Ali Duman'la Söyleşi

Kayseri’den Kanada’ya

Binboğa Dağları’nın eteğinden

Tanıdığı ozanların ruhunu hep kendisiyle yaşatan…

ALİ DUMAN’la Söyleşi…

Ayhan Aydın

Yirmi altı Martta değmeyin bana

Bin yetmiş beş yıllık zarım var bugün

Elsiz ayaksızım çıktım çarmıha

Irak çöllerinde darım var bugün

Ali Duman

Söyleşimize yaşam öykünüzü dinleyerek başlayalım, bize neler anlatırsınız?

Şiirler beni anlatır aslında ama ben yine de kısaca yaşam öykümü özetleyeyim. Kayseri Sarız Kırkkısrak köyünde 1953’de dünyaya geldim. Yöre de iyi tanınan Mehmet Duman’ın oğluyum. Bizim yöremizde Hakikatçiler denen; Şeyh Süleyman, Şeyh Araboğlu ve onun musahip kardeşi Şeyh Mamo’nun merkezi sayılan Şıhlar Obası (o köyün bir mezrası olduğu için oba olarak geçiyor)’nda dünyaya geldim. Çocukluğumuzda kendimizi bildiğimiz andan itibaren akşamları babam güzel de saz çalıp söylediği için Şeyh Mamo’nun Odası denen, toplumun bir araya geldiği buluşma noktası olan yere gider onların sohbetlerini dinlerdik. Biz o sohbetle büyümeye başladık, onunla her şeyi öğrenmeye başladık. İlkokul çağına kadar o sohbetlerin içinde bulundum.

Daha sonra 6 yıl Niğde Aksaray’da Koçaş Ziraat Meslek Okulu’nda yatılı kaldım. Yaz dönemlerinde köye gidip geliyordum. Oradaki bize verilen terbiye bizi sürekli kendimizle uğraşmaya her zaman içimizi sorgulamaya itiyordu. Çalıp söyleyen, şiir yazan bir babanın oğlu olunca küçük yaşta şiir yazmaya başladım. Ziraat okulunu bitirdikten sonra Ziraat Teknisyeni olarak Muş Alparslan Devlet Üretme Çiftliğine ilk görev yerim olarak atandım, 1972’de. Bir yıl orada görev yaptıktan sonra Diyarbakır Çüngüş İlçe Ziraat Teknisyenliğine tayin edildim. Orada dört yıl ziraat teknisyeni olarak çalıştıktan sonra askerliğime karar aldırdım ve askere gittim. Askerliğimi Balıkesir Ordu Donatım Er Eğitim Alayı’nda askerliğimi yaptım. 16 ay başka yere gitmedim, 1977’de askerliğimi bitirdim.

Askerlikten sonra İstanbul Yeşilköy Ziraat Araştırma Enstitüsü (şimdiki havaalanın olduğu yer) iki yıl kadar çalıştım. Kendi isteğimle çok da sevmediğim bu mesleği bıraktım. 15 Nisan 1979’da bu işi bıraktım ve Almanya’ya gittim. Almanya’da dört yıl kaldım. Almanya’dan döndükten sonra tekstil işi ile uğraşmaya başladım.

Yurtdışının tadına alışan insanlarda olduğu gibi oraya alışınca hep gözüm yurt dışında oldu. 1986’da ailece Kanada’ya gittik. O zamandan beri oradayım.

Bu kadar çok gurbeti yaşayınca sevdiklerimden, yetiştiğim memleketimden ayrı kalınca hasret kabardı içimizde şiire döndü. Yurt dışında özellikle Hakikatçilere benzer inançlar aradım diğer dillerde, dinlerde. Okuduklarımda, görüşmelerde hep bu duygu içindeydim. Hıristiyanlar, Hindular hepsinin inancının özünde sanki bizim yörenin inancı vardı. Onlar Hakikatçilerin yol arkadaşlarıymış gibi her araştırma beni tekrardan kendi inancıma ve Şıhlar Obası’na getirdi. Bu aynı zamanda şiirlerime yansıdı. Benim şiir yazmama en çok da iyi bir şair olan babam, babamın bacanağı olan Aşık İbreti, saz meclislerinde sık sık dinlediğim İbrahim Erdem (Erdem Baba) ve amcam Mustafa Duman’ın bağlaması ile çalıp söylediği Meluli’nin şiirleri etkili oldu. Eğer adına şiir denilirse ben de kendimce karalamalar yaptım.

Köyünüz hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz, köyünüz nasıl bir köydü?

Doğduğum Kırkısrak Köyü yerleşim alanı olarak Türkiye’nin en büyük köyüdür. Bizim mahalle dediğimiz 16 mezranın birleşiminden oluşmuş bir köy. Bir yönü ile kendi içine kapanık biraz asi, son dönemlere kadar devletle çok ilişkisi olmayan, bir köy. Çocukluğumda hatırladığım yayla ihtilafı nedeniyle devlet güçleri ile köylülerimiz arasında bir çatışma yaşandı. Köyümüzün yaylası komşu bir Sünni köye haksız bir şekilde verilmek istenince köylüler tüm varlığı ile buna direndi, devlet kolluk kuvvetleriyle çatışma yaşandı. Bu olayla ilgili olarak babamın çok meşhur olan Bizim Elin Çandır Dağı türküsünü yazdığı yayla şu anda bizim köyün elindedir. (Süleyman Zaman’daki dosyadan alınabilir.)

Köyünüzün arazisi nasıldı, geçim kaynakları nelerdi?

Dağlık bir arazi, köyümüz Binboğa Dağları’nın göbeğinde bir köydür. Dört tarafı Binboğa Dağları ile çevrilidir. Yaylaları bol, ağaçları çokmuş ama şimdi azalmış. Yaylımı çok geniş bir köydür. Geçim kaynağı hayvancılık özellikle koyunculuktur. Dereleri, Gürlek Çayı ve şelalesi meşhurdur. Bir tarafı Maraş, bir tarafı Sivas, bir tarafı Kayseri olan dağlar içinde efsanevi bir küçük ülkeydi benim gözümde köyüm. Çocukluğum bu güzel köyde geçti. Yaşım altmışı geçmesine rağmen bütün rüyalarım o köye aittir.

 

 

Sözlü kültürü ve Hakikatçileri biraz açalım. Dedeler kendi köyünüzden miydi, başka yöreden mi gelirdi?

Hakikatçiler oluşumu olmadan önce bizim köyün dedeleri Kantarma Dedeleriymiş. Eskiden Büyük Tacim sonra onun oğlu Küçük Tacim Dedeler bizim köye Şıhlar Obası’na sık sık gelirlermiş. Fakat herhangi bir cem, dede usulü yapmadan Hakikatçiler Meclisi’ne misafir gibi gelirlermiş ve onun söylediği rivayet edilen ben buraya öğrenci olarak geliyorum, dede olarak değil, dermiş.

 

Hakikatçiler dediğimiz yapı, grup bilge insanlardan oluşan bir kesimi mi ifade ediyor?

Hakikat Meclisinde dedem Bektaş Duman’ın da yer aldığı (Alevi yol erkanın esası olan dört kapının son kapı olan Hakikat Kapısında ve onun kurallarına göre yol erkan sürmüş kesime Hakikatçiler denir (Süleyman Metin Dede)) o insanlar zamanına göre kendini çok yetiştirmiş, çok okuyan ve çevredeki insanlara önder olan insanlarmış. İlla ozan veya dede olmaları gerekmiyor. Benim söyleyebileceğim bu guruba dahil bazı önemli isimler şunlardır: Meluli Baba, Aşık İbreti, Şeyh Mamo, Ali Kamki, Pazarcıklı Ali, İbrahim Erdem (Erdem Baba), Haydar Bayrak (yazar Mehmet Bayrak’ın dedesi) Söbeçimenli Aziz Özcan, Davut Ali Özcan, Halil Öztoprak, Mikail Aksoy, amcam Mustafa Duman (halk arasında Kıno) İsmail Öksüzoğlu, Aşık Mehmet Erişir, Aşık Fedai (Mehmet Bağdaş), Haydar Bayrak’ın oğullarından Haydar Bayrak (küçük), Hacı Bayrak, Mehmet Kamalak, İsmail Kamalak (Kubucuklu Sakallı İsmail) İbiş Yılmaz, Hüseyin Ülger (Kışo), Haydar uzun, Hüseyin Duman (Hüseyin Allıke), Şeyh Ali Kaygısız, Hüseyin Demirci, Söbeçimen’de Altun, Topraklar, Çobanlar, Özcanlar, Mücrimi Baba (dededir), gibi isimler.

 

Sizin bunlarla ilgili başka fikirleriniz nelerdir?

 

Kamil Hakk ağzından konuşurken; din icat etmişler, onunla beni sevdiklerini sanır, benden isteklerde bulunurlar. Benimle pazarlık ederler şu ibadetime şu mükâfat derler.

Ancak âşıklar beni bilir benden dilek dilemez, beni arzularlar. Alevi Bektaşi âşıklar tasavvuf denen şeyin en büyük zafer olduğunu onunda savaşının nefsin kalesini yıkmak olduğuna inanırlar. Bunu başarmak içinse aşk ile içe dönmeli, bütün dünyevi zevklerden arınmaya çalışmalı. Zamanın büyük kısmını kendiyle nefsi ve de bencilliği ile mücadele ile geçiren kişi olgunlaşır ve de Hakk’ yakınlaşır. Bu başarabilenler insani kâmil olurlar. Bu mertebe Hakk- Muhammed- Ali; Tanrı –doğa-insan birliğinin oluştuğu yerdir.

Bu mertebe tasavvuf dilinde ilmi ledün, diye anılır. Ledun ilmi mutlak hakikati bilmeli, Hakk’ın didarına ulaşmak onu kâmil de bulmaktır. Buna vahdeti vücutta denir. Benliğinden kurtulup bütünlüğe erişen kâmil ölmeden evvel ölmüş Hakk’la bütünleşmiştir. Yani âşık olmuştur. Sevgiyi bulmuştur. Seveceksin, öleceksin ve bulacaksın. Kişi kendinden ne kadar geçerse hiçlik âleminde gerçek birliğe ulaşır. Beka olur. Mansur bu âleme ulaştığında enel hak demiştir. Ben bir şiirimde enel hakta Mansur haklı, serini verelden beri, yani Hakk’la hak olmak için serini verecek, icap ederse derini vereceksin ki kamil olasın. Ölümsüzlük var aşkın yolunda. Alevi Bektaşiler herkesin payı emeline göre verilir, derler. Yani körü körüne bir itaat değil, iyinin güzelin hakkın ve haklının yanında mükâfatsız yer alırlar. Kayıptaki cenneti huri gılman vaatlerini, cehennem korkusunu hiçe sayarlar. Hakkı hak el yakın burada kâmil insanda, sevgi de bulduklarından ayrıca mükâfat almak kaygısı ile riyaye ibadete itibar etmezler.

Onun için aşkın kitabında insanlar arası hiçbir ayrımı kabul etmezler. Tek ölçü hak ve batılı ayırabilme ölçüsüdür. Irk, din, dil ayrımı doğuştan sonra alınan sıfatlar olduğundan Alevi Bektaşi âşıklar bunları tanımazlar. Kişiye değer toplum içindeki itibarına davranışına göre verilir, dinine diline göre değil.

Âşık doğarken şeriatla yol almaya başlayınca tarikatta, kendini ve dostunu bildiğinde marifette, evrenin ve yaratanın insanın tüm sırlarına vakıf olduğunda da hakikattedir.

 

Tarikatta birlik gerek

Marifette dirlik gerek

Hakikatte erlik gerek

Benliği atan er olur

 

Budur ahkamı bu yolun

Bir olmalı canın malın

Yasaktan kesilsin dilin

Dilini tutan er olur

 

Bu yol kuru lafa gelmez

Her söyleyen aşık olmaz

Aşk yorulup yolda kalmaz

Aşk ile biten er olur

 

Meluliyim Hakk’a gidiş

Sanma kolay biter bu iş

Gahi yokuş gahi iniş

Menzile yeter er olur

 

Aşk görmenin diğer adıdır. Fikri hapislerin hapishanesinin duvarı karanlıkla örülmüştür. Ordan kurtuluş ancak aydınlığı görmekle olur. Bir gönüle aşk düşünce karanlıklar aydınlandı der bir can dostum.

Dış dünyayı yaşamaktan vazgeçin, gönül dünyanızı yaşayın der o dost. Kendinizi görün naturel, ön yargısız, bencillikten, kuruntudan, desinlerden uzak. Görün sadece düşünmeden derinden derine görün. Aklın arzuladığını değil, yalın gerçeği görün. Güzeli görün bunun gerçekleşmesi de sevgi ile olur. Güzellik her yandadır, fakat sevgi yoksa görünmez. Ben ve benimkinden kurtulmayanın gözü güzelliği göremez.

Aşk kendinde hiçbir şey bırakmayacak şekilde bütün varlığın sevgiliye hibe edilmesidir. Haddini aşan muhabbetin adı aşktır. Aşkı muhabbet sonu olmayan bir gece, doktoru olmayan (dosttan gayri) bir hastalıktır.

Bir gece irfan oturdum

Bin yaşadım gencim daha der sevgi

Âşıklık sevdiğine serini, yeri gelince derini, gönlündeki en nadide yerini vermedir.

 

GÖTÜR

Ateşe bayılır gönlüm

Beni demirciye götür

Vurdukça ayılır gönlüm

Beni demirciye götür

 

Yandıkça döner pişkine

Çöker sevdanın köşküne

Ne olur Allah aşkına

Beni demirciye götür

 

Damla iken aşkla doldum

Varlığın ummanı oldu

Seni o ocakta buldum

Beni demirciye götür

 

Dilim de kalmadı nefes

Dağıldı çevremde nekes

Çağır Dumanı Erciyes

Beni demirciye götür

 

Bu şiirimden de anlaşılacağı üzere seven, sevdiği ile can, canan ile vardır. Dostunu hak bilip ona yönelen âşık için dost yaşatan, koruyan yönlendiren, hakka götürendir. Hakta aşığı varsa vardır. Arayan olmayınca bulunan diye bir şey de olmaz. Zerreler olmasa sonsuz sahralar olmaz. Varlık onu bilenle ve de onun küçük bir zerresi olanla vardır. Hiçbir şey haktan ayrı değildir.

 

Babanızın şiirleri olduğunu söylediniz, sazı sözü olduğunu söylediniz. Babanızın veya dedenizle ilgili başka neler söylersiniz?

Şıhlar Obasında Hakikat Meclisi’nde Şıh Mamo’nun odası vardı. Akşam işten sonra herkes oraya toplanırdı. Şıhlar Obasında odaya giden her aile (kadın-erkek) evinde pişirdiği yemekten o meclisin payını ayırır götürürdü. Babam her gün tarladan, dağdan yani o gün hangi işi varsa işinden döndükten sonra elini yüzünü yıkayıp, yemeğini yedikten ve temiz giyindikten sonra beni elimden tutar o sohbetlerin olduğu odaya götürürdü. Beni elimden tutup oraya götürmesi beni çok etkiledi. Babam da çok güzel bağlama çalıp söylediği için o meclisin sürekli bulunanlarındandı. O meclislerde bir deyiş söylendikten sonra her seferinde ara verilir ve okunan deyiş üzerine izahatta bulunurlardı. O yaşta bile okunan deyişlerin anlamını, insan sevgisini, Tanrı aşkını onların izahlarından anlamaya başladık. O şiirleri dinleyince okuma yazmayı öğrenmeye başlar başlamaz o zaman ki çocuk aklımızla önce benzer taklit şiirler yazmaya başladık, zamanla kendimizi geliştirip tahsil hayatı ilerleyince o işin özünü araştırma gereğini duymaya başladık.

Ben lise çağlarında ilk şiirlerimi yazmaya başladığım bir gün amcam Mustafa Duman ile hakikatin sırları ve ilkeleriyle ilgili çok soru sorunca, oğlum bu sorulara cevap vermem için sen daha hamsın, bu yolda emek verince yeri gelince anlatacağım çok şey var, demişti. O anda incindiğim bu cevap zaman geçip de kendimi anlamaya başlayınca ne kadar doğru bir şey olduğunu anladım. Çünkü ham pişmeden, aşka düşmeden, gerçeğin özünü fark edemezdi.

 

O ozanlar içinde özellikle sizin de iyi tanıdığımız Âşık İbreti’yi biraz anlatır mısınız?

O meclisin müdavimlerinden olan İbreti Baba (esas ismi Hıdır Gürel) sözü peşin, esprili konuşmayı çok seven, çok okumuş, hazır cevap bir şairdi. İbreti Baba ile çok zamanım geçti. Yörede inanç konusu mevzubahis olunca Alevilerin başvurduğu kişilerin başında gelirdi. Sohbetlerinde Sarız’ın Sünnileri bile sık sık bulunurlardı. Hıdır Amca bir sohbetinde Sarızlı bir hocaya, yav hoca siz bizim kestiğimizi yemiyorsunuz, neden? Diye, sorar. Hoca da cevap olarak siz abdest almıyorsunuz o nedenle sizin kestiğiniz yenmez Hıdır, diye cevap verir. Sohbet uzayıp da Hıdır Emmi başta sorduğu soruyu unutturduktan sonra konuyu av mevzusuna getirir ve hoca siz ava tazı ile gidiyorsunuz değil mi? diye sorar? Hoca evet diye cevap verince. Siz tazının boğduğu avı yersiniz değil mi, diye sorar. Hocadan evet cevabını alan ibreti, ey bre zındık, köpeğin boğduğunu yiyorsunuz da benim kestiğimi niye yemiyorsunuz, köpek hangi medreseyi bitirdi, hangi abdesti aldı, diye sorar. Yine aynı hoca ile bir sohbetinde oruçtan mevzu açarlar ve hoca Alevilerin neden oruç tutmadığından şikâyetçi olunca, İbreti Baba bizde oruç tutarız der fakat sözü uzatır arada yahu hoca siz sahura kalkarken davulla kalkarsınız, der. Hocadan evet cevabını alınca, peki hoca benim bildiğim Kuran’ı Kerime göre davulun piri şeytandır, der. Siz o zaman şeytana mı uyup sahura kalkıyorsunuz, biz şeytana uymadığımızdan oruç tutmuyoruz, sahura kalkmıyoruz. Böyle güzel anlatıları vardı. Çok hazır cevap, bilgece konuşmaları olan bir ozanınızdı.

 

İbreti hangi işle uğraşıyordu?

Yöremizde Terzi Hıdır, diye de bilinir. Yedi gün Elbistan’da bir terziden ders alıp terzi olmuştur. Aynı zamanda diş çekerdi, Dişçi Hıdır’dı. Maden arama belgesi vardı, maden arardı. Ayakkabı tamirini öğrenmişti Köşker Hıdır’dı. Fotoğrafçılıkla uğraşırdı. Çok güzel saz yapardı, bağlamacıydı. Şair ve yazardı. 1968 Elbistan olaylarında, Maraş Elbistan’da fotoğrafçı olduğu için dükkânı ve evi yağmalanmıştır. Bundan dolayı Kayseri Sarız’a gelip yerleşmiştir.

1972’de Sarız’da tutuklanıp Kayseri’ye götürüldü.

 

Kanada da yaşam nasıl gidiyor, neler yapıyorsunuz?

Kanada’da tekstille uğraşıyorum. Oranın vatandaşıyım. Kanada iklimi soğuk, insanları sıcak, doğası harika, devleti de adaletli bir ülke.

 

Kanada’da Alevilikle ilgili çalışmalar var mı?

1995 Gazi olaylarından sonra oradaki Alevilerle bir araya gelip Almanya Alevi Federasyonun yardımı ile bir tüzük hazırlayıp, Montreal ve Toronto şehirlerinden iki Alevi Derneği kurduk. Alevi toplumu çok kalabalık olmadığı için Montreal Derneği çok bir faaliyet gösteremedi. Toronto da Aleviler daha aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

 

Kanada’da konu ile ilgilenen dedeler, ozanlar, yazarlar var mı?

 

Montreal de bir Alevi Dedesi Ahmet Ali Erdoğan var, Elazığlı Celal Abbas Ocağına bağlı. Toronto’da Veli Dede, diye bir arkadaş hizmetleri yürütmekte. Montreal de İbreti Baba’nın oğlu Kemal Gürel, teyzem oğlu olup çok değerli bir ozandı. Mahlası Ozanoğlu’dur ama maalesef şu anda hayatta değildir. İbreti’nin torunu İbrahim Gürel çok güzel bağlama çalar söyler. Sivas Divriğili Aşık İhvani de Toronto’da yaşamaktadır.

 

Binboğa Dağları’ndan Kanada’nın benzersiz doğasına gittiniz, bu güzel coğrafyayı nasıl kıyaslarsınız?

 

Kanada doğa olarak çok güzel olmasına rağmen dünyanın en büyük şelalesi Niagara Şelalesi olmasına rağmen, bizim dağlardaki Gürlek Çay’ı gözümüzden Niagara’dan daha büyüktür. Kanada’da olsam da benim rüyalarımın ülkesi yine benim köyüm Kırkısrak’tır. Bu nedenlerle olsa gerektir yeni çıkacak şiir kitabımın adını da “BİNBOĞANIN DUMANI” olacaktır.

 

Hobi olarak el sanatları ile uğraşıyorsunuz?

 

Gurbetteki boş vakitlerimde ağaç oymacılığı sanatı ile uğraşmaktayım. Çıkacak kitabımın sonunda da kuşların ve minyatür sazlarım yer alacaktır.

 

Yayınlamayı planladığınız Binboğa’nın Dumanı eseriniz öyküsünü dinleyelim biraz da?

 

Lise yıllarımdan beri şiirle uğraşıyorum. Çıkacak kitabımın içinde yer alacak şiirler üç bölümden toplanabilir: Gurbet Hasreti, Dosta ve Sevgiliye İntizarlar ve Tasavvuf (inanç konulu) şiirlerim yer almaktadır. 400’e yakın şiirim olmasına rağmen, ilk etapta 220 şiirle dostlarla buluşmak istiyorum. Devamı okunmaya değer bulunursa gelecektir.

 

Tüm bu duyguların sahibi Ali Duman; son olarak şiir, ozanlar, yurt sevgisi, insanlık özlemi ve barış hakkında neler söyler.

 

Kısaca özetlersek;

Şiirler benim çocuk dili ile konuşmalarım, sevgiliye sitemlerim, dosta yakarışlarım, yöneldiğim Hakk bildiğim kıbleye yakarışlarım, gurbette çok daraldığım zaman sılaya dönüp kavuşma gününü özleyip içimi döktüğüm eserlerdir. İnanç yanına gelince kâmilin dini sevgi, Hakk bildiği dostu, varmak istediği menzil gönüldür. Gönüle giren dostla Hakk’la birlik içindedir. Hakk’la Hakk olanlara Allah eyvallah.

 

Halk ozanları kimlerdir?

Halk ozanları bildiğimiz yedi ulu ozanların yanında yöremizin Yunus’u olarak bildiğimiz en çok büyüklerimizin ve bizlerin de etkilendiğimiz, izinden gitmeye, közünde yanmaya çalıştığımız Meluli Baba’dır. Meluli Baba büyüklerimizden de aldığımız eğitimle Alevi yol ve erkânla musahipliğin gereklerini, en özlü biçimde uygulayan kâmil insan mertebesine ermiş hepimize güneş olmuştur. Tabi ki onun izinde yürümeye çalışan çok dostumuz ve ozanımız vardır. Güzel sedasıyla çocukluğumdan beri en çok dinlediğim ozan İbrahim Erdem Amcayı saygı ile yâd etmeden geçemeyeceğim. Günlerce babamla çalıp söyleyen hayranlıkla dinlediğimiz bir insandı. İbreti’nin Dallıkavak Köyü’nde ilk defa Erdem Baba ile karşılaştığı zaman ona hitaben yazdığı şiir son derece etkileyicidir. Tabi ki daha nice Hakk dostu şair ve ozan vardır etkilendiğimiz ama hepsini tek tek zikretmeye zamanımız yetmez.

 

Yurt sevgisi

Ömrümün çok büyük zamanı gurbette geçtiği için köyüme her zaman çok büyük özlem duyarım. Bir şiirimde “deli gönlüm yine uçtu elimden, bizim ele doğru savuştu gitti, Çandırı görünce kara gedikten,  yaşlar kirpik ile buruştu gitti” demişimdir.

 

Memleketi çok sevmeme rağmen; her yaptığım izinde resmi dairelerde karşılaştığım muamele, pasaport kontrolündeki polisin bakışları, ben her şeyi bilirim yaptığım kanuna bile uymuyorum, diyen yöneticileri görünce sonradan vatan edindiğim Kanada’yı daha çok seviyorum. Dilerim ülkedeki gidişat bir gün bu fikrimi değiştirecek kadar olumlu gider.

 

İnsanlık özlemi ve barış

Kanada vatandaşlığını 1991’de alırken, Kanada Dışişleri Bakanı’ndan, bu ülke çok çiçeği olan bir bahçedir, siz bu bahçenin yeni güllerisiniz sözünü, duymuştum. Dilerim ülkemizde de gülün dikeni değil de bahçenin gülü olarak insanlar kabul görür.

Tüm dünyanın barış içerisinde yaşayacağı günü büyük bir özlemle bekliyorum. Ortadoğu’nun kan gölü olduğunu görünce tüm dinlerden ve tüm kinlerden arınmış bir dünya diliyorum.

Otuz yıldır yaşadığım dünyanın en uzak gurbetinden bana kimse neye inandığımı, hangi siyasi görüşe mensup olduğumu sormadı ama kendi ülkemde ilk cümlesinin sonunda insanların nerelisin, diye sormaları beni üzmektedir. Kayseri Sarız’lıyım, deyince Kürt müsün, Avşar mısın, Alevi misin, Sünni misin? Diye sormaları en sevmediğim soru olmuştur.

Bütün ömrümce bir gün bizim ülkemizde kimsenin kimsenin inancını, dilini, etnik mensubiyetini sormadığı bir ülke olmasını özlemişimdir.

Bu dileklerin sonunu bir cümle ile bağlarsak; ülkemizin barış ve huzur ülkesi olmasını diliyor, sevgi içinde kalın, diyorum.

 

Söyleşi: Baba Mansur Derneği, Avcalar, İstanbul. 16 Mart 2016, Yazıya Alan: Deniz Ünal.

 

Şiirlerinden Birkaç Örnek

 

MENZİLİ BULDURAN KUVVETE ODUR

 

Davaya devadır gönül birliği

O birlik ki oluşturur dirliği

İkrara sadıklar bulur erliği

Menzili bulduran kuvvette odur

 

Bu cihanda Hakk’a nişandır kâmil

Pervanesi hakkın narına kail

Masivadan geçmiş didara nail

Gönülü dolduran servette odur

 

Aşk kâmilin, kâmil aşkın meyvesi

Aşkta pişmek erenlerin gayesi

Yok, aşığın gayri hiç sermayesi

Varılmak istenen mürvette odur

 

Zar edip tellerde inleyen neyde

Yar eliyle gelen bade de meyde

Hak aşikâr görmek zerrede şeyde

Âşıkta duyulan hasrette odur

 

Zahit cennetini boşlukta arar

Âşık kurtuluşun kullukta arar

Duman dostluktaki bollukta arar

Kesrette (çokluk) aranan, vahdette (birlik) odur

 

BE DOSTUM

 

Nerelere gitsem sensin yoldaşım

Kılavuzsuz yol alınmaz be dostum

Senin için tüm âlemle kardeşim

Dal budaktan koparılmaz be dostum

 

Görüp yanlışımı düzeltensin sen

Dertlerimi bölüp az edensin sen

Bütün yokuşları düz edensin sen

Menzil sensiz varılmaz ki be dostum

 

İsa’yı çarmıha gereni gördüm

Hasan’a ben zehir vereni gördüm

Ali’yi arkadan vuranı gördüm

Ben dinden imandan çıktım be dostum

 

Sıratı bir değil bin kere geçtim

Ab-ı kevseriyse her akşam içtim

Öbür dünya değil ben seni seçtim

Zaten gurbetlerden bıktım be dostum

 

Sevgi varsa eğer din neye yarar

Güneş olanlara gün neye yarar

Anı yaşayana dün neye yarar

Şu an hep sen, bense yoktum be dostum

 

Sevgiyi din ettim, aşkına düşüp

Yanan bir volkandım narında pişip

Duman oldum, sonra yollarım şaşıp

Dost köyüne yükü yıktım be dostum

 

İÇİM DÖKTÜM MANSURUMA

 

Yirmi altı Martta değmeyin bana

Bin yetmiş beş yıllık zarım var bugün

Elsiz ayaksızım çıktım çarmıha

Irak çöllerinde darım var bugün

 

Meryem’in oğluna benzerim darda

Bağdatta Fırata yakın bir yerde

Kerbelanın acısı var bu serde

Başsız gövdem kumlu yerdeyim bugün

 

Köle olmayacam dünya varına

N’olur beni asın Mansur darına

Kaybolsam ki neyin kalır yarına

Dost nerdeyse bende ordayım bugün

 

Sivas’ta, Serez’de asıldı canım

Hak uğruna nerde akmadı kanım

Madımakta alev sardı dört yanım

Akarsuyla yandım nardayım bugün

 

Az yezit görmedim çağlardan beri

Şöyle bir bakınca dönüpte geri

Hakla halka azda vermedim seri

Bazen kurşunlandım kandayım bugün

 

Bir beş değildir ki tükensin canım

Her zalim elinde kaldı bir yanım

Dün olsaydı derdim Ali Duman’ım

Bilmem kiminleyim nerdeyim bugün

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile