FERHAT TUNÇ

 

FERHAT TUNÇ
Anadolu’dan Yiğit Bir Ses

 

Dersim’den, Anadolu’nun güzel coğrafyasından çıkıp Almanya’lara kadar giden ve müzik yaşamının ötesinde de benim anlayabildiğim kadarıyla, dinlediğim kadarıyla, sanatla, yaşamı özdeşleştirebilen kişiliği ile, kimliği ile, sanatçı kimliğini ayrı tutmayan, yani bir bütün içerisinde yorumlayabilen değerli bir insan Ferhat Tunç.

Ben onu dinlerken şunu hissediyorum, gerçi yüreğinde sevgi olan her sanatçımız böyledir, duyarak, hissederek söylemek o söylediklerinin her birinin ruhunun içerisinden, vücudunun en ücra köşelerinden gelmesi, ruhunun sesini toplumun beğenisine sunarken, toplumun da ruhunu kendi duygularına katabilmek ve böylece en güzele ulaşmak. Yani gözlerimizi kapattığımız zaman; varlık ile yokluk arasında bir his dünyasında olabilmek.

İşte sanatçı kimliği, işte içtenlik, işte güzellik diyorum, Ferhat Tunç derken.

Bugüne kadar sayısız konser verip, birçok kaseti çıkan, Anadolu’nun sesine ses, yüreğine yürek, derdine türkülerle derman olup, Anadolu’yu, müziğin evrenselliğini haykırabilen bu değerli sanatçımızla Cem Radyo’da yaptığım söyleşiden sizlerin de birçok şey alacağınıza inanıyorum.

 

AYHAN AYDIN

 

“Sanatçıyı güçlü kılan ve onu halkın gözünde büyüten, onun halkla birlikte yola çıkmasıdır. Zaman zaman bunu anlayamayan aydınlar var. Mesela Doğu’da, Güneydoğu’da halkın bana yönelik sevgisini anlamakta güçlük çekenler var. Şunu söyleyebilirim; bu, onların o bölgeden, halkın gerçekliğinden ne kadar soyut yaşadıklarını gösterir. Oysa ben hala yola çıktığım yerdeyim, oradayım. Sunulan sevginin nedeni budur.” (Ferhat Tunç)

 

Dersim neresi, Tunceli neresi? Daha önceki söyleşilerde de söylüyorsunuz, bana göre fark etmez diyorsunuz, sanırım? Zaman zaman da fark ediyor tabii. Bunun ayrımını gören insanların özellikle “Dersimli’yim” demesini de anlamak gerekir. Bu çok farklı bir şeydir sanıyorum. Bunu anlamak da tarihsel süreci çok iyi anlamaktan geçiyor, onu anladığınız ölçüde de Dersim’e daha sıcak bakmaya başlıyorsunuz. Onun için zaman zaman bana da bu tür sorular geliyor. Bana sorarsanız, ben her zaman kendimi Dersim’li olarak görmüşümdür.

Ben önceki sene festivalde sizi izledim Dersim’de. Barışa, kardeşliğe doğru uzanan o baskı ve sıkıntılı dönemlerden sonra halkın bir ölçüde de olsa rahatladığı o dönemde halkın coşkusu, halkın patlayan duygularını gördüm... Binlerce, on binlerce insan oradaydı ve siz sahneye geldiğiniz zaman hepsi ayaklanıyordu, bir büyük hareketlenme olmuştu. Diğer konserlerinizde de çok büyük bir coşku oluyor. Gerçekten akan bir nehre benziyor oradakiler sizi dinlerken. Demek ki ruhlar bütünleşebiliyor konser alanlarında.

Tabii. Siz bunu çok doğru bir şekilde gözlemlemişsiniz, dolayısıyla başında da belirttiğiniz gibi sanatın temel işlevi burada yatıyor, yani sanatçıyı güçlü kılan ve onu bu halkın gözünde büyüten belki de onun halkla birlikte yola çıkmışlığıdır. Halkla yola çıkmak önemlidir. Halkın yaşadığını bizzat sanatçının da yaşıyor olması bire bir yaşaması, yaşadığı bütün sıkıntıları halkla birlikte göğüsleyebilmesi anlamlıdır. Zaman zaman bunu anlayamayan birçok gazeteci, aydın insanla karşılaştığım bir gerçek. Mesela Doğu’da, Güneydoğu’da halkın özellikle bana yönelik sevgisini anlamakta güçlük çeken birçok insan var, ama aydın geçinen, solda duran, kendisini öyle ifade eden insanların da bunu anlamadığını burada vurgulamak istiyorum. Asıl anlamadıkları kendi içinde bulundukları konumlarıdır bence. O bölgeden, halkın gerçekliğinden ne kadar soyut yaşadıkları gerçeğidir, bunu doğru şekilde algılayabilseler, o zaman beni de anlamış olacaklar. Dolayısıyla beni anlamamaları doğal bir şey. Çünkü onlar da o gerçeklikten kopuk yaşıyorlar veya aydın kimliğini bu kopukluk üzerine oluşturmuş veya böyle devam ettiren insanlar olarak varlar toplumda. Dolayısıyla Dersim’de bizim bu kadar güçlü bir şekilde sevgi ile coşku ile karşılanmamızın özel bir nedeni var tabii ki; ben orada büyüdüm, o coğrafyada yetiştim, çocukluğum orada geçti. Ortaokul ve lise yıllarını orada yaşadım, o coğrafyayı çok iyi biliyorum, coğrafyanın acılarını, geçmişini ve toplumun gerçek anlamda yaşadığı acıları, sıkıntıları çok yakından biliyorum. Bunu bildiğim için de bana çok şey verdi yaşadıklarım. Bu bildiğim şeyler sanatçı kimliğime çok şey kazandırdı bu açıdan, ben kendimi her zaman o bölgeye borçlu hissettim. Niye derseniz? Çünkü oradan çok şey aldım, dolayısıyla bunun farkında ve bilincinde olan bir sanatçı olarak da görevlerimin olduğunu düşünerek hiçbir zaman kayıtsız kalmadım yaşananlara.

Türkiye’de, yaşadığımız ülkede; demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda gerekli olan duyarlılığı göstermekle birlikte özel olarak da Dersim’e yönelik böyle özel duyarlılığın olması son derece normaldir. Zaman zaman benim için “çok Dersimli’sin” veya “çok Dersimcilik yapıyorsun” yaklaşımları olan arkadaşlarımız da oldu. Ama bunu anlamak da farklı bir şey, Dersim’e yönelik bizim bu kadar ilgili olmamızın, sıcak olmamızın, bu kadar duygusal davranışımızı anlamaları için de sanıyorum o bölgeyi, o bölge insanlarını, bizim insanlarımızı, kültürümüzü, tarihimizi çok iyi bilmeleri gerekiyor, bunu bildikleri oranda da herhalde bizi çok daha iyi anlayacaklardır.

Çok zor dönemler yaşadık, çok sıkıntılı yıllar yaşadık... Özellikle o yöre insanı, Dersim yöresinde yaşayan insanlarımız çok sıkıntılar yaşadı. Ben sıkıntılı yıllarda zaman zaman birtakım girişimlerde bulundum; İnsan Hakları Komiteleri girişimleri oldu, bu girişimlerin bizzat içinde oldum. Ne acıdır ki orada yetişmiş, büyümüş bir sanatçı olduğum halde oraya alınmadığım günler oldu; kışın ortasında gece yarıları Dersim’in kapısından geri çevrildiğimiz günler oldu, tartaklandığımız, yolda kaldığımız günler oldu, çok önemliydi.

Sadece Dersim’e özel değil, bütün bölgeye dönük olarak yaşadığımız sıkıntılar... Dolayısıyla toplum bunu anlıyor ve sizi bağrına basıyor, kahramanlaştırıyor... Bu da bana göre çok önemli, toplum kendi kahramanlarını yaratıyor, siz kahraman olmak istersiniz veya istemezsiniz, bu çok farklı bir şey ama bu kadar zorlu bir süreçte halkla birlikte olmanız o sıkıntıları birlikte yaşamanız dolayısıyla bunu üretime dönüştürebilmeniz de çok önemli. Yani sanatçının asıl görevi orada yatıyor. Bunu sanata dönüştürebildiğiniz oranda ciddi bir duruma geliyorsunuz, ki ben yıllarca bunu yaptım. Albüm çalışması yaparken “Şu şarkıyı yapsam acaba tutar mı veya şunu yapsam çok mu popüler olur?” mantığıyla hareket eden bir insan olmanın ötesinde yaşadıklarımı bire bir aktarmaya çalıştım. Gidip tanık olduğum şeyleri şarkılarımla ifade etmeye çalıştım. Beni güçlü kılan budur, ben bunu kendim için bir avantaj olarak görüyorum. Avantaj diyorum çünkü bir sanatçı için, yaşadıklarını aktarabilmesi çok önemlidir ve ben bu anlamda çok malzeme topladım, malzemenin ötesinde yaşamım buydu, bunun üzerine kurmuştum, yaşamını bunun üzerine kuran bir sanatçı olarak da, dolayısıyla çok zorlanmadım, gerçek anlamda halkın sanatçısı olmak, ozan olmak bedel isteyen bir şeydir, bedel ödemeye açıksanız bu kadar güçlü bir yüreğiniz varsa bu halkın sevgisini de o oranda kazanmış olursunuz.

 

Siz o coğrafyanın güzellikleri içerisinde açan bir gülsünüz. Mesela en son iki gün önce Rize’deydiniz sanırım. Rize’den geldiniz. Evet, Rize’den geldim, bu hafta sonu oradaydım. Sadece Dersim’de değil, Rize’de de var sizi sevenler...

 

Ben Rize’de bu hafta sonu konser yaptım, Karadeniz’de öteden beri çok güzel konserlerimiz oluyor, her sene giderim. Geçen cumartesi günü Rize-Pazar’da coşkulu bir konser yaşadık. Konserden önce de yaylaya çıktım, mesela herkes gider otellere kapanır, ama ben gittiğim zaman şehrin otellerinde kalmam; mümkün olduğunca  o anları değerlendirmeye çalışırım; köylere giderim, insanlarla birlikte olurum. Mesela Elbistan’a gittim konser için. Ama Elbistan’da kalmadım; köylere gittim, Nurhak’a gittim ve boş bir günümüzü öyle değerlendirdik, benim için çok güzel bir gündü.

Bu hafta sonu Rize’nin bir köyüne gittik; köylülerle birlikte olduk, aslında gezip gördüğünüz zaman çok farklı, yaşadığınız zaman birbirimizden farkımızın olmadığını da görmek mümkün, hepimizin ortak özlemleri var, gerçek budur. Bu ülkede yaşayan dini, dili, kültürü ne olursa olsun herkesin ortak bir özlem var, o ortak özlemin gerçekleşmesini dilemek kadar güzel bir şey olamaz.

Sanıyorum bu ortak özlemler noktasında herkes aynı duyarlılığı gösterebilirse bu ülkede çok şeyin çözülebileceğine inanıyorum. Toplumun aslında çatışmak, birbirleriyle dalaşmak gibi bir sorunu yok. Ben bu çatışmaların, yöneticilerden ve siyasi anlayıştan kaynaklandığına inanıyorum. Çünkü ne kadar geniş olursanız, ne kadar hoşgörülü olursanız kendiniz dışında var olan insanlara, kimliklere, dinlere ne kadar hoşgörü ile bakarsanız o denli güçlü bir ülke olursunuz. Türkiye’de artık yavaş yavaş bunun anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Laz, Çerkez, Türk, Kürt ne olursa olsun bu coğrafyada birlikte yaşayacağız; birlikte yaşamak zorundayız. Bence yaşamın güzelliği de orada; farklı kültürlerin, farklı inançların, farklı dillerin bir coğrafyada ve birlikte kardeşçe yaşayabilmesi gerekir. 

Çetin Altan’ın bir sözü çok meşhurlaştı; “Türk’e Türk propagandası yapılması”. Yani bütün eksikliklerimizi kabul edebilsek, yöneticilerimizin, siyasilerimizin, bürokratlarımızın çağın gerisinde kaldıkları gibi, ülkenin her kültürel gözesine sahip olan insanından da kopuk kaldıkları, her bir köşesinden uzak kaldıklarını görebilsek herhalde sorunlar biraz daha azalacak. Siz sanatçı olarak halkın yanında, halkın duyarlılığı ile beslenen, onun damarlarından besin alan bir insan olarak da Dersimlisi ile, Egelisi ile, Güneydoğulusu ile, Karadenizlisiyle, yani bütün Türkiye’yi kucaklayabilme özelliğine sahipsiniz. Ferhat Tunç’u, Ferhat Tunç yapan özellikler var ki değişik yapılardan, gruplardan insanlar onu çok seviyorlar, çok dinliyorlar, konserlerine akın ediyorlar. Ünlü bir söz var; “Ülkenin türkülerini yapanlar, kanunlarını yapanlardan çok daha önemlidir”. Bir de herhalde türküler yanmaz, geçmişten geleceğe türküleri yok etmeye, sözü yok etmeye, duyguyu yok etmeye hiçbir silahlı gücün kuvveti yetmez... O nedenlerle siz işçi alanlarındasınız, siz Dersim’desiniz, siz Rize’desiniz, siz her yerdesiniz bilemiyorum, tabii yurtdışı da var herhalde?

Yurtdışına da gidiyoruz tabii ki. Ama çok fazla gitmiyorum.

Yine sizin cümlelerinizden çıkarırsak halktan kopuk olmamak, içten yaşamak, samimi olmak, dürüst olmak, duygularını yaşama geçirmek; yaşamı da dizelerine, sesine dönüştürebilmek meselesi Ferhat Tunç’un güzelliklerinden birisi. Bu güzellikler Anadolu coğrafyasında yayılır, işkenceler tümüyle son bulur, Manisa davası önemli bir adım, devlet devlet olduktan sonra niye sevmeyelim, bayrağımızı, vatanımızı seviyoruz ama biz işkence ile milleti üzen devlet istemiyoruz.

Devletimizi şöyle sevmeliyiz; kendi insanını insan olarak gören, insanca yaklaşan ve insanı için var olan bir devlet gerçekliğini istiyoruz. Özgürlüğü, demokrasiyi benimsemiş ve bunu topluma yayan, toplumla bütünleştiren bir devlet istiyoruz. Özgür ve demokratik bir devlet anlayışı, hiçbir zaman kendi ülkesinde insanlarına eziyet etmez. Bingöl’lü yoksul bir ailenin çocuklarını getirip kötü yapılmış bir yapıda ölüme terk etmez.

Devlet; insanını sahiplenen ve kollayan bir devlet olmalı.

Demokratik devlet, insanı düşüncelerinden dolayı yargılamaz, cezaevlerine atmaz, insanların suçu ne olursa olsun işkenceyi reva görmez. Kötülüklerden arınmış bir devlet tabii ki herkesin devletidir. Herkesin sahiplenmesi gereken bir devlettir ama ortada bütün bu yanlışları ile var olan bir devlet gerçekliğini sahiplenmek bu suça ortak anlamına geliyor, sanıyorum anlaşılmayan olay budur.

Demokratik bir ülke olmak istiyorsak, Avrupa ile bütünleşmek ve çağdaş demokratik bir ülke haline gelmek gibi bir amacımız varsa her şeyden önce bunun değişmesi lazım, bu dönüşümü yaşamamız lazım, toplumla birlikte.

Eğitim çok önemlidir, siz eğitimi yanlış ve inkarcı bir temelde ele alırsanız ve insanınızı yanlış, ilkel bilgilerle donatırsanız, bu toplum gelişmez, bir adım dahi ileri gitmez. Bizim her şeyi yeni baştan ele alıp ve değiştirmemiz lazım. Bu ülkede farklı inançları olan insanlara özgürlüklerini vermek gerekir, farklı dilleri olan insanların kendi dillerini konuşmak, kendi dillerinde eğitim ve öğrenim görme haklarının temel bir hak olduğunu kavramamız ve bilmemiz gerekir, herkesin kendini özgürce ifade edebileceği bir ülke, başında da ifade ettiğim gibi güçlü bir ülkedir, demokratik bir ülkedir, bu özlemin bir an önce gerçekleşmesi hepimizin dileğidir.

Bizim mücadelemiz de bunun içindir. Başka türlü, herkes gibi olmak gibi bir derdimiz olsaydı belki Ferhat Tunç olmazdım. Hiçbir anlamı olmayacak bir insan durumunda olacaktım, ki bu kadar gereksiz bir insanın yaşadığı bir ülkede farklı olmak kadar doğal bir şey olamaz. 

 

Yüreği sevgi dolu olanlar bu fikirlere katılırlar. Sevgili Cem Radyo dinleyenlerimiz de sizin sesinizi çok seviyorlar. Totaliter yapısından sıyrılmış, eleştiriye açık, işkence yapmayan, düşünceye saygılı, aydınına-sanatçısına kol-kanat geren bir devlet hepimizin arzusu, bundan Türkiye’miz kazançlı çıkar. Birileri “Türk’e Türk propagandası yaparak” Türkiye’mize, Türk insanına iyilik yaptığını sanmasın; biz demokrat insanlar olarak, bayrağımızı çok seviyoruz. Ama o bayrağı maalesef bazı gölgeler altında bırakanların çoğunlukla devleti yöneten pozisyonda bulunan insanlar olduğunu görüyoruz. Halk o bayrağa sahiptir; Alevi’siyle, Sünni’siyle, devrimcisiyle, liberaliyle insan olan, o bayrağa ve vatanına saygılıdır. Ama bazen maalesef kendi yarattıkları o zırhın altına bürünerek kişisel çıkarları uğruna vatanını, milletini, onurunu, halkını satanlar ülkeyi yıllardır yönetmektedirler ve şu andaki yöneticilerimiz de aynı statüdedir. Birileri için vatan hainliği yakıştırmasını yapan bazı yöneticiler ilk önce kendilerine baksalar herhalde daha iyi olur.

 

Vatan haini olmak veya vatan sever olmak bu sanıyorum; Türkiye’de çok fazla dillendirilen bir kavramdır  özellikle “vatan haini”. Bir bakıyorsunuz ki Nazım Hikmet halen vatan hainidir, Yılmaz Güney vatan hainidir, halkını anlatan, halktan yana tavır alan ve bu gerçekleri dile getiren insanlar bir anda vatan haini olabiliyor. İşte bunun değişmesi lazım.

Vatanseverler kim oluyor?

Irkçı olan ve gerçekten olaylara ırkçı bakan insanlar vatansever oluyorlar. Bu geleneği değiştirmemiz lazım. Bu ülkede yaşayan herkes kendi vatanını seviyordur, hiç kimse bir başkasından çok daha bir vatansever olamaz. Ben vatanseverim diyorum; çünkü ben yaşadığım ülkede mutlu ve insanların mutlu olmasını istiyorum, herkesin özgür olmasını istiyorum, bunu savunmak bence vatanseverliktir.

Ben sizi seviyorum; çok değer verdiğim bir insansınız, bu ara çok yoğun bir şekilde bir albüm çalışması var, daha rötuşlarını yapıyoruz, ama siz beni aradığınız zaman size de söyledim, başka radyolara konuk olmam, ama sizin program formatınız çok değişik olduğu için özellikle geldim, gelirken de çıkacak olan albümden birkaç şarkı belki çalarız, insanlarımıza sürpriz yapalım.

Bu albüm çok daha önce çıkacaktı ama gecikti, gecikmesinin çok daha önemli bir nedeni vardı; yaşadığımız koşullar...

Bu koşullarda böyle bir albüm çalışması yapmak kolay değil, yani boşa gidecek bir çalışma durumuna gelecekti, onun için bekledik ama iyi ki beklemişiz. Soğuklar geçti, ilkbaharla birlikte insanlarımızla buluşmak çok daha anlamlı, onun için ilk kez bir radyoda bu şarkıları çalmış olacağız.

 

Benim için de bir onur, çok teşekkür ediyoruz. Dersim üzerinde durmamızın nedenleri çok. Epey yaralı, bir yangın yeri Dersim. Çok çileler çekmiş halkı. Çok dertler dinledim. Siz çok daha fazlasını dinlediniz. Sizin gerçekten de özgün bir sesiniz var. Fakat gerçek bir sanatçı, bir ressam da olabilir, bir ses sanatçısı da olabilir çok değişik unsurlardan beslenir, yararlanır ve kendi kimliğini bulur nihayetinde; karşımıza ismi ile, felsefesi ile, sazı ile, sesi ile çıkar. Van Gogh’u Van Gogh yapan onun üslubudur, kendine özgü fırçasıdır, değişikliğidir. Ferhat Tunç’u da Ferhat Tunç yapan yine bir önceki bölümde söylediğimiz unsurlardır ama ben biraz daha açmak istiyorum burayı.

Dersim yanık insanların bir coğrafyası. Ama yanıklığı sese ve söze de yansıyan bir coğrafya. Yani isyanını, kederini, derdini anlatabilmiş türkülerle. Daha önce de cemleriyle, sazı ile, sohbeti ile, sözü ile, dedesiyle, ozanıyla da var, büyük bir alan büyük bir coğrafya, herhalde sizde de var bütün bunlardan bir etkinlenme?

 

Bence her insanda sonradan olunmadığına inandığım bir şey var. Yani bir insan neyse odur, sonradan bir şey olunmuyor, o çok farklı bir şey. Doğuştan aldığınız bir şey varsa ve bunu birikime dönüştürebilirseniz, o sonraki süreçte yansıyor, yani sizdekinin yansıması olarak topluma yansıyor. Sonuçta Dersim’de böyle bir gerçeklik, böyle bir realite var. Çok acılı bölge olmasının özel nedenleri var; öteden beri çok dışlanmış, horlanmış, baskı altında tutularak yönetilmeye çalışılmış bir toplumsal gerçekliği var. Sanıyorum bu da Dersim’in öteden beri belki de taşımış olduğu kimlikten kaynaklanıyor.

 

Dersim nedir?

Alevi kimliği taşıyan ama bunun yanında sol bakan ve solda durmuş, dünyaya da bu temelde bakan, aslında sevgi ile bakan, barış ile bakan bir özelliği olmuştur. Tabii devlet sevgi ile bakmadığı zaman böyle baktığınız ölçüde de karşı bir tepkiye dönüşüyor.

Dersim ne istemiştir? İnsanca, kendi kimliğini yaşamak istemiştir, özgürlüğü yaşamak istemiştir, farklılığından dolayı da baskılara karşı durmuştur. Zaman zaman bu baskılara duruş doruğa çıkmıştır, dolayısıyla insanlar hep dağlarda yaşamak durumunda kalmışlardır, bu biraz da kendini korumaya ve kollamaya dönük bir realiteye dönüşmüştür ve bu gelenek bozulmamıştır Dersim’de. Onun için Dersimlilerin en büyük sevdası olmuştur dağlar. Munzur Dağları’nın bu kadar yoğun bir sevdaya dönüşmüş olması ve sevda ile sevgi ile aşkla insanların Munzur’u anması bundan kaynaklanıyor. Çünkü Munzur insanların sığındığı ve kendisi için bir sığınak olarak gördüğü bir gerçeklik haline dönüşmüştür, ben bu gerçekliği yoğun yaşadım, büyüklerimden edindiğim kültür buydu zaten.

Çocukken bile uzun kış gecelerinde babaannem, dedem yaşadıklarını anlatırken ağlayarak anlatırlardı ve bu sabahlara kadar sürerdi. Biz gecenin ikisine, üçüne kadar onların anlattıklarını bir masal gibi dinlerdik ve böyle yaşardık. Onların anlattıkları bir masal değildi bir gerçeklikti, bir yaşanmışlık vardı, bunu bize aktarmaya çalıştılar, bunu aktarmanın yanı sıra saza ve söze dönüştürmenin son derece ustalaşmış bir gerçekliği de  vardı.

Dersimliler acılarını türkülere dökmeyi, sazla birlikte dile getirmeyi son derece çok iyi yapan bir halk, bir topluluk. Her Dersimlinin evinde muhakkak bir bağlaması duvarda asılıdır, zaman zaman ona “Telli Kuran” denir, bu bir gerçekliktir.

Bugünkü gençliğe de çok yoğun bir şekilde yansıdı, bu acılı süreç, bu tarih, bugünkü kuşakların dilinde dillenmeye başlandı. Ben bu kültürle yetiştim, böyle büyüdüm. Bu acıları çok yoğun hissederek, duyarak, yaşayarak ve zaman zaman köylerde yapılan cem ayinlerini çok yaşayan bir insan olarak çok etkilendiğimi ifade etmeliyim. Sılo Qıc’ı, Allaverdi’yi daha birçok değerli ozanı bu şekilde tanımış, onları sevmiş bir insanım. Çocukluğumuz onları yaşayarak ve dinleyerek geçti. Onların en temel özelliklerinden bir tanesi köy köy dolaşmaları ve yaşanmış olan acıları anında dillendirerek türküye dönüştürmeleridir. Bu çok ustalık isteyen bir şeydir, bunun çok önemli bir gelenek olduğunu düşünüyorum ve ben biraz da bunu içime sindirerek yaşadım ve çok yoğun şekilde hissederek büyüdüm.

Bugün aslında bende yansıyan da budur, bu gerçekliğin kendisidir. Dolayısıyla o coğrafyada edinmiş olduğumuz bu duyarlık giderek genel bir duyarlılığa dönüşüyor ve bugün artık Dersim’de özlemini çektiğimiz şeylerin ülkenin geneli için, yaşadığımız dünya için, bir özlem olduğu gerçeğini de herkesin görmesi gerekir. Biraz da böyle bakmak lazım, artık sadece Dersim değil, sadece Türkiye değil, dünyaya da böyle bakıyoruz. İnsanların acı çekmeyeceği, özgürce yaşayabileceği ve kendini özgürce ifade edebileceği bir dünya gerçekliği hepimizin en büyük beklentisi ve özlemidir. Bunun için mücadele etmek önemlidir.

 

Ayna önündeki cismi yansıtır. Ben büyük bir haz alarak dinlediğim eserlerinizde tabii ki onları görüyorum, fakat dediğim gibi bir özgünlük var, sizde bir farklılık var. Müzik eğitiminiz de var galiba,  değil mi?

 

Çok fazla müzik eğitimi yok. İyi bir ozan, iyi bir sanatçı olabilmek için ille de akademik bir şeyin olması gerekmiyor, dünyanın birçok önde gelen sanatçıları böyle birikimin çok dışında kendi kimliğine kavuşmuşlardır. Tabii ki önemlidir akademik eğitim, açıkçası ben Almanya’da yaşadım 6 yıl. Bu süre içerisinde Almanya’da Mainz Üniversitesi’ne bağlı bir okulda 6 ay eğitim aldım. Ama tabii ki bu sanatsal çalışmalar, konserler o döneme denk geldiği için devam ettiremedim, yarıda bırakmak zorunda kaldım ve Türkiye’ye döndüm 1985 yılında.

Türkiye’ye döndükten sonra da okula gitmek veya okullu olmak gibi bir amacım olmadı. Ama hayatın kendisi en büyük okuldur. Siz orada gerçek anlamda iyi bir eğitim alabiliyorsunuz, bu hayatın size lütfettiği bir şey, önemli olan bunu doğru bir şekilde algılayabilmek ve alabilmektir. Bu bilgiyi aldığınız oranda en büyük akademik birikime dönüştürmüş oluyorsunuz.

 

Ferhat Tunç bir sanatçı olarak, bir insan olarak neleri sever, nelerden hoşlanır, hayata nasıl bakar? Devrimci, demokrat, özgürlük, bu değerler güzel tabii. Ama dinleyenler adına ve kendi adıma sorayım, siz nelerden hoşlanırsınız?

 

Sonuçta ben de bir insanım. Benim için çok farklı düşünen insanlarda vardır. Bir çocuk gibi eğlendiğim de oluyor, bir çocuk gibi davranışlar sergilediğim de oluyor. Bu özelliğinizden kendinizi sıyırdığınız zaman diğer anlamda zaten üretken olamazsınız, verimli olamazsınız.

Her insan gibi benim de bir hayatım var ama her insan kadar belki özgür değilim, her insan kadar bunu belki dilediğimce yaşayamıyor olmam da benim böyle bir özelliğimin olmadığı anlamına gelmez. Her insan gibi ben de bir çok şeyi seviyorum, her insan gibi ben de bir çok şeyden nefret ediyorum.

 

Mesela kimleri seversiniz ya da ne tip insanları seversiniz? Bir gününüz nasıl geçer ya da sinemaya gider misiniz?

 

Sinemaya giderim. Yapmacık insanları sevmem, gerçekçi insanları severim. Ben gerçekçi bir insanım ve gerçekleri her zaman çok yoğun bir şekilde yaşayan bir insan olarak gerçekçi davranan insanları severim. Hiçbir şeyini gizlemeden; kimliğini, özelliklerini ortaya koyan insanları severim. Ben açık bir insanım, açık davranmaya her zaman için kendimi vazgeçilmez olarak görüyorum, onun için yapmacık olan hiç bir şeyi sevmiyorum.

 

Web sitenize girdik olağanüstü güzel bir şey.

 

O çok önemli. Çünkü ben ilk web sitesi olan sanatçılardan biriyim Türkiye’de. Bunu da önemsediğim için burada vurgulamak istiyorum. İnsanlarımızın bunu da bilmesi lazım, bir sanatçıya ulaşmak için en kısa yol onun web sitesinde, onunla iletişim kurabilmesidir. Bu anlamda her gün yüzlerce mektup geliyor, açıkçası hepsini yanıtlayamıyor olsak da bir çok mesajı yanıtladığımız bir gerçek ve insanlar sanatçılar hakkında web sitesinde eleştirilerini de yapabilirler.

Ziyaretçi defterlerimiz var; oraya giren herkes muhakkak Ferhat Tunç’u hep övgüyle anlatıp sevgilerini dile getiriyorlar. Sadece bu yapılmamalı, bizi eleştirsinler de, beğenmedikleri özelliklerimiz varsa onu da eleştirsinler, ben buna da çok değer veriyorum.

 

Adresiniz www.ferhattunc.net sanırım. Bu internet o kadar yaygınlaştı ki, artık her mahallede internet cafeler var. Ben sitede gezinirken çok keyif aldım.

 

Bizimle ilgili tüm bilgileri ve konserlerimizi öğrenebilirler. Ben 15 günde bir, bir gazetede yazıyorum, yazılarımı koyuyorum, o yazılarla ilgili yorumlar geliyor, çok önemli bir şey.

 

Söyleşiler var, albümler var.

 

Kimseye bir kısıtlama yok, eğer hakaret ve küfür içermiyorsa herkes istediği eleştiri de bulunabiliyor ve yazabiliyor.

 

Programımızın sonuna gelirken, siz gerçekten sanatçı olarak hem de halkın yanında olan bir insan olarak Bingöl depreminden de etkilendiniz, tabii Bingöl’de değil sadece, civarında da hissedildi,  bizler de çok üzüldük, orada vereceğiniz konseri de iptal ettiniz sanırım...

 

Diyarbakır, Urfa konserlerimiz vardı. Bingöl depreminin yarattığı büyük hassasiyetle onu iptal ettik, çünkü çok büyük bir acı. Depremi ben katliam gibi görüyorum. Dolayısıyla herkesin bu noktada duyarlı olması gerekir, çocuklarınızı emanet ediyorsunuz ve size cesedini veriyorlar, bu dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şeydir. Kamu binasında yaşanan bu olay bir katliamdır. Bingöl’de yaşanan acı olayı ben çok iyi hissediyorum ve aynı acıyı ben de yaşıyorum.

 

Tekrar başsağlığı diliyoruz. Çünkü bizi oradan da uydu aracılığı ile dinliyorlar. Ben de oradaki dedelere, dostlara ulaştım, kentte çok büyük bir heyecan ve korku varmış ama çok büyük hasar yokmuş. Bizler de diyoruz ki müteahitler bir hızır gibi yetişsinler, bir azrail gibi değil. Bizi yönetmeye çalışanlar da artık biraz devlet adamı gibi sorumluluk alarak, sorumluluk içinde çalışsınlar diyoruz. Çok teşekkür ediyoruz, çok keyif aldım.

 

Ben de çok teşekkür ediyorum, böyle güzel programlar hazırlayıp sunduğunuz için.

 

Türküler söylensin çok rahat, özgürce; türküler yakılmasın, kardeşlik, barış, özgürlük türküleri söylensin, yurdumun her köşesinde. Ülkemizin aydınlık insanlarına, aydınlık yarınlar getiren sanatçılara gerekli değerler verilsin. Düşünce karanlığını ancak ve ancak düşünce aydınlığıyla yenebiliriz. Türkülerin, şiirin, sözün ışıkları tüm yurdumuzu, bedenimizi aydınlatsın diyoruz.

Söyleşi: CEM RADYO - DOSTTAN DOSTA PROGRAMI - 05. 05. 2003.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile