HASAN ŞİMŞEK
AYHAN AYDIN
Sizinle geçen sene burada, Abdal Musa’da, türbenin önünde karşılaştık, hatırlar mısınız bilmiyorum, 4 / 5 ozan vardı, yan yana geldik fotoğraf bile çekildik. Daha sonra da eserlerinizi okudum, zaman zaman görüştük. Ankara’da Folklor/Edebiyat Dergisi’nde de görüştük. Sonra geldik yine Abdal Musa Türbesi önünde karşılaştık. Döndük dolaştık, Antalya’da söyleşiyoruz.
Bu erenler, evliyalar, dedeler, atalar, ozanlar yurdunda gerçekten de bu damar sürüyor, bu damar yaşıyor, bu damar kurumuyor, halk olduğu müddetçe de sürecek, bu inanç olduğu sürece, bu yaşam olduğu sürece bu damarın kuruyacağını sanmıyoruz, buna ihtimal de vermiyoruz. O yüzden sizler oldukça bu ozanlık geleneği de sürecek yaşayacak.
Her şeyden önce merhaba diyelim.
Merhaba.
Evet, sizler diğer ozanlar gibi, diğer dedeler, yazarlar gibi Anadolu halkı gibi diyelim, Alevîler, Bektaşiler, Türkmenler, Tahtacılar, Abdallar gibi yine yoklukların, zorlukların içerisinden çıkıp geliyorsunuz, yaşamınız böyle.
Her şeyden önce kendi ağzınızdan dinlesek, kitaplarınızda yazıyor, okuyoruz ama bir söyleşi olması açısından kendi ağzınızdan anlatırsanız, o günlere dönelim. Çocukluğunuz nasıl geçti, nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz, hangi şartlarda büyüdünüz, yetiştiniz, okudunuz, eğitiminizi nasıl aldınız? Onlardan bahsedelim.
Ayhan Bey çocukluğumuz çok karmaşık. Ben izin verirseniz bunu ikisini birbirini bağlantı kurarak eserimle kendim takdim etmek istiyorum.
Manavgat’ın bir dağında doğuyorum, onu eserimde diyorum ki:
1934’te doğmuşum
Yılım var da ayım günüm yok benim
İki çocuk üçüncüsü olmuşum
Yılım var da ayım günüm yok benim
Babam Mehmet anam Fatma adları
Aç kalmışlar pişirmişler otları
Hastalıktan ölmüş birçok fertleri
Yılım var da ayım günüm yok benim
Antalya ilinin Manavgat Dağı
Kurbanlar kesilmiş yapmışlar payı
Toplanıp yemişler emmiyle dayı
Yılım var da ayım günüm yok benim
Babam çok yıpranmış yokluk içinde
Zorluk çekmiş yaşamında geçimde
Yazın yayla kışın sahil göçünde
Yılım var da ayım günüm yok benim
Ben çocukken yerleşmişler toprağa
Sıra gelmiş çadırları satmaya
İki odalı dam yapmışlar yatmaya
Yılım var da ayım günüm yok benim
Dertli Şimşek konduk göçtük yerleştik
Kederler de sevinçlerde birleştik
Sazlar çaldık dertli dertli söyleştik
Yılım var da ayım günüm yok benim.
Ayakkabım Bayramlarda Çarıktı
Beş yaşımdan beri çalıştım durdum
Ayakkabım bayramlarda çarıktı
Şalvarım yırtıldı yamalar vurdum
Ayakkabım bayramlarda çarıktı
Babam yoksul idi hep yavan yedik
Altı kardeş bir odada büyüdük
Birbirimize sarılarak uyuduk
Ayakkabım bayramlarda çarıktı
Yaşım on beşe geldi biraz büyüdüm
Gece gündüz kazanç için yürüdüm
Yoruldukça ayaklarımı sürüdüm
Ayakkabım bayramlarda çarıktı
Yaşım yirmi beşti oldu çarığı attım
Parasını verdim pabucu tuttum
Tarlada çalıştım tozları yuttum
Ayakkabım bayramlarda çarıktı
Dertli Şimşek yıllar yılı ezildim
Tane tane tespihlere dizildim
Yırtık yamağa giye giye büzüldüm
Ayakkabım bayramlarda çarıktı.
Ayhancığım işte biz böyle yaşadık, böyle devam ettik.
Zorlukla yaşadınız, zorluklarla devam etti yaşamınız. Tahtacılar, Akçaeniş konularında siz neler söylersiniz? Kendi köyünüz, doğup büyüdüğünüz ve geliştiğiniz, gözlemlediğiniz bu yerler hakkında, Tahtacılar hakkında neler söylersiniz onu biraz alalım sizden?
Şimdi biz dağlardan Akçaeniş’e inemezdik, köye indiğimiz zaman ben şahsen kendimi cennette derdim, tabiri caizse, bulur zannederdim. İnemezdik o fakirlikten bu dağlarda çarıklarımızın altı da yırtık olurdu, bir şeye takılır düşerdik dizlerimiz kırılırdı falan. Kuru yerdik yani bir şey bulamazdık, soğanı bulduk mu bayram ederdik, mübalağa değil bu gerçek. Bu köye üç ayda, beş ayda belki inmediğimiz zamanlar da olurdu. Zaten şehri hiç aklımdan geçiremiyordum. Bu şekilde rezillikle hayatımız devam etti. Ta ki askerlik yıllarıma kadar, askerlik yılından sonra artık biraz dünyamız, ufkumuz açıldı. Bizi de orada bir jandarma kursuna soktular, 6 ay eğitim gördük jandarma çavuşu olarak, onbaşısı olarak kıtalara gittik. Karakollarım vardı, o zaman ufkum genişledi. Askerde kalmak için birtakım düşüncelerim oldu. Neticede döndük, duramadım köyde. Bir sene kadar yine o orman işçiliğini yaptım, belki iki senedir bu. Ondan sonra zoruma gitmeye başladı çünkü askerde 40-50 köyüm vardı. Herkese emir verirken bir bakım memurundan emir almak bana çok zor geldi. Kavga da ettiğim zamanlar da oldu, adamlar haklıydı belki ve barınamadım şehire gittim. Şehirde dokuma fabrikasına işçi olarak girdim. 40-50 kişi bizi deli safa geçirdiler o iplikleri bağlıyoruz, dakika tutuyorlar, o dakika da kim daha evvel bağlamayı başarırsa doğru olarak sizi alıyorlar tezgahlara, dokuma tezgahlarına. Birinci geldim orada tutulma gayretiyle. Dokuma fabrikasında biz dokumacı olarak işe başladık. Antalya Ferri Krom fabrikasının temelleri atılmaya başladı. Orada abimin musahibi vardı, marangozdu. Dedi, gel buranın ücreti fazla seni buraya alalım, dokuma fabrikasında 210 lira maaşla işe başladım. Antalya Ferri krom fabrikasını biz kurduk, orada çalışmam gayretiyle Fransız’ların takdir ettiği insanlar durumuna girdim, beni şef yaptılar. İki senede fabrikayı kurduk, imalata açtık. 350 kişiyi bir Fransız’la ikimiz idare ediyorduk. Bir sıra böyle devam etti. On iki sene hizmetim var orada. İşçi DİSK sendikasının çok önderliğini yaptım. Grevler, boykotlar, eylemler işçi akını almak için her türlü şeyi yaptım ve başardım da.
Çocukluğunuzda çok zorluklar gördünüz, haksızlıklara direnmeye belki de buralardan başladınız ve aynı zamanda Alevî geleneğinden öğrenerek, görerek haksızın karşısında durdunuz.
Evet. İşçiler daha yıllar geçmesine 1961’de oraya girmiştim, hala daha boğazıma sarılırlar, geçen gün bir arkadaş ağladı, benim boğazıma sarıldı, Antalya’da. Ve ondan mutluluk duyuyorum, çünkü hiçbir kimseyi satmadım. İşveren bana rüşvet de teklif etti, dedi, bırak bunları aynı zamanda iş yerinin disiplin kurulu başkanıydım. Orada işçileri harcatmadım kimseye, mühendislerle kucak kucağa kavga ettiğim zamanlar da oldu. Bizim hayat bu şekilde oldu. 12 sene hizmetimden sonra sağlığım bozuldu, yıprandım sendikacılıktan ayrıldım, işveren üzerimize geldi, kavgalar başladı. Biz restimizi çektik, uzatmayalım anlaşmalı olarak tazminatla beni attılar aslında ben de istedim bunu. Çünkü başım belaya girecekti, o günden bugüne işte devlet tahvillerine başladık, içme suları yaptık, bir mimar mühendis arkadaşımızla, oralardan belge aldık bir süre böyle devam etti. Toptan meyvecilik yaptım, İzmir hallerinde, meyvecilik yaptık, halıcılık yaptık emekli olduk, bugünlere geldik. Şimdi de Almanya’da hayat devam ediyor.
Neler yapıyorsunuz Almanya’da? Almanya derken şiirlerinize de oradan bir geçiş yapalım. Okudum, Berlin’de yazdığınız şiirleri, orada ıstıraplar var tabii siz de ve Türkler de bir yalnızlık var, itilmişlik var, özlem var biraz da oralardan bahseder misiniz, Almanya’dan?
Efendim, şimdiki ikinci evliliğimi yaptığım eşim, gene Tahtacı aşiretlerinden bir bayan, burada akrabası olup kendileri Fethiye’de doğma büyüme orada yerli. Birisinin tavassutu (aracılığıyla) tanıştık, kısmetmiş evlendik, kesin buraya dönüş yapacaktı, onun kendisine ait iki kız kardeşin oteli var, turizmle uğraşıyorlar. Dedi, sen oraları bir gör gidelim, kesin dönüş yapalım, dedi bana. 1992’de Almanya’ya gittim. Oradaki gözlemlerimde şunu görebildim, öyle bir düzen kurmuşlar ki kimse aç değil, devletin şemsiyesi altında herkes barınıyor. Yad yabancı fark etmiyor orada yaşayan insanlar. Bir yere gidiyoruz eşimle, bir düğmeye basıyorsunuz bir şey geliyor, fiş geliyor sizin önünüzdeki adam bir numara aldıysa iki numara geliyor. Bir bakıyorsunuz gong çalıyor orada yeşil ışık sizin numaranızı gösteriyor ve gideceğiniz dairenin numarasını da gösteriyor, oraya varıyorsunuz, Alman, hoş geldiniz, diyor. Oturuyorsunuz, oturduğunuz zaman işinizi söylediğinizde hemen işiniz yapılıyor, tekrar bekleriz, diyor. Bu beni çok etkiledi, bir gün hanıma dedim ki, hanım bizim burada kalma imkanımız yok mu? Buranın ne kadar güzel sistemi var dedim, o zaman biz bu kapıyı kapatmayalım, açık tutalım burası çok güzel dedim. Hanımı benim teşvikimle Alman vatandaşı yaptık, 30 sene orada olanlar düşünmemişler bunu. Eşimin şimdi Alman pasaportu var ama ben halen süreyle oturuyorum. 1999’un 11’inci ayının 17’sinde sürem bitiyor. Üç sene vermişlerdi gene kısmet olursa onu uzatacağız. Biz çalışmadığımız halde ekstra bir evimiz var, kaloriferli falan çok güzel. 840 mark evimizin kirası bunu devlet ödüyor. 580 mark bana, 580 mark hanıma bankaya kod numarasına para yatırıyor. Efendim, otobüs kartını 110 marka alır aylık, biz ikimiz 80 mark veriyoruz, tane bize kart veriyorlar iki. Bir ay gece gündüz hiç durma bin hiç kimse sana bir şey söylemiyor. Biz o şekilde işte biz orada çok kalıyoruz, geliyoruz anavatana bir de burada kalıyoruz. Sağlık sorunu ön planda zaten, böyle yaşantımız devam ediyor Sayın Aydın.
Yaşantınız böyle devam ediyor. Şimdi gelelim öze. Veli Asan da ozanlar antolojisinde yer vermiş sizin şiirlerinize, şu çerçeve içerisinde yer vermiş; Tahtacı Türkmen Ozanları içerisindesiniz çünkü o köktensiniz. Manavgat dedik, Akçaeniş dedik, Hasan Akın gibi bu yolu süren diğerleri vardır, tanıdığınız diğer Tahtacı Ozanları kimler mesela.
Bizim bu yörede hemen hemen yok. Sizin tanıdığınız Hasan Akın var, bu köyden bir de Mehmet Civaroğlu var, Hasan Kara var benim ana tarafından akraba o da Karacaoğlan soyundan gelen anamgilin emmi uşağı babaları Hasan Kara. Çok yüklü bir ozan, çok güzel eser yazan bir abimiz. Evet hali hazırda bunlar var.
Bu geleneği sürdüren insanlardan birisiniz. Ben izninizle şu meseleyi açacağım, Hasan Akın olsun, diğerleri olsun, siz olun, ben sizin kitaplarınızda, şiirlerinizde okuduğum kadarıyla, çok orijinal bir yön var. Gerçi halk ozanlarımızın genelinde bu var, akıcı bir Türkçe, yalın bir Türkçe, bir de düşünceyi olduğu gibi söyleme var. Diğer ozanlardan sizi ayıran yönlerden bence birisi de bu, yani halk ozanlığında bir duru Türkçe var ama siz de ikinizde bunu iyice gördüm. Bunu genelleştirir miyim araştırmalarım onu gösterecek, şimdiden bir şey diyemiyorum, kesinleştirmediğim için. Bir fikri dolaysız aktarma var mecazi anlamlar yüklemeden, süslemeden bir anlam kaymasına neden olmayacak şekilde ne demek istiyorsanız olduğu gibi diyorsunuz şiirlerinizde. Dolaysız bunu yazıyorsunuz, böyle de bir yönünüz var?
Sayın Aydın, zaten ozanların böyle olması lazım, olduğu gibi görünmesi, göründüğü gibi olması lazım. Buna uymayan insanlar menfaat düşkünleri, biz onları ozan safında görmek istemiyoruz. Babası da olsa, babasının yanlışını da söyleyebilecek kadar ciddi yürekli olması lazım bir ozanın, eğer kendine ozanım, diyorsa. Görüyoruz bugün Doğu’da birtakım insanlar bugünkü düzenin çarkına takmışlar menfaat için kendilerini, onlar ne diyorsa onu tekrar ediyor papağan gibi. Biz olamıyoruz, öyle olamıyoruz. Ben bir eserimde, izin verirseniz söyleyeceğim, diyorum ki:
(Bu da bizim bir değerli ozanımıza karşılıktır, yazmıştım da bize kitap göndermişti satamadım diye, beğenmedim, bunların değeri yok, diye bizi eleştirmişti bir zaman tabii ondan da çok utanç duydu, sonradan üzüldü. Kitaplarda var, ona cevaben yazmıştım. )
Ozanlarda kibir olmaz kin olmaz
Niçin bana kızıyorsun üstadım
Yumuşak söylenen söz insanı yormaz
Niçin bana kızıyorsun üstadım
diye uzun bir şey. Şimdi ozanlarda kibir olmaz. Ozanların laboratuvarı halkından alan, halktan besler laboratuvarını ve halkına aktarır. Halk bizim, bizi doyurandır biz de onlardan halkımıza tekrar ederiz. Bir yerde halkından alır halkına aktarır bir üretkendir ozan, ama doğru çizgisini götürdüğü sürece. Ne yazarsa yazsın eğer menfaatine düşerek, gerçekleri saptırıyorsa ona biz af buyurun ozan diyemiyoruz.
Şimdi halktan besleniyorsunuz. Bu eğer halktan beslenme olmazsa hiç kökü olmayan, dalları, budakları olmayan, bir ağaç; havada bilinçsiz uçan bir kuş mu olursunuz?
Ozan gerçekten öyledir, bir çiçek bahçesidir, eğer ozan o çiçek bahçesinden, halkının çiçek bahçesinden bir şey alabiliyorsa üretkenliğini devam ettiriyor. Beslenen bir şeydir ozan, şu gördüğünüz yeşil ağacın dibi sulanıyorsa o büyür. Halk bunu hem suluyor, hem meyvasını veriyor. Biz de onların dallarıyız. Onlar için yaşıyoruz, onlar yaşatıyor bizi, biz onlara ihanet ettiğimiz zaman yolumuzdan döneriz. Nesimi gibi derimizi de yüzseler işte kaybolur gideriz. Nesimi derisini yüzdürdü ama özünden dönmedi. Pir Sultan kellesini verdi ama gerçekleri söyledi, halkının yanında oldu.
Sizin de toplumumuza değerli katkılarınız var, toplumcusunuz. Fakat tabii ki her ozan duygu insanı, sevgi insanı çünkü; şairlik bunu gerektirir. Diyelim ki bir ideolojiyi yansıtmak üzere şiirler yazıyor. Özü yok. Onlar parayla, şununla, bununla ideolojik yazılıyorlar, sağcısı, solcusu işte bu yazılanlar güya şiir oluyor, bunlar şiir değil. Şiirde duygu olmak zorunda, düşünce varsa da. Adam belli bir fikri, belli bir düşünceyi savunabilir, Alevîliği savunur, sol düşünceyi savunur, sağ düşünceyi savunur, milliyetçiliği savunur, şunu savunur, bunu savunur ama ben bunu savunacağım diyerek şiir yazılamaz.
Şiirde ilk önce bir öz olacak, bir tema olacak, ben oralara gelmek istiyorum.
Bu temayı siz ne zaman hissettiniz, ne zaman gördünüz ailenizden, veya başka yerden, nerelerden etkilendiniz, deyişlerden mi, türkülerden mi nereden başladı bu aşk, bu yazma isteği, bu şevk?
Çok teşekkür ederim bu soruyu sorduğunuz için, ben zaten düşünüyordum soracağınızı, isabetli oldu. Ben biraz daha konuyu geriye doğru götürmek istiyorum. Benim ana tarafım Karacaoğlan soyundandır, özündendir. Ben kendi çapımda araştırmalar yaptım, bizim geldiğimiz yer Adana, annemin dedesi Aşık Deli Mehmet Adana’nın bir yöresinde yatıyor, onun oğlu Aşık Çalgıcı Hasan Kozan’ın Uluçınar Köyü’nde bir dağ köyünde yatıyor. Gittim kabrini ziyaret ettim. Bunlar ünlü halk ozanları, Aşık Çalgıcı Hasan gezgindeyken babası ölüyor. Kendisi Cumhuriyetten çok eski, dağdaki eşkıyalar bu adamı saz çalma bahanesiyle dağa kaçırıyorlar. Ben bunu TRT 2 programlarında da söyledim, bantlara geçti. Bu adam üç kez idamlıktan yargılanıyor, o adamlar yakalanıyor ve bunu duydukları için diyorlar ki, “Aşık gel bakalım, ne yazık ki sizin fermanınız yazıldı, biz sizi yakaladık. Biraz çal çığır” diyorlar. O vuruyor sazına, sözlerini benim şu anda hatırlamam mümkün değil, başlıyor ağlamaya yüzbaşı, diyor ki: “Sen şu koyaktan şöyle kaçacaksın, abanı atacaksın yuvarlanacaksın, kaybolup gideceksin. ” Askerlere de diyor ki. “Ona ateş ederseniz hepinizi kurşuna dizerim, havaya kaçma diye atacaksınız rapor tutacağım, ” diyor. Ve bu şekilde kaçıyor, üç sefer oluyor, başından geçiyor bu olay. Orada yatıyor o zaman, Cumhuriyetten evvel kadılar var, Kadı Adana, Konya, Isparta, Antalya, Burdur gibi yörelere, say sayıyor, şimdiki gibi telefon yok ama insanlar gönderiyorlarmış, ne kadar halk ozanı varsa tellal ünlettiriyorlar. Adana’da kadının huzurunda toplanacaklar, sarayda da yiyip içecekler, imtihana tabi tutulacak. Bunlar toplanıyor, 36 tane halk ozanı bu vilayetlerden toplanıyor. Atışma var, tabii atışıyorlar, 34 tanesi yeniliyor, sazları yenenler oraya dayıyorlar. Tabii sarayın vereceği ödüller ayrı, yendikleri sazları alıyorlar ayrıca. Bir Arap kökenli, Sünni Arap kökenli ozanla dedem rahmetlik Aşık Çalgıcı Hasan (annemin dayısı) başa kalıyor. Şimdi o adam onun Kızılbaş olduğunu biliyor, Sünni, bunu diyor, böyle tehdit yaparak, tahrik ederek yeneyim, bu 36 sazı alayım, bütün hediyeli şeyleri de alayım bahanesiyle onu tahrik ediyor. Söylediği dizelerde Kızılbaş çürük, mikrop, kitapsız falan, diyor. Sıra dedeme geldiği zaman dedem şu yanıtı veriyor; kitaplarımda var o eseri de var onun,
İlimle okunur aşıklar adı
Ey ağalar nedir dünyanın tadı
Yıkanmadı diye anan mı dedi
Aşık Çalgıcıdan sual sorula
diyor. Arap bu sefer kızıyor, kalkıyor dövmeye, otur kelp diyor, Kadı. Yani köpek otur yerine, diyor. 36 tane sazı dedem alıyor, engin gönüllü adam.
Evet işte dedemin sazları topladıktan sonra Arap kalkmasıyla kelp diye oturtuyor tekrar ediyor kadı. 36 tane ozanı anamın dayısı Aşık Çalgıcı Hasan alıyor. Fakat diğer 34 ozanını sazlarını geriye veriyor. O Arap kökenli hakaret eden kendisine çürük, yıkanmayan, Kızılbaş diyenin sazını vermiyor. Nereden geldiniz, nereden aldınız diyorsanız bu ozanlığı benim ceddim de öyle, dayım da halk ozanıydı, benim anneannem de halk ozanıydı.
Halk ozanı Hasan Kara da akrabanız.
Evet akrabamız, anam zaten belli bir halk ozanı, amca çocuklarıymış babaları. Benim şimdi kız kardeşim de yazıyor, ölen kardeşim de yazıyordu. Aileden gelen, kökten gelen, anne tarafından gelen bir şey. Kardeşim Ali Şimşek de halk ozanıydı, onu kaybettik ettik. Yeğenlerimin çoğu şiir yazar, Yıldız Şimşek, Veli Şen, Veli Akın, Ayhan Şen ve torunum Dila Şüla Kıroğlu.
Peki, annenizden türküler, deyişler dinler miydiniz?
Zaten beni annem o konuda yetiştirdi, doyurdu. Annemden çok şeyler aldım, dayımdan az aldım, çünkü o zaman küçüktüm. Dayım 1951’de öldü, annem de geriye doğru babasından, dedesinden olanları bana aktardı.
Ne anlatırdı size, yani anlattıkları ne üzerineydi?
Şöyleydi; anamın dayısı Çalgıcı Hasan saz çalarmış köylerde, o Anadolu’nun fakir olduğu zamanlarda çocuklarını öyle beslermiş. Oğlu Halil varmış, Halil’i ben de tanıyorum, baba saz çalar, oğlan da oynuyormuş nafaka temin ederlermiş. Sözler hatırımda değil ama ninem mektup yazarmış puşt oğlan gibi ne oynatırsın çocuğu diye şiirle, o da ona nafaka için oynatırım diye cevap verirmiş falan, annem bunları bana anlatırdı. Hatta bir Ermeni kızıyla Türk oğlu birbirlerine aşık oluyorlar, Aşık Çalgıcı Hasan’ın huzurunda bir atışma yapıyorlar. Kitaplarıma koydum onları:
Oğlan yaylaya giderken yolun olayım
Açılmış bahçede gülün olayım
Ermeni kızı senin kölen olayım
Ermeni kızı dönmez misin dinime diyor
Kız da ona cevap veriyor en sonunda
İşte budur Ermeni’nin fermanı
Kesildi mi dizlerinin dermanı
Hiç duymadım Türk’den olan Ermeni
Var git oğlan var git dönmem dinine
İsmimi sorarsan Ali’dir Ali
Dinimi sorarsan cümleden ulu
Kitabım sorarsan cümleden ulu
Ermeni kızı dönmez misin dinime
Ermeni kız:
Adın Ali ise kurban olayım
Gel yanıma leblerimden vereyim
Ömrüm boyu hep seninle olayım
Gel, gel oğlan gel, gel döndüm dinine
falan diye yazıyor hatırımda yok en son kız kabul ediyor, birleşiyorlar, evleniyorlar. Bizim beslenmemiz oradan geliyor, anne tarafından geliyor. Oradan aldık ne aldıysak gıdamızı.
Peki gelelim şiirlerinize. Şiirlerinizde duru bir Türkçe var, yurt sevgisi var, Atatürk var, Uğur Mumcu var, tabiat var, aşk var dünyaya bakışınız nasıldır? Şiirlerinizde demokrasi, laiklik var, haksızlığa karşı gelme var, başka şeyler var, bunlardan şiirlere örnek vereceksiniz ama vermeden önce özet olarak ben sizin fikrinizi de almak istiyorum.
Çocukluğunuz eziklik içinde geçti, büyüdünüz, annenizden bir şeyler aldınız. Kafa, düşünce yapısı Ehlibeyt sevgisi işte, Atatürk sevgisi ne boyuttaydı, çevrenizdeki ortamda. Kimlerden neler duydunuz, neler işittiniz?
Sayın Aydın, bizim babalarımız okumasa bile bu gerçekleri biliyorlardı, onlardan biz aldık ne aldıysak. Onlar diyorlardı ki, Atatürk olmasa Türkiye olmazdı, biz olmazdık, Alevî olmazdı. Çünkü Atatürk bizim kimliğimizi bize bahşetti. Biz ormanlardan, Atatürk Cumhuriyeti, kurduktan sonra düze inebildik, yerleşik düzene geçebildik, diyordu.
Ben gerçekten Atatürk sevgisiyle okula başladım, hala Atatürk sevgisiyle yaşamımı devam ettiriyorum. Atatürk bizim her şeyimizdir, şiirimlerimde Atatürk’e çok yer veririm. Çünkü bugünkü nankör adamlar Atatürk’ün sayesinde çıkıyorlar, minareye Allahu Ekber diyorlar, o minarelerde kilisenin çanları çalacaktı. Türkiye olmayacaktı, kilise olacaktı, burada düzen, olacaktı, o ırk bitecekti.
Ama ne yazık ki bunlar beni çok üzüyor, ben Almanya’da bu işin üzerinde çok duruyorum. Atatürk’e küfreden insanları elimden gelse hepsini cezalandırırım. Çok zoruma gidiyor, biz çok zorluklar çektik şu köylerden dağlara giderken inanır mısın başımıza taş yuvarlarlardı, bizi taşa tutarlardı Sünni köyleri. Tahtacı ver, ayran içer, ağzınıza s..... , derlerdi kucakları taşla dolu köyün çocukları hayvanlarla bizim üstümüze yağmur gibi taş yağdırırlardı.
Yağmur gibi taş yağardı, kafamız yarılırdı ve kaçardık hayvanlarla koşa koşa, dağlara kaçardık.
Biz Atatürk’ün sayesinde şimdi çıkıp Alevîliğimizi ilan edebiliyoruz, Almanya’da, burada, her yerde ve övünüyoruz. Biz Atatürk için varız, onun için şu anda ben canımı hemen vermeye hazırım.
Eserlerimde zaten bunları koyuyorum meydana. Bütün Alevîler Türkiye’nin neresinde olursa olsun kendini bilen asimile olmamış Alevîler severler Atatürk’ü, sevmek zorundadırlar. Bırak onların camisini kiliseden kurtardı, bize her şeyi verdi, canımızı verdi bize. Bizim bize hürriyetimizi verdi, kişiliğimizi verdi.
Bugün çıkıyoruz Alevîliğimizle övünüyoruz, her yerde konferanslarda aydınlarımız bas bas bağırıyor. Nasıl bir Atatürk’ü sevmeyiz, bakın şu yobazlara Atatürk’ün devrimlerini birer birer tırtıklıyorlar. Erbakan dediğin o adam adil düzen iktidara gelecek ama kanlı mı olacak, kansız mı olacak, diyor. Bakın şu cehalete. Atatürk burada Cumhuriyeti kurmuş, laikliği kurmuş, sen Atatürk’ün laikliğinin şemsiyesi altında, bunu utanmadan söyleyebiliyorsun. Ama ben parlementoya da sesleniyorum, oradakiler burada bu adamlara müsamaha etmeselerdi, bu adamlar bu kadar çıkmazdı. Araba sattırmış insanların çıkmazlardı bu kadar. Onlar da böyle kıvırttılar, göstermelik Anıtkabir’e gittiler, beri tarafında Atatürk ilkeleri’nin altını oydular. Atatürk Cumhuriyeti ilan ettikten sonra köy halk evleri vardı, köy enstitüleri vardı, ne bileyim kadına seçme seçilme hakkı vermişti. Türkçe ezan okunuyordu, Demokratik Parti iktidara geldikten sonra bunları kaldırdılar, başımızdaki adamlardan hiç birisi bunu yapamazsınız, Atatürk bu ilkeleri koydu, kimsenin gücü yetmez, demedi. Bunlar bizi kahrediyor.
Türkmenlik, abdallar, yörükler elbette ki şiirlerinizde bunların yeri var. Biraz ormana, tabiata bu yaşama dönelim... Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Akçaeniş’tesiniz ama diğer Türkmen köylerle de bağlantınız var. Akdeniz’desiniz, Antalya’dasınız, buraları nasıl görüyorsunuz, Antalya’yı, Akçaeniş’i yaşamını, doğasını, tabiatını.
Şimdi Sayın Aydın, tabii ki Akçaeniş güzel bir Türkmen Köyü, güzel bir Tahtacı Köyü. Tabiatıyla, ne bileyim insanlarıyla iç içe yaşayan bir şey. Köyüm burası, buralarda doğduk, buralarda askere gittik, Antalya’ya çok yıllar oldu. Antalya’da biz miğfer taşıyoruz diyebiliriz, biraz halk ozanı çok yakın dostlarımız dışında koca bir şehrin içinde biz de kaybolup gidiyoruz. Buraya geldiğimiz zaman dostlar, ahbaplar çevremize oturuyorlar, sohbet ediyoruz.
Bizim köyümüz asimile olmadı olmayacak da. Ama şehre giden Alevî kökenli birçok insanlar çoğunluk içinde azınlık olduğu için asimile olmasa bile sesini çıkaramayacak durumdalar. Bunlar da bizden birer birer fire verir gibi kaybolan insanlar diye düşünüyorum. Ama Almanya’da biz bunu hiç olmazsa kendi çapımızda mücadelemizi veriyoruz. Öbür taraftan da bakıyoruz Almanya’da Alevî diye geçinen insanlar var, o beni çok üzüyor. Eserlerimde bunları yazıyorum, adamlar Atatürk’e silkat ediyorlar. Türkiye’nin düzenine silkat ediyorlar, Türkiye’nin bayrağına kızıyorlar, Atatürk’le Türk bayrağını asmıyorlar. Bunlar, açıkça söylüyorum, bunu yapıyorlar orada, birçoğu bunu yapıyor. Ben gittiğim zaman söylüyorum, abi buyur, yaşımıza hürmet ediyorlardı. Şimdi iki üç senedir gitmiyorum, diyorum ki kardeşim burada bir eksiklik görüyorum, Atatürk resmi yok, Türk bayrağı yok ama sizin pasaportunuz da Türk yazıyor, TC yazıyor. Neden bunu asmıyorsunuz, zul mü bu size diyorum, bu kuruluşunuz Türkiye’de olsa bir günde kapatırlar, diyorum. Ve biz onlardan soyutlandık çıktık, gittik. Şimdi Hacı Bektaş Derneğimiz var orada bizim, bayrağımız var, Atatürk’ümüz var, On İki İmamlarımız var, edep erkanlarımız eksiksiz yapılıyor, ben de oranın üyesiyim. Sıradan bir halk ozanıyım, gidiyoruz kendi kameramızla programlarımızı yapıyoruz, konserlerimizi veriyoruz, devletin kanalı var bir saat bize orada parasız yayın yaptırıyorlar.
Evet, şiirleriniz de, güzel fikirlerinizde bu kültüre katkıda bulunuyorsunuz. Peki Tahtacı deyince, Türkmen deyince neler dersiniz? Felsefesi, yaşamı, inancı, gelenekleri, görenekleri hakkında bize bilgi verebilir misiniz Tahtacıların özellikle Akçaeniş Köyümüzün.
Hay hay... Bildiğimiz kadar. Şimdi Sayın Aydın, dağda biz Tahtacı terimini şöyle görüyoruz; Tahtacı, gelenek ve göreneklerinden, Ehlibeyt soyundan o inancı devam ettirdiği için eline, beline, diline sadıktır. Eliyle hırsızlık etmez, diliyle yalan söylemez, ne bileyim gözüyle gördüğünü aktarmaz pek oraları şey yapamıyorum. Tahtacı olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan bir şeydir bizce. Yani diğer şeylerden çok farklıdır, yolunun edep erkanı neyse dedenin önünde ikrar veriyor, musahip oluyor, orada aldığı duasını dünyanın neresine giderse gitsin onun şeyinin altından çıkmaz onu uygular. Tahtacılar dürüsttür, yoluna, erkanına bağlıdır, Atatürk’ü severler, Hz. Ali’yi, On İki İmamlar’ı daha çok severler, dürüsttür, saftır, temizdirler yani. Kanlarında herhangi bir kötülük yoktur, daha zehirlenmedik inşallah bundan sonra da zehirlenmeyeceğiz. Ben isterseniz Ayhan Bey dışarı çıktı Adalet Bakanı Şevket Kazan Beyefendi için şöyle bir şey yazmıştım diyorum ki;
Sayın Bakan Adaletin Bu mudur?
Adalet Bakanı milleti böldü
Sayın bakan adaletin bu mudur
Senin istediğin şeriat öldü
Sayın bakan adaletin bu mudur
İnsanları birbirine kattın sen
Laikliği şeriata sattın sen
Sincan’daki başkanına gittin sen
Sayın bakan adaletin bu mudur
Cumhuriyette yüzleri hiç gülmeyen
Mevkisinin gereğini bilmeyen
Atamızı ilkesini sevmeyen
Sayın bakan adaletin bu mudur
Alevî topluma attın isnatlar
Mum söndü dediniz gerildi hatlar
Her zaman böyledir sizdeki niyetler
Sayın bakan adaletin bu mudur
Amacınız belli fikriniz belli
Gidişatlar belli zikriniz belli
Atamıza karşı farkınız belli
Sayın bakan adaletin bu mudur
Dertli Şimşek Cumhuriyet çocuğu
Atayı tanımaz dağın kaçığı
Bize düşman Arabistan alçağı
Sayın bakan adaletin bu mudur
Bu adamlar utanmadan Atatürk ilkelerine küfrediyorlar, sinkaf ediyorlar. Atatürk’ün getirdiği Cumhuriyetteki laiklikle Allahu Ekber, Allahu Ekber diyorlar. Diyebilecek miydik, kilisenin çanı gümbür gümbür çalacaktı, sen Hıristiyan olacaktın. Türkiye Cumhuriyeti diye bir şey kalmayacaktı, Türk diye bir şey kalmayacaktı.
Peki ozanlarımız, diğer tanıdığınız Tahtacı ozanlar ve dostunuz olan ozanlar Antalya’dasınız, başka yerlere gidiyorsunuz zaman zaman sohbet için. Kimlerle dostsunuz, kimleri seviyorsunuz, nasıl buluyorsunuz bu geleneği sürdürenleri?
Sayın Aydın biz tabii dikkat ediyoruz, ilişki kurduğumuz, her ozanla da insan tam uyuşmuyor. Şimdi iki tane Sünni Erzurumlu ozan geldi Antalya’ya. Bir gün bir baktık Kültür Müdürlüğü’ne gitmiş, demiş ki biz burada ozanları toplayacağız, birlik beraberlik göstereceğiz, demişler. Kültür Müdürü bize telefon etti bunlar kimdirler diye. Benim ismimi vermiş, Hasgül’ün ismini vermiş orada yaşayan, Antalya’da yaşayan ozanlar olarak Yazıcıoğlu’nun ismini vermiş. Demiş ki siz onların yanına gidin, demiş. Sonra bize geldiler, Hacı Bektaş Derneği’ne, adamlar neredeyse bizi dövecekler o Sünni ozanlar, bizi dövecekler. Adam kızarıyor, bozarıyorlar. Bir gün bir ozanlar kürsüsü oldu, dedi ki, arkadaşlar ben oraya gitmeden bir şey söylemek istiyorum dedi, buyrun biz ozanız ama biz Sünniyiz, bir sataşma falan olur mu dedi, kardeşim bizden size sataşma olmaz. Biz insanlara insan gözüyle bakıyoruz, bütün dünya insanları bizim gözümüzde insandır. Biz öyle birtakım çıkarcı çevrelerin menfaatıyla hareket etmeyiz. Gerçekleri bildiğimiz kadar şey yaparız, eğer gerçekleri de bilirseniz bizimle buyrun devam edelim dedik ve onlar ondan sonra kayboldular içimizden. Ben Antalya’da Rıza Hasgül, Muharrem Yazıcıoğlu, efendim Hasan Akın, Seyfili, Aşık Haydar arkadaşlarla beraberiz. Bunlarla Alevî geleneklerini, halk ozanlığına yakışır şekilde bildiğimiz kadar o çizgide yürütmeye çalışıyoruz.
Çok teşekkür ederiz, bizi aydınlattınız daha ilerde, daha geniş söyleşilerde gene birlikte olmak dileğiyle. Bu, bu çabanın içinde bu geleneği sürdüreceğiz.
Ben de çok teşekkür ederim, bu güzel, özverili çalışmalarınız için.
Ne akraban ne hısımın
Bana seni gerek seni yar yar
Sonu gelsin şu yasımın
Bana seni gerek seni yar
Malda mülkte hiç gözüm yok
Derdim içte hiç çözüm yok yar
Konuşacak sözlerim çok
Bana seni gerek seni yar
Benliğimi kökten söktün
İçerime hançer sokçun
Bir de dönüp gülüp baktın
Bana seni gerek seni yar
Dertli Şimşek yanıyorum
Bak aşkından ölüyorum
Ben kendimi biliyorum
Bana seni gerek seni yar
Söyleşi: 06.06.1999 AKÇAENİŞ KÖYÜ / ELMALI / ANTALYA
ESERLERİ
- Bir Sevgiden Bir Yaşamdan, Yön Matbaacılık, 1994.
- Mazluma Yardım Et Zalime Dikkat, Ece Ajans, 1996, Antalya.
- Ehlibeyt Üstüne Deyişler, 1996.
- Karacaoğlanlar Soyumuz Bizim, Ace Ajans, 1996, Antalya.
- Geçip Gittin Nesin Sen, Ece Ajans, 1996, Antalya.
- Katiller Kaçıp Nere Gidecek?, Ürün Ltd. Şirketi, Başkent Matbaacılık, 1998, Ankara.
- Atatürk’e Küfredene Karşıyız, Ürün Ltd. Şirketi, Başkent Matbaacılık, 1998, Ankara.
HASAN ŞİMŞEK (II.)
Sizce “Halk Ozanlığı” neyi ifade ediyor? Halk ozanlığı halkının gözü kulağıdır. Halkın dilek ve isteklerine tercümanlık eden kişidir.
Halk Ozanlığının tarihsel geçmişiyle ilgili bilgileriniz nelerdir? Halk ozanları ezilenin daima yanında olmuş, ezenlerin karşısında durmuştur.
Halk Ozanlığı sizce ne zaman ve nasıl başlamıştır? Halk ozanlığı tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Tarihin her döneminde halkının dertlerine tercüman olan insanlar olmuştur ozanlar.
Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Çocukluk dönemim köyde geçti çevre ile iyi uyum içindeydim.
Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz? Köyde büyüdüm.
Öğrenim durumunuz nasıldır? İlkokul mezunuyum.
Bir Alevi ocağına bağlı mısınız? Yanyatır Ocağına bağlıyım.
Küçüklüğünüzde ve gençliğinizde cemlerde bulundunuz mu? Bulundum.
Dedeler, zakirler, mürşitlerle bir arada yaşadınız mı? Sizce dedeler kimlerdir? Cemlerde bir arada bulundum, dedeler ocakzadedir.
En çok hangi ozanların şiirlerinden etkilendiniz? Yedi ulu ozanın şiirlerinden çok etkilendim.
En çok okuduğunuz ya da dinlediğiniz kitaplar hangileridir? Cenk kitapları ve Ehlibeyte ait kitaplar, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus vs.
İlk şiir tecrübeleriniz nasıldı? Ne zaman şiir yazmaya başladınız? Geçmiş halk ozanlarının şiirlerinden etkilendim. 1957 yılında daha çok şiir yazmaya başladım.
Bade içme gibi bir durumunuz oldu mu? Olmadı.
Sizce size bu ilham nasıl geldi? Anne tarafım Karacaoğlan soyundan, bizde kadın erkek şiir yazar saz çalar. Okuduğum Ehlibeyt ve geçmiş ozanların kitaplarından etkilenerek ilham geldi.
Ozanlıkta bağlamanın yeri nedir? Sazsız ozanlık olabilir mi? Ozan hem çalıp hem okuyan demektir. Sazsız ozan olabilir.
Bağlama dışında bir çalgı kullanıyor musunuz? Cura kullanıyorum.
Şiir yazarken özendiğiniz, örnek aldığınız, ozanlar kimlerdi? Geçmişteki halk ozanlarıdır. Dedem, anneannem, dayım ve annem.
Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Milleti bir nazarda görmektir. Doğaya baktığımız zaman tüm canlıların tabiat aleminde yaşadığını doğanın da mevsimlerde canlandığını görmekteyim.
Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir? Hacı Bektaş, Abdal Musa Sultan, Veli Baba, Tokat’ta Keçeci baba yarışmalarına katıldım.
Aldığınız herhangi bir ödül var mı? Abdal Musa şenliklerinde bir ödül aldım.
Yayımlanmış kitabınız var mı? 8 kitabım yayımlandı, iki tane kitabım basılmaktadır, dört kitabım da Kültür Bakanlığı tarafından alındı.
Kasetiniz var mı? Yok.
Anadolu Aleviliği hakkındaki fikirleriniz, bilgileriniz nelerdir? Anadolu Aleviliği diğer ülkelerdeki Aleviliğin hiçbirisine benzemez. Tarikatta on iki hizmeti tam olarak yürütürler.
Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir? Hz. Ali’de insanlık üstü bir vasıf vardı. Daima mazlumun yanında olmuştur.
Kerbela ve Hz. Hüseyin için neler söyleyeceksiniz? Niçin tüm Alevi-Bektaşi ozanları Kerbela için matem şiirleri yazmışlardır? Kerbela Olayı size ne ifade ediyor? Hz. Hüseyin haklı olduğu bir dava için başını vermiş, yezide biat etmemiştir. Bunun için tüm Alevi ve Bektaşi ozanları haksızlığa uğrayan Hz. Hüseyin için şiirler yazmışlardır ve Hz. Hüseyin şerefsiz yaşamaktansa şerefli ölmeyi yeğ kılmıştır. Bunun için de devamlı halkın gönlünde taht kurmuştur.
Alevi -Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz? Biz Aleviler, Alevi Sünni ayrımcılığı yapmadan inançlarımız da hür birlikte yaşamak istiyoruz.
Tasavvuf hakkında neler söyleyeceksiniz? Okumak lazım.
Yunus Emre, Seyyid Nesimi, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi ozanların şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Her ozan kendi çağında sömürüye karşı koymuş, halkının yanında yer almıştır.
Sizce bu isimler neden ölümsüzler arasına katılmışlardır? Halkın dertlerine çare oldukları için. Haksıza da eserleriyle karşı oldukları için.
Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir? Atatürk ismi özgürlüğü, barışı, demokrasiyi, hürriyeti kısaca tüm güzellikleri ifade ediyor. Yeniden işgal altında olan ülkemizi düşmanlardan kurtarıp cumhuriyeti kurup laikliği ve yazıyı da Türkçeleştirdiği için ona minnettarım.
Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz? Atatürk’ün kurmuş olduğu laik bağımsız demokratik Türkiye Cumhuriyetini bize emanet ettiği şekilde yönetilmediği için ve yönetenlerin şahsi menfaatlerini memleket menfaatlerinin üzerinde tuttuklarından dolayı geri kalmışlık doğal olmuştur.
Sizce bu toplumu neler değiştirebilir? Eğitim de köklü bir yenilik yapılması ve fakir halk çocuklarına okuma olanaklarının tanınması ve toplum olarak kültürlü bilgili bir nesil yetişmesi ile olanaklıdır.
Sizce demokrasi nedir? Gerçek bir demokrasinin yaşabilmesinin şartları nedir? Demokrasi, din işleri ile devlet işlerinin ayrılması milli gelirin tüm vatandaşlara eşit şekilde sağlanması ile mümkündür.
Sizce Halk Ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir? Halk ozanları tarihler boyu halkı için kellelerini verdiler, asıldılar, yüzüldüler ve yakıldılar.
Çağdaş dünya ve Türk yazarları hakkında neler biliyorsunuz? Çağdaş dünya demek insanların birbirini sömürmediği hor görmediği ve öldürmediği barış içerisinde yenilikler arayan bir bilgi dünyasıdır. Türk yazarları içerisinde dünyaya mal olmuş bir çok yazarımız vardır. Fakat bu yazarlarımız Türkiye’nin imaj sorunu yüzünden laik oldukları yere gelememişlerdir.
Halk Ozanlığı geleneğinin günümüzde devam ettiğine inanıyor musunuz? İnanıyoruz.
Hangi ozan ve ses sanatçılarıyla dostluğunuz var? Arif Sağ, Mahzuni Şerif, Yavuz Top, Şah Turna, Ali Kurt, Şiar can vs.
Kitap okuyor musunuz? Evet.
Sinemaya, tiyatroya gidiyor musunuz? Zaman zaman.
Şimdiye kadar kaç Alevi - Bektaşi anma etkinliğine katıldınız? Hemen hemen tamamına katıldım.
Halk ozanlarının genel sorunları sizce nelerdir? Çözümlenebilmesi için neler yapılmalıdır? Halk ozanlarının en önemli sorunu devlet tarafından ekonomik yönden desteklenememesidir.
Halk ozanlığında ne gibi değişmeler yaşanmıştır? Günün koşullarına göre değişmeler olmuştur.
Toplumun ve devletin halk ozanlarına bakışını, yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Halk ozanlarının toplumla ilgili bir sorunu yoktur. Devlet halk ozanlarına sahip çıkmamaktadır.
Halk ozanlarının geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Devlet halk ozanlarına maddi ve manevi destek sağlamalıdır. Gerekirse bir bakanlık çatısı altında böyle bir birim oluşturulmalıdır.
Elinizde bulunan ozanlarla, ozanlıkla ilgili kaynaklar hangileridir? Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Hatayi, Kul Himmet, Nesimi, Yunus Emre, Virani vs.
Hangi ozanların, hangi eserlerini biliyorsunuz? Bir çoklarını biliyorum.
Halk ozanlarının sorunlarını giderilebilmesi için hangi kurumlar, neler yapabilir? Kültür Bakanlığı.
Ozanlara ekonomik destek sağlanması için neler yapılabilir? Ozanların eserlerinin korunması, kasetlerinin, kitaplarının basılabilmesi için neler yapılabilir? Kültür Bakanlığı bütçeden ozanlar için ödenek ayırması ve ihtiyacı olan ozanların desteklenmesi gereklidir.
Dedeler, babalarla ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? Sık sık toplantılar yapılması gerekir.
Bağlı olduğu ocak: Yanyatır Ocağı.
Nüfusa kayıtlı olduğu il: Antalya.
İlçe: Merkez.
Köyünüzü çevreleyen Alevi/Bektaşi köyleri var mıdır? Tekke köyü Bektaşi köyüdür.
Piriniz hangi ocaktan gelir? İmam Cafer Ocağı.
Rehberiniz hangi ocaktan gelir? İmam Cafer Ocağı.
Köyünüzdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri: Çocukluğumun geçtiği Akçeniş köyünde türbe var.
Civar köylerdeki türbe, dergah var mı? Tekke köyünde Abdal Musa türbesi var.
Eşiniz Alevi mi, Sünni mi? Eşiniz Alevi ise dede kızı mı, talip kızı mı? Alevi.
Kızınız evliyse, eşi Alevi mi, Sünni mi?Kızınızın eşi dede oğlu mu, talip oğlu mu? Alevi.
Kaç yaşındasınız? 66
Mesleğiniz ya da işiniz nedir? İşçi emeklisiyim.
Şu anda hanenizde (evinizde) kaç kişi bulunmaktadır? 2 kişi.
Varsa, çocuklarınızın isimleri nelerdir? İmran.
Sizce Türkiye’de ne kadar Alevi/Bektaşi vardır? 26 milyon.
Bağlama gibi bir çalgı kullanabiliyor musunuz? Bağlama ve cura.
Hangi Alevi Bektaşi anma etkinliğine katılırsınız? Abdal Musa, Veli Baba, Hacı Bektaş şenliklerine.
Görüşme tarihi: 13. 05. 2000