HÜSEYİN KUZUCAN

AYHAN AYDIN

 

Hüseyin Kuzucan güne nasıl başlar, nasıl devam eder, gün içinde hangi duygularla yürür?

 

Sabah erkenden ayaktayım. Kahvaltısız hiçbir şekilde evden ayrılmam. İşime gelirim. Elimden geldiğince insanları kırmadan işimi yapmaya çalışırım.

Bir kuşa, böceğe, çiçeğe ve tüm doğaya, dünyanın canlı ve cansız tüm varlıklarına saygı göstererek, yaşamımı sürdürürüm. Kapının önünde üç metreyi geçmez bir boşluk vardı, orayı toprakla doldurdum en az sekiz on çeşit çiçek ektim. Zeytinburnu’nda oturuyorum. Orada çok çocuk vardır. Eskiden çiçeklerimi çocuklar koparırdı. Onlara doğa sevgisini anlata anlata çiçekleri sevdirdim. Şimdi kimse çiçeğimi koparmıyor.

Duygusal olarak; günün her saatinde, dakikasında duygu insanıyım. Bugüne kadar oturup, planlayıp bir şiir yazmadım, yazamadım. Ama öyle bir an geliyor ki, bir gülün dalının üzerine düşen yağmur damlası bile bana on kıta şiir yazdırıyor.

Ben rüyamda ak sakallı bir pir görmedim, belki de gördüm de ben hatırlamıyorum.

 

Bade içmediniz?

 

Çocukluğumda bir rüya görmüştüm. Denizi hiç bilmezken bir denizin içinde kendimi gördüm, ne boğuluyorum, ne de suya dalıyordum. Gökyüzü masmavi her taraf suyla kaplıydı. Anneme anlattığımda ise rüyalarda deniz görmek zenginliktir, dedi.

Yazdığım hiçbir şiiri, beyti, şarkıyı dönüp bir daha onu düzenlemek gibi bir huyum yok. Yani bu harfi olmamış, bu cümle olmamış, demedim. İnanın dörtlüklü yazdığımın, yani tam uyaklı yazdığımın ben farkında değildim. Ne zaman ki türkü olarak okunmaya başlandı şiirlerim o zaman bana söylediler. Ama tabii ki, yıllar yılı dedelerimizden, ozanlarımızdan, türkülerden herhalde onların etkileri beni kendine çekti. Yazımın şekillenmesini sağladı. Belki duygularımın şekillenmesini sağladı. Çünkü insan gördüğünden çok öğrenir. Yaşam unutulmaz değerler katar insana. Öyle bir yetenekler verir ki yaşam insana, şaşarsınız. Belki konumuz değil ama Karadeniz insanı niçin zeki, denir. Ben de diyorum ki dağlık, kayalık bir alanda, inişli çıkışlı bir alanda insanlar geçiş için, yaşam için pratik yollar buldular, zekalı oldular. Köyümüzün önünde bir çayımız vardı, ayakkabılarımız (kara lastik) onu geçmek için taştan taşa atlardık, bu bir örnektir. Bir de çok dil bilmeyi, çok okuyup, çok dil bilmek isterdim. Dünyadaki tüm dilleri bilmek isterdim. Çünkü ben; rengi, ırkı fark etmez, insanı Yaratan’ın yeryüzündeki temsilcisi olarak görmüşümdür. Onun için bütün dilleri, kültürleri bilmek isterdim. Ne kadar bilgili olursan dünyaya karşı sevgin o kadar artar. Ben de çok dil bilmek isterdim. Yani ormanların temiz hava yaydığını bilen bir insan gidip ormanı yakmaz. Ben bilginin her türlü kötülüğün önüne geçeceğine inanıyorum.

Ben ilkokul mezunu bir insanın. Ama çok okurum. Sayısız dergiye aboneyim, her türden dergi okuma gibi bir merakım vardır. Ama tabii bu yapılan uluslararası büyük araştırmalarda bilgili insanların daha az kazaya, daha az sıkıntılı durumlara düştüğü ispatlanmış. Çünkü biz öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, arabanın tekerini yaptırmadan yola çıkıyoruz, onun adı kaza oluyor. Kiremiti sağlam yerleştirmiyoruz, düşüyor kafaya o kaza oluyor.

Kısacası benim tavsiyem ellerinden geldikleri kadar toplumu, çocukları ileri götürecek hamlelerde bulunsunlar. Eğitime çok önem verilmelidir. Çocuklara eğitim verilmelidir.

 

Ozanlık denince sizler neler söylersiniz? Kimlerdir ozanlar?

 

Benim kendi fikrim ozan halkının bir adım önünde, halkının bütün duygularını kalemiyle, sazıyla, sözüyle, davranış biçimiyle yine ona gösteren kişidir. Doğruları halka gösterecek, halkı soyanları, halkı yanlış yönlendirenleri halka anlatacak, gerçekleri yazacak. Dünyaya kötülük edenleri, dünyaya anlatacak ozan. Çünkü hiçbir doğrunun ırkı, dini, milliyeti olmaz. Hz. Ali Efendimiz, ilim Çin’de olsa gitip alın derken bunu sadece Müslümanlar için söylememiştir. Veya Hacı Bektaş Veli Hararet Nardadır, sacda değildir, derken bunları sadece Müslümanlar, veya Aleviler Bektaşiler için söylememiştir.

Yani kısaca, kişinin ozan olması, yazar olması, veya saz çalması, şiir yazması, roman yazması bir şey ifade etmez. Eline kalem alıp topluma birşeyler veren insanların aydın olması gerekir. Her aydının ozan olması gerekmiyor ama her ozanın aydın olması gerekiyor.

Ben kendimi hiç bir zaman ozan olarak görmedim. Çünkü ben saz çalmıyorum. Ozan demek çalıp söyleyendir. Beni bu makama layık görürlerse de gurur duyarım. Taşımaya da çalışırım. Gittiğim yerlerde, yaşamımda ona layık olmaya çalışırım.

 

Şiirlerinizde büyük ozanların duygu dünyalarını görüyorum. Kendi kendinizi nasıl yetiştiriyorsunuz? Sistemli bir çalışma yönteminiz var mı?

 

Benim sistemli çalışmam ve diğer özelliklerim duyarlılığımda saklı. Bir anda geliyor derken transa girmiyorum. Bu uzun birikimlerin patlamasıdır. Çünkü yokluk içindeki bir toplumdan, fakir bir aileden geldik. On iki yaşında gurbete geldim, sıla hasreti, ana hasreti, kardeş hasreti... hatta bir şiirimde bu konuda vardır. Benim ilk şiirlerim gurbet şiirleridir. Sonra düşünmeye başlayınca bu insanlar gurbete niye gelir? Bunu düşündüm. İster istemez sosyalleşiyorsun. Neden, niçin sorusuna sorgulamasına giriyorsun. Bu sorgulamaya başladığın zaman da, yıldızlara kadar, Tanrı’ya kadar çıkıyor. Bu da seni ister istemez ufkunu açarak duygusallaştırıyor. Zaten düşünmeye başladığın anda, düşünme yöntemini neden dedin mi, gurbetten girdiğin zaman bugünkü sömürü düzenine kadar olayı getiriyorsun. Çünkü herşeyin içinde insanın nefsi saklı. Bu nefis doyumsuzlaştıkça, çünkü karnı tokken saldırganlaşan tek varlık insandır, işi savaşlara kadar götürür, insanın birbirini sömürmesine kadar götürür. Yani sen ve bana götürür. Sen ve ben ayrımı girdiği zaman işin içine zaten her şeyin sebebine gireriz. Alevi felsefesinde de derler ya, benliği yenmek, diye. Bu benim birçok şiirimde vardır.

 

Alevilik konusunda neler söylersiniz?

 

Aleviliğin beğenilmeyecek hiçbir yönü yok ki. Seyyid Nesimileri yaratabiliyorsa, bu felsefe zulme karşı durmayı yaratabiliyorsa, daha da geriye gidelim; Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişi aslında mazlumun zalimin karşısında direnişinin sembolüdür. O yüzden yüzlerce yıl unutulmamıştır. Ve eminim bunu dil bilip gidip İspanya’daki papaza da anlatsam, Çin’deki Budist’e de anlatsam, eminim ki onlar da Hz. Hüseyin’in yanında yer alırlar, onun arkasında dururlar. Çünkü mazlumun zalımla şavaşı dünya var oldukça devam etmiş. Ve de devam edecektir. Çünkü bu sadece din, mezhep konusu da değil, bu doğruyla yanlışın savaşıdır. Bazı düşünürler, felsefeciler inanan kalplerin düşünen beyinlere yani bilime karşı gibi gösterirler. Ben buna inanmıyorum. Çünkü bir insan hem düşünebilir, hem inanabilir. İkisi birbirine karşı değildir. Zaten böyle olursa insanlık ilerler. İnanç kötü bir şey midir? Değildir. Çünkü inançsız bir toplumda, inançsız bir insanda ne kadar beynini kullanırsa kullasın, o da onu psikolojik bir boşluğa götürür, ruhi bir boşluğa götürür. Bir midenin ne kadar gıdaya ihtiyacı varsa, bir ruhun da o kadar gıdaya ihtiyacı vardır. Öbür boyutuyla yani farklı bir boyutuyla bakarsan, inançsız bir boyutuyla bakarsan, (kalkıp Allah’ı inkar edelim), yaradanı inkar etmek, bütün kainatı boşlukta bırakmak demektir. Bence her insanın ruhu bir kainattır. Yaratıcıyı insar ettiğin zaman bu boşlukta kalır. İnsan ruhu boş mudur? Hayır.

 

Aleviliğin hangi ilkeleri, erdemleri sizi etkiliyor?

 

Dört kapı kırk makamından da etkilendim, insana insan gözüyle bakan yönünden de etkilendim. Her yönüyle etkilendim. Alevi felsefesinde, ben çok derin bir Alevilik araştırması yapmadım, sadece bizim büyük ozanlarımızın, 73 millete bir nazarla bak cümlesi bile insanı ruhen, vicdanen, kimseyi kırmamaya götürür. Kaldı ki bizim ana felsefemiz de, Hakk ademdedir, vardır. Böyle bir felsefenin de ben sevilmeyecek, saygı gösterilmeyecek bir yönü olduğuna inanmıyorum. Çünkü değeri insan olarak aldığında yeryüzünün bütün yaratacı maddelerinde, yaratılmış maddelerinde insanoğlunun eli vardır. Bunu kirletiyor da, temizliyor da. Eee böyle bir varlığı seven felsefenin saygı duyulmayacak hiçbir tarafı yoktur; dedeliği de, mürşitliği, taliplik te hangi noktasından ele alırsan al yeter ki, kötüye kullanılmasın insanlarımız tarafından. Sadece dedelik boyutu yüzlerce yıl bu toplumu kavgasız, dövüşsüz, karakolsuz bir yerde tutmuş. Ve incelendiğinde Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları yörelerde kan davası, namus davasının görülmediği bir gerçektir. Ben Alevi olarak doğmasaydım da, yani Hindistan’da bir Hindu olarak doğup gelip böyle bir felsefeyi, böyle bir dünya görüşünü görseydim, bu şekilde yaşamak isterdim.

 

Bir Pir Sultan’ı Pir Sultan yapan nedir?

 

Ben okudum Pir Sultan’ı. Alevi toplumunun yüzde doksan dokuzu okumuştur, bilir. Zulme karşı duruşu, toplumun önünde oluşu, isminde bile Pir yani ışık vardır, Sultan vardır. Beş yüz yıldır Pir Sultan sevgisi insanların içinde yaşamıştır. Bu ona gösterilen sevgiyi gösteriyor. Abdal ise gezgindir. Ama o yüreklerde gezen bir abdaldır. O zaman Pir Sultan Abdal nereleri gezmiştir ki, onun o zaman gezdiği yerler dört günde gezilebilir belki ama o gönüllerde gezmiş, Abdal olmuştur. O gönüllere öyle bir Sultan olmuş ki, özellikle aydın toplum, zulme karşı duran toplum herkesi benimsemez ve uzur süre yaşatmaz. Pir Sultan Abdal bu kadar uzun süre gönüllerde yaşadığına göre bir nedeni vardır. “Yürü bre Hızır Paşa senin de çarkın kırılır” sadece bu söz bile hiçbir zulmün çarkının sonsuza kadar sürmeyeceğini gösteriyor. Bu cümlenin içindeki ince nüans ezilenlerin birlik olup yani bu sadece maddi yönden ezilme değildir, psikolojik ezilme de bir ezilmedir, bir başkasının sömürüldüğünü görüp elden bir şey gelmediğini görmek de bir ezilmedir, bunların hepsi ezilmedir. Bu ezilmelerin karşısında da böyle bir insanın yani, Pir Sultan gibi bir insanın durması bunu ne adına sayarsan say bu tür insanların evrenselleşmesini kolaylaştırır.

 

Bir de Hacı Bektaş var? Onun da bir düşünce sistemi var?

 

Kişisel duygularıma göre ben Hacı Bektaş’ı o çağın çok büyük bir ilim adamı sayıyorum. Çünkü 1200’lı yıllarda 1300’lü yıllarda bunu ele aldığın zaman, bir Ahiliği ele aldığın zaman Anadolu’nun tahta kılıçla fethine gelir. Yani zulmü silahsız yenmekte ancak çok yüksek mertebeli bir ilim adamına kısmet olmuştur. Yani yüksek kademeli bir ilim adamı bunu başarabilir. Pirlik mertebesine de baktığın zaman da eminim Hacı Bektaş’ın fikirlerini dünyadaki tüm dillere yaysınlar, yani Afrika’nın en uç noktasındaki bir yerli kabile bile bu fikirleri, onun pirliğini benimser. Çünkü yapılan işin hiçbir yanlış tarafı yoktur. Bir büyük filozofa doğru nedir diye sormuşlar, demiş ki doğrunun bir yere oturması için üç ayağı olması lazımdır, demiş. Ahlak kabul edecek, adalet kabul edecek, toplum kabul edecek. Hacı Bektaş’ın o çağda yaptıklarına baktığın zaman büyük ozanlarımızın, düşünürlerimizin, erenlerimizin yaptıklarını ahlak kabul ediyor, adalet kabul ediyor, zaten halk kabul etmeseydi böyle bin yıl yaşamazdı.

Hatta ben bunu bir şiirimde işlemişim; “Dokunmasa bize sayın softalar – Hakk’a hakça gider izimiz bizim – Zulme kılıç çaldı, ilme diz çöktü – Allah’ın aslanı Ali’miz bizim”. Son cümlesinde. “bin yılda çürümez ölümüz bizim” diye de bitirmişim. Biyolojik olarak bir ölünün çürümemesi mümkün değil, burada çürümeyen fikirdir. Çürümeyen bir fikrin de doğru olması lazım. Doğru olabilmesi için de biraz önce yazdığımız üç şeye dayanması lazım. Burda softa derken, hiçkimse yanlış anlamasın, softa sadece dini anlamda gerici olan değil; karşısındakini yanıltmakta bir softalıktır. Onun güvenini kazanıp ona bir yanlışlık yapmak ta bir softalıktır. Veya kendi toplumunun önderi olup ta, kendi toplumuna zarar vermekte bir softalıktır. Bunun Alevisi, Sünnisi yoktur. Amerika’daki adam da insanları yanlış yönlendiriyorsa softadır, Arabistan’daki din adamı da insanları yanlış yönlendiriyorsa o da softadır.

 

Bir de yaranızı tazelemek istemem ama, oğula bir destanınız var?

 

Yok onu bir anaya yazmıştım. Bizim köyümüzde Allah rahmet eylesin, Rukiye Ana diye birisi vardı, yöresel olarak Rukki derlerdi, biz onlarla bir aile gibiydik. Malum oraların fakirliği, sıkıntıları o ailenin düzgün bir aile olması, dede ailesi olmaları bizi birbirimize kaynaştırdı. Eğer cennet denen bir yer varsa o dede ailesi cennettedir. Kadın Derviş Cemal Ocağı’ndan, Kocası Baba Mansur Ocağı’ndandı. Gakgo Dede diye birisiydi. Onun kardeşi Şah İsmail Dede vardı. Bu iki dede de Allah gani gani rahmet eylesin, herhalde cennetin en iyi köşesindedirler.

 

Nasıl insanlardı?

 

Yani hiç kimseye bir kötülük düşünmeyen, devamlı toplumun birliğini düşünen elinden gelen herşeyi yapan insanlardı. Şah İsmail Dede aynı zamanda cem yürütürdü. Hatta beni çok severdi. Demek ki kalp kalbe karşıdır. Cemlerini hayal meyal hatırlıyorum. Ama o beni gördüğü yerde yanaklarımı ısırırdı, ben de onu görünce kaçardım. Demek ki kalp kalbe karşı ki, ben de sırf onun etkisiyle belki inanmayacaksınız ama üç dört yaşında o cem dualarını, semahları, duvaz imamları hepsini ezberlemiştim. Elime bir süpürge alıp, çocukları yanıma alıp evde cem yürütüyordum. O da bunu gördüğü için zaten bana aşırı bir sevgisi vardı, hatta babama darılmış, kirvi olmamışlar diye, ama biz onları ömür boyu bir kirve olarak gördük hep. Kısacası çok sevip saydığımız bir aileydi. Tüm köy onları çok severdi ama benim sevgim onlara bir başkaydı.

Şiire de gelince bu kadın büyük fakirliklerle çocuklarını büyüttü, hepimiz gibi. Kendisi çok hastalıklar çekti, ama biri 45’li yaşlarda, diğeri de 50’li yaşlarda iki çocuğunu kısa arayla toprağa verdi. Ben de bundan çok aşırı etkilenmiştim. Bir ananın iki yavrusunu çok kısa sürede toprağa vermesi, kendi canına ölüm isterken, bu acıları görmesi, beni çok çok etkilemişti. İşte bu şiiri de o mezarlıkta yazmıştım. Cebimdeki bir kağıt mendil üzerine yazmıştım.

 

Söyleşi: 1 Haziran 2011, İstanbul

 

HÜSEYİN KUZUCAN “ÇEKİRDEK ÇİÇEKLERİ” KİTABINDAN BAZI ŞİİRLER

 

DERT İLE DERMAN SENDEDİR

 

İnsanoğlu bil kendini, ağız sende dil sendedir.

Kendin ara nasibini, ayak sende el sendedir

 

Bil konuştuğun her sözü, görmen için vermiş gözü

Hakk yarattı hepimizi, bin bir türlü hal sendedir

 

Toprak işler yol olursun, dere isen göl olursun

Gül büyütür dal olursun, arı sensin bal sendedir

 

Dile dile ulu Hakk’tan, çalış inmeyesen tahttan

Arama yolun uzaktan, erkan sensin yol sendedir

 

Kendi benliğin bulursan, özüne bağlı olursan

Sen kendi kendin bilirsen, her bitür müşkil sendedir

 

Elin uzatma harama, düşmeyesin dert vereme

Kimseden kusur arama, libas hırka, şal sendedir.

 

Fani bu dünyanın malı, bilinir mi n’olur hali

Has bahçenin sensin gülü, yaprak, çiçek, dal sendedir

 

Bilirsen kendi kendini, doğruyu bağla pendini

Ağyar bilmesin derdini, dert senin derman sendedir

 

Zararından geçen zaman, aman ha unutma aman

İkrar sözün, aklın iman, erkan edep yol sendedir

s. 65-66

 

İNSAN DAİR

 

Sanmayın bu dünya herkese fani

Bin yıl çürümeden yerde yatan var

İlim ile insanlığa tat verip

Geceli gündüzlü zehir yutan var

 

İnsan odur benliğini koruya

Alim ola insanlığa yaraya

Kişi vardır başın verir doğruya

İnsanlığa iki  pula satan var

 

Adı kalır gerçek mürşit olanın

Sonu gelmez hile ile yalanın

Başımıza gelen türlü belanın

Nefsine yenilip çanak tutan var

 

Ben eğildim insanlığın önünde

Hiç kalmasa yoğuracak unum da

Yürümedim hilebazın yanında

Desinler Kuzucan çok çok hatan var

S.81

 

GEREKMEZ AĞAM

 

Zehredip sözümü vurma başıma

Yağın aşımıza gerekmez ağam

Kendi sıcağını kendine sakla

Yelin kışımıza gerekmez ağam

 

İnsan kendi özün çekmeli dara

Pişmanlık kar etmez binlerce kere

Cenneti verseler kem hilekara

Bizim işimize gerekmez ağam

 

Bilmeyiz küfredip başa kakmayı

İstemem hak yiyip gönül yıkmayı

Minnet ile yiyeceksen lokmayı

O aş dişimize gerekmez ağam

 

Kuzucan sözünü söyler erlere

Halden bilen vursun beni yerlere

Muhtaç olacaksam riyakarlara

Can da dönüşümüze gerekmez ağam

S.149

 

NEŞTER KAR ETMEZ

 

Size öğretmezler sizin mektepte

Değme doktor bunu sen saramazsın

Bu sarılmaz öyle her ilaç ile

O yara derinde sen göremezsin

 

Yıllar yılı öğüt verdim kendime

Derman olam dedim kendi derdime

Bilmem nerde hata yaptım ben yine

Sen zamanı geri çeviremezsin

 

Kanıma karıştı dostun zehri

Yıllardır çekmişim derdi

Çürümüş yaramın her yerde biri

Sen bunu neşternen ayıramazsın

 

İlmin aciz kalır dost yarasına

Kızma bakamazsın bi çaresine

HÜSEYİN KUZUCAN fukarasına

Deli dersin kafa hiç yormazsın

s.151

 

BEN ÖLEYDİM OĞUL

 

Büyüttüm kara çaputnan

Öleydim oğul öleydim

Koydum toprağa tabutnan

Öleydim oğul öleydim

 

Dişim sızlar ağrır başım

Yok oldu hayalim düşüm

Karıştı baharım kışım

Öleydim oğul öleydim

Hiç acını görmeyeydim

 

Toprak oldu iki kuzum

Nasıl durur ciğer sızım

Yaradandan bir tek arzum

Öleydim oğul öleydim

Öleydim de görmeyeydim

 

Gitti yavrumun son göçü

Yanıyor bağrımın içi

Evlat derdi derin acı

Öleydim oğul öleydim

Yaban ellerde kalaydım

 

Ağlayam mı yas mı çekem

Derdimi kimlere dökem

Yer gök olmuş bana diken

Öleydim oğul öleydim

Kadaların ben alaydım

 

Felek yıkıl benden yana

Bunca açı çok insana

Ben gördüm verme düşmana

Öleydim oğul öleydim

Ben kara toprak olaydım

S.166

 

AHVALİMİZ

 

Büyük başlar düşer koltuk derdine

Bizim oylar yine olur Niyazi

İmamın aptalı kıble şaşırır

Hibe olur vatandaşın namazı

 

Kimi davul çalar, kimi borazan

Memlekette kalır, sahipsiz hozan

Her hırsız kendine kurar bi düzen

Seyrederiz düz ovada yazı

 

Onlar bayram eder, biz yas çekeriz

Beyler pasta börek, biz soğan yeriz

Zaten zerre kadar yok değerimiz

Onlar ipek giyer biz çapur bezi

 

Hep böyle değil mi, hal ahvalimiz

Ne zaman sayıldık vatandaştan biz

Her zaman görüldük yolunacak kaz

Biri de eğlesin yalan bu sözü

S. 169

 

 

KARA BAHTIM

 

Benim kahrolası kara bahtımı

Hangi kitap yazı hangi kalemnen

Tecelli mi bozuk kaderim mi bu

Yarlan konuşamadık tatlı kelamnan

 

Ne bağım şen oldu ne bülbül öttü

Ne çilem tükendi ne derdim bitti

Yeter artık felek cana tak etti

Eğlenmez bu yara sürme melhemnen

 

Bitmiyor sitemi ne gündüz gece

Var mı çaresini bilecek hoca

Benimde aklım var kendi kendimce

Bilmedim farkım benim alemnen

S.171

 

VATAN GENÇLERİ

 

Yüzyıllar boyunca özgür yaşamış

İşte o milletin gençleriyiz biz

Cenk etmiş, at binmiş, kılıç kuşanmış

İşte o milletin gençleriyiz biz

 

İlk sabahta bu toprağı işleyen

Bu toprağın meyvesini dişleyen

Aman dileyene can bağışlayan

İşte o milletin gençleriyiz biz

 

Kan döktük bu yere biz avuç avuç

Vermedik düşmana yine bir karış

Düşman susmadıkça etmeyiz barış

İşte o milletin gençleriyiz biz

 

Denizlere hakim olmuş durdurmuş

Savaştan kaçanı kendi öldürmüş

Gökteki kuşlara hükmün sürdürmüş

İşte o milletin gençleriyiz biz

 

Savaş etmiş çok kış, çok yaz, çok bahar

Göğsünü siper etmiş sırtını duvar

O milletten bu yurt bize yadigar

İşte o milletin gençleriyiz biz

 

Kahraman bu miller yiğittir yiğit

Mertliği saymaya yetişmez ağıt

Atamızdan bize yadigar bu yurt

İşte o millerin gençleriyiz biz

S.190

 

YAYLALAR

 

Bahar gelir çiçek çiğdem açılır

Nasıl buram buram kokar yaylalar

Hele bir de yücesine çık da gör

Gök kubbeye yakın bakar yaylalar

 

Eğlemiş de çok yiğitler eğlemiş

Aşıklar üstüne türkü söylemiş

Tanrı tabiata süs bahşeylemiş

Berrak sular akar yaylalar

 

Yel eser kayayı toprağı yalar

Koyun kuzusuna bir başka meler

Yağmur çiseleyip gökyüzü dolar

Üzerine bir sis çöker yaylalar

 

Hüseyin çok deyip deşme içimi

Gurbet döktü başımdaki saçımı

Göz gelende herkes çeker göçünü

Öyle boynu bükük bakar yaylalar

S.192

 

Kitap: Çekirdek Çiçekleri, Hüseyin Kuzucan, Şiirler, Çapraz Yayınları, Mayıs 2007, İstanbul.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile