HASAN KAPLAN - KAPLANİ
AYHAN AYDIN
Sayın Kaplani, Metin Turan`ın yayınladığı, "Yürüyorum Dikenlerin Üzerinde" isimli kitabından öğrendiğimize göre, üniversiteyi bitirip kültür müdürü olabilmiş tek halk ozanımız sizsiniz. Bize yaşamöykünüzü anlatabir misiniz?
1958 yılının 2 Nisanı’nda, Yozgat İli Sorgun İlçesi’ne bağlı, Tulum Köyü’nde doğmuşum. İlkokulu köyümde, ortaokulu Sorgun ve Eymir'de, liseyi Ankara'da bitirdim. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF İş İdaresinin lisans eğitimini tamamladım. 1979 yılında başladığım memuriyet görevi değişik kurumlarda devam etti. 1993 yılında naklen Kültür Bakanlığı’na tayin oldum. Bartın İl Kültür Müdür Yardımcılığı, Tokat İl Kültür Müdürlüğü ve şu anda Bolu İl Kültür Müdürü olarak görev yapmaktayım.
Bağlama ile tanışmam 1968 yılında Amcam Yusuf KAPLAN vesilesiyle oldu. İlk bağlamamı da kendisi yaptı. Amcam güzel çalar, okurdu. Aynı zamanda da destancı idi.
1976 yıllarda Abuzer Karakoç'la tanıştım. Sanatımda çok büyük emeği olan bu güzel dost ne yazık ki artık yaşamıyor. 1977 yılında Halk Ozanları Kültür Derneği’ne üye olarak girdim. Daha sonra Yönetim Kurulu Üyeliği, Genel Sekreterlik ve Denetleme Kurulu Başkanlıklarında bulundum.
1977 yılında başlayan Halk konserlerim hala devam etmektedir. İlk kaset çalışmamı, 1980’de yaptım. Son kasetim ise 1997 yılında, "Yanar Yüreğim” ismi ile çıktı. Birçok dergilerde ve kitaplarda yayınlanan eserlerle birlikte 50’nin üzerinde türküm birçok halk müziği sanatçısı tarafından okundu. Evliyim, 3 çocuk babasıyım.
Yazar, şair ve tüm edebiyatçılar, sanatçılar örgün veya örgün olmayan eğitim ve okumalarla kendilerini geliştirebilirler. Ama her şeyden önce bir duygunun ve yeteneğin olması gerekiyor, bu alanda ürün verebilmek için. Sizin içinizdeki ilk kıpırtılar ne zaman ve nasıl başladı?
Eğitim Kurumlarında öğrenim görmek elbette Genel Kültür açısından (kişi isterse) bir şeyler verebilir ve de meslek verir. Ama duygu ve yeteneği olmayan kişi güzel sanatların herhangi bir dalında bir şey yapamaz.
Yaşamımdan bir kesit sundum kısaca da olsa. Orada da bahsettiğim gibi amcamdan etkilenmem ve elime bağlama almam bu yola ilk merhaba demem, 1968 yıllarında oldu. Demek ki, 10 yaşlarında idim.
Şiirleriniz incelendiğinde geleneksel halk ozanlığını sürdüren eserleriniz yanında, günümüz dünyasını yakalayan, farklı konularda yetkin eserler verdiğinizi görüyoruz.
Bu basamağa nasıl ulaştınız. Geçmiş halk kültürü ürünlerini ve şiirini incelerken çağdaş edebiyat ve düşünce dünyasını da irdelediniz mi ya da kimleri incelediniz ?
Üçüncü sorunuzu yanlış hazırladığınız kanısındayım. Halk şiirinin çağdaş olmadığı gibi bir olay çıkıyor sorunuzdan. Halbuki Yunus Emre’yi, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal'ı nasıl çağdaş değil sayarız. Eğer diyorsanız ki Nazım Hikmet’i, Enver Gökçe'yi, Hasan Hüseyin'i, Orhan Veli'yi vb. şairleri de incelediniz mi? Elbette inceledim okudum. Gerek Halk Ozanı diye tanımladığınız şairlerimizi gerek değişik türde şiir yazan şairlerimizi elbette inceledim okudum ve okuyorum. Buna dünya edebiyatı da dahil.
