya gelip, inançlarını yaşarlar.
Köylerde, kırlarda türbeler, ziyaret makamları, su gözeleri, ulu ağaçlar, mezarlıklar, dağların zirveleri ziyaret edilir.
Birlik, beraberlik için “Hakk – Muhammed – Ali” aşkıyla münacat duaları yapılır, gönül birliği, dileklerin gerçekleşmesi için aydınlık bir gelecek özlemiyle çerağlar yakılır, daha çok hamur işleri denilen undan lokmalar yapılır, kurbanlar kesilir, muhabbetler edilir, deyişler söylenir.
Bazı yörelerde perşembeden perşembeye gelecek şekilde bir hafta, bazı yörelerde sonu perşembeye gelecek şekilde üç gün oruçlar tutulur sonrasında da cemler sürülür.
Tüm Türkiye’yi sarsan, gönülleri yaralayan, tüm Türkiye’ye kanlı gözyaşları döktüren gerçekten yüzyılda bir yaşanacak çok büyük deprem felaketinin etkisiyle de, yine “birlik, beraberlik” duygularıyla da insanlarımız bu sene Hızır’ı, Hızır Günlerini yaşadılar.
Hızır günleri dediğimiz Ocak – Şubat günlerinde dergâhlarda, cemevlerinde, evlerinden yapıp getirdikleri lokmaları buralara getiren insanlarımız dedelerden – pirlerden dualar aldılar, lokmalarını hakça pay edip, Hızır aşkına sürülen cemlere katıldılar.
Depremde hayatlarını kaybedenleri anıp gözyaşı döktüler.
Bu dönemde Alevi – Bektaşi toplumu inançlarındaki, gönüllerinde en büyük insan sevgisiyle yardımlaşma duygularıyla çok büyük bir kaynaşma gösterdiler.
Yüzlerce canımız ise dün Şahkulu Sultan Dergâhı’na lokmalarıyla geldiler. Dergâh adına “Hızır Lokması” hazırlandı, gelen tüm canlara pay edildi.
Akşamsa dergâhın post dedesi Cemal Sultan Ocağı’ndan Ali Doğan Dedemiz, Haydar Akgül Dede ile birlikte Cem hizmetini canlarımızla birlikte yerine getirdiler.
Ceme Şahkulu Sultan Dergâhı Yönetim Kurulu Üyesi Hikmet Kızılkaya, Engin Polat da katıldılar.
Gönüllerin birlendiği Hızır cemine katılan, lokmalarını getirip canlarımızla pay eden, diğer zamanlarda imkânları ölçüsünde deprem bölgesine yardımlarda bulunan sevgili canlarımıza selam olsun, aşk olsun…
Yapılan hizmetler ulu erenlerimizin ulu dergâhına yazılsın, birliğimiz, dirliğimiz daim olsun... Hızır'ın bereketi, birlik, beraberlik duyguları, insanlık sevdası evreni sarsın...
Alevi - Bektaşî Yolu'nun şulesi dünyaya yayılsın...
Yapılan hizmetler, dilenen dilekler, okunan hayır duaları erenlerimizin ulu dergâhına yazılsın...
Ayhan Aydın
17 Şubat 2023
Prof. Dr. Ahmet Yürür; Bence Pir Sultan Abdal En Verimli Dönemini Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Geçirmiştir.
Prof. Dr. Ahmet Yürür
Prof. Dr. Ahmet Yürür; Bence Pir Sultan Abdal En Verimli Dönemini Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Geçirmiştir.
Çok değerli hocamız Prof. Dr. Ahmet Yürür ile Cem Tv.’de 2007’de yaptığımız söyleşide Seyyid Ali Sultan Dergahı üzerinde de durmuştuk… Saygıyla anıyoruz…
Değerli hocam sizler Seyyid Ali Sultan Dergahı’na 3 kez gittiniz. İnşallah birliktede gideriz oralara. Biraz oralardan, oradaki dost insanlardan bahsedin bizlere… Seyyid Ali Sultan Dergâhı’ndan, oralardan bahsedin hocam, neler gördünüz oralarda?
Alevilik – Bektaşilik iç içe geçmiş kavramlar. Birisi olmayanca diğeri yaşayamaz. Bunlar içi içe geçmiştir gerçekten de, birisi olmadan diğeri yaşayamayan parçalardır. Bunlar muazzam kültür özellikleri taşıyan, etkinlikleri var. Bu Türkiye’de mesala bizim lise öğrenimi gördüğümüz yıllarda, müzikle birlikte başka dönemlerdeki kaynaklarda, halk sanatının, halk edebiyatının, bir dalı, parçası olarak geçer bu konular. Bu bence tutarlı bir metod değil. Türk müziği dediğimiz ana hazine, saraydaki Enderun okulunda yetkili olan Mevlevi tarikatının içerisinde oluşturulmuş bir kültürdür. Bu etkinlikte baktığımızda, bütün Türk Sanat Müziği ileri gelenlerinin yapısına baktığımız da Mevleviliğin buna büyük katkıları vardır.
Bunun dışındaki bütün müzik geleneklerini işte Halk Müziğinin de kaynakları vardır. Dergâhların bir eğitim yapıları vardı. Bunların içinde entellüktüel düzeyi çok yüksek ürünler ortaya çıkarılıyordu. Programda dinlediğimiz nefes var, bu sadece ruha değil zihne de hitap eder. Burada rakamlar vardır, rakamların dansı vardır. Burada ritim vardır, semah vardır. Bunun gibi nice zenginlikler vardır. Bunlar da gösteriyor ki Türkiye’deki geleneksel kültürün, sütunlarından bir tanesi de budur. Bu sütunlardan bir tanesi Alevi – Bektaşi geleneğidir. Bugün milli kültürümüzün temel yapılarından bir tanesi de budur.
Seyyid Ali Sultan Dergâhı’ndaki çalışmalarımıza gelelim…
O bölge doğrusu Yunanistan’ın çok ihmal edilmiş bir bölgesidir. Planlı olarak ihmal edilmiş bir bölgedir. Orda yaşayan nüfus, örneğin A.B.’nin sağladığı maddi desteklerden yararlandırılmıyor.
Batı Trakya bölgesi yani hocam.
Batı Trakya ama bu bölge daha beter bir durumda. Gümilcine, İskeçe gibi yerler, yol üstü olduğu için orada bir ticaret var, ekonomik etkinlikler var. Bu bölge hakikaten fiziki olarak ulaşılması zor olan, dağlar var. Oranın zemini tarihte, o dergâhın oraya yapılmasının da bir nedeni orasının sınır olmasıdır. Oradan Bulgaristan’a gidiliyor. Yürüyerek bile Bulgaristan’a gidebilirsiniz. Sınır kapılarını kapatmışlar. Sınır kapıları o bölgenin yaşamasını sağlamış hususladır. Kervanlar oralardan geçiyor. Bu ticaret için çok mühim. O kervan yani ticaret şimdi de olur o bölgede. Ama bunu engellenmiş. Maddi yönden de böyle bir dar boğaza girmiş olan, sosyal bir ortam orası.
Oradaki halkla konuştuğunuz zaman ise onlar da diyorlar ki, biz burada bir maddi gelir için oturmuyoruz. Orada oturmayı onlar bir görev olarak sayıyorlar. Çünkü o bölge Seyyid Ali Sultan’a Osmanlı Hanedanı tarafından vakfedilmiş olan bir yerdir.
Yunan hükümeti bu vakfı tanımamış. Vakıf yoktur, diyor. Fakat hukuken öyle değil tabi.
Hukuken bir vakıf kapatılamaz. Vakfın varlığı hala vakfa ait sayılıyor. İki köyün halkı yine kendi aralarında dernek kuruyorlar. Yani vakfın yerine halkın kurduğu bir dernek var.
Bu dernek vakfın maddi manevi varlığını korumak, geliştirmek, ilerletmek amacıyla çalışmalar yapıyor. O bölge insanlık tarihinin çokça savaşların cereyan etmiş olduğu bir bölgedir.
Dört milli sınır içerisinde yer almış bir bölge; Romanya, Bulgaristan, Osmanlı İmapartorluğu, Yunanistan. Biri aldığı zaman müthiş baskı yapıyor ve oradaki halkı kaçırıyor.
Ama bu vakfın varlığını zedelemiyor.
Başka bölgelerden aynı inanca sahip insanlar geliyorlar, o köyleri tekrar canlandırıyorlar. Bu çok anlamlı bir şey olarak geldi bana. O arazinin bir köylünün parsellediği bir arazi olmadığı oranın yola ait olduğunu, gayet bilinçle hisseden insanlar var orada. Bunu sürdürüyorlar. Bunun kendi kimlikleri olduğunu biliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı’nda orası çok zarar görmüş. Orada büyük savaşlar olmuş, aşağı yukarı insan kalmamış orada. Dergâh yaşamış. Savaştan sonra köylülerin boşattığı arazileri yine birileri gelmiş, yine dergâha bağlı olarak işletmişler.
Hocam orada uyanmak dünyanın en güzel duygularından birisidir. O doğa, o hava, o ortam… Dünyanın en güzel yerlerinden birisi orası… Sınırlar da aşılmaya başlandı. Eskiden çok zordu, Bulgaristan’dan insanlarımız oraya gelemiyorlardı. AB.’ye üye olunca Bulgaristan da, Yunanistan da, artık çok zorlayamıyorlar. Eskiden Bulgaristan’da yaşayan Bulgar vatandaşı olsalar da Türklerin Yunanistan’a geçmeleri engelleniyordu. Aynı şekilde zaten Yunan devleti de yöreye geçiş izni vermiyordu. Yeni yeni gelişmeler var.
Ama hala sınır kapısı kapalı. Orada büyük bir festival var; Seçek Festivali (Seçek Yayla Etkinlikleri), o festival insanın göğsünü kabartan bir festival. Tamamen oradaki o vakfiyenin köylerinin düzenlediği bir festival var. Yunan hükümeti bu festivale hayran. Yunan Kültür Bakanlığı Derneğe teklif yapmış, bu festivali demiş bize verin, biz yapalım. Siz işte sınırlı olarak yapabiliyorsunuz, biz daha da büyüteceğiz. Kati suretle biz vermeyiz demişler. Kendileri yapıyorlar. Türkiye’den bir takım sanatçı götürüyorlar. Güreş müsabakaları çok önemli, Türkiye’den güreşçi geliyor. Mesela Bulgaristan’dan katılım çok az. AB.’ye girmelerine rağmen şu anda geçişler çok zor, engel çıkarılıyor.
Değerli hocam Kasım kurbanı etkinliklerine iki otobüsle gelen canlarımız oldu. Onlara selam olsun. Yavaş yavaş o engeller kalkıyor. Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın kapılarını bizlere açan çok sevgili Hakan Çengel başkanımıza da çok geçmiş olsun, diyoruz, onu da anıyoruz.
Sevgili hocam Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın önemi nereden kaynaklanıyor?
Bir kere Seyyid Ali Sultan bir kere Türk, Osmanlı ve Bektaşi. Tarihinde de çok olağanüstü bir insan. Herkesin kendinde çok önemli özellikler bulabildiği çok önemli bir insan. Kaynaklar Osmanlıların Trakya’ya geçişlerinde ilk öncülüğü yapmış olan kişinin Seyyid Ali Sultan olduğu yazarlar. Bir takım velâyetnamelerde efsanevi şeyler de var. Malum Çanakkale Boğazı’na geliyor, bir avuç kum alıyor denize atıyor, denizde yol oluyor oradan geçiyor. Bu şekilde işi anıtsal boyuta getiren, efsanevi şeyler de var. Ama Seyyid Ali Sultan’ın oranın Türklere açılmasında büyük rol oynamış tarihi bir özelliği var. Oradaki Pomak denen nüfusun, gerekse Rumların da sempatisini kazanan oraya gelen Türkmenlerin onlarla kaynaşıp oranın ahalisini oluşturmasında büyük rol oynamış olan bir yer. Bu arada Anadolu ile Trakya coğrafyası arasında biz bu yüzyılın çocukları olarak, bir kopukluk düşünürüz daima. Burası ayrı bir, orası çok ayrı bir yer gibi gelir. Kültürel bakımdan son zamanlarda geliştirilen tezler bunun tersini gösteriyor. Pir Sultan Abdal, hakkında idam fermanı çıkarıldıktan sonra, gelip Seyyid Ali Sultan Dergahı’na sığınmış, hayatının en verimli çağın da orada geçirmiş olduğu söyleniyor.
Bir başka görüşe göre de Serez’li bir Pir Sultan Abdal varmış, o da ayrı bir Pir Sultan Abdalmış diye de söyleniyor.
Bence aynı Pir Sultan olacaktır. Efendim şimdi bizde bir moda çıktı, her şairden dört beş tane vardı, diye. Hatayi, Kaygusuz Abdal bilmem kaç taneydi, diye söyleniyor. Bunu söylemek için bir kanıt yok. Bu bence bilimsel bir yaklaşım değil, bu bence bir fantezi yaklaşım.
Bence Pir Sultan Abdal, Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda yaşamıştır.
Ömrünün orta kısmını, verimli bir kısmını orada geçirmiştir. Bunun kanıtı olarak da ben şunu gösteriyorum; o dergahta, onun çevresindeki vakfiye köylerinde, Pir Sultan’ın nefeslerinden başka bir nefes söylenmez. Yüzlerce Pir Sultan nefesi birbiri arkasına söylenir. Başka bir şairin nefesi de başkası tarafından çok nadiren, araya katar.
Yani bir Pir Sultan külliyatı gibidir, onların muhabbetleri. Ben bunun önemli bir kanıt olduğunu düşünüyorum. Çünkü Anadolu’da öyle değildir; Anadolu’da bir Pir Sultan söylenir, bir Hatayi söylenir, bir Kul Himmet söylenir…
Orada ise Pir Sultan’dan ibaret bir repertuar var. Belki bunun üzerinde durulabilir.
Toplumumuz Büyük Kaybı...
Ülkemizin çok saygın bilim insanlarından, etnomikolog, aynı zamanda Bektaşi Babası, Prof. Dr. Ahmet Yürür hocamız sonsuzluk alemine göçmüştür.
Hakk rahmet eylesin. Nurlarda yatsın...
Kızı çok sevgili hocamız Yrd. Doç. Dr. Gül Kızılca Yürür, değerli hocamızın uzun süredir yaşamış olduğu İzmir'de dün gece Hakk'a nail olduğunu söyledi.
Tüm ömrünü müziğe, kültüre adayan çok değerli hocamızın cenaze işlemleri yapıldıktan sonra naşı İstanbul'a getirilecektir.
Prof. Dr. Ahmet Yürür'ün cenaze erkanı yarın Şahkulu Sultan Dergahı'nda yapılacak, naşı Edirnekapı Mezarlığı'nda toprağa sırlanacaktır.
Çok değerli hocamızın devr-i daim, devr-i asan, yeri gönüller, menzili mübarek olsun...
Sürekli görüştüğüm sevgili hocamız toplumumuz için gerçek bir değerli...
Ruhu şad olsun...
Ayhan Aydın
13 Şubat 2023
Ahmet Yürür
Ahmet Yürür 19 Ağustos 1941'de İstanbul'da doğdu.
7 yaşından itibaren keman ve viola dersleri almaya başladı.
Galatasaray Lisesinden 1961 yılında mezun oldu.
Müziği meslek olarak seçmeden önce Fransa'da Sorbonne'da Fransız Edebiyatı okudu (1961-62). Yurda döndükten sonra bir süre Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne devam etti (1962-63).
1962 yılında Ankara Devlet Konservatuarına giren Yürür, orada Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin'den ders gördü. 1970'de İstanbul Mimar Sinan Üniversite'sine devam eden Yürür, buradan 1975'te mezun oldu.
Burada da Ahmet Adnan Saygun'un öğrencisi olan Yürür, 37 yaşında gittiği Amerika'da on yıl kalarak Maryland ve Indiana Üniversiteleri'nde kompozitörlük eğitimi gördü.
Türkiye döndükten sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda kompozisyon bölümü başkanlığını yürüttü, kompozisyon ve müzik teorileri dersleri verdi.
Daha sonra sırasıyla Hacettepe Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nde kompozisyon dersleri veren Profesör Yürür, 2003'den bu yana Ege Üniversitesi'nde audio dizayn ve etnomüzikoloji dersleri vermektedir. Birçok orkestra eseri bestelemiş olan Prof. Ahmet Yürür'ün, bazı film müzik ve küçük parça besteleri de mevcuttur.
Bibliyografya
Sanat ve Tabular (Kolektif -1995), Kimlik Sınırsallık Mekan (Kolektif -1995), Bela Bartok (Kolektif -2000)
Diğer Makaleler...
- Prof. Dr. Ahmet Yürür Son Yolculuğuna Uğurlandı…
- Bak Sen Şu Sincabın Sürme Gözlerindeki Umuda
- Ahmet Akar İçin...
- Yörüklere Ağıt
- Sen De Yürü Sen De Yürü
- NİÇİN YENİKAPI'DA OLACAĞIM?
- Rehbersin Bizlere Seyyid Ali Sultan
- Anadolu’dan Balkanlar’a Alevi – Bektaşi Asimilasyon Gayretleri Hız Kesmiyor Bölücü Sesler Çoğalıyor, Karanlık Büyüyor…
- Felek İnce Eleklerden Eledi Savurdu Beni
- Trakya'yı Nasıl Bilirsiniz?