GÜLER DUMAN

 

GÜLER DUMAN

 

Pek az sanatçı Geler Duman gibi; çok genç yaşta, uzun yıllar mesleğinde çok tanınmış ve sevilmiş sanatçılar kadar ilgi gördü.

Pek azı bu kadar sevildi.

Onun sesindeki farklı tınıyı insanlar çok iyi yakaladılar ve hiç de uzatmadan onu bağırlarına bastılar.

Anadolu artık insanların bir Güler Bacısı vardı.

Türlü zorluklar içinden kendi kimliğini ve kişiliğini bularak, şımarmadan, kendini kaybetmeden halkın sevgisini hak etti.

Umarız bu türkü çağlayanında, bu sazın ve sözün en kutsal nimetler olduğu topraklarda bozulmadan hep çalar, hep söyler Güler Dumar.

İsmi ile gönlümüzde yer etmiş ve şimdi Almanya’da yaşayan bir sanatçımızı İstanbul’da görüp, onunla söyleşi yapmayı nasıl kaçırabilirdim?

 

AYHAN AYDIN

 

Merhaba, Almanya’dan kaç günlüğüne geldiniz Türkiye’ye? Çok teşekkür ediyorum. Ben her ay üç günlüğüne, beş günlüğüne gelip gidiyorum. Televizyon programı olmadığı için basına yansımıyor, sadece firmamız biliyor; gelip gittiğimizi. Onun için kimse duymuyor. Televizyon çekimlerimiz var, Cem Radyo’da güzel bir röportajımız var.

 

Güler Duman kendini bize kısaca nasıl tanıtır, kimdir, nerelidir, bugüne kadar neler yaptı, neler yapmaya çalıştı? Ben aslen Erzurum Aşkaleliyim, ama doğma büyüme İstanbulluyum. İstanbul’da; ilk, orta ve lise eğitimimi tamamladım, ama ortaokula başlamadan önce, ilkokulda Genco Erkal’ın “Hakkari’de Bir Mevsim” adlı filminde seslendirme yaptım. O zaman 8 yaşındaydım. O seslendirme bazı insanları etkilemiş ve beni sormuşlar. Beni alıp götürdüler, kaset yapmak istediler bana. Ama küçük olduğum için annem izin vermedi.

11 yaşıma gelince ilk kasetim olan “Dost Garip” çıktı. Şu ana kadar 18 kaset yaptım.

35 yaşındayım. Artık bir şeylere başlamanın mutluluğu var bende. Ama bunun en büyük haz vereni de öğrenci yetiştirmek, bunu yapmaktan da gurur duyuyorum. Konservatuarı bitirdim.

Meşhurluğu yaşarken bu işi bilinçli yapmak istedim, bir yandan meşhursunuz herkes sizi tanıyor, ama bir işin  bir de bilinçli yönü var. Bir de sizden sonra gelecek nesle aktarılması gereken boyutları var.

Biz Alevi felsefesinde bunu gördüğümüz için, bağlamanın başımızın üzerinde her zaman asılı durması gerekir, babamdan aldığım zaman öperek alırdım çalardım.

 

Ocakzadelik var mı? Kökte varmış ama yapmamışlar.

 

Babanız hangi ocaktan? Kureyşan Ocağından. Annem Baba Mansur Ocağından.

 

İbadetler, cemler yapılmasa bile o ortamın etkisi vardır, diye düşünüyorum sizin üzerinizde? Olmaz olur mu? Tabi ki var. Her zaman için bizim cemlerimiz vardır, bugün bile biz ibadetimizi yerine getiren insanlarız.

 

Memlekete gidip gelme durumunuz oluyor mu? Özellikle yaz tatilinde oluyor.

 

Köyünüz kurulu, yerinde mi? Evet. Eski ismi Liç. Arif Hoca’nın  (Sağ)  Sos Köyü, Ballı oldu, bizim ki de Sazlı oldu.

 

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş var, o bahsederdi o köylerden.Ben de Hınıs ve Tekman’a gittim.

O etkiyi ne derece hissettiniz, yani dedelik etkisini, baba ve anne tarafı ocakzade, sazı alıp verirken de bir kutsallığı vardır, dediniz? Biz İstanbul’da olduğumuz için, babamla annemin çok geç çocukları olmuş, daha sonra ben doğmuşum. Babam sazı gerçekten seven bir insan, çalıyordu ama gerçekten severek çalıyordu.

Bana diyordu ki; “bunu dört telli ve beş telli turna” diye sevmeyeceksin, bunu kucağına aldığın zaman ibadet eder gibi çalacaksın. O öyle bir sevgiyle büyümüş ki, bunu 4-5 yaşımda benim kafama soktuğundan dolayı, ben o sevgiyle bu zamana kadar getirdim, ama bir de bunun yanında paylaşmayı bilmek öğretildi bana.

Kaset yapıp meşhur oluyorsunuz. Ama o meşhurluğun içinde de paylaşmayı bilmek zorundasınız. Yani ben tek başıma varım, benden sonrası beni ilgilendirmez, olayı değil bu Ben bunu aynı şekilde okuluma yansıttım, öğrencilerime yansıttım, konservatuarı bitirdikten sonra bunu benden sonra gelecek nesle öğretmeye çalıştım. Ama bunu sadece Alevi felsefesi olarak değil, Alevi müziği olarak değil de, genel Anadolu’nun mozaiği olarak öğretmeye çalıştım.

 

6 yaşlarında bu sevda işledi size, daha ileriki aşamalarda kimlerden etkilendiniz? Ben Arif Hoca’yı çok seviyorum, öyle bağlamaya geçtim. Benim zamanımda televizyon çok az vardı, radyolardan Yurttan Sesleri dinleyerek büyüdük. Ali Ekber Çiçek, Aşık Daimi, Davut Suları, Mahsuni Baba, Neşet Ertaş... ben bunları dinleyerek büyüdüm.

 

O müziklerde en çok neyi sevdiniz; coşku mu, ezgi mi, yanıklık mı? Ezgi ile müzikte anlamlılığı sonra hicivli anlatımlar olsun, nasihat anlatımları olsun gerçekten hayatın, yaşamın içindeki her şeyi çok öz ve sade bir dille anlatım olsun ki, Halk Müziğinin özelliği bu, bunlar beni etkiledi zaten.

 

Almanya’ya ne zaman gittiniz? Konservatuarı bitirdikten sonra gittim, 1994’ün başı.

 

O zamandan bugüne neler yaşadınız? Ondan önceki gidişlerim çok mutlu oldu. Çünkü turneye gidiyorduk; neşeli bir şekilde dönüyorduk. Gidişim annemin rahatsızlığı içindi ama 2,5 sene yaşatabildik. O acıyla geri döndük. Ama o acıyla gittiğimizde iş yok, bir şey yok ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bu ses ve saz çalmam Allah’ın verdiği lütuf. Çünkü ben ailemi bununla geçindirdim ve annemi bununla tedavi ettirdim, eğer olmasaydı benim bu gücüm normal bir işçi gibi çalışıp ne kadar destek verebilirdim annemi. Üniversiteye girdim; hocalık yaptım, gecelere misafir sanatçı olarak çıktım, program yaptım. Ama bu alnımın teri idi ve sonuçta alnımın teri ile annemi yaşattım. 6 ay yaşacak insanı 3 sene yaşattım.

 

Ana sevgisi en büyük sevgi. Bu güzel duygular içerisinde bir de derneklerle bağlantı kurup öğrenci yetiştirme olayınız var? Ben kendime direk okul açtım. Orada gençlik evleri vardı. Hatta ilk derneklerin kurulmasında Arif Hoca, ben, Sadık Gürbüz Almanya’da ilk sanatçılardık. 1994’ün başında dernekler tam anlamıyla daha dengede değildi, yerleri küçüktü. Ben gençlik merkezlerinde derse başladım. Daha sonra da öğrencilerimizin desteği ile yer tuttuk, orayı da bir dernek sistemi ile yürüttük, kirasını ödedik, kimisinin benzin masrafını, kiminin yiyecek ihtiyaçlarını giderirken bu şekilde ayakta durduk. Şu an 8776 insanlarımız hazır şimdi.

 

Kurumunuzun bir resmiyeti var mı? Şu an var, Nida Kültür Merkezi, diye geçiyor. Nida Tüfekçi hocamızın bana emeği çok geçti. Annem ölünce benim kalp rahatsızlığım çıktı.

 

Hangi konservatuarı bitirdiniz? İstanbul Teknik Üniversitesi, Maçka’daki.

 

Nida ve Neriman Tüfekçi’den birkaç cümle bahseder misiniz? Hepsi bir bulunmaz cevher. Size türküyü öğretirken ince noktasına kadar öğretirlerdi, sözlerinin anlamı, yöresel özelliği bunları detaylı şekilde anlatırlar, sizin sormanıza gerek yoktu.

 

Ruhi Su sever misiniz? Ruhi Su benim 8 yaşındaki ilk hocam. Nişantaşı’nda Yılmazlar Pasajı vardı. Oradaki Mühendisler Bürosu’nda pazar günleri bize ders verirdi.

 

Yılmazlar Pasajı büyük bir pasaj, Şişli’de? Evet. Ben onun en küçük öğrencisiydim, ilk tanıştığımızda da “Büyük Balık Küçük Balığı Yutar” demişti. Hiç unutmuyorum, korktum babama dedim ki; bu adam niçin böyle bağırıyor? Çünkü 40 kişilik bir koro var... Ama bağırdığı zaman öyle bir ses çıkardı ki; çok gür bir sesi vardı, ben çok etkilenmiştim.

 

Yaş çok genç, kısa zamana çok şey sığdırma gibi bir durum var gördüğüm kadarıyla. Kasetler olsun, yurtdışına gitmeler, oradaki çalışmalar, sorumluluk, öğrenci yetiştirme... gibi yoğun bir yaşamınız var? Kafamızı kaşıyacak zaman yok. Ama bunu zevkle yapıyorum.

 

Genç bir insan belki de beklenmeyecek bir şekilde böyle yetenekler çok, ama siz de farklı bir şey var. Genç bir insan olarak Türkiye’ye nasıl bakıyorsunuz, dünyaya nasıl bakıyorsunuz, gençlere nasıl bakıyorsunuz, yaşama nasıl bakıyorsunuz? Yaşam gerçekte çok acı mı yoksa? Ben 30 yaşıma kadar hayat benim için toz pembe idi. Ama şimdi acı.Kendiniz haricinde yanınızda yaşayan, çevrenizde yaşayan, olaylara da duyarlı olduğunuz zaman hayatın gerçeklerini anlayabiliyorsunuz. Bu dünyada sadece kendin için yaşıyorsan o zaman hiçbir şey olmaz.Fakat bizim okuduğumuz türkülerden tutun da, yaşam tarzı olarak da hep halkın içindeyiz, halkın içinde gördüğümüz şeylere duyarsız kalmamız, üzülmememiz imkansız.

 

Siz genç yaşta bunları söylüyorsunuz, sanatınızla, varlığınızla meydandasınız.Daha ileriki dönemlerde farklı etkilerden dolayı, değişik nedenlerden dolayı farklı bir yaşam şekli veya farklı bir müzik formuna yöneleceğinizi düşünür müsünüz? Bu yaşıma kadar değişmedim, bundan sonra da biraz zor değişirim.

 

Almanya’da yaşayan fakat Türkiye ile bağlantısı olan birisi olarak nasıl görüyorsunuz gençleri? Buradaki gençliği bilemiyorum daha doğrusu tanıma imkanım yok.Oradaki gençliği daha iyi biliyorum.Buradaki gençliğin ailesi ile iyi diyalogları olan gençler, gerçekten çok iyi ama ailesi ile kopuk olan gençlerin sonu hiç iyi değil. Kendi kültürüne tamamen uzak bir nesil çıkıyor ortaya. Çünkü geçmişini bilmiyor.

 

1994’ten bu yana Almanya’da olan birisiniz, Alman gençliği nasıl bir gençlik, açık mı, kapalı mı, özgür mü, yarı özgür mü, disiplinli mi, disiplinsiz mi? Çok özgürler. Ama bir taraftan da bizim gibi orada yaşayan yabancı toplumların yaşamlarını da onlar etkilemiş; kıskançlık var, sahiplenme duygusu başladı. Çok başıboş bir gençlik yetişiyor, yaşlılar şimdiden korkuyorlar; çalışmayan bir gençlik yetişiyor.

 

Müzik konusunda Alman gençliği nasıl? Bu konuda çok şanslılar. İstediği müziği yapıyorlar ama en azından destek var. Devlet diyor ki; sen kötü işlerle uğraşma ben sana şu kadar kredi vereceğim, karşılıksız kredi, o krediyi alıp kaset yapabiliyorsun.

 

Almanların Türklerle ilişkilerine girmeyeceğim ama Türk Miziği konusunda bilgileri var mı? Hiç ummadığınız konserde sizin yanınıza gelip imzalı resim isteyenler çıkıyor ve halk müziği sanatçılarının çoğunu da tanıyorlar. Konser harici daha çok panellere katılırdım gençlerle birlikte, kültürel geziler yapardık. Buradaki Türklerin bilmediği şeyleri oradakiler biliyor diyebilirim. Çünkü türkülerin içindeki anlamları biliyorlar, seni gördükleri zaman da soruyorlar bu sözün anlamı nedir? Diyorlar.

 

Orada yaşayan sanatçılardan kimler var? Neşet Ertaş var, çok yoğun bir insan, gönlü çok geniş birisi.

 

Almanya’da ozanlardan Osman Dağlı var. Ben onu çok seviyorum. Orada bilinçli dedeler var mı? Bizim orada cem yürüten ve çok sevilen bir dede var, Ahmet Kömürcü çok da bilinçli. Samsun ve Tokat’tan gitme Yıldırım ailesi var; belki duydunuz, kendi çapında 8000 kişilik bir aile, çok geniş bir aile, Almanya çapında ise 20.000 kişiler. Bunların cemi olduğu zaman spor salonu tutarlar ama oraya gelen dedeleri tanımıyorum ama isim olarak biliyorum.

 

Oradaki halkın beklenti ve istekleri konusunda gözlem yaptınız. Yöreler arasında fark olsa bile yan yana gurbetçi Türkleriz. 1994’ten bu güne gözlemlerinizde değişiklik oldu mu? Türk toplumu yozlaşmaya doğru mu gidiyor, yoksa kimliğini bulmaya doğru mu gidiyor, sizce? Bu süre içerisinde ne gözlemlediniz? Ben konserlerin hepsine katıldım. Ama genelde şu var; eğer verilen hizmet iyi anlamda halka ulaşıyorsa, halk onu benimseyebiliyor ama bunu ne derece benimsiyor olması önemli. Konsere gidiyorsunuz 15/20 tane sanatçı aynı kültürü paylaşan, aynı tarz okuyan uzaktan otobüslerle gelmişler ama sıkılıp da giden çok insan tanıyorum. Orada ne verebilirsiniz? Ama 2 saatlik bir cem ardından sanatçı topluluğunun katıldığı bir konser çok güzel olur. Gerçek anlamda halkla elektriği yakalamış sanatçıların yapıldığı konserlerde halkın kendi öz benliğini yitirmediğini, hala bir şeyleri paylaşmayı sevdiğini, sunulan şeylerin güzelliklerini bazıları farkında, bazıları farkında değil, bunu görüyorsunuz. Yeni yetişen gençlikle bu problemler yaşanıyor, gençlik sizi konserde dinlemeye geldiği zaman, konseri halk oyunları gecesi gibi görmeye başlıyor, çok ağır parçalar okunduğu zaman sıkıldığını belirtiyor.

Halk müziğinin diskolara girmesi, halayların diskolara girmesi... bunlar bazı kopukluklar yaratıyor.

Ama bilinçli bir şekilde sabrederek o insanlara bir şeyler öğretmek zorundasınız, bu da zamanla olur.

 

Siz Türkiye’ye nasıl bakıyorsunuz? Almanya’da yaşayan bir insana göre Türkiye nasıl bir ülke sıkıcı mı, gelişmemiş mi, yobaz mı, eğitimsiz mi? Türkiye aynı Avrupa gibi. Yaşam şartları olsun, diğer konular olsun, ben öyle görüyorum. İnsan ilişkilerinde kopukluklar başlamış. Bir araya gelmek artık imkansız gibi görüyorum, bizim orada daha çok birliktelik var ama burada bakıyorum ben geldiğim zaman hoş geldin demek için toplanıyoruz ancak o zaman birbirlerini görüyorlar.

Burada insanlar aynı mahallede yaşayıp da yada aynı apartmanda oturanların görüşmedikleri oluyor bunlar beni üzdü.

Kültür açısından bakarsanız burada çok başarılı insanlar var.

Oradaki insanlarımız Türkiye’ye dönmek istemiyorlar genelde, Türkiye’ye bir güvensizlik mi var? Çocuklarının burada yapamayacaklarını düşündükleri için dönemiyorlar.

Söyleşi: 15. 06. 2003, İSTANBUL

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile