BİR KOCA ÇINAR’IN ARDINDAN - Dursun Gümüşoğlu
BİR KOCA ÇINAR’IN ARDINDAN - Dursun Gümüşoğlu
Bir atasözü vardır; “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insanları eğit”. Eğitim, insanı yüceltip olgunlaştıran, olumsuzluklardan kurtaran vazgeçilemez bir şeydir. Hazreti Muhammed ise bir hadisinde “Her şey bir şeydir, cahil hiçbir şeydir” diyerek eğitimin önemini anlatmaktadır. Bütün insanlar doğuştan masum, çaresiz ve bilgisizdir; ailesi onu eğitimi ile yönlendirir ve topluma yararlı insanlar olarak yetişmesi için çaba gösterir. Bu gösterilen çabaların çokluğu toplumun medeniyet seviyesini belirler. İnsan ancak eğitim ile mükemmel bir hale gelebilir. Eğitimin başarılı olabilmesi öncelikle öğretmenlerin ve araştırmacıların fedakârca çalışmaları sayesinde mümkündür. İşte bu iki özellik Merhum Ahmet Hezarfen’de fazlası ile vardı.
Onun ismini ilk defa kitaplarını okuduğumda fark etmiştim. Türkiye’ye Bulgaristan’dan göç ettikten sonra çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış ve emekli olmuştu. Başbakanlık Osmanlı Arşivi halka açılmaya başlayınca imtihanla buraya girmiş, uzun yıllar burada görev yapmıştı. Çocukluğunda Bulgaristan’da medresede okuyup mezun olduğu için eski yazıyı iyi derecede bilirdi. Osmanlı arşivlerinde yaptığı çalışmalarla bu konuda kendini çok daha geliştirmişti. Orada görevde bulunduğu sırada ise pek çok konuda, fakat özellikle Alevilik ile ilgili arşiv belgelerinin fotokopilerini toplamıştı. Arşivden ayrıldıktan sonra ise bunları çevirip bir kısmını yayınlamıştı. Araştırmacıya çok saygısı vardı. Bektâşi tekkeleri ile ilgili bazı belgeleri bana da vermişti. Belge ve bilgisini paylaşmaktan büyük zevk duyan, karıncayı incitmekten çekinen, kanaatkâr, az ile mutlu olabilen ve oldukça sakin yapılı bir insandı. Gergin bir ruh haline de sahip olsanız onun yanındayken gerginliğinizden eser kalmaz, ferahlardınız. Cem Vakfı’nın bilim heyetinde idi. Vakfa kendisini arabayla her götürdüğümde nasıl teşekkür edeceğini bilemezdi. İnsanlara yük olmak onun korkulu rüyası idi. Edib Harâbî Divanı’nı çevirdiğim zaman Edib Harâbî’nin hayatı ile bilgi toplamaya çalışırken kendisinden yardım istemiştim. Kısa bir süre sonra beni arayıp da, Harâbî’nin şiirlerinin 1930’larda Milli Eğitim’in yayınladığı edebiyat kitaplarında olduğunu bana söylediğinde çok memnun olmuştum, çünkü çalışmama yeni bir boyut getirmişti.
Osmanlıca çevirileri sırasında okumakta zorlandığım kelimeleri gösterdiğimde bütün enerjisi ile sonuçlandırmaya çalışırdı. En büyük sıkıntısı zor okunan yazılar ile idi.
Sık sık “Ah keşke şu Beykoz’da benden daha iyi okuyabilen biri olsa da ona okutsam” diye söylenirdi.
Eyüp Kadı sicillerini çevirdiğinde “Şunu yazan adamı bir bulsam da okutsam, bakalım ne yazmış” şeklinde espriler yapardı.
Son derece vefalı, ölçülü, dengeli, saygıdeğer bir insandı. İnsana saygı onun yaşamında ibadet gibi idi. Ailesine karşı da son derece nazik davranırdı.
Bir araştırmacıda olması gereken hassasiyete fazlası ile sahipti.
Onu hayata bağlayan en önemli şey, bir şeyler üretebilmek, arşivlerde bulunan ve çevrilip gün yüzüne çıkmayı bekleyen belgeleri insanların hizmetine sunabilmekti. Bunları başarabildiği oranda kendi mutlu hissederdi.
Şüphesiz ki dünya hayatı geçicidir. Her insan gibi ömrünü tamamladı, çevirileri ile ölmez eserler bırakarak pek az insanın başardığı bir şeyi başarmıştır.
Ahmet Hezarfen’le tanışmış olmak ve onunla aynı havayı teneffüs etmiş olmanın mutluluğunu ömrümce unutmam mümkün değildir.
Ruh u revanı şâd u handan ola.