Reha Çamuroğlu’ndan Ahmet Yesevi’den Hacı Bektaş’a Avrasya’dan Anadolu’ya Konferansı
Reha Çamuroğlu’ndan Ahmet Yesevi’den Hacı Bektaş’a Avrasya’dan Anadolu’ya Konferansı
AYHAN AYDIN
Tarihçi/Yazar Reha Çamuroğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı ve Yarın Dergisi işbirliğiyle düzenlenen, ‘Ahmet Yesevi’den Hacı Bektaş’a, Avrasya’dan Anadolu’ya’ isimli konferans, 11 Ocak 2003 Cumartesi günü, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapıldı.
Alevilik ve Bektaşilik üzerine yapmış olduğu çalışmalarla ve yayınladığı kitaplarla bu konuya birçok farklı noktadan eğilen ve son zamanlarda yazdığı romanlarla isminden söz ettiren Çamuroğlu verdiği konferansla, yaklaşık bir saatlik süreçte, tarihsel olarak Türklerin Orta Asya’dan Balkanlar’a doğru ilerleyen büyük kültür seferlerinde karşılaştıkları temel problemler, yeni oluşumların kendileri üzerindeki etkileri üzerinde durdu.
Tarih içinde farklı isimler altında varlıklarını sürdürmüş Alevilerin, Bektaşilerin yaşam serüvenlerini özet ve özlü bir şekilde aktaran Çamuroğlu, bugün anladığımız manada Alevilik, Sünnilik kavramları dışında aslında bu guruplar arasında karşılıklı ilişkiler ağının hep var olduğunu ve birbirine geçirgen yapılardaki bu kitleler arasında ciddi çatışmaların hiç olmadığını açıklayarak konferansında; Alevi/Bektaşi dediğimiz kesimin özellikle ‘devlet’le gelgitli münasebetlerinin seyri üzerinde durdu.
Reha Çamuroğlu yaptığı konuşmayla, Osmanlı’nın kurucu unsurlarından olan Alevi/Bektaşi zümrelerinin öncüleri olan heteredoks İslam dervişlerinin, Kalenderilerin, Torlakların, Hurifilerin, Bektaşilerin toplum ve devlet yapısındaki etkinlikleriyle, özellikle Osmanlı yönetiminde çekmiş oldukları çilelere, ayrımcı muamelelere dikkat çekti. Osmanlı/Safavi İlişkilerinde yaşanan gerilim ve nihayetindeki çatışmanın aslında bir ‘iç çatışma’ olduğunu söyleyen Çamuroğlu, bazı tarih yazıcılarının yalan/yanlış tezleriyle birçok konuda olduğu gibi bu konuda da gerçekleri çarpıttıklarını dile getirdi. Bazı tarihçilerin örneğin Anadolu’da büyük bir Moğol kırımı ve baskınından bahsettiklerini ama Türk olan bu kitlenin hiç de anlatıldığı gibi çok büyük kitleler halinde ‘önüne kattıkları her şeyi silip süpürerek’ Anadolu’ya gelmediğini, hatta yapılan savaşlarda Moğol güçlerinin diğer güçlerden daha az sayıda askere dayandığını fakat onların asıl başarılarının disiplinli ve çok sağlam bir örgütü olan orduya bağlı olduğunu söyledi.
Mevlana’nın Moğollarla işbirliği yaptığının yazıldığı, daha buna benzer sayısız yanlış bilginin gerçekmiş gibi yazılıp çizildiğini söyleyen Reha Çamuroğlu, bu konularda tarih yazımında ciddi sıkıntılar yaşandığını dile getirdi.
Kimi tarihçilerin Yeniçerileri hep düşman güç gibi gösterdiklerini, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışını da ‘Vakayı Hayriye’ olayıyla açıklamalarını Türk tarih yazıcılığının en büyük yanlışlıklarından biri olduğunu söyleyen Çamuroğlu, Yeniçeri güçlerinin Osmanlı’nın ana unsurlarından birisi olduğunu, son dönemlerinde kurallara uymayan kimi Yeniçerilerin bulunduğunu iddia ederek, Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasını anlatmanın basitçilik olduğunu söyledi.
Reha Çamuroğlu 1826’da eşi az bulunur bir kıyıcılıkla bu güzide kurumun ve bu arada Bektaşiliğin onunla beraber adeta yok edilmesine yönelindiğini, kimi Yeniçeri mezarlarının daha sonradan darmadağın edilip, kimi Yeniçeri cesetlerinin de mezarlarından çıkartılıp yakıldıklarını belirtti.
Konuşmasını müzakere etmek isteyen Altay Ünaltay ve Mustafa Nadir Önay’ın konuşmalarından sonra Reha Çamuroğlu, Safavi-Osmanlı karşılaşmasından sonra, Osmanlı kaynaklarına göre kırk bin kişinin öldürüldüğünün yazıldığını, bunun çok önemli bir rakam ve toplumsal yapıyı alt üst eden bir gelişme olduğunu dile getirdi. Çamuroğlu, Osmanlı’da kurucu unsurun zaman içinde ‘tasfiye’ edildiğini; bunun sıradan bir tasfiye olmadığını, aynı zamanda toplumsal yaşamdan da tecrit edilme, yok edilme olduğunu; hem devlet katından, hem de toplum katından tasfiyelerin zaman zaman yaşandığını bunun trajedisini anlatmanın bile zor olduğunu söyledi.
Kendisine yöneltilen soruları da yanıtlayan Çamuroğlu bir soru üzerine; Şeyh Bedreddin’in Osmanlı’da ulemanın ulaşacağı en üst makamlardan birisine ulaştığına, kendisinin okuyabildiği kadarıyla Şeyh Bedreddin’de belirgin heteredoks öğeler bulunmadığına dikkat çekerek, onun adıyla anılan isyandaki pozisyonu hakkında çeşitli şüpheleri bulunduğunu; zaman zaman Şeyh Bedrettin’le Sosyalizm arasında bağ kurulmasının ise zorlama bir bağ olduğunu, kendisine göre ise bu bağın sadece ve sadece Nazım Hikmet’in Şeyh Berdeddin Destanı’yla vücut bulduğunu, başkaca bir bağın da olmadığını ama bu destanın da çok mükemmel bir destan olduğunu söyledi.
EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 323-324)