Bir şiirinizde "Dünya halklarıyla el ele verip / Savaşı ortadan kaldırmalıyız / Barış gemisine yelken açıp / Dostluk denizine daldırmalıyız" bir başkasında da " Yurda demokrasi dünyaya barış / Gelecekse yarınlara merhaba! / Açlıkla zulümle inleyen canlar, / Gülecekse, yarınlara merhaba!" diyorsunuz.
Peki savaşlar nasıl ortadan kaldırılabilir, dünyaya barış ve mutluluk hangi şartlarla gelebilir?
İnsanlık tarihine baktığımızda savaşlar hiç eksilmemiş ve de iki boyutta gelişmiş: 1. Haklı Savaşlar, 2. Haksız Savaşlar. Bunu örneklememe gerek yok sanırım. Savaşların büyük, belki de yüzde doksan beşi paylaşım sorunundan çıkmış. Özlemenin yolu olarak meseleyi ben orada görüyorum. Dünya nimetlerinden dünya insanlarının eşit şekilde faydalanabilmesi ve de eğitimde görüyorum.
Gençler ve onların sorunları üzerinde duruyorsunuz; "Kahve köşeleri boş kaldırımlar, / mekan olmamalı genç kuşaklar / Fikirden şaşı gözlerle / Bakan olmamalı genç kuşaklar" Gençliğin ulusal ve evrensel kültür ve uygarlık değerleriyle yetişmeleri için fazla çaba harcanmıyor. Gerçekçi çalışmalarla onların daima güzele yöneleceğine inanıyor musunuz?
Elbette inanıyorum.
Bir başka şiirinizden ise umut fışkırıyor. Tüm engellere karşın "Bırak gam, kederi yaralı gönlüm, / Yüce dağdan duman çekilir bir gün / Çapa vurulmadık bu topraklara, / İlkbaharda tohum ekilir bir gün" Tüm karanlıklara, zorbalıklara rağmen güneşin bütün sıcaklığıyla bir gün yeniden doğacağına inanıyor musunuz?
Aslında benim tüm şiirlerimde Umut var, yarınlara inanç var. Örneğin “Biri dedi ben yaşarım ölsen de, Kurtuluşu gördü gelecek günde. " "İmkansız görünen sona menzile, ermenin zamanı geçiyor çetin. Sadece iki örnek. Geleceğe inanılmadan yaşanılır mı?
Şüphesiz birçok ozan ve şairden etkilendiniz. Bunlar içinde Pir Sultan'ın ayrı bir yeri var sanırım. Ozanlığın bambaşka ufuklarında olan Pir Sultan size ne ifade ediyor. Sizce Pir Sultan kimdir, onun büyüklüğü nereden kaynaklanıyor?
Baksı oldum, kam oldum ezeli
Kopuz ile dutar ile gezeli
Karacaoğlan gibi sevdim güzeli
Elif kokan taze gülde yüreğim.
Yukarıdaki sorunuza bu dörtlükle başlayıp yanıt vermeyi istedim. Elbette Pir Sultan Abdal'dan yoğun şekilde etkilendim. Ama Seyrani'den, Yunus Emre'den veya günümüz ozanlarından Aşık Mahzuni Şerif'ten etkilenmemek elde mi? Bu yol gürül gürül akan coşkun bir nehir. Bu nehire karışanlar elbette nehirde akan suyun tamamından etkilenirler.
Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı nasıl doğmuştur. Halk ozanlarını tarih içinde toplumsal olarak üstlendikleri misyon ne olmuştur?
“Halk ozanı halkın gören gözü, duyan kulağıdır”, desem çok klasik bir yanıt olacak. Adı üzerinde halkın ozanı. Halk kendi değerlerini oluştururken ozanını da yaratmış. Halkın içinden çıkan bu ozanlarda kendi dertlerini (ki halkın dertleriyle aynı dert) türkülerinde veya şiirlerinde dile getirmişler. Halk ozanları halkla varolmuştur diyorum. Ozanların misyonunun halkın sorunlarını dile getirmek olduğuna inanıyorum. Bu sorunları sevdadan ezilmişliğe kadar geniş bir yelpaze olarak görüyorum. Ama sorunlar ulusların gelişimiyle de orantılı olarak değişmiş. 9. yüzyılda 14. yüzyılda 15. yüzyılda ve 20. yüzyılda elbette sorunlar da farklı oluşunu dile getirmekte. Yalnız şu değişmemiş ozanlar hep emekten yana ışıktan yana, sevgiden yana barıştan ve kardeşlikten yana olmuşlar.
Günümüzde ozanların durumu nasıldır? Ozanların sorunları nasıl aşılabilir? Her şeyden önce bu konuda ozanlar neler yapmalıdırlar?
Günümüzde ozanlar elbette sorunsuz ve layık oldukları yerde değiller. Her meslek kesiminin sorunları var. Benim ayrı bir konumum var. Şöyle ki en azından sosyal güvencem var. Belki benim gibi devlette çalışan ve aynı zamanda bu kültürün eri olan ozan dostlarım vardır. Ama hiçbir geliri olmayan, hiçbir sosyal güvencesi olmayan ozanlarımız da çok. Örneğin Hüseyin ÇIRAKMAN yığınlarca eser kazandırmış halk edebiyatımıza ama yokluk içinde yaşıyor. Bunların dışında ozanlardan kaynaklanan sorunlar da var. Artık dünya iletişim çağında ama ozanlarımız kendilerini geliştirmiyor. Feodal yapıdan kurtulmuş ozanımız çok az. Eğer ozanlarımız bu yapılarını kırabilseler bazı sorunlarını da çözebilirler. Örgütlü bir güç oluşturup, konserler bazında telif ücretleri bazında ve görsel medyada yer alma bazında daha da aktif olurlar.
En güzel eserleri oluşturan Halk Ozanları. Ama gündemdekiler sanatçı dostlarım. Örneğin "Yürüyorum Dikenlerin Üstünde”yi sorsan, Selda'nın, derler. "Yol Ver Dağlar"ı sorsan Arif Sağ'ın, derler, demezler ki Aşık Yener'in. Kerbela Destanı'nı sorsan Musa Eroğlu’nun, derler. Demezler ki, Hasan KAPLANİ’nin.
Bunun içindir ki örgütlülük şart diyorum. Diyeceksin ki Halk Ozanları Vakfı gibi HAŞKOP gibi Ozan Der gibi kuruluşlar var. Bu da sorunları çözmek değil karıştırmak oluyor. Bölünmek sadece zarar veriyor. Birde ozanlarınız kendilerini yetiştirecekler, bu işin yolu buradan geçiyor. Bilinç ve kültür olarak toplumun gerisine düşüldü mü artık toplumun dışında kalınır ve de yazılanın söylenenin bir anlamı kalmaz.
Bu tespitlerden sonra şunu demek istiyorum; Halk Ozanları okuyarak kendilerini geliştirip çağı yakalayacaklar ve de örgütlü güç oluşturup kendi haklarına ve sorunlarına sahip çıkacaklar.
Sizin bir Alevi Ocağına bağlı olduğunuzu biliyoruz. Alevilik sizce nedir, dedelik, ocak kavramları hakkında neler söyleyeceksiniz?
Sevgili Aydın biliyorsun El Ele El Hakka’dır. İlk cümleni bu güzel deyimle yanıtlamak istiyorum. Gelelim Alevilik olgusuna. Alevilik deyince önce hangi pencereden bakmamız gerekecek onu tespit etmek gerekiyor. Ben Aleviyim diyen toplumlarda yaşamsal bazda çok farklılıklar bulunmakta. Onun için de ben içinde bulunduğum Anadolu Aleviliği üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Anadolu Aleviliği’ni Anadolu’nun on bin yıllık tarihinde varolmuş din ve kültürlerin bir potada eritilmiş üst kültürü olarak görüyorum. İnançlardaki ve yaşamlardaki çoğu motifler geçmiş kültürlerin öğelerini taşıyor. Her şeyden önce insan ve sevgi en ön planda. Bu inancın içerisindeki ozanlarımızın deyişlerine baktığımızda bu açıkça görülmektedir. Bir ozanımız "Sevgi bizim dinimizdir" diyebiliyor. Yine biri “Benim Kabem İnsandır" diyor, bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bu söylemleri oluşturan, aldıkları Anadolu Aleviliği’nin kültürü diye düşünüyorum.
Aynı zamanda Anadolu Alevileri asırlar boyunca yenilikten ve ışıktan yana olmuşlar. Usa gem vurmamışlar. Hacı Bektaş Veli'nin gösterdiği doğruları takip etmişler. 0 büyük insanın 13. yüzyılda ortaya koyduğu ilkeler hala dipdiri. Ben detaylara girmek istemiyorum. İnanıyorum ki okurların bu konuda anlatacaklarımı biliyorlar.
Şu içinde yaşadığımız zaman dilimininde dedelik konusunda sorunlarımızın olduğuna inanıyorum. Gerçi şunu da inkar etmemek lazım. Eğer bu güzel kültür günümüze kadar gelebilmiş ise her türlü baskıya, horlanmaya rağmen dedeler ve ozanlar getirmişler. Biz Anadolu’ya gönderilen Şeyhülİslam Ebussuud'un fetvalarını da biliyoruz. Ulu önder Atatürk’le Anadolu’daki Alevi yurttaşlarımız nefes almışlardır. Dedelik olgusu aynı ozanlarımızın konumu gibi kendi toplumuna rehberlik yapma işlevini yavaş yavaş kaybetmiş, çünkü toplumla (Alevi toplumuyla) dedeler arasında bir açı oluşmuş. Dedelerin eğitim göreceği herhangi bir eğitim kurumu da olmadığı için Dedeler kendilerini geliştirememiş. Bu da yeni yetişen nesil açısından Cemlere karşı ilgisizliği doğurmuş. Örneğin Hz. Ali'nin kılıcının 80 arşın uzadığı, Hz. Hüseyin'in Kerbela Çölünde bir vuruşla suyu çıkarıp içmediği, Hacı Bektaşi Veli’nin taşı büyüttüğü gibi bilimin kabul etmeyeceği söylemler yinelendikçe ortaya bugünkü tablo çıkmış.
Aslında Dedelik çok önemli bir müessese. Geçmiş tarihimize bakarsak Dedeler sadece inançsal bazda hizmet etmemiştir. Cemlerin en büyük özelliği görgü olayıdır. Görgüden geçmek o kişinin bir yıllık sevabının günahının hesabının sorulmasıdır bu dünyada. Böylece Dedeler toplumu iyiye ve güzele yöneltmişler. Her türlü sorunlara çözüm üretmişler. Rehber olmuşlar kendi toplumlarına. Ama günümüzde bu zemin kaymış. Bu zemini tekrar yakalamanın yolu da yine eğitimden geçiyor.
Özellikle yörenizdeki cemlerden bahsedebilir misiniz?
Yaşadığım yörede bu olay bulunmuyor. Tokat Kültür Müdürlüğü yaptığım 1994-1996 yılları arasında bu güzelliği yaşama imkanını buldum. Çünkü Tokat’ta cem olgusu hala en güzel şekilde icra ediliyor. Ne yazık ki, yukarıda değindiğim gibi Anadolu'nun çoğu yöresinde bu konuda erozyon var. Umarım Alevi vakıf ve dernekleri bu kültürü yine tüm Anadolu’da canlandırırlar.
Bu olgu oluşuna ülkemizin de yararına olur. Atatürk İlke ve Devrimleri’ne Anadolu Aleviliği sıkı sıkıya bağlı. Sevgi, kardeşlik ve barış yaşam felsefesi. Cemlerde de bu temalar işlenmektedir. Birlik ve beraberliğin korunması, Cumhuriyete, demokrasiye ve laikliğe sahip çıkılması özellikle vurgulanmakta ve de on iki hizmet yerine getirilmekte. Okurlarınızın bu güzellikleri yaşadıklarına inanıyorum. Artık Cemlerimiz bazı merkezlerde açıkça icra edilmekte, dileğim Anadolu’nun her köşesinde yapılması ve güzelliğin kaybolmaması.
Söyleşi: 1998
ESERLERİ
Yürüyorum Dikenlerin Üstünde, Metin Turan, Prospero Yayınları, 1994.
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Yarınlara Merhaba
Yurda demokrasi dünyaya barış
Gelekcekse yarınlara merhaba
Açlıkla zulümle inleyen canlar
Gülecekse yarınlara merhaba
Ezilen halkların dinsin acısı
Aydınlığın dönsün kara gecesi
Özgürlük tüm halkın tek güvencesi
Olacaksa yarınlara merhaba
Tanıyalım çıramızı yakanı
Birer birer dişimizi sökeni
Bağban güle zulmeyleyen dikeni
Yolacaksa yarınlara merhaba
Silah sesi türküleri yutmadan
Elimizden gençliğimiz gitmeden
Aşk gemisi okyanusa batmadan
Dalacaksa yarınlara merhaba
Kara bulut terketmeli ovayı
Kuşlar emeğiyle yapa yuvayı
Kerem Aslı’sını Mecnun Leyla’yı
Bulacaksa yarınlara merhaba
Kederin sevince dönüştüğü gün
Güneş göre kafesteki güvercin
Onları oraya kapatan hain
Ölecekse yarınlara merhaba
Gönüllerden kin duvarı yıkıla
Çorak topraklara ekin ekile
Halkım bilinçlenip hakkını ele
Alacaksa yarınlara merhaba
Dileğim olmasın insana tuzak
Özgürce konuşup özgürce yazak
Kaplani sazını baskıdan uzak
Çalacaksa yarınlara merhaba
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım Nerede
Zulüm deryasında kaldı diyorlar
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Seven gönüllere doldu diyorlar
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Eğlendi mi eteğinde bir zaman
O günler var mıydı başında duman
Söyle içerimde kalmasın güman
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Emekçinin alınteri midir
Özgürlük yolunun erinde midir
Yüreğimin yangın yerinde midir
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Köylü güzelinin yanağında mı
Ela gözünde mi dudağında mı
Zalim elinde mi dost bağında mı
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Kapısı kilitli kalede midir
Darağacı denen belada mıdır
Gurbet elde midir sılada mıdır
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Yaralı ceylanın bakışında mı
Çiçeklerin bahar kokusunda mı
Şu Kızılırmak’ın akışında mı
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Ozanların türküsünde aradım
Satır satır deyişleri taradım
Pirimden haber ver diye uğradım
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Banaz Yayalası’nın gülünde midir
Hasan Kaplani’nin dilinde midir
Yoksa gözlerimin selinde midir
Yıldız Dağı Pir Sultan’ım nerede
Birgün
Bırak gam kederi yaralı gönlüm
Yüce dağdan duman çekilir bir gün
Çapa vurulmadık bu topraklara
İlbaharda tohum ekilir bir gün
Gün olur dikleşir eğilen başın
Yaşam boyu akmaz kan ile yaşın
Matem müjdeleyen kanlı baykuşun
Ocağına incir ekilir bir gün
Unuttu dediğin dost seni anar
Alnının terini sofrana sunar
Sana kutsal gelen bin yıllık çınar
Fiske vuruşuyla yıkılır bir gün
Meyveye dönüşür kuruyan dallar
Kaplani giyinir yeşiller allar
Gelir bayram günü çalar davullar
Ak ellere kına yakılır bir gün
Ağlar mı Bilmem
Gül yüzlü canandan ayrı düşünce
Ah çekip ardımdan ağlar mı bilmem
Kara toprak bedenimi aşınca
Alın çözüp kara bağlar mı bilmem
Verdiğim ikrarda sadık kalırsam
Varlığını benliğimde bulursam
Özlemiyle dolup deniz olursam
Irmak gibi bana çağlar mı bilmem
Kıble kabul edip yare çevrilsem
Harman olup tane tane savrulsam
Yanıp sevdasına pişip kavrulsam
Aşkımla özünü dağlar mı bilmem
Günler zincirlenip geçerse ayı
Göğüs geçirir mi yar deyi deyi
Kendi benliğinde dost Kaplani’yi
Mihman kabul edip eyler mi bilmem
Savaşı Ortadan Kaldırmalıyız
Dünya halklarıyla el ele verip
Savaşı ortadan kaldırmalıyız
Barış gemisine yelkeni açıp
Dostluk denizine daldırmalıyız
Kurşun akıtmadan al kanımızı
Barış doldurmalı her anımızı
Diken bürümeden dört yanımızı
Kara çalıları soldurmalıyız
Güneş olmalıyız eriten karı
Erimeden göremeyiz baharı
Atomu nötronu tüm silahları
Açıp bir çukura doldurmalıyız
Açlık savaş kadar değil mi acı
Hakça paylaşmaktır bunun ilacı
Karınlar doyarsa tükenir sancı
Gözyaşı dökeni güldürmeliyiz
Adımlar atmalı daha ileri
Bilimde teknikte kalmadan geri
Boşa akmamalı insanın teri
Emeğe hakkını aldırmalıyız
Kaplani’yim bitsin füzede yarış
Bu bir dilek değil belki yalvarış
Eğitimle olur sevgi ile barış
Karanlığı yurttan sildirmeliyiz
Yunus Emre’ye
Tasavvuf ilminin büyük üstadı
Hakkı çağırırdı teli Yunus’un
Herkes birdi onun için dünyada
Dikeni okşadı eli Yunus’un
Taptuk Emre dergahı’nda aşk buldu
Yedi yıl kavrulup hasretle doldu
Diyarı gurbetin neferi oldu
Tüm yurdu dolaştı yolu Yunus’un
Beni bende demen değilim dedi
Seni gerek diye gerçeğe erdi
Gavur Müslüm tüm insanı severdi
Temizdi yüreği ulu Yunus’un
Sevip sevgi ummanını boylarız
Serimizi dosta turap eyleriz
Kaplani’yim türküsünü söyleriz
Halk ozanıdır dili Yunus’un
Genç Kuşaklara
Kahve köşeleri boş kaldırımlar
Mekan olmamalı genç kuşaklara
Fikrinden dolayı şaşı gözlerle
Bakan olmamalı genç kuşaklara
Olmalılar kültür yolunun eri
Ülke yönetecek elbet her biri
Demir prangayı paslı zinciri
Takan olmamalı genç kuşaklara
Çağdaşı gezerken yıldızı ayı
Tanımalı uzay ile dünyayı
Bayramsız seyransız günde kınayı
Yakan olmamalı genç kuşaklara
Bulmalı toplumda gerçek yerini
Kuracak onlardır aydın yarını
Doldurup mavzere kurşunlarını
Sıkan olmamalı genç kuşaklara
Tesbih eylemesin diline vahı
Yaşamdan bıkıp da çekmesin ahı
Esrar silah satıp bütün günahı
Yıkan olmamalı genç kuşaklara
Öğrenip bilmin her hecesini
Aydınlatmalılar yurt gecesini
Vahdettin devrinin düşüncesini
Eken olmamalı genç kuşaklara
Kaplani’yim budur dileğim ama
Yine tersi olur girerim gama
Yirminci yüzyılda hançerle kama
Çeken olmamalı genç kuşaklara
Bektaşi Veli
Onüçüncü asrın büyük insanı
Özümü özüne katmaya geldim
Şerbet eylediğin ilim irfandan
Hak nasip ederse tatmaya geldim
Bütün insanları eşitçe gördün
Kadınlarımızı okutun derdin
Unutulmayacak üç öğüt verdin
Yaşamım boyunca tutmaya geldim
Hararet nardadır sac neye yarar
Kendinde yoksa hac neye yarar
Derdin baş olmazsa tac neye yarar
Gösterdiğin yolda gitmeye geldim
Eşitliği yaydın kendi çağında
Anadolu yaylasında dağında
Elinle kurduğun dostluk bağında
Hasan Kaplani’yim ötmeye geldim
Yürüyorum Dikenlerin Üstünde
Karanlık bir gece yol görünmüyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Kara çalı bana aman vermiyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Güneş erken doğup şafak sökmüyor
Gökteki dumanı silip atmıyor
Ay karardı yıldız ışık tutmuyor
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Sonlanmadı menzil ile durağım
Belki çok yakınım belki ırağım
Yaralandı parça parça ayağım
Yürüyorum dikenlerin üstünde
Yavaş yavaş ilerlerken Kaplani
Benim ile yola çıkanlar hani
Geri dönsem taşa tutar dost beni
Yürüyorum dikenlerin üstünde