Ali Ekber Çiçek; Sana Bin Selam!
Ali Ekber Çiçek; Sana Bin Selam!
Demiri toz ederler loy,
Kan serperler gök yüzüne
Sevgiyi yoz ederler loy
Kül ekerler kör gözüne
En önyargılı Sünni’sini bile deyişleriyle Alevi felsefesine aşina eden büyük yürük!
Bağlamasının tınısında tüm dünya insanlığının yakarışları, haykırışları, sevgileri, özlemleri çınlayan dostluklar bağının gonca gülü!
Bin yıllık Anadolu toprağının bin renkli solmaz çiçeği!
Yolu gurbete düşenlerin yardımcısı, kılavuzu, Hızır’ı!
Ehlibeyt katarının nazlı kamberi!
Hey canı başı dost yoluna koyup giden büyük usta; selam sana, bin selam!
Anadolu’mun, Balkanlar’ın, tüm dünya uluslarının selamını, yüz bin selamını sunuyorum kucaklarımda dünyanın bütün çiçekleri, bütün renkleri ve bütün kokularıyla.
Sultanım nasılsın?
Öylece çekip gittin he’mi?
Nasıl gittin yahu? Yudumlanmamış kadehimiz vardı daha? Daha tüm sırlarımızı birbirimize açamamıştık, böyle mi elveda etmek var?
Ben hiç olmayan nazlı yarimi kaybettim ormanların kuytularında bulamadım ama ne gam sen vardın, senin sazın, sözün vardı ya.
Elli yıllık sahne yaşamına rağmen utangaç, Anadolu’mun/Rumeli’min nazlı, mahzun, mazlum insanlarının bakışı vardı ya gözlerinde.
Hani ben de epeydir gurbetteydim sen elli yıldır gurbette olanların türküsünü söylüyordun ya, hemi de beş yüz sılada olanların dertlerine derman oluyordun.
Ne ağlayıp, ne gülecek halimizin olduğu zamanlarda imdadımıza yetişiyordun ya.
Ya sen kaç yaşındaydın Allah aşkına, yetmiş mi dediler, yüz yetmiş mi dediler bilemiyom.
Yoksa İmam Ali’nin, İmam Hüseyin’in yaşındaydın mı?
Yoksa Hayber Kalesi’nin yaşındaydın mı, Hacı Bektaş Dergahı’nın dervişlerinin yaşındaydın mı, Kaygusuz’un, Muhiddin Abdal’ın yaşındaydın mı?
Bilemiyom ki, çıkaramıyom yani? Hemi de Pir Sultan’la birlikte yaşadığına göre bir beş yüz yıl yaşında olsan gerektir en azından.
Hele kurban, ölem sana, feleğin çırnağı demirden olan kuşuna mı rastgeldin de, yüreklerimizi pareledin?
Öylece çekip gittin?
Öyle çekip gitmek var mı hey erenler? Öyle sessiz, sedasız.
Geçim derdiyle muhannete muhtaç olmamak için çırpınan, bağnazların elinden bunalan tarladaki köylümün gönlüne serin bir su serpecek “ali ekber çiçek’ten türküler dinlemenin” tarifsiz keyfini, evreninin ıssızlığında, karanlığında güneşin ateşi kadar yobazın elindeki ateşinin yakıcılığı karşısında gönlümüzü kim serinletip, “bir derdim var, bin dermana değişmem” diyeceğimiz deyişlerimizi senin gibi bir daha kim söyleyecek ey Türkiyemin ozanı, sanatçısı, sazı, muhabbeti?
Bu kadar kolay mı sandın bizi kandırmayı?
Biz seni nasıl bırakırız, biliyon de’mi yüreğimizin en derin, en ulaşılmaz, hainin, kahpenin sonsuza kadar uğrayamayacağı sılasında, zulasında, ceminde seni yaşatacağız.
Dünyada türkü oldukça, aşk oldukça, saz oldukça, cem oldukça, insan oldukça sesin yankılanacak.
Işıklar içinde yat.
Nur içinde ol.
Sana selam, bin selam sana büyük usta.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 616-618