YAVUZ TOP

YAVUZ TOP

Kendine has üslup ve karekteriyle, ağır ve usul yoluna uzun yıllardan beri devam eden saz ve söz ustası Yavuz Top, düşünen, araştıran, eleştiren insanlarımızdan, sanatçılarımızdan.

Demek ki, her saz çalan usta olamıyor, her usta kendini sevdiremiyor, herkesin kendisine ait bir ses rengi gelişemiyor. Yavuz Usta’yı saygıyla selamlıyorum.

 

AYHAN AYDIN

 

Söyleşimize ilk önce sanattan başlayalım isterseniz. İnsanların doğal gereksinimlerini karşılamak için yaptıkları ürünlerden, estetik kaygısı taşıyarak yarattıkları resimlerden, heykellerden ve müzikten bahsedelim. Müzik... insanların duygularını, düşüncelerini özlemlerini bir nevi iç ­evrenlerini sesli olarak yansıttıkları bir sanat dalı olan müzik. Siz sanat ve müzik hakkında neler söyleyeceksiniz? İnsanlar doğaya egemen olabilmek için araç yapmak zorunda kalmışlardır. Filllerin, mamutların, dinazorların dünyasında insanlar diğer canlılar ve doğa karşısında yok olmamak, onlara egemen olabilmek için araç yapmak zorunluluğunda kalmışlar. Bu nedenle ok kullanmıştır, taş yontmuştur, mancınık yapmıştır insanoğlu. Yüz milyon yıl önce yaşadığı söylenen ilk insanın atası kabul edilen, Homo Sapiens ilk kez taşlardan araç yapmıştır. İlk insanlar doğayı taklitle ürünler yaratmışlardır. İşte sanatta buralardan çıkmıştır. Yani sanatın ilk doğuşu da doğal zorluklardan kaynaklanmıştır. Yeni gelişmeler ise insanları yeni gereksinimlere itiyor. Buzul çağının varlığı, ısının zorunluluğunu doğuruyor. İnsanlar doğa üstü güçlerin varolduğu hissine de yine o devirde kapılıyorlar. Yıldırımlar, şimşekler doğal bazı unsurlar insanlara inançsal etki yapıyor. "Gök Tanrısı-Yer Tanrısı" Güneş'in Ay'ın tanrı olarak kabul edilmesi bu dönemlerde oluyor. İşte bence müzikte oralardan doğuyor. Yani deviniminin insandaki yansımaları sonucunda doğuyor, müzik. İnsan doğayı taklit ediyor. Doğanın seslerini yeniden doğaya dönüştüren aletler yapıyor. Davul yapıyor ve gök tanrısına yakarıyor, rüzgar tanrısına yakarıyor... bu taklitçilikten doğuyor bence müzik. Yani başta estetik kaygısı yok insanlarda. Zamanla estetik öğeler kazanıyor, müzik. Şamanlar Tanrıları Ülgen'e yakarmak için kopuzu kullanmışlardır. Deniz ve göl kenarında olanlar, deniz tanrısının kendilerini koruması için dualar yapıyorlar. Yani, doğanın seslerinin taklidiyle, doğadan alınıp doğaya vermeler sonucunda müzik ortaya çıkmıştır. Müziğin bu araçlık rolü öyle gelişmiş ki dinlerin yayılmasında (kiliselerdeki müzik, çeşitli tarikatlarda müzik, mevlütler, Kur'an okumaları) rol oynuyor müzik. Ayrıca savaşlarda da müziği görüyoruz. Karşılıklı çatışan ordular çeşitli araçlarla birbirinin üzerinde yürüyorlar. Bakın mesala, Köroğlu ile Kiziroğlu'nun karşılaşmalarında Köroğlu alıyor sazı eline şiir okuyor, "reçete" yani taşlama şiiri okuyor, "Köroğluyum dağda gezerim, şu kadar adamı mızrabıma dizerim... " gibi şiirler okuyor, sazı eşliğinde. Böylece psikolojik üstünlük kazanıyor. Mesela, mehterler var. Burada da yoğun müzik öğesini görüyoruz. Buralardan çıkan sonuç, müziğin özü doğa da yansımasıdır. Doğadan aldığını vermesidir. Doğaya ve karşısındakilere sesler yardımıyla üstün gelebilme mücadelesidir.

 

Gelelim Anadolu'ya, Anadolu tarihi ve müziğiyle ilgili düşünceleriniz, nelerdir? Anadolu'da sayısız milleti görüyoruz. Hıristiyanlık'tan Yahudiliğe, Arabından Rum ve Ermenisine kadar çok çeşitli din ve ırklardan insanların yerleşim alanı olmuştur Anadolu, tarih içinde. Anadolu'dan Balkanlar'a Avrupa'ya göç olduğu gibi oralardan da Anadolu'ya yoğun göçler yaşanmıştır. Anadolu artık öyle bir mozaik olmuş ki saf bir Türk ve/veya Türkmen motifi bulmak olanaksız olmuştur. Anadolu tarihinin derinliğine baktığımızda bugün dahi büyük hayranlıklar uyandıran o tarihi yapılar, tiyatrolar, katedraller, sunaklar, saraylar, milattan önceki yıllardan günümüze eşine az rastlanır bir uygarlığın beşiği olmuş Anadolu'nun ürünleridir. İşte o insanların tüm sanat dallarına yansıyan üstünlüklerini müzikte de görüyoruz. Gerçek şu ki Türkler konar/göçer bir millet. Anadolu'da ise çok köklü medeniyetler var onlardan önce. Rumlar var, Ermeniler var, Romalılar var... Bunlar üstün medeniyetler. Friglerden İyoanyalılara, Rumlara, Ermenilere kadar olan tüm insan toplulukları Anadolu'daki zengin medeniyetin gerçek kurucuları. Yüzyıllar boyunca sayısız kökene sahip insan toplulukları Anadolu ve yakın çevresinde hep beraber içiçe yaşamışlardır. Son yüzyıldaki sınır ayrımları ise sadece ülkeleri birbirinde ayırabilmiştir. Yoksa özde bir bütünlük, yakınlık halen de devam etmektedir. Zaten hiçbir güçte bunu ortadan kaldıramaz. Yani Anadolu ve yakın çevresinin kültürel bütünlüğü bugün de varlığını ve etkinliğini devam ettirmektedir.

Bir Şeyh Bedreddin, Rumuyla Ermenisiyle tüm halk kesitleriyle ilişkiler kurabiliyor. Bir Hacı Bektaş tümüyle Antik Anadolu unsurlarını içinde eriten Kapadokya'daki diğer inanç ve ırkta olan insanlarla bağlantı kurabiliyor. Anadolu'daki insan aslında birden çok dili tam bilmezse bile aralarında bir yakınlık kurulabiliyor. Bazı Türk bilginleri de Rumca ve Ermenice bildikleri için o kültürlerin kitaplarını okuyabiliyorlar. Anadolu bir harman yeridir özetle. Şu öz Türk motifidir, şu öz Ermeni motifidir, şu Rum unsurudur, şu Kürt unsurudur gibi bir çarpıtma Anadolu gerçeğiyle bağdaşmaz.

 

Sizin bağlamayla Anadolu Halk Müziği'yle ilişkiniz nasıl başladı? Alevi geleneğinde saz önemli bir araç. Alevilik adeta illegal bir felsefe ve yaşam. Fazla belge bırakmamış. Aleviliğin her türlü düşünce ve gelenek ürünleri, Alevi şairlerin, ozanların, zakirlerin, dedelerin, sözlü ürünlerinde günümüze taşınmıştır. Biz de çok önemli bir inanç kurumu "cem" gelişmiştir. Şimdi birileri kalkıyor "cami de bizim, niyaz da bizim, namaz da bizim" diyorlar. Bu camii, bu namaz bizim idiyse biz 700 sene dağlarda niye süründük? Biz de camiye gider, namaz kılar ve asılmazdık, kesilmezdik, dağ başlarına sürülmezdik. Alevi-Bektaşi düşüncesinin saklı olduğu yer Alevi-Bektaşi nefesleridir. Bir Alevi nefesinde ne diyor, "Sorma be birader mezhebimizi/ Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır/ Çağırma meclisi riyaya bizi/ Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır" Hatayi'de, Virani'de, Pir Sultan'da tüm Alevi ozanlarında Aleviliğin erkanı, inancı ne yapıp yapmaması gerektiği vardır. Yani ozanların nefesleri Aleviliğin inanç felsefesinin yansıdığı ürünlerdir. Bu yüzden bu kültür bu ozanların şiirleriyle günümüze gelmiştir. Ee bu nefes ve şiirler de bağlamayla söylenir, okunabilir. Bağlamasız cem; bağlamasız dede, bağlamasız Alevi ve Alevilik kesinlikle düşünülemez. Bakın bir Alevi’nin evinde mutlaka bir bağlama vardır. Bağlama Alevi için "Telli Kuran"dır.

İşte ben de böyle bir dünyanın çocuğu olarak büyüdüm. Bağlama şiir, türkü benim bir parçamdı her zaman. O evren ve dünya içinde kendimi buldum, sonra ise ayrılabilmek zaten olanaksız...

 

Anadolu Aleviliği hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Anadolu Aleviliği zorbalığa, baskıya karşı durmuştur her zaman. Kendi öz insani felsefesi, baskıya alındıkça buna haklı tepkiler göstermiş, bunu protesto etmiş ve de ayaklanmıştır. 1513'lü yıllara kadar Anadolu'da hakim inanç ve kültürken ve rahat bir şekilde yaşarken Alevilik, Yavuz Sultan Selimlerin katliamlarına uğramışlardır. Şeriat kurallarının uygulanmaya başlanmasından da sonra Aleviler, dağlara kaçmak zorunda kalmışlardır. Peki özellikle niye kaçtılar? O dönemlerde Balkanlar'a kadar uzanan çizgide Hıristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler, Yezidiler gibi sayısız inançtan insan var Anadolu'da bunları kesmiyorlar da niçin Alevileri kesiyorlar. Burada Sünni ideolojisinin yapısına bakmak gerekiyor. Sünni ideolojisinin temeli "Takdir-i İlahi Düşüncesi"ne bağlıdır. Yani fakirliğe karşı çıkmak, devlet yönetimine karşı çıkmak; Tanrı'nın ilahi kudretine karşı çıkmak anlamındadır. Osmanlı da varlığını daha iyi sürdürmek için Sünni ideolojiyi tercih etmiştir. Her şeyi Tanrı'nın takdirine bağlayan, ümmet haline, tebaa haline getiren, bir sistemdir, Sünni ideolojisi. Alevi yani Batini Kültürü ise sohbet kültürü üzerine kurulmuştur. Yani Tanrı'ya ibadetle değil muhabbetle yaklaşılır. Sünnilik'te ise Tanrı'ya ancak ve ancak ibadetle gidilebilir.

Tanrı'ya sohbetle muhabbetle gidilmesi düşüncesini bir ayini Cem'de görebiliriz. Cem'de posta oturan dedeye kapı kenarında oturan herhangi bir vatandaşta soru sorma hakkına sahip olma gibi eşitliğe sahiptir. Karşılıklı sohbette tüm insanların katılımı sağlanıp herşeye eleştirisel bir yaklaşım vardır. Sünni ideolojisinde ise herşey Tanrı takdiri olarak düşünüldüğünden dolayı, devlete asi olanın, Tanrı'nın takdirine karşı asi olacağı iddia edilerek, suskun, soru sormayan bir toplum oluşturulmuştur. Böyle bir toplumu da idare etmek daha kolaydır, elbette. Böyle olunca da Osmanlı Sünni ideolojiyi devletin resmi ideolojisi haline getirmiştir. Asmaların, kesmelerin nedeni; susturmak bastırmak, muhalefet edenleri ortadan kaldırmaktır.

