Ahmet Hezarfen’in Ardından- Ayhan Aydın

ÖNSÖZ

 

Ahmet Hezarfen’e

 

bir gün hayat biter

uzak yıldızlara ulaşırsın

yürekten gelen gözyaşlarıyla

gerçek sevenlerine kavuşursun

ol dem yakın olur uzak, ırak

muhabbetin gerçeğine erişirsin

yarım kalan sohbetlerin tamam olur

ölümsüz sevgililerinle buluşursun

 

Ayhan Aydın, 1 Eylül 2005

 

Ahmet Hezarfen’in Ardından- Ayhan Aydın

 

verin benim orağımı güller biçeğim

hem anama, hem babama yollar açayım

gözlerimden kan yerine yaşlar saçayım

 

(Rumeli Türküsü)

 

Ahmet Hezarfen’i, maalesef şimdi elinizde tuttuğunuz bu kitabın son hazırlıkları sırasında, geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucunda kaybettik.

Bu büyük insanın acı kaybı, tüm içimi kapladı, beni yaktı, kavurdu.

Zaman zaman çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle tedavi görse de; kalp yetmezliği, tansiyon, prostat gibi bazı hastalıkları olsa da, hatta bu nedenlerle kısa süre hastanede kalmış olsada, en son Dursun Gümüşoğlu’yla birlikte 21 Mayıs 2005, cumartesi günü toplam dört saatlik bir çalışma sırasında yine bir aradaydık.

Bizi yine her zamanki bilgelik ve sevecenlikle karşılayan, 22 Mayıs’ta geçirdiği ani kriz sonucu hastaneye kaldırılan bu büyük insanın kalbi, 27  Mayıs  tarihinde durdu. Bazıları için büyük umutlar doğuran ama kendisi için hayatının belki de en zor yıllarının yaşanmasına sebep olan, 27 Mayıs’ın yıldönümünde, yani yine tarihi bir günde vefat etmişti.  Sevenlerinin kalbinde hiçbir zaman silinmeyecek izler bırakarak sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Hezarfen, yeri gerçekten doldurulamayacak bir örnek insan olarak hatırlanacak; eserleriyle, görüş ve düşünceleriyle, örnek kişiliğiyle hep bizlerle yaşayacak.

Atalar ruhuna kavuşan ruhu huzur bulsun!

Kainatı gerçek anlamıyla aydınlatan; bilgelerin, erenlerin, alperenlerin yanındaki yeri hazır ve nazır olsun!

Işığı hep bizlerin üzerinde bulunsun!. 

 

Ahmet Hezarfen Üzerine...

Anılar canlandı birden belleğimde. Onunla ilgili binlerce güzel andan, güzel anıdan bahsetmek gerekir belki. O büyük bir tevazuya sahip olmasının yanında espirili bir kişiliğe de sahipti. Hiç kimseyi kırmamasının yanında, olumsuzlukları ince nükteleriyle eleştirmesini de çok iyi bilirdi.

Bir olay, bir kişi için mutlaka tarihten veya edebiyat, sanat, fıkra gibi herhangi bir yaratıdan yararlanıp, anektodlarla betimlemesini, eleştirisini, övgüsünü de yapardı. Oldukça zeki olmasının yanında, alçakgönüllüğü hiç kimsenin gözünden kaçmayan Ahmet Hezarfen, yılların, acıların, yoklukların olgunlaştırdığı kişiliği ve karekteriyle çevresindekilerden hemen ayrılan bir yapıya da sahipti. Padişaha bile minnet etmeyendi ki, kula asla ama asla boğun eğmeyen, herhangi bir menfat için birine dil dökmeyen, yenilmez bir yüreğe sahipti.

Her zaman namerdin karşısında olmuştur. Her zaman haklının, ezilenin, mazlumun yanında olmuştur. Pislik dediği, insanlığa kara çalan gericilerin, barbarların, emek sömürücülerinin, dünyayı kan gölüne çeviren emperyalist sistemlerin karşısında, daima dimdik ayakta durmuştur.

Doğayı çok sevmiştir. Çiçekleri, ağaçları, tarlaları... insana huzur veren, hayat veren, bereket kaynaklarını, gözü gibi korumuştur. Bu arada kedilere ve köpeklere de özel bir sevgisi vardı.

Çok yetenekli bir insan olarak yeri gelince taşın suyunu çıkarıp, elinin emeğiyle de hayatını kazanmış, eşini ve çocuklarını aç koymamış, namerde muhtaç etmemiştir. O sadece bir fikir işçisi, emekçisi; o sadece emektar bir aydın, yazar değil; aynı zamanda gerçek anlamıyla bir işçi ve köylüdür de. Hiçbir zaman da bu kimliğini saklamamış, bilakis her zaman bu yönleriyle övünmüştür.

Çevirisini yaptığı Bulgaristan’daki faşist cezaevlerinin tarihini anlatan Faşizmin Zindanları’nda eserinde olduğu gibi, her zaman gericilerin, ırkçıların karşısında; ilerici güçlerin, halkının yanında yer almıştır.

Emekçi halk kitlelerinin kurtuluşunun eğitimden, kültürden geçtiğini çok iyi bilen bir insan olarak Ahmet Hezarfen’in en büyük tutkusu okumak olmuştur.

O, edebiyat eserlerine çok önem veren; roman, hikaye ve şiiri de çok seven bir kişiydi. Türk ve dünya tarihi en çok sevdiği konulardı.

Onun hiçbir zaman tam bir karamsarlığa büründüğünü görmedim. Mutlaka ama mutlaka sabırla, daha mantıklı açılımlarla, umut dolu bir gelişmenin ve geleceğe olan inancını hep muhafaza ederdi.

En sıkıntılı günlerde bile mutlaka, o sıkıntının çözümünün akıl ve mantık yoluyla bulunacağını, düşünmenin ve sabretmenin bunun en iyi ilaçları olduğuna inanırdı.

Gerek dünyayla ilgili yaşananlar, gerek işle ilgili, gerek kitaplarla ilgili her konuda sorunları, problemleri realist bir şekilde değerlendirip, çok akılcı yorumlarda bulunurdu.

Onunla bir araya gelmek, sohbet etmek, görüş alışverişinde bulunmak insana haz veriyordu.

Onunla nice toplantıların planlanması ve gerçekleştirilmesinde de  bir aradaydık.

CEM Dergisi’nin yazarı, Cem Radyo’da birçok programımın konuğu; sempozyumlara, gecelere, tiyatrolara olanaklar ölçüsünde beraber gittiğim bu insanın kaybı bende gerçek anlamda bir büyük boşluk yarattı. Onun yokluğu bende çok büyük bir hüzün bıraktı.

Onunla iki de yurtdışı gezimiz olmuştu. Ahmet Hezarfen’in de katıldığı, Hakkı Saygı ve Bulgaristan Haskova’dan Hasan Asarlı Baba’nın da iştirak ettiği, ortak “Bulgaristan Gezisi”nde bizlere örnek olan davranışlarıyla yine onun ne kadar önemli bir sima olduğunu çok iyi hatırlıyorum. 2000 yılında yaptığımız bu gezi dört günlük kısa bir gezi de olsa, öyle yoğun işler yapmıştık ki, buna şimdi bile şaşıyorum. Muhakkak ki bu verimli gezinin bize kazandırdıklarında Ahmet Hezarfen’in de önemli payı vardı. Bu toprakların insanı olan ve burada uzun zaman yaşayan Hezarfen, bizim orada rehberimiz olmuştu. Her gittiği hanede kişiliğinin bir parçası olarak hep nezaketle, merakla, sabırlı bir şekilde hareket etmiş; insanlarla diyaloglarında hep yapıcı olmuş, onlardan bilgi alınmasının yöntemlerini çok güzel sergilemişti.

O, bu gezi boyunca öyle duygulanmış, Bulgaristan’daki canlarla öyle kaynaşmıştı ki, ah keşke beş-on gün daha kalıp da, onunla birlikte daha detaylı bilgiler derleyebilseydim, dedim hep.  Çok istememize rağmen çeşitli nedenlerle ikinci kez Bulgaristan’a beraber gidemedik. Kim bilir bir başka sefere, yine atalar yurduna beraber, birlikte bir uzun yolculuk daha yaparız!

Onunla bir önemli ziyaretim de Yunanistan’daki Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) Dergahı’na yaptığımız geziydi. Bu gezinin onun üzerinde derin etkileri olduğunu, bu geziye katılabildiğine çok sevindiğini, özellikle ailesinden edindiğim izlenimler sonucu rahatlıkla söyleyebilirim. Seksenbeşinde bir delikanlı olarak, “Bu artık benim son ziyaretim”, dediği bu her yönüyle tarihi gezimizde de gördüğüm gibi, o tüm benlik duygularından soyutlanmış, bir insan-ı kamil olarak, gerçek erenlerin izine katılmıştı. Ahmet Hezarfen, gerek tarih bilgisi, gerek yurtsever bir aydın olarak gezi boyunca karşılaştığımız kimi olumsuzlukları değerlendirmesiyle, ne derece ayrıcalıklı bir kişi olduğunu bize göstermiş oluyordu.

17 Nisan 2005’te, Kızıldeli Sultan Dergahı avlusundaki tarihi dut ağacının altında, Ajans 21 Çekim Ekibi’nin kameralarına, 593 yıl önce Şeyh Bedreddin’in kazasker olarak imza attığı Kızıldeli Dergahı’na ilişkin tarihi bir belgeyi okurkenki duygu seli ve sonsuz bir kıvanç içindeki coşkusu hafızamdan silinmeyecek en tarihi anlardan birisi olarak benimle birlikte yaşayacaktır.

O, yaşama, tarihe, gerçeklere, insana inanan… ama gerçekten inanan bir insandı.

Erenlerin izinde, erenlerin yolunda ve ışığında hep güzellikler bulan, bir toplum önderi olarak hep doğrunun yanında yer almıştı.

Haksızlığa uğrayanın yanında, zarar görse bile doğruyu söyleme dürüstlüğünde gerçek bir aşk insanıydı Ahmet Hezarfen.

Onun özelliklerini, yaşamını anlatan bir kitaba yazdığım bu yazılara bakınca aslında kelimenin tam anlamıyla onun bir sırlar insanı olduğunu da belirtmem gerektiğini görüyorum.

Ahmet Hezarfen’le on yıllık bir tanışıklığımız olmasına, kendisiyle en az yüz kez söyleşi yapmama rağmen her gün, her karşılaştığımızda ondan yeni bir şeyler öğrenmenin yanı sıra, onunla ilgili yeni yeni bilinmezlikler keşfederdim.

Kimi konularda tam bir kapalı kutuydu. Hatta kimi bilgilerini belli zaman aralıklarında birtakım insanla paylaşır ama her sırrını herkese açmazdı.

Onun kadar sabırlı, metanetli insan tanımadım.

Onun mantık yürütmesi ve ağırlığına baktıkça, aslında benim ondan ne kadar farklı bir kişiliğe sahip olduğumu da zamanla görüyordum.

Herkesle, her şeyi paylaşmayan bir kişiliğe sahipti.  Çok konuşmazdı zaten. Hele topluluk içinde dirhemle konuşur, bol bol dinlerdi.

Çok tutumluydu. Her yönüyle tutumluydu. Tek bir kağıt parçasını ziyan etmezdi. Hiçbir zamanını boşa geçirmezdi. Her zaman dilimini değerlendirirdi. Az ama öz konuşurdu, yani konuşma konusunda da çok tutumluydu.

Sürekli okurdu, araştırırdı, yeni şeyler öğrenmek isterdi.

Fazla yemek yemezdi, yemeği pek sevmezdi.

Hiç kimseye bir rahatsızlık, zarar vermek istemezdi. Son derece kibardı. Son derece anlayışlıydı. Şu ana kadar hiçbir kimsenin kalbini kırdığını, bir başkasını gücendirdiğini duymadık. Nihayetinde o da bir insandı. Onun da çok sevdiği, pek sevmediği insanlar vardı. Ama hiçbir şekilde insanlara hakaret etmezdi.

Çocuklarla çok iyi diyalog kurardı.

On yıl boyunca çalıştığı CEM Vakfı’nda hiçbir kimseye kaba davrandığı görülmemiş, duyulmamıştır. Aşçısından bekçisine herkes onu severdi.

Sevenlerinin gönlünde taht kuran burada sıralayamayacağımız kadar çok meziyet sahibi, gerçek bir değer olarak ölümsüzler arasına karışmış, Ahmet Hezarfen’in, evrende sonsuz bir ışık olarak, insanlığı aydınlatmaya devam edeceğine inanıyorum.

Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

Ahmet Hezarfen Kimdir?

Uzunca sayılabilecek bir ömre sahip olmasının hakkını verebilmiş kaç insan vardır yeryüzünde. Doğanın kanunlarına boğun eğmeden, kendi ilkeleriyle, dünyanın doğal evrimini bir farklı boyutuyla, kendi eylemleriyle farklılaştıran insan, insanlar var mıdır hala? Elbette vardır.

Dünyanın varoluşundan beri bazı insanlar hep daha yoğun yaşayarak, kendi varlıklarını, dünyanın genel varlığına feda ederek, onu besleyerek aslında ölümsüzleşmişlerdir. Düşünürler, dahiler, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar, gerçek devlet adamları, gerçek inanç önderleri, insanlığın ortak yararı için çalışmışlar, bu ortak yarar için, ortak veya bireysel de olsa, yine genelin istifade edeceği yararlı işler yapmışlardır.

Bugün de bu tip insanlar vardır, gelecekte de bu tip insanlar olacaktır.

Gecesini gündüzüne katarak çalışan, hep olumlu-yararlı işler peşinde koşan, kendinde olan yeteneği başkaları için kullanabilen, özveride bulunan, olanla yetinmeyip daha fazlasını elde edebilmek için düşünen insanlar sayesinde bugün daha huzurluyuz.

Onlar sayesinde yarına daha güvenle bakabiliyoruz.

İşte, kendi enerjisini sadece kendi yaşamını sürdürmek için harcamayan, belli idealler için kendini feda edebilen, belli aşklar, ideallar, özellikle insanlığın ortak idealleri için kendi duygusul aşklarını feda edebilen insanların sayısı arttıkça, dünyanın yaşadığı sorunlar da azalacaktır.

Ahmet Hezarfen de bu manada, dünyayı güzelleştiren insanlardan biriydi. O çok çalışan, kendi zevklerini, aşklarını bir tarafa bırakıp sağlığını hiçe sayarak sürekli üreten gerçek değerlerimizden, yazarlarımızdan birisiydi.

Kendisi seksenbeşe varan yaşıyla ayakta, dinç, sürekli üreten birisi olmuşsa; bunu, kendi ifadesiyle de sabit olduğu gibi, bir ortak insanlık aşkına borçludur.

O çok küçük yaşta edindiği tecrübelerle ağır-usul ama sürekli, ve sabırla çalışarak bir şeyler üretebileceğinin farkına varmış.

Çok zorluklar görse de, engellerle karşılaşsa da, hedefine doğru sürekli yürümüş, yürümüş, bu uğurda büyük yol almıştır. Kendisi Bulgaristan’dan, Balkanlar’dan yani Anadolu’ya şu veya bu tarihte gelmiş, yerleşmiş Türk boyları gibi; şu veya bu tarihte Balkanlar’ın bereketli topraklarına yerleşmiş Türkler’den, Türkmenler’den birisi.

Ahmet Hezarfen su gibi, hava gibi zorunlu bildiği bir görevi yerine getirerek, doğduğu topraklara, yetiştiği kültüre borcunu benzersiz bir eylemle ödedi.

O yüzlerce belgede Osmanlı tarihinin az bilinen bir yönüne eğilerek, bıkmadan, usanmadan, yılmadan tozlu tarih sayfalarından kimi gerçekleri, kimi önemli bilgileri gün yüzüne çıkarttı.

Bu belgeler içinde Osmanlı’nın toplumsal yaşamını gözler önüne seren çok sayıda belge yanında Alevi-Bektaşi İslam inancına ilişkin de, son derece mühim belgeler de vardır.

 

Şikayetim Hakk’a kula değil ki

Bir zalim sevdaya düşürdü beni

Can dostum dururken ele değil ki

Aşılmaz dağlardan aşırdı beni

 

Mecbur etti beni vefasız yara

Yaktı bu sinemi ateşe nara

Hallac Mansur gibi düşürdü dara

Sevda kazanında pişirdi beni

 

Çok hayaller kurdum gerçek olmadı

Artık bu gönlümde umut kalmadı

Gönlüm sevdi ama murat almadı

Gerçek hedefimden şaşırttı beni

 

Doğmaz bu gönlümün sevda güneşi

Yıllardır dinmedi gözümün yaşı

Bak ne hale koydun Garip Bektaş’ı

Deryadan deryaya taşırdın beni

 

(Erzurumlu Aşık Garip Bektaş)

 

Bulgaristan’da 1920 yılında doğup 31 yaşına kadar burada yaşayan Ahmet Hezarfen, bir Türk Alevisi-Bektaşisi’dir. Bulgaristan’dan sonra, Türkiye’de de öğretmen olarak uzun yıllar görev yapan Hezarfen, almış olduğu eğitimin de etkisiyle Osmanlıca, Bulgarca, Mekodonca, Esperantoca öğrenmiş, kendisini bir tarihci olarak yetiştirmiştir.

Ahmet Hezarfen, Türkiye’ye döndükten sonra öğretmen ve müdür olarak yurdun birçok yerinde görev yaptı. Sendikalarda, demokratik kitle kuruluşlarında, öğretmen örgütlerinde  eğitici-araştırmacı olarak görevler aldı.

Aydınlarla iç-içe, Türkiye’deki eğitim ve işçi sorunlarının çözümü için birçok çabanın içinde oldu. Siyasal görüşlerinden ve faaliyetlerinden dolayı baskı gördü. Türk kültürünün zenginliklerini, Anadolu ve Balkanlar’daki insanların inançsal, sosyal, tarihi yapılarını çok erken yaşta araştırmaya başladı.

Bu birikimler onun çok canlı gözlemlerleyle birleşince kendisinin bu konularda istisnai bir yer edinmesini sağladı.

O ilk bakışta hepimiz gibi sıradan bir insandır. Türlü zorluklarla geçen ömründe güzellikler de yaşamıştır, çocukları da olmuştur, emekliliğini de görmüştür. Ama hiçbir zaman insan gördüğüyle yetinmemeli, görünüşe aldanmamalı.

Ahmet Hezarfen bir devrin adamıdır. Bir davanın adamı olan Ahmet Hezarfen, belki bizden birisidir ama bizlerin birçoğunun ayrı ayrı çektiği çileleri kendinde toplamasıyla çok zor bir yaşam geçirmiştir. Yaşadığı güzel günlerin sayısı oldukça azdır. O bir zaman atalarının yönettiği bir toprak parçası üzerinde ırkçığı, aşağılanmayı yaşarken, milyonlarca soydaşından birisi olarak, bir Türk olarak, toplumdan dışlanırken, sıradan bir insan olarak da faşizmin insan üzerindeki yıkıcı etkilerini görmüş birisidir.

Yokluklar içindeki bir ailede doğmuş, büyümüştür. Birçoğumuzun yaşadığı gibi zor bir çocukluğu olmuştur olmasına da, defalarca sırf parasızlık yüzünden okulunu yarım bırakıp çok küçük yaşlarda yurtların soğuk odalarında kalmak zorunda kalmıştır.

Arkadaşları arasında “buğday ekmeğinin lüks olduğu“ en sıkıntılı günlerinin ardından (babasının esir olarak düştüğü I. Dünya Savaşı’nın ağır yükü üzerlerinden henüz kalkmadan), II. Dünya Savaşı’nın büyük yükünü üzerinde hissetmiş, yetişkin insanların bile üstesinden çok zor gelecekleri, yaşamın ağırlığını çocuk ve ilk gençlik çağlarında yaşayıp olgunlaşmış bir isimdir Ahmet Hezarfen.

Demokrat kimliği yanı sıra Türk kimliğinin, atalarının yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan şimdi kendilerinin dışlanmalarının da verdiği huzursuzluğu kavrayabilen, yükselen Bulgar milliyetçiliğinin canını, canlarını yakmasını hiç unutmayarak Türkiye sevgisini, bir yurda sahip olmanın verdiği güveni, hiçbir zaman unutmadan ülkesine sarılan Ahmet Hezafren, gerçek bir yurtsever aydındır.

Hiçbir zaman şoven duygulara kapılmadan, tümüyle bir kültür adamı olarak kendi tarihi ve kültür zenginliğiyle, Türkiye için çalışan ama tüm dünya insanlığının kardeşliğini, barışını savunan Ahmet Hezarfen, bu uğurda da büyük sıkıntılar çekmiştir.

Yıllar boyunca siyasi görüşlerinden dolayı, daha doğrusu eşitlikten, barıştan, kardeşlikten, haktan, özgürlüklerden yana bir dünya istediği için, baskı altına alınmış, işkence çekmiş, hapis yatmış, işsiz kalmıştır.

Sağduyusu, dünyaya, ülkesine, insana inancından, barışa inancından dolayı, eşi bile haksız yere sırf kocasının siyasi görüşleri yüzünden tehdit altında yaşamasına, bir zaman kendi milli kimliğine baskı yapıp, bir an önce Türkiye’ye can atmasına sebep olmasına rağmen tekrar Bulgaristan’a gitmek zorunda kalmasının dramını yaşamasına, sürgün yemesine rağmen o; yaşama, hayatın zaman zaman bazılarına hiç görünmeyen, çirkin yüzüne rağmen direndi, direndi.

Ne yapmıştı, suçu neydi Ahmet Hezarfen’in?

Niçin öğretmenlikten atılmıştı?

Niçin sürgün yemişti? 

Niçin hapis yatmıştı?

Niçin yıllarca eşinden, çocuklarından ayrı düşmüştü?

Adam mı öldürmüştü, yolsuzluk mu yapmıştı?

Canı gibi sevdiği vatanına hainlik mi etmişti?

Hayır.

Zaman zaman milliyetçilik adına, sahte vatan-millet-sakarya nutukları daha rahat çekilsin, Türkiye birileri tarafından daha iyi sömürülsün, dinsel gericilik istendiği gibi hortlatılsın, Atatürk’ün kurduğu devrimci cumhuriyet yerle bir edilsin diye, kominist damgasıyla, geri zihniyet tarafından asılsız bir şekilde “gizlidir, çok gizlidir” denilen, aslında anlamsız evraklara yazılan çeşitli sözde suçlarla suçlanmış, anlayışsız, gerici yöneticiler yüzünden aç, susuz kalmış, hasta hasta ilden ile sürülmüştür.

Içi apaydınlık, yurtsever, vatanı için canını çekinmeden veren / verecek bir değerli aydın-yazarın yılları, en verimli döneminde 1963/1974 arasında telef edilmiştir.

Sonuçta suçsuzluğu kanıtlandı.

Ne oldu?

Bunca çile çekmesinin, bunda anlamsız bedel ödemesinin sonunda kendisinden özür mü dilendi?

Ya şimdi!

Gece-gündüz o karanlık yılların üzerine örttürülmeye çalışıldığı sıkıntılı dönemin etkilerini hiç hatırlamamacasına üretmiş bu büyük yürek ve beyinden birileri özür dilemeyecek mi?

Kim bilir?

Ama olsun.

Varsın dilemesinler!

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de zalimin zulmü yanına kar kalıyor.

Varsın kalsın!

Bir Ahmet Hezarfen’in, bin Ahmet Hezarfen’in ömrü yine de bu vatan için, bu insanlık için feda olsun.

Ama bizler bir güzel ideale de inanıyoruz:

Birgün devleti korumak adına, devleti gerçek anlamıyla sömürenler, satanlar denize dökülecektir!

Bizler buna da inanıyoruz.

Ahmet Hezarfen ve Ahmet Hezarfen’ler bu aşkla, bu umutla, bu düşle yaşadılar/yaşıyorlar.

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz!

Ta Adem’den bu yana, dünya kuruldu kurulalı dönen dolaplar, yakılan canlar, yıkılan devletler, sistemler, yok edilen barışlar, çiğnen onurlar; işkenceler, savaşlar, nice tarih sahnesinden silinen uluslar…

İnsanoğlu neler gördü, neler yaşadı.

Durun bakalım, sonuçta ne olacak.

Şimdilik Alevice;

Hızır Nebi gele bir gün, yaraları sağılta bir gün,

Güçsüzün yanında, haksızlığın karşısında kaya gibi sağlam dura bir gün!, diyoruz.

 

Serçeşme Dergisi, 11. Sayı, Haziran 2005, S.: 26/27

 

Aşağıdaki çalışmada, çeşitli tarihlerde kendisiyle yapılan uzun söyleşilerle, yaşamı, dramları, anılarıyla bir örnek kişinin hayatına yolculuk yapmaya çalışacağız.

Başta Bulgaristan’daki Alevi-Bektaşi varlığının günyüzüne çıkarılması amacıyla Ahmet Hezarfen’e yöneltilen soruların yanıtları alınarak, Bulgaristan ve Balkan Aleviliği-Bektaşiliği konusunda bir ufuk açılmaya çalışılacaktır.

Söyleşilerimle Yazılarıyla; Balkanlar, Balkanlar’daki uluslar, Bulgaristan’daki Alevi - Bektaşi, Bedreddini inancı-kültürü; Bulgaristan Aleviliği’ndeki cemaat uluları, Bulgaristan ve Balkanlar’daki Hıristiyanlığın Aleviliğe ve bu arada Bedreddinilik’teki etkileri; ve Şeyh Bedreddin’in Hıristiyan toplumu üzerindeki etkileri; Kızıldeli Sultan, Akyazılı Sultan ve onun Müridi Derviş Hasan Pehlivan,  Demir Baba, Haydar Baba konularındaki soruları yanıtlayan Ahmet Hezarfen özellikle bu konularda bizi bilgilendiriyor.

Osmanlıca’sı sayesinde Osmanlı Arşivi’nde  önemli incelemelerde bulanan Ahmet Hezarfen’in bu alanda da birçok ciddi dergide makaleleri, çevirileri yayınlanmıştır.

Yaptığım çalışmada, Osmanlı yönetimi ve Aleviler arasındaki ilişkileri Osmanlı tarihi belgelerine göre de inceleyen Hezarfen’den bu konuya ilişkin fikirlerini de sordum, belgelerin ışığında bunların yanıtını alamaya çalıştım.

Ayrıca, doğup büyüdüğü yörelere tekrar giden Ahmet Hezarfen’den Bulgaristan’daki Aleviler’in günümüzdeki durumları hakkında da bilgi edinmiş oldum.

Aşağıdaki çalışma; Ahmet Hezarfen’in yaşamı, onun gürüş ve düşünceleri ile yine onun Bulgaristan ve Balkan Aleviliği-Bektaşiliği konusundaki fikirlerini bir araya getirme yolunda şu ana kadar yapılmış en derli toplu çalışmadır.

Umarız bu çalışma, onun örnek yaşamıyla ilgili faaliyetlere bir başlangıç olur, devamı yeni ve daha oylumlu çalışmalarla devam eder.

 

Cenaze Merasimleri

Kalp yetmezliği, tansiyon gibi hastalıkları nedeniyle belli bir süre tedavi gören değerli yazar, Osmanlı tarihi belgeleri araştırmacısı, çevirmeni Ahmet Hezarfen, 27 Mayıs 2005 cuma günü Hakk’a yürüdü..

22 Mayıs Pazar günü rahatsızlanan Hezarfen, Kadıköy Siyami Ersek Hastenesi, Yoğun Bakım ünitesine kaldırılmıştı.

Yazar için 28 Mayıs 2005 Cumartasi günü saat, 13.00’de CEM Vakfı Genel Merkezi Yenibosna Cem Kültürevi’nde bir cenaze merasimi yapıldı.

Cenaza merasiminde Ayhan Aydın, Sadık Göksu Ahmet Hezarfen’in yaşamı, çalışmaları, kişiliği üzerinde durdukları birer konuşma yaptılar.

 Düzenlenen törene CEM Vakfı yönetim kurulu üyeri, kurucular, yöneticiler, şube başkanları, bazı yazar-araştırmacı dostlarıyla, dedeler, babalar, ailesi, CEM Vakfı çalışanları ve Hezarfen’in sevenleri katıldı.

Daha sonra Ahmet Hezarfen’in naşı, uzun süredir yaşadığı Küçüksu’daki evininin önüne götürüldü. Burada komşulardan ve sevenlerinden „helallik“ alındı. İkindi vakti Küçüksu Hacı Zihni Camii’ne getirilen Ahmet Hezarfen’i burada da sevenleri yalnız bırakmadı.

CEM Vakfı, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Serçeşme Dergisi, Aydınlık Dergisi, İşçi Partisi, Şahkulu Sultan Dergahı, Beykoz Belediye Başkanı  ve TKP.’den temsilcilerin de katıldığı cenaze namazından sonra, eller üzerinde en son görev yaptığı Defterdar Emin Paşa İlkokulu önüne getirilen Hezarfen için burada bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

Yine buradan omuzlar üzerinde, dostlarının, ailesinin, sevenlerinin eşliğinde Ahmet Hezarfen, ebedi istirahatgahı olan  Anadolu Hisarı’ndaki mezarlıkta, 1989 yılında vefat etmiş olan ilk eşi Ayşe Hezarfen’in yanına, defnedildi.

Cenaze merasimlerine; Beykoz Belediye Başkanı’nın yanında, Kutluay Erdoğan, Sadık Göksu, Doğan Bermek, Murat Şahin, Doç. Dr. Serdal Uğurlu, Dr. Celal Dinçer, CEM Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri, Şube başkanları, (Rahmetli) Aşık Ali Metin Dede, Celal Arslan Dede, Ali Kaya, Dursun Gümüşoğlu, Ahmet Koçak,  Mehmet Çamur, Makbule Nergis, Şule Perinçek gibi isimler katıldılar.

Hatırası önünde saygıyla eğilirken, gerçek anlamda yeri doldurulmaz çok değerli bir insanın yayınlanan ve yayınlanmasını umduğumuz diğer eserleriyle sonsuza kadar yaşayacağına inancımızı belirtiyoruz.

 

Kitap

 

Deliorman’ın Koca Çınarı: AHMET HEZARFEN, (YAŞAMI, ALIŞMALARI, ANILARI, YAZILARINDAN ÖRNEKLER),  AYHAN AYDIN, Niyaz Yayınları, 2008, İstanbul,

Kitapta, Sayfa: 11-20