Yeryüzüne tüm canlı topluluklarının bir sistem içerisinde yaşadıklarına tanık oluruz. Binlerce arı tabiata dağıldıktan sonra tekrar geri döner. Milyonlarca göçmen kuş vardır, bunlar senenin belli dönemlerinde dünyanın bir ucundan bir ucuna göç eder. Hepsi bir organizasyon içindedir. Hepsinin de belli liderleri vardır. Bakıyoruz, Aleviliğin inançlarından cemlerinden de aynı şey söz konusudur. Burada "Dede" hem hakim hem de hakemdir.

Mustafa Kemal'in saltanatı kaldırmasıyla insanı kul yapan sistemin ortadan kalkmasıyla, Anadolu Alevisi de dağlardan şehre inmiştir. Aleviler yeni devletin hukuk sistemini benimsediler. Kendi eski sistemleri ise artık dağda kaldı. Şimdi karısıyla boşanmak isteyen ya da akrabasıyla arsa ihtilafına düşen bir Alevi diyebilir mi ki "dede gelsin şu bizim sorunumuzu çözsün?" Hayır, diyemez. Alevilik'teki ayini Cemlerdeki ve Dar'daki hukuk sisteminin içi boşalmıştır. Anadolu Alevisi Türkiye Cumhuriyeti'nin mahkemelerini artık benimsemiştir.

 

Peki Aleviler günümüzde niçin örgütleniyorlar sizce? Alevilerin örgütlenmesinin nedeni şu, yeniden şeriat mahkemelerini, şeriat kurumlarını getirmek isteyenlerin karşısında Aleviler demokrat laik insanlarla birlikte omuz birliği ile şeriatı getirmek isteyenlere karşı örgütlenme gereği duyuyorlar. Yoksa cemevi açalım, dam yapalım... bunların devri bitmiştir. İşin artık kültür boyutu kalmıştır, bu yaşatılmalıdır. Bu da sazımızla, sözümüzle sürdürülebilecek bir durumdur. Şimdiye kadar bunu dedeler asırlardır getirmişler. Günümüz de ise bunu sanatçılar sürdürüyor-sürdürecektirler.

Bir bakıyorsunuz bir cemevi kuruluyor, dernekler kuruluyor, ama nitelikli çalışma yok. Artık ayini Cem seyirlik hale geldi. Bir düğünde bakıyoruz bir semah havası çalınıyor, daha sonra ise göbek atılıyor. Son derece yanlış bir şey bu. Kırsal alanda gelişmiş orada zemin bulmuş bir kültürü alıp şehre getiriyorsunuz. Taş çatlasa otuz kişinin iştirak edeceği, sinek vızıldasa duyulacak bir ortamdan beşbin kişinin doldurduğu alanlara taşınan bir cem ve semah... Bu olmaz. Bu Alevi Kültürü'nün de özüne ters. Bunun da hiçbir mantığı yok. Artık Alevi kültür siteleri, merkezleri kurulmalıdır. Bunlarda hem araştırmalar yapılmalı hem de halka bilgilendirici konferanslar, seminerler verilmelidir. Aleviliğin tarihi, inancı kültürü felsefesi anlatılmalıdır buralarda. Ben dedelere elbette saygılıyım. Onlar bu inancı ve kültürü 700 yıl boyunca yaşatıp günümüze getirmişlerdir. Fakat artık günümüz koşulları çok değişmiştir. Bugün imkan ve olanaklar ellerimizdedir.

 

Sohbetimizin şimdiye kadarki bölümünde, daha çok Anadolu Aleviliği'nin tarihsel konumu ve onun değişen kimlik bariyerleri üzerinde durduk. Mustafa Kemal'den sonra, Cumhuriyet'ten sonra, günümüz sosyal şartlarının dayattığı zorunlulukların Aleviliğe yansımalarından bahsettik. Cem ayinlerinin, dedelik kurumunun doğal olarak bir değişim sürecine girmesi zorunluluğuna değindik.

Dedelik kurumundan ve ayini Cemlerin bir başka boyutundan bahsedelim isterseniz. Dedeler bu inanç ve kültürü bağlamalarının da yardımıyla günümüze kadar getirmişlerdir. Cemlerde okunan Türkçe deyişler yanında, Kur'an'nın Türkçe açıklamalarının da okunduğunun görüyoruz. Atalarının geleneklerini sürdürerek getirdikleri bağlamanın, yani müziğin buradaki rolü üzerinde biraz daha durabilir miyiz? Cemin hiyararşik seyrine baktığımızda önce bir sohbet ve muhabbetin varlığıyla karşılaşırız. Sohbet, muhabbet. . sonra zakirler sazları ellerine alırlar, Pir Sultan'dan, Virani'den, Hatayi'den deyişler nefesler çalmaya okumaya başlarlar. Giderek hız yavaş yavaş yükselir. Düvaz-ı İmamların okunması, Hz. Hüseyin'e ve Kerbela'ya matem ve kasidelerin okunması... miraçlama ve vecde gelen insanlar daha sonra semaha başlarlar. Trans halinde vecd halinde olan insanlar artık tüm maddi kaygılarından uzak bir coşku seline kapılmış haldedirler. İşte tam bu sırada da dede "suçlu suçsuz ortaya çıksın" der. Yani insanların müziğin etkisiyle kendinden geçip, arınıp temizlenmelerinden sonra doğruyu yansıtmaları olayı vardır. O esnada işte insanlar artık tüm varını, yoğunu, benliğini dışa ortaya dökerler. İnsanlara öyle bir anlarında soru soruluyor ki artık ordaki insanı, soruyu soranı Hz. Hüseyin olarak görüyorlar. Artık onların gözüne dünya malı gözükmüyor. Haklı haksız o zaman meydana çıkıyor. Herkes birbirleriyle helallaşıp öpüşüyor. Lokmalar dağılıyor ve cem bitiyor. İşte buradaki müziğin büyüklüğü ve sırrı ordaki insanların trans haline getirip, bir hukuk sisteminin daha rahat yürümesinin sağlanmasıdır.

 

Anadolu Alevisi düşüncesini bütün iç evrenini yazılı değil de sözlü ürünlere aksettirmişlerdir. Şiir ve deyişlere. Yani bu kültür ve inanç bir ölçüde de sazla yaşayan bir inanç ve kültür olmuş? Elbette bu inanç ve kültür sazla gelmiştir günümüze kadar. Osmanlı kendisine ters düşen, kendisine muhalefet eden bu kültürü yazılı hale dönüştürülmesini engellemiştir. İnsanlarda suç unsuru sayılan bu kültürü sözlü haliyle sürdürmüşlerdir. Dilden dile aktarılarak gelmiştir.

 

Günümüzde Aleviliğin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzde Alevilik tam bir sömürü aracı haline dönüştürülmüştür. Bir kısım yazarlar, örgüt liderleri bu alanı tümüyle maddi ve manevi kazanç kapısı durumuna getirdiler. Artık rant konusu olan Alevilik'te eline kalem alan kitap yazıyor "yazar" oluyor ve onları pazarlıyor. Hatta. İnsanları sömürülerinin bir aracı haline getirdiler, Aleviliği kimi, tüccarlar.

 

Sizce Alevilik adına kurulan örgütlere düşen görevler neler olmalıdır? Bu örgütler şu ana kadarki çalışmalarında Aleviliğe herhangi bir hizmette bulunmamışlardır. Konserler düzenlemekle, yemekli geceler yapmakla bir yere varılmaz. Birçok kültür evinin, sitesinin şimdiye kadar yapılması gerekiyordu. Araştırmalar yapılmalıdır. Şu anda Anadolu'da yok olmak üzere olan bir zengin kültür ve inançın son kalıntıları belgelere dökülmelidir. Ses kayıt makinalarıyla, kameralarla bunlar belgelenmelidir. Geniş araştırmalar yapılmalıdır. Bunları tek kişinin yapması ise olanaksızdır. Bu bir ekip işidir. Bunları işte bu örgütler yapmalıdırlar. Hiç bir değerimize sahip çıkmıyoruz biz. Mesela bir Tacim Dede 3-4 yıl önce vefat etmişti. Çok değerli bir insan olan bu Dede'yle yapılmış görüntülü sesli, fotoğraflı bir röportaj bile yok. Eğer bunlar yapılsaydı şimdi bulunmaz bir değer olurdu.

Kurulan bu derneklerin görevi bence cemevi yapmaktan ziyade kaybolmakta olan o kültürü bir an önce derleyip toparlamaktır. Bugün ayini Cemleri yürütecek kaç dede var? Dedeler getirilmişler, kapıcı yapılmışlar, odacı yapılmışlar... Şimdi de deniyor ki "dedeler cahil" elbette bu dede cahil olur. Yetiştirilmemiş, eğitilmemiş, aç bırakılmış, yalnız bırakılmış bu dedeler elbette birşey yapamaz.

 

Yani amatörden de öte birbirinin türevi olan, çalıntılarla yazılmış kitaplar yerine, kendisini "yazar" olarak takdim eden bu insanların her şeyden önce bu kültür ve inancı benimsemeleri, özümsemeleri; bu alanı bir rant aracı olarak değil de kendilerini bu yola adayacak insanlar olarak görüp Anadolu'ya çıkmaları gerekiyor. Anadolu'da kalabilmiş yazılı-sözlü ürünlerin o kültür ve inancın son temsilcilerinden derlenmesi Anadolu insanından alınacak ürünlerin de tekrar onlara verilmesi gerekiyor öyle mi? Elbette söylediklerinize katılıyorum. Örgütlerin yazarların görevleri Anadolu'ya yatırım yapmak olmalıdır. Anadolu'daki hazineyi yok olmadan derlemeleri ve sizin de söylediğiniz gibi tekrar Anadolu insanına hatta tüm dünya insanlarına vermeleri gerekiyor.

 

Sizin sanatçılığınız yanında derlemeci yönününüzü de biliyoruz. Yani Anadolu Halk Kültürü'nün önemli unsurları olan çeşitli parçaları derliyorsunuz. Siz Anadolu'dasınız. Anadolu insanının yanında ve yakınındasınız. Biraz bu derlemecilik çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Şunu söyleyeyim ki özellikle bir derleme gezisine çıktığımız yok. Bu bir gerçek. Bu da kolay değildir. Demin de söyledim, bu çok büyük maddi olanaklar gerektiren bir olaydır. Derlemecilik gezisine tek başına çıkmıyoruz. Yanınızda bir uzman kadro olması gerekmektedir. Psikolog, müzikolog, tarihçi, folklorcu, antropolog... bunların kesinlikle bir derleme gezisinde bulunması gerekmektedir. Siz düşünün bunun maliyetini bir kere. Bunu kişilerin yapması olanaksız. Bu ancak bir ekip işidir. Gerçek anlamda bilimsel anlamda, bir örgütün bunu planlayarak yapabilmesi mümkündür ancak. Gideceksiniz bir kazaya, köye. İnsanlarla sıcak ilişkiler kuracaksınız. Günler geçecek. Birbirinize alıştıktan sonra kaynakları araştırmaya yöneleceksiniz. Kimde daha iyi kaynak var diye. Oldukça zor bir iştir bu.

Sanatçılar ancak Anadolu'daki konserlerde kaldıkları müddetçe insanlarla kurabildikleri bağlantılar sonucunda bir derlemecilik yapılır ki oldukça zor bir iştir. İyi bir kameraman, teknisyen ve de demin söylediklerim olmadıkça bir derleme yapılamaz. Ya da iyi bir derleme yapılamaz.

Cem Vakfı'nın, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu'nun, Pir Sultan ve diğer dernek ve örgütlerin yapmaları gerekli esas şeyler bunlar bence... Alevi örgütlenmesi "konsercilik" yapılarak sürdürülemez. Artık buna son versinler. Bu bitsin.

 

Trajik bir durum da çıkmış oluyor burada. Alevi örgütlerinin içler acısı durumu da sergilenmiş oluyor. Kapılarında birer tabela, senede bir düzenledikleri konser ve yemek, yıllık bir takvim. Hepsi bu. Böyle bir örgütçülük ve Alevi örgütlülüğü olmaz herhalde. Elbette. Kurumlaşma sağlanmalıdır. Yoksa bir gece düzenleyelim gelir elde edelim, hatta sanatçılara da para vermeyelim, yıllık telefon ve kira giderlerinizi kaşılayalım... böyle örgütçülük olmaz.

Büyük ozan ve sanatçılarımızla yakın dostluklarınız oldu. Bunlardan birisi de büyük sanatçı Ruhu Su. Ruhi Su hakkında neler söylüyeceksiniz? Benim son derece saygı duyduğum, Türk Sanatı'nın Müziği'nin, Kültürü'nün temel taşlarından birisi olarak nitelendirdiğim bir isimdir, Ruhi Su. Bana "neden Ruhi Su'dan bir şey okumuyorsun" dediklerinde "Ruhi Su'nun yorumu üzerine bir şey daha söylenemez. Ruhi Su'nun sanatı hakkında birşeyler konuşmak bana düşmez. O değil Türkiye'ye, Dünya'ya kendisini kanıtlamış bir sanatçıdır. Onu ise kimse değil biz öldürdük. Aynı Feyzullah Çınar gibi, Aşık Daimi gibi. Onları açlığa mahkum ettik diyorum. Feyzullah Çınar çöpçülük yaparken Gençlik Parkı'nda öldü. Aşık Daimi'yi de ranzada altmış metrekarelik bir yerde öldürdük. Şimdi de Feyzullah Baba deyip Onun anıtını yapıyoruz. Aşık Veysel'in anıtı yapılacakmış Sivas'a. Vali demiş ki, "Veysel Baba anıtının nereye yapılmasını istersiniz". O da kaç liraya mal olacağını sormuş. Beşyüz lira yanıtını alınca, "o parayı bana verin de ben istediğiniz yerde dikileyim" demiş. Biz sanatçılarımızın, ozanlarımızın değerini hiç bilmedik ve bilmiyoruz da. Sanatçı olarak bizler hakkımız olan parayı konserlerde istediğimizde de "bunlar var ya bunlar çok para istiyorlar" deniyor.

 

Nedense bazı insanlar ozanlar, yazarlar popüler kişilerce hatırlanır oluyorlar. Aşık Daimi gibi. Onunla da yakın dostluğunuz oldu. Aşık Daimi hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Bizler Aşık Daimi'nin, Aşık Davut Sulari'nin etkisiyle büyüdük. Ben de Aşık Daimi'nin çok büyük emeği vardır. Ben kendimi Aşık Daimi'nin öğrencisi olarak görüyorum. Bizim dönem sanatçılarının üzerinde derin etkileri vardır. Sazına son derece hakim birikimli, gerçekten dört dörtlük bir insandı. Kişilikli, şahsiyetli bir insandı, Aşık Daimi.

Söyleşi: 1995, İstanbul

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile