AŞIK GARİP BEKTAŞ

 (1 Ocak 1938 - 26 Mayıs 2008)

AYHAN AYDIN

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz günümüz Alevi halk ozanlığı geleneğinin en önemli temsilcilerinden birisi olan Erzurumlu Aşık Garip Bektaş, son yolculuğuna da garip bir şekilde uğurlandı.

Hayat boyu kendisini seven dostları ve ozanlar dışında tutunacak tek dostu olan Hakk’a ulaşırken uzun zamanlar çalışarak ekmeğini kazandığı parklardaki ağaçlar kadar yalnız ama bir o kadar da hür, özgür, hayata karşı pervasız, deli dolu bir yaşam sürdü Garip Bektaş.

Çok çileler çekti ama sevdiği yari Hakk’tan başka kimselere tam derdini açamadı hiçbir zaman.

Gerçekten sevdikleri insanoğlu, tabiat ve Allah’tan başkası değildi.

Bir mücerret olarak yaşadı ve öldü.

Yani hiç evlenmedi ve de dünyanın kisvelerine bürünmedi.

Sade bir yaşam sürdü ve kainatı var eden ışık kaynağına doğru son yolculuğuna çıkarken de hiç mutsuz değildi.

Dünya malına tamah edenlerin, namertlerin, büyüklenenlerin pis kokularının içinden sıyrılıp gitmiş, on yıldır mücadele ettiği kötü hastalık onu Aşık Veysel misali çok sevdiği toprağına kavuşturmuştu.

Dünyaya karşı kayıtsızdı.

Muhannete muhtaç olmaktansa, suya kendini atmaktan çekinmeyecek, üç kuruşa kendisini satan çıkar pazarının yosmaları olan bezirganların dünyasından yani batıl dünyadan, hak dünyaya ışıklar içine göçüverdi.

Bize ise benzersiz şiirler bıraktı, dostluklar bıraktı, mertlikler bıraktı.

Var ol usta!

Sen bin yaşa!

Kainatı aydınlatacak sonsuz ışık kaynakları yıldızlara kavuştun.

Dahası bir yıldız oldun garip gönüllere ağdın.

Dünya durdukça sen bizimlesin.

Sana bin selam!

Bin saygı!

Elini ayağını yıkamadığım ozanımız yok diyorsunuz. Ben de duydum bunu. Sizin söylemenizle değil. Birçok ozandan duydum ki Garip Bektaşi buldun mu, onunla da söyleştin mi? Aşık Garip Bektaş, o ozanımız ki bu yolun gerçek yolcusu, bu yolun gerçek hizmetçisi. Bu yola ömrünü vermiş bir insan. Onu gördün mü, duydun mu, konuştun mu dediler. İşte Hakk yardım edecek ya sizinle bir toplantıda karşılaştık. Size sordum. Meğer o günden sonra da arzumanınızı çekerdim. Böyle bir yola turab olmuş bir ozan aşık, Ehlibeyt muhibbi olarak, bizi onurlandırdınız, gururlandırdınız. Sağlığınız bozuk olmasına rağmen söyleşi isteğimizi kabul ettiniz. Ellerinizden öperim her şeyden önce. Bu yolu sürenlere ne mutlu. Ne mutlu sizlere bu arada bizlere de; sizleri tanıyoruz, sizlerden ilham alıyoruz.

Çok teşekkür ediyorum. Bu güzel konulara girdiğin için. Sizlerin de Ehlibeyt yoluna gönül vermiş olduğunuz ve yaptığımız hizmet nedeniyle ben de sizleri çok tebrik eder ve sizlere ömür boyu mutluluklar dilerim. Bu yol ulu bir yol. Bu yola hizmet etmek Allah’a hizmet etmektir. Sonra ben zaten her zaman için, dürüst, doğru çalışarak hiçbir ayrım yapmamak suretiyle insanların birbirini sevmesinin özlemini duyarım ta içimde. İnsanlar birbirlerini öyle sevsinler ki kendilerini birbirlerinde bulsunlar. Sevgi Allah’ın kendisidir. Sevgisiz insan kuru bir ağaç gibidir. Mal olmuş, mülk olmuş, para olmuş, pul olmuş onlar benim için önemli değil. Benim için önemli olan insanların birbirini sevip birbirlerine yardım etmeleridir. Doğmuş oldukları vatanının, bayrağının altında yaşayan insanların hiçbirinin hiçbir ayrım yapmadan birbirlerini sevmelerini istemek ise benim görev bildiğim bir şey. Asıl sevgi budur. Dünya üstündeki insanları kardeş olarak sevmelidir. Zaten bir şiirimde diyorum:

 

Tabiatta çok canlı var

İnsanı sevdim insanı

Her canlıya saygı duydum

İnsanı sevdim insanı

 

Tabiat insansız olmaz

Onsuz dünya hayat bulmaz

Yaşamanın zevki kalmaz

İnsanı sevdim insanı

 

Ondan döner dünya çarkı

Bulur bundan olmaz farkı

Ben ayırmam hiçbir ırkı

İnsanı sevdim insanı

 

Aklı ince fikri selim

Ondan doğar bütün ilim

Hem bilgili hem de alim

İnsanı sevdim insanı

 

 

İnsanı sevmeyeyim de kimi seveyim ki. Tabiatı yaratan o Allah Rabbül Alemin ise, yöneten de o. Demek ki tabiatın hakimi insan. Bütün ilimlere, her şeye o oluyor hakim. Bunlar da birbirlerine karşı sevgiyle, saygıyla davranmadıktan sonra şu devri alemin, benim için hiç hükmü yok.

Ehlibeyt yoluna gelince; Ehlibeyt yolu çok ince, hassas bir yol. Kıldan ince kılıçtan keskindir. Bütün ilimler Ehlibeyt üstüne kurulmuştur. Bütün insanlık alemi Ehlibeyt’ten, benden senden geçer. Çünkü Aleviyim diyen insan öyle kolay kolay incinecek, dışlanacak insan değildir ki, bir Alevî demek baş tacı demektir. Baş tacı olabilmek için de o Alevî’nin de tüm insanların ayağının turabı olması gereken kişi demektir. Bunu desin ki baş tacı olsun. Alevinin alçakgönüllü olması gerekir ki baş tacı olsun. Bir Alevî ki bir Hz. Hüseyin’i sevmek kolay değil ki. Canını hiç gözünü kırpmadan Ehlibeyt yoluna veren insanlar ölmez. Daha onlardan önce daha cihan yokken onların ruhları, alemleri, kendileri var idi.

Ayhan Bey ben size bir şey söylemiştim daha önce. Demiştim ki, bakınız insanoğullarına. Orada ayak üstü söylemiştim bu sözü ben size. Tabiata bakın ki her şey dörtten dönüyor. Mevsimler dört, gökyüzü dört, melekler dört, peygamberler dört, kitaplar dört. Kendi bedenine bak dörde bölünmüştür. Bu dördün manası çok ağırdır. Bunu Ehlibeyt bendesi olup da bilmeyenler benim için cahildir. Onlar Ehlibeyt’e tam gönül vermiş insanlar değildirler. İkrara gelince; ikrar kapısı büyük bir kapıdır. Musahipliği bizim Aleviler getirirler, Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Peygamber Efendimiz’in ikisini musahip yaparlar. Bu çok abes bir şey benim için. Ben onu yadırgıyorum. Yadırgamamın sebebi de şudur. Çünkü daha yer gök yok iken, kainat su iken Rabbil Alem’in bu gördüğünüz dünyayı dörtte biri kara üçü su – bak o da dörtle dönüyor – dört tane büyük melekleri onları getirdi. İkrar orada başlamıştır. Ben diyeyim, asıl musahip Azrail ile Cebrail’dir. Bunlara emir verildiği zaman yer gök, dağ, taş daha yoktu. Cebrail bir kere alemin üstadıdır. Bütün meleklerin de başı olduğu gibi, Hz. Hüseyin’i Kerbela da bütün evliyaların başıdır. Ben kendi konumuma kendi işleyişime bakarım.

Nedir bu kurallar? Doğruluk, dürüstlük dediniz. Başka nedir?

Efendim doğruluk dedim onu baştan size söyledim. Sevgi var, saygı var, insan hak ve özgürlüklerine daima dürüstçe davranmak var, düşene el uzatmak var, yalan söylemek, onun bunun malına, namusuna, ırzına bakmak değildir Ehlibeyt'lik. Ehlibeytlik doğrudan doğruya insanları kendi canı kadar seven bir varlıktır. Ehlibeytlik’te düşene yardım etmek vardır. Ehlibeytlik’te münafıklık yoktur, insanları birbirine düşürmek yoktur. Ehlibeytlik’te dünyada tüm insanları kardeş bilir, savaş yoktur, barış vardır Ehlibeytlik’te. Ehlibeytlik’te insan hak ve hukuklarına her zaman için saygı vardır. Ehlibeytlik’te paylaşımlar ortaktır. Rab bana hep bana değildir. Zaten bir şiirimde diyorum:

 

Kesere benziyor kendine yonar

Menfaat nerdeyse o yana döner

Yuvalar yıkılır ocaklar söner

Şu devri alemin haline bakın

 

Eğer insanoğlu insanlar birbirini sevmiyorsa onun her derdine ortak olması gerek ki Ehlibeyt yolunu bulsun. Kendisi sabah yemeğini Londra’da, öğlen yemeğini Paris’te, akşam yemeğini İstanbul Hilton’da yiyip de gelip türlü ahlaksızlıklar yapanlar, ne insan olabilir, ne gerçek Sünni olabilir, ne de Alevi olabilir; Ehlibeyt’e hiçbir faydası olmaz onların. Çünkü bunlar Ehlibeyt düşmanı. Ehlibeyt çok yüce bir varlık. Zaten ben bir şiirimde:

 

Cihan var olmadan beni Ademden

Hak ile birlikte gezdim de geldim.

Bütün ilimleri devir eyledim

İncil’i Kuran’ı yazdım da geldim

 

Nice kitap yazdım çoğu sır oldu

Yüce Tanrım bana sadık yar oldu

Bütün peygamberler benden var oldu

Tevrat’ı, Zebur’u çizdim de geldim

 

Hayat verdim tabiatı süsledim

Toprak oldum bütün canlıyı besledim

Her lisanda ben Tanrı’yı sesledim

İlmin deryasında yüzdüm de geldim

 

Bin bir dona girdim gören olmadı

Halim nedir diye soran olmadı

Benden evvel Hakk’a eren olmadı

İlmin deryasında yüzdüm de geldim

 

Bahar oldum yağdım yağmurlar ile

Karıştım toprağa çamurlar ile

Piştim fırınlarda hamurlar ile

Kendi mezarımı kazdım da geldim

 

Atatürk kimdir, Türkiye’ye neler getirmiştir?

Atatürk, dünyada pek az eşi emsali bulunan insandır. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmek için çok büyük mücadeleler verdi. Verdiği mücadeleler de sırf Türk milletine değil tüm dünya insanlığına malolmuştur. Halka demokrasi, özgürlük verebilmek için çok çile çekerek, yetişmiş bir Türk evladı. Öyle Türk evladı pek az yetişir. Bilinçli olarak bir demokrasi kurup da gericiliği yok etmek her yiğidin karı değil. Dünyada en büyük devrimlerin birisini Hz. Ali yapmıştır, ötekini de Mustafa Kemal Paşa yapmıştır. Hz. Ali kaleleri yıktı. Köleliği yok etti. Mustafa Kemal de patron ağa devletini yıkarak çok büyük emek vererek, cumhuriyeti kurdu bizlere hediye etti. Atatürk benim için bir dahidir. Ama sevmeyenler olabilir o benim için fark etmez. Onun kurmuş olduğu cumhuriyet ilelebet payidar olarak kalacaktır. Bu cumhuriyeti yıkmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Hiçbir ferdin de gücü yetmez. Çünkü cumhuriyet laiklik, laiklik demek de insan hak ve özgürlüklerine saygı demektir. Bunu da Atatürk ispatlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’yı çok severim. Bizlere özgürlük, demokrasi veren odur. Gericiliği yıkmıştır, Mustafa Kemal, Cumhuriyet kurmuştur. Şimdi bu devrim gericilerin ağırına gitmiştir, bu yüzden Mustafa Kemal’i suçluyorlar. Neden suçluyorlar? Çünkü bunlar istedikleri gibi at oynatamadıkları için Mustafa Kemal’i suçluyorlar. Kölelik, efendime söyleyeyim sadrazamlık, padişahlık istiyorlar eyvallah padişahım eyvallah demek istiyorlar. Hiçbir gün bu halkın illallah dediğini görmedim hep eyvallah. Ulan bir de illallah deyin eziliyorsunuz be sürünüyorsunuz! Atatürk sağ olsa halka yapılan bu zulümlere karşı vallahi başta olanların hepsini bu yurttan sürerdi. Çünkü Atatürk bu memleketteki tarladaki sütçüsüyle, şehirdeki amelesiyle, esnafıyla ve çok güvendiği insanlarla bu cumhuriyeti kurdu. Ama şimdi bu devirde şunu yazmanız için söylüyorum bu Atatürk gelse baksa ki o vatanı aldığı insanlar anarşist olmuş, bölücü, yıkıcı olmuş, gericiler olmuş onlar eziliyorlar Atatürk bunlara katiyen müsaade etmezdi. Benim Türkiye Cumhuriyetim yedi iklim dört mevsim yaşayan bir vatandır. Öyle bir vatanı Atatürk bize hediye etmiş ki o vatanın halkı böyle perişan zulüm içerisinde yaşayıp patronlar ağalar zevk sefa içerisinde yaşasınlar dememiştir. Atatürk bunların hepsinden hesap sorardı. Benim güzel ülkem niye geri kalsın, dünyadaki en büyük değerli para benim paramdı benim param niçin sıfıra düşsün? Atatürk sağ olsaydı bunların hepsinden çok ağır hesap sorardı.

2 Amerikan doları bugünkü gün gibi aklımda 1 Türk lirası idi. Bunu ben bilirim bu olayları biz yaşadık bakın ki paramız nelere geldi? Bakın bizim halkımız ne hale geldi, kardeşi kardeşe vurdurtuyorlar. Yok komünistmiş, anarşistmiş, bozguncularmış. Anarşi ne? Ankara’da oturuyorlar... Anarşistmiş onların kendileridir. Onlar yaratıyorlar.

Eğer o Anadolu’ma doğru dürüst hizmet verilseydi, doğru dürüst eğitim verilseydi, onlara Atatürk İlke ve İnkılapları doğru dürüst öğretilseydi, onlara fabrikalar kurulsaydı onlara iş sahası açılsaydı, onlara Türkiye Cumhuriyetinin gerçek bir Laik Devlet olduğu öğretilseydi, onların hiçbir tanesi anarşist olup da silahı eline alıp da dağlara çıkmazdı. Onların beyleri öyle yapıyorlar ki kendileri rahat gitsin, Avrupa’lar da, yaşasınlar diye, yaptılar. Asıl anarşiyi yaratan Ankara zaten. Atatürk olsaydı bunların hepsini en ağır şekilde cezalandırıyordu. Bunların da aynen böyle yazılmasını sizlerden dilerim.

Aynen aynen hiç kesmeden kitaba girer bunlar.

Garip Bektaşimız bu geleneği sürdüren aşıklarımız içinde yerini aldı. Halkın gönlünde de yerini aldı. Kitaba da girince duymayanlar daha iyi duyacak. Şimdi gerçekten de bazıları inanmasa da güzel şeyler oluyor, sizin doğumunuzda çocukluğunuzda olduğu gibi. Ben biraz daha oralara döneyim belki ıstırabınızı yenileyeceğiz ama çocukluk dedik, bazıları karşılasa da çilelerinizi hatırlatacağız, zor... çocukluğunuz gençliğiniz geçti, onlardan biraz bahsedelim diyorum. Geçmişte neler yaşadınız neler gördünüz? Çocukluğunuzda, gençliğinizde Dedeler, aşıklar, Ozanlarla görüştünüz mü? Yoksa gurbet, sıla, hasret derken yaşam mücadelesi erken başladı sizde. Mutluluk zamanlarınız olmadı mı çocukluğunuzda? İsmi neydi babanızın?

Babamın adı Mehmet Ali, anamın ismi Ballı’dır. Anam babamın en son, 6. hanımıdır. Çocukken anam babama kocaya gidiyor, babam zengin olduğu için, bilirsin eski.

Erzurum’da değil mi?

Tabii Erzurum’un Başkale’sinin Şohuk yeni ismi Özler Köyündenim. Fakat anamın köyü başkadır. Anam da çok fakir düşmüş, anamın babası da öyle diyorlar, çok varlıklıymış, harp zamanında mağdur olmuş. Getiriyor anamı kendisine eş yapıyor anamdan bir Garip Bektaş olarak ben dünyaya geliyorum. Babamın 6. hanımından. Geldiğime de pişman değilim, çünkü böyle bir anadan, öyle bir babadan dünyaya geldiğim için mutluyum.

Baba 6 evlilik yapsa da iyi bir insan olduğu anlaşılıyor. Bir erkek evladım olsa bütün varlığımı veririm, diyor. Nankör, aç gözlü değil, öyle anlaşılıyor.

“Gezdim” isimli adlı kitabımda bütün hayatım yazar. O konudan da alırsanız hepsi yazar.

Ben kendi ağzınızdan da almak istedim.

Orada aynısı, neyse oraya yazmışımdır.

Aynısı orada var?

Gezdim, Gördüm ‘benim hayatım... tamamen gezmekle... İşte onun için tarafsız yazmışımdır başımdan geçen olayları. Konular tamamen gerçektir hiçbir yanlış yoktur. Her yazdığım sözün eriyimdir. Sözüm ne ise, özüm de odur. Yalnız bana ozanlığa nasıl başladın? Demiştiniz, hangi ozanlarla geçtim. O konuya geleyim? Efendim ben 7 yaşında kuzu otlatırdım.

Alevi köyü müydü?

Evet, Alevi köyüdür. Etrafımızdaki köylerin hemen hepsi de Alevi’dir.

Kaç köy var çevrenizde?

Efendim 8 tane köy vardır çevremizde.

Hangileri, bunları hatırlıyor musunuz?

Hatırladıklarımı söyleyeyim size, başta Arif Sağ’ın Sos Köyü, şimdi yeni ismi Dallı Köyü’dür. Kurt Mahmut, karşımızda Altıntaş vardı, Han diye bir köy vardı, Bekolar Köyü vardı, Deli Hacılar Köyü vardı, aynı zamanda yine Güler Duman var, türkücü bizim kız, onun köyü Liç Köyü eski ismi Liç yeni ismini bilmiyorum ne koymuşlar? Daha yakınımızda Balım Pertek köyü vardı. Bu İbrahim Polatlar’ın köyleri vardır, Alevi köyleri vardır yakınımızda.

Yani Alevi köylerinden yukarıda Komzun var, Kışlak var, Penek var, Taşlı Çayır var. İşte bunlar hepsi Alevi köyleri.

Fethetmiş Aleviler Başkale’ yi?

Alevilerin fethetmediği yer mi var? Dünyayı fetih etmiş Aleviler. Aleviler fetih etmişler ama ben Aleviler’den şikayetçiyim. Bunu da yazın. Neden şikayetçiyim? Aleviler birbirlerini tutmuyorlar. Birbirlerine yardım etmiyorlar, düşenin elinden tutmuyorlar. Aleviler para pul sahibi olduktan sonra döneklik yapıyorlar. Çevresindeki insanlara faydalı olmak istemiyorlar. Hep bana hep banacı oluyorlar, Halbuki Ehlibeyt‘lik zor bir yol, yardımsever bir yol. Ben buna çok üzülürüm. Yardım etsinler mesela birbirlerine, üniversiteler kursunlar, evlatlarını okutsunlar, efendime söyleyeyim daha büyük iş sahası açsınlar, Ehlibeyt’in Aleviliğin ne olduğunu insanlığa elaleme duyursunlar. Yani bir Alevi’nin ideolojisi Aleviler değil Türkiye’yi dünyayı fethetmişlerdir. Dünya Ehlibeyt’in üzerine kurulmuştur.

Ozanlara gelelim yani ilk ozanlar, ilk şiirler, kimleri tanıdınız? Sizin oralarda ozan var mıydı? Yazan var mıydı?

Efendim bizim oralarda ozan olarak ben kalktım. Zaten ozanlık bizim ruhumuzda var, ozanlık bizim ruhumuz. Ben dedim ya size 7 yaşındaydım bir ozan gelmişti köyümüze, saz çalıyordu. Çok hoşuma gitti ozanlar, içimdeki bir his devamlı beni bu ozanlığa doğru itici bir güç vardı zorluyordu. O tarafa doğru itici bir güç vardı. Öyle bir gün rüyamda bir 3 tane Pir oturmuş. Bir de halen şimdi hayatta olan Hamza Dede var, Pir Sultan’lardandır. O da hizmet ediyor. Ben onların arasında o arada bulunuyorum. Rüya esnasında onlarla beraber oturuyorum muhabbetler sohbetlere dalarken orada bir muhabbet şarabı için diyorlar, ama ben bir tatlı şerbet içtim ondan sonra ne olduysa oldu, içimdeki bir sevda beni aldı sürükledi, bilmediğim bir yöne götürdü. Gönlümü açtım ki, ben de Halk ozanı olmuşum. Halk ozanı olmuşum da benim için büyük sorun olmuştur, çile çekmişim onlar sorun değil. O esnalarda aşık Daimi ile tanıştım. İlk tanıştığım halk ozanı aşık Daimi’dir. Aşık Daimi’nin çalmış olduğu saz beni etkilemiştir. Onun gibi bir ozan olmak isterdim. Ondan sonra rahmetli Davut Sulari ile tanıştım. Davut Sulari tanıdığım zaman büyümüştüm, 17-18 yaşıma gelmiştim. O zaman da gurbet özlemi düşmüştü içime. Gurbet özlemi ile geldim İstanbul’a. İstanbul’da inşaatlarda çalışırken, 1957 yıllarında şiir yazmaya başladım. Ali İzzet Özkan’la daha sonra da, Allah rahmet eylesin, Onun sayesinde de Veysel Baba ile tanıştık. Veysel Baba’ya da hizmet ettim, Ali İzzet’e de hizmet ettim. Ve bunlarla beraber hizmet edip ellerini öpmüşümdür. Sonra diğer ozanlarla Kul Ahmet ile tanıştım, Mahzuni ile tanıştım, Hudai ile tanıştım, derken aşık Reyhaniler ile tanıştım. Bütün bunlarla haşır neşir oldum. Her ozanı tanırım, severim. Her ozanın da benim için değeri bambaşkadır. Her ozan benim için bir gönül gülüdür, onların kokuları bambaşkadır benim için. Ozanlık felsefesini, geleneklerini çok severim elimden geldiği kadarıyla noksansız, kimseyi incitmeden vatanımı severek yerine getirmek, duygularını her zaman taşırım içimde. Bu nedenledir ki ben bir aşık Garip Bektaş olarak yazmış olduğum yazılarımdan, kitaplarımdan şiirlerimden benim akışım bellidir zaten. Birinci kitabım ‘’Geldim’’, ikinci kitabım; “Gördüm’’, üçüncü kitabım;”Gezdim’’. Şimdi dördüncü kitabım kısmet olursa hazırlıyorum, ‘’Yazdım’’ ondan sonra “Gidiyorum’’. Yani konu şu oluyor; “Geldim, gördüm, gezdim, yazdım, gidiyorum’’.... Beşinci kitabım “Gidiyorum’’. Allah kısmet ederse, yetiştirebilirsem kitabı bastıracağım. Bu da Rabbül Alemine bağlı, Cenabı Allah’tan müsaadesiz konuya girmem, ondan niyaz ederim, çok şükür Allah’ıma o beni hiçbir zaman mağdur etmemiştir. Mala servete, mülke gelince onlar benim için hiç konu değil. Zaten bana gelseler İstanbul’un tapusunu verseler, yırtar çöpe atarım. İhtiyacım yoktur. Mal, mülk, servet konularını zaten Cenabı Allah bana nasip etmez, öyle konular beni incitir. Ben böyle bir insanım bu konularla ömrümü geçirdim, gidiyorum. Yazmış olduğum yazılarda bu vakidir. Başka da bir şey demek istemiyorum.

Bize yaşamınızı özlü ve özet şekilde, derin duygusallıkta anlattınız, teşekkür ediyorum. Geçmişten geleceğe halkı için ezilen, kesilen, yakılan halk ozanlarının, bu Türk toplumunun, Anadolu Türk insanının özünü yaratan insanların ruhlarının şad olmasını istiyorum. Sizler Anadolu ruhunu, bu ülkenin ruhunu yaşatan insanlarsanız. O yüzden size yaptığımız hizmetlerin, sizin yaptığınız hizmetler yanında hiçbir kıymeti yoktur. Bunları sese alıyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz ama elimizden gelirse bunu da başka insanlara anlatacağız; diyeceğiz ki, buyurun bu kitabı okuyun bu kadar insanlarımız var, ozanlarınız var. Bizim başka niyetimiz yok, okuyun bu insanları görün, tanıyın. Bu ozanların kitaplarını okuyun, bu insanlarla tanışın. Sizi çok da yormak istemiyorum ama “aşık Veysel ile Daimi ile tanıştım” dediniz. Ama belki bilmeyenler vardır. Bana anlattınız ben de kitaba yazacağım, “Aynı çileyi paylaştım dediniz, aynı yataklarda yattık yıllar yılı, hemhal olduk, konuştuk sohbet ettik her türlü şeyini gördüm gözettim’’ dediniz değil mi? Bu da sizi çok etkiledi, siz de onları etkilediniz. Başka ozanlar da vardı tabii, onları da alalım sizden?

Ozan tüm insanların rehberidir. Halk ozanları duygusaldır. Bu, yeryüzünde her insana bahsedilen bir şey değildir. Bu bambaşka bir duygudur, Cenab-ı Rabbül Alemin bunu her insanın nasip etmez. Bu ozanlık ateşten bir gömlektir. Bunu herkes giyemez, tabii gezdim dolaştım, onlara hizmet ettim, onlardan etkilendim ve daha derinleri onları sayesinde buldum ve bütün ozanlara hizmet ettiğimiz zaman da kendimi dünyanın en bahtiyar insanı saydım. Çünkü ben insanlık aleminin en büyük insanlarına hizmet ettim. İlimle uğraşan, ilim irfanı hakkına gösteren, halkına canını adamış, halkın ozanlarıyla gezmek, onlarla oturup hasbı hal olmak beni mutlu ediyordu. Nerede bir ozan görsem onunla sohbetler, muhabbet ederdim. Onun iç dünyasına girmek isterdim. Ve bu hal bende hazır olduğu için bütün ozanların iç dünyasına girerek ozanların kendi iç dünyasında ben kendi kendimi bulurdum. Kendimi Devr-i Aleme, kendimi halkıma hizmet ederek duyurdum, gidiyorum bu hususta da sayın Ayhan Bey gelip beni bulduğunuz için sizler gibi Ehlibeyt dostu Alevi alemine hizmet eden insanı tanıdığım için mutlu oldum. Bu hususta ömür boyu sizlere mutluluklar, esenlikler dilerim. Daha çok çalışmanızı dilerim bir halk ozanı olarak saygılar bu yüzden.

Çok sağ olun. Dediğim gibi sizi yormak istemiyorum, ama elbette bu yaşa kadar bu yüzden çok sayıda ozan gördünüz biraz tabii bizim ilgi alanımız olduğu için ozanlar, aşıklar, zakirler, dedeler, babalarla söyleşiler, çok seviniyorum bu uğraşlar içinde olmakla.

Dedeleri tanıdınız mı? Siz kendiniz bir ocağa mensup musunuz? Bir ocağa bağlılık var mı sizde?

Şimdi efendim benim kendim bir Ehlibeyt ferdi olarak bütün Ehlibeytler’e hizmet eden insanları severim. Dedeliğe gelince dede insanlara ilmi öğreten kişi demektir. Bunu da artık ben bütün dedelerde göremiyorum, bunu açıkça konuşayım. Çünkü çıkarına konuşuyorlar benim kendime gelince, benim kendi ana tarafım Yunus Emre’ye dayanır, benim kendim Baba Mansur Ocağı’na bağlıyımdır. Bu hususta ana tarafım da aynı soydan aynı ocaktan gelir, ben onu bir şey yapmıyorum kendime dedelikmiş diye, böyle şeyleri kendime mal etmiyorum, bunu takdirini yapmış olduğum hizmetlerden dolayı halkım versin. Gelenekler çok güzel bir şeydir. Ben insanlara çok güzel hizmet ederim. Eline, beline, diline sadık olarak insanlara hizmet edersen de dede de benim, hoca da benim, şıh da benim, zakir de benim, ezilen de benim, sürünen de benim, ezenlere de karşıyım ne bileyim, dedelik kolay bir şey değil. Bizim oralarda, Anadolu’da talibimsin der kes bana bir koyun, talibimsin der, ver bana bir koyun der bazıları... Bunlara ben karşıyım. Bunlar bir Ehlibeyt’e yakışmaz. Dede dediğin ilimle uğraşır ilim öğretir talibine, mürşidine, rehberine... İlimden arar kısmetini.

Evet, çok güzel. Peki cem, cemaat olur muydu? Sizin yörede?

Tabii ki cemsiz Ehlibeyt olur mu? Toplumumuzda cem de ederdik, musahibimiz olurdu. Hakikat bağını orada görürüz, hakikatleri orada görürüz, Enel-Hakk’ı orada buluruz, biz hep birlikte bir oluruz. O yüzden böyle Hakk’ın divanına yürürüz.

Orada bilgili dedeler de var mıydı? Onları görüp, tanışmış mıydınız?

Tabii ki, görmez olur muyum? Kalkıp gittiğimiz zaman, biz de cemlerde bir muhabbete gidiyorduk. Gidenin, duranın, görenin, baş yastığa koyanın demine Hu, hepinizin yardımcısı Allah olsun diyelim, eyvallah erenler diyelim. Bugün cem, cemaat demek doğru yolu göstermektir, insanlara gerçekleri göstermektir. O cemde toplanıp da Allah’a zikretmektir. O yola riyakarlık girmez.

Peki geçmişten geleceğe ozanlar kimlerdir? Ozanlık nedir? Esas ozanların vasfı nedir? Gerçek vasfı?

Ozanların gerçek vasfı Cenabı Rabbül Alemin’in onlara vermiş olduğu nutukla, bütün insanlara ayrım yapmadan hizmet etmektir. İnsanları daima doğru yola, birliğe, kardeşliğe, daima dürüstlüğe teşvik etmektir. Ozan halkı için, insanlık alemi için yaşayan bir insan demektir. Ozan dürüst kişidir. Ve hatta ben onu kendi kendime derim, bu peygamberler yahut da bizim peygamberler benden var oldu. Ozanlık insanlığı daima ileriye götüren barışı isteyen, kardeşliği isteyen, harbi kötülüğü hiçbir zaman sevmeyen kişidir. İnsanların daima birlik ve beraberlik içinde yaşamasını temin etmek için elinden gelen her çabayı gösteren kişi odur.

Pir Sultan’lar?

Efendim Pir Sultan’lar, Karacaoğlan’lar, Seyraniler, Ruhsati Babalar daha nice sayamayacağım büyük ozanlarımız onların hangisi yeryüzünde hangi kitapta yazıyor kötülük yap diye? Hiçbir kitapta yazmaz. Çünkü ozanlar da bunu sağlıyorlar.

İyiliği, doğruluğu?

İyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü sağlıyorlar. Ozan çıkarını düşünmez ki. Ozan halkını düşünür, insanlığını düşünür. Gerçek ozanlık da budur. Her saz çalan ozan değildir. Ozanlık ateşten gömlektir. Herkes ozan olmaz. Ozanlık büyük bir mertebedir. Çok büyük bir mertebedir.

 

Söyleşi: 1999, İstanbul

Ayhan, AYDIN: “Söyleşiler: Aşık Garip Bektaş” Cem Vakfı: Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Birinci Toplantısı (16-19 Ekim 1998, İstanbul): Dedelerin, Babaların, Ozanların Görüş ve Düşünceleri. İstanbul 2000: 341-349. (2)

 

ESERLERİ

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş, Geldim, 1985, Haşmet Matbaası, İstanbul.

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş, Gördüm, 1988, Bayraktar Organizasyon, Nural Maatbası, İstanbul.

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş, Gezdim, Mart 1993, Can Yayınları, İstanbul.

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş, Yazdım, 2000, Can Yayınları, İstanbul.

 

 

 

 

 

 

(AŞIK) GARİP BEKTAŞ (II.)

 

 

Bir canım vardı verdim erenler

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Serimi meydana serdim erenler

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Aşkın ateşine yaktım özümü

Uyandım gafletten açtım gözümü

Muhammed Ali’ye verdim sözümü

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Bütün kainatı eyledin seyran

Hakk’ın emriyle dönüyor devran

Dosta varmak için yürüyor kervan

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Varıp kapısına yüzümü sürdüm

Erenler cemine kusursuz girdim

Bütün gerçekleri orada gördüm

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Garip Bektaş der ki kurbanlık koçum

O cananı sevmek benim tek suçum

Kınamayın dostlar yanıyor içim

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Erzurumlu Aşık Garip Bektaş. Onun yaşamı da birçok ozan gibi çilerle dolu, örselenmiş bir yaşam; bir çok Anadolu insanın da olduğu gibi, bir çok Anadolu insanın yaşadığı gibi. Yetimlik, gurbet, gariplik ve bunların içerisinden çıkan insan sevgisi. Gönlü pır pır eden, gönlündeki sevgisi hiç azalmayan, her zaman insanlık için, barış için, dostluk için çabalayan, şiirlerini hep bu yönde yazan, hep bu yönde eylem de bulunan bir güzel insan.

İşsizlikler içerisinde, hastalıklar, kederler içerisinde bile içindeki aşk ateşini söndürmeyen Aşık Garip Bektaş.

 

Ufacık bir harkın dalgası olmaz

Varıp ummanlara karışmadıkça

Bu dertli gönlüme çare bulunmaz

Gerçek bir dost ile buluşmadıkça

 

Virane bağların gülleri bitmez

Bahar gelmeyince bülbüller ötmez

Bu aşkın sevdası serimden gitmez

O yar benimle konuşmadıkça

 

Kurumuş ağacın gölgesi olmaz

Dökülür yaprağı dalından kalmaz

Tembel olan insan hiç menzil almaz

Arı gibi konup çalışmadıkça

 

Garip Bektaş gönül derdim bitmiyor

Zalim ayrılığa gücüm yetmiyor

Cahile nasihat versem tutmuyor

Varıp bir kamile danışmadıkça

 

Evet kamillere danışan Aşık Garip Bektaş, içi Ehlibeyt sevgisiyle dolup taşan Aşık Garip Bektaş. İnsanlık sevgisini gerçek inanç bilen Aşık Garip Bektaş merhaba.

 

Merhaba dostum. Bu programı bütün bu mübarek Muharrem ayı içinde ayarlayıp Ehlibeyt halkına sunduğunuz için bütün Cem Radyosu dinleyicilerine ve çalışanlarına hepsine candan ve yürekten sevgilerimi sunar, hepsine mutlu ve hayırlı günler dilerim.

Efendim ben Halk ozanı Aşık Garip Bektaş olarak memleketim Erzurum Aşkale kazasının eski adı Şoik yeni ismi Özler olan köyde dünyaya gelmişim. Daha çok küçük yaştayken babamı kaybettim. Onun bunun yanında tutmadılar çobanlık yapa yapa büyüdüm. 8 -10 yaşlarına gelinceye kadar benim köyümde okul falan yoktu, o zamanlar kim yapardı okulu köylerimize? Unutulmuştuk, dağ başındaydık bütün Alevi köyleri, onlara önem veren yoktu. Fakat ben hiç yılmadım Allah’ın izniyle kendi gücümle köyüme okuma yazması olanların okumuş oldukları kitapları inceleyerek okumayı bir gece de öğrendim. Bu belki insanların bazılarına inandırıcı gelmez ama bunu bir Hz. Hüseyin’in Kerbela aşkına olarak söylüyorum ki ben bir gece de okudum, bir gecelik talebeyim ben. Çok şükür okudum yıllar sürükledi beni yaşım 18-19’a gelince köyümde kimsesizdim. Babam çok ufak yaşta kaybettiğim için annem de gençti, benim babam 6 tane hanım alıyor. En son  altıncısı annemdir. İşte ondan bir rüya neticesinde dünyaya gelen Aşık Garip Bektaş olarak sizlere hizmet etmek için demek ki Rabbim alem beni onun için getirmiş ki ben de sizlere hizmet etmek için bu devri aleme geldim.

Yaşım 17-18’i geçti her Anadolu çocuğu duyguları gibi benim de içimde gurbet hisleri kabardı. İstanbul denen şehre kendimi atmış bulundum. Bu şehirde de çok çileler çektim. İnşaatlarda çalıştım bir zanaatım yoktu. Ezildim. Betonların üstlerinde yata yata hastalandım. 1954 senesinde tekrar köyüme döndüm. Orada beni Erzurum hastanesine yatırdılar ciğer hastası olmuştum. Bir müddet tedavi gördükten sonra köyümde kaldım. Baktım ki o eski güzellikler gitgide kayboluyor, köyümün insanları da hep gurbete göçüyorlar. Köyüm benim sarmadı daha. Çünkü kimsesiz olduğum için bir işim gücüm yoktu, hayvanım yoktu ki leşperlik (rençberlik- çiftçilik-) yapayım. Zaten yaptırmadılar akrabalarım, bunu da buradan tüm insanlık alemine söylüyorum ki ibret alsınlar. Akrabalarım bir yılan gibi etrafımı sardılar dört tane tarla için benim başımı her gün belaya soktular, dövdüler. Zaten bana imkan vermezlerdi ki ben de mecburiyet karşısında geldim, işte İstanbul’larda kaldım.

Askerlik çağım geldikten sonra gittim askerliğimi de yaptım geldim.

Bir müddet gene inşaatlarda çalıştım, nihayet çoğu bilir bu arada da İstanbul Belediyesinde de işçi olarak işe başladım, çalıştım bir müddet. Hiç zamanımı boşa geçirmedim orada toplantı, içimde ki duygularımı, birimi Ehlibeyt aşkına kaleme döktüm.

Birinci kitabım “Geldim”, ikinci kitabım “Gördüm”, üçüncü kitabım “Gezdim” dördüncüyü hazırlamışım sunmak üzereyim ama kendimi biraz toparlayamadım. Çok ağır bir hastalık atlattım, 1998 senesinin içerisinde. Bu nedenle biraz kendimi iyi hissedemediğim için tamamlayamadım. Ama yine Allah’ın izniyle Şah Hüseyin aşkına kendimi toparlayacağım. 

Allah izin verirse dördüncü kitabımı da sizlere Ehlibeyt aşkına, Hz. Hüseyin Kerbela aşkına sunacağım. Ondan sonra son kitabımda kısmet olursa eğer “Gidiyorum” diye. “Geldim, Gördüm, Gezdim, Gidiyorum” diye. Onu da sizlere sunacağım.

 

Durun bakalım Gidiyorum, diyorsunuz daha nice eserler bekliyoruz sizden. Hemen şimdiden Gidiyorum diyorsunuz kitabınızın ismiyle.

 

Şimdi efendim Gidiyorum, diyorum da gelip de gitmenin sahibi var. Bu on sekiz bin alemin var eden Rabbilalemin anca onları bilir de tabi gideceğiz, herkes gidecek kimse kalıcı değil. Hiç kimseye kalmaz bu fani dünya. Herkes geldiği gibi gitmeye mecburdur. Biliyorum çünkü ben doğdum ölmek için bunu bilerek doğdum. Don değiştiririm ama zaten bir şiirimde diyorum ya,

 

Cihan var olmadan beni ademden

Hak ile birlikte gezdim de geldim

Bütün ilimleri devir eyledim

İncil’i, Kuran’ı yazdım da geldim

 

Bize kitap yazdın çoğu sır oldu

Yüce Tanrım bana sadık yar oldu

Bütün peygamberler benden var oldu

Tevrat’ı, Zebur’u çizdim de geldim

 

Bin bir dona girdim gören olmadı

Halin nedir diye soran olmadı

Benden evvel Hakk’a eren olmadı

İlmin deryasında yüzdüm de geldim

 

Yağmur oldum yere yağıp sel oldum

Deryalara akıp gittim, göl oldum

Garip Bektaş her canlıya yol oldum

Kendi mezarımı kazdım da geldim

 

Efendim bizler gidiciğiz, kimse kalıcı değil. Yaşayan her canlı ölür, o varlığı toprak olur. İnsan gider ismi kalır, dostlar bana ağlamayın.

 

Evet ağlamayın diyorsunuz ama don değiştiriyor diyorsunuz. Don değiştireceğiz yani ozanlar, dedeler, ulu ruhlar ölmezler, ölümsüzdürler birbirine karışırlar.

 

Yüklemiş yükünü dost diyarına

Gider Kerbela’ya göçümüz bizim

Dosta kavuşmaya az kaldı zaman

Hasretlik doludur içimiz bizim

 

Yol oğluyuz yol erkanı biliriz

Hakka ikrar verdik sadık kalırız

Neslimiz Muhammed oradan geliriz

Ali’yi sevmek mi suçumuz bizim

 

Zehir içirdiler İmam Hasan’a

Hz. Hüseyin boyandı kana

Zeynel Abidin düştü zindana

Genç yaşta ağarır saçımız bizim

 

Bakır’la kazanda kaynar tenimiz

İmam Cafer ile yol erkanımız

Musa-i Kazım’a kurban canımız

Her zaman kurbanlık koçumuz bizim

 

Taki, Naki Şah Askerim ağladı

İmam Rıza ciğerimi dağladı

Şahı Merdan on ikiye bağladı

Yas tutmayan kaldı kaçımız bizim

 

Ol şahlar şahına bağlıdır başım

Mehdi Muhammed’dir zafer güneşim

Yüklemiş yükünü Garip Bektaş’ım

Başımız da kızıl tacımız bizim

 

Nedir Kerbela, kimdir Hüseyin? Bu semboller neyi ifade ediyor? Ehlibeyt dostu, her sözü Ehlibeyt aşkıyla başlayan Aşık Garip Bektaş neler söyler Ehlibeyt hakkında?

 

Ne olur hocam kızma bana

Ben namazım kıldım geldim

Vardım Hakk’ın divanına

Desturumu aldım geldim

 

Attım kin ile nefreti

Buldum sırrı hakikati

Neslim imam tarikati

Ummanlara daldım geldim

 

Garip Bektaş berrak suyum

Ehlibeyttir benim soyum

Anladınsa işte buyum

Cehaleti sildim geldim

 

Evet Kerbela, bir kanayan yaradır bizim içimizde. Kerbela bir zulümdür.

Efendim tabi ki Ehlibeyt aşkıyla yanıp tutuşmak tüm insanlık aleminin bir görevidir. Yer ile gök yok iken, bir yeşil kubbe var iken, bütün on sekiz bin alemi var eden yüce Allah, tüm bunları Ehlibeyt aşkına var etmiştir. Ehlibeyt bir doğan güneştir. Güneş bütün zerrelere faydalı olur, bulaşır ama hiçbir zerre güneşe bulaşamaz. Çünkü o tertemiz berrak bir güneştir. İşte Ehlibeyt te o berrak güneştir. Bakınız insanlar, gökyüzüne bakınız, gökyüzünde ay, gün, yıldızlar bir de gökyüzü sema dört. İnelim yeryüzüne bakınız mevsimler dört. Kendi vücudumuza bakalım, vücudumuz dört, et, kemik, kan almış olduğumuz bir de nefes. Bizi yaşatan dörttür. Bu dörtler nedir biliyor musunuz? Devrim boyu kırklardır, kırklar manasını bir araya getirmek çok güzeldir. Üçler, Beşler, Yediler, On Dört Masumu Paklar, Kırklar diye bizim Ehlibeytte böyle şeyler çok konulu söylenir. Ama dedelerimiz maalesef ki bunları Ehlibeyt halkına değil tüm İslam aleminin insanlığına öğretmesi gerekir. İslam dini  öyle yüce bir dindir ki İslam dini zaten Ehlibeytin üstüne kurulmuştur. Bunu şaşkınlar, bazı cahiller bilinçsizce kendi çıkarlarına kullanmıştırlar. Bunu burada bütün ulusuma seslenmek isterim. Ehlibeyt aşkıyla yaşayan insanlara ve bütün İslam’ım diye yaşayan insanlara şunu söylemek isterim ki; hiçbir zaman için bu yapılan propagandalara inanmasınlar, yok Aleviler ana bacı tanımazlar, yok bilmem neler, bunlara inanmasınlar, bunu halkıma ve bütün milletime söylüyorum. Bu dünyadaki hiçbir insanın şerefine yakışmaz bunlar. Bu şerefsizliği yakıştıranlar kendi çıkarları için yapmıştır bunları. Ehlibeyte leke sürülür mü?  Biraz önce söylediğim gibi Ehlibeyt bir güneştir, güneşe leke sürebilir misiniz? Bunlar sürüyor kendi çıkarları için. Bunlara hiçbir insanın kanmamasını isterim ve daima sevsinler Ehlibeyti. Çünkü Ehlibeyt insanlık aleminin en büyük kuralıdır, insanların en büyük sevgisidir, en büyük saygısıdır, en büyük hak yoludur ve tüm insanları bağrına basan kardeş gören bir varlıktır Ehlibeyt. Ehlibeyttin göz yaşı oruçtur, Ehlibeytin ağlaması, Ehlibeytin sızlaması insanlık aleminedir.  Daima sevgi üzerine kurulmuştur Ehlibeyt. Hatta ben de bir şiirimde diyorum insanlara “Gördüm” isimli kitabımda;

 

Tabiatta çok canlı var

İnsanı sevdim insanı

Her canlıya saygı duydum

İnsanı sevdim insanı

 

Tabiat insansız olmaz

Onsuz dünya hayat olmaz

Yaşamanın zevki kalmaz

İnsanı sevdim insanı

 

Ondan döner dünya çarkı

Onu bozan olmaz farkı

Ben ayırmam hiçbir ırkı

İnsanı sevdim insanı

 

Aklı yüce fikri selim

Ondan doğar bütün ilim

Hem bilgili hem alim

İnsanı sevdim insanı

 

Garip Bektaş insan geldim

Ben insanı bize buldum

İnsandan çok ilim aldım

İnsanı sevdim insanı

 

İşte bu da Ehlibeytin en güzel gönlünün hakiliği saf sevgisi, tek varlığı olan bütün insanlığın alemini hiçbir ırkı ayırmaz hiçbir varlığı incitmez. İnsanlığı canı kadar sever ve insanları canı kadar kollar ve insanlara tüm sevgisini varlığını verir bütün canlıları da canı kadar sever. İşte Ehlibeytlik budur Ehlibeytin başka tarifi olamaz ki.

 

Nedir senin kavga kinin

Gel gezelim kardeş kardeş

Aynı vardan biz var olduk

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Akmasın boşuna kanlar

Üzülmesin tüm insanlar

Kırılmasın genç fidanlar

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Irkın aynı dinin aynı

Damarın da kanın aynı

Milletin vatanın aynı

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Yas tutmasın ana bacı

Yeter çektiğin bunca acı

Yıkılsın şu nefret tacı

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Garip Bektaş hür olalım

Tüm dünyaya yar olalım

Yok değil de var olalım

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Evet ne güzel ifade etmişsiniz. Aslında şiirlere dökmüşsünüz düşüncelerinizi, duygularınızı. Kardeş kardeş gezelim diyorsunuz, hür olalım, beraber olalım, diyorsunuz. Hep beraber bu dünya da güzel ülkemizde mutluca yaşayalım, diyorsunuz. Başka kaygımız olmasın, diyorsunuz Sevgili Garip Bektaş. Ama Şahı Merdan Ali’den de bahsedeceksiniz sanırım?

 

Enel Hak dedik de çekildik dara

Edep erkan bize doğru yol oldu

Geldi zebaniler sual sormaya

Yardımcımız Şahı Merdan Ali oldu

 

Dediği gibi Pir Sultanın sizin de Hz. Ali hakkında söyleyecekleriniz var. Aynı zamanda kardeşlik türküsü hakkında da söyleyecekleriniz var, gerçek kardeşlik türküsü hakkında?

 

Şimdi efendim, Sayın Ayhan bey, bir gerçek noktadır bunu söylemek isterim ki; şimdi Şahı Merdan Ali deyince, Şahı Merdan Ali çok cengaver, insanlığı seven, insanlık alemine hizmet eden bir şahtır. Hz. Ali kaleler yıkmıştır, Hz. Ali, İslamiyet’in kurulmasında dahi çok büyük paya sahiptir.

Cem Radyosu şuna eminim ki zamanı gelince bütün dünyaya hüküm eden televizyonunu da kuracak ve bütün insanlığa gerçek insanların sesini de duyuracak Cem Radyosu. Ben bundan eminim çalışanları da çok iyi çalışıyorlar. Ve çalışanlarına bu hususta başarılar dilerim.

Efendim kalkıyoruz burada diyoruz ki Aleviler Hz. Ali’yi peygamber biliyorlar, Hz. Ali’ye tapıyorlar. Kardeşim insan insana tapmaz insan Allah’a tapar. Hz. Ali’yi sevmeyen de ne insan olur, ne Müslüman, olur zaten. Niye sevmeyeyim ki? Madem ki İslam’ım, İslam’ı kuran Hz. Ali’dir. İslam alemini dünyaya getirip yerleştiren Hz. Resulullah Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi; diyor ki “Ben ilmin şehriyim ama İlmin kapısı Ali’dir”. İlmin anahtarı Ali’nin elindedir, ilmin şehrine girebilmen için bu kapıdan gireceksin. Siz evinize bacadan mı giriyorsunuz? Hayır efendim hayır, kapıdan giriyorsunuz. Onun için Ehlibeyt kapısında oturan Şahı Merdan Ali’yi sevmemek bir insan işi midir?  Onu sevmeyen zaten İslam olamaz, insan olamaz dahi. Bunu söylediğim gibi Selmanı Pak da var. Daha Peygamber Efendimiz gelmeden 2400 yıl öncesine, Hz. Sultan Süleyman’ın gelmesinden öncesine, getirip dayadığınız zaman Hz. Ali Selman-ı Pak diye bir evliyanın gözüne görünmüş. Hz. Peygamber Efendimiz dünyaya geldikten sonra Hz. Sultan Süleyman’ın gelip ona müracaat edişinde Hz. Ali’yi gördüğünde beni bağlayan bu çocuktu diyen devi, aradan yıllar geçtikten sonra onun Hz. Ali olduğunun anlaşılmasına, Onun keramet ehli olduğuna inanmamak insanlık işi değildir. Hz. Peygamber Efendimiz bin bir kelam danışmaya çıkarken yol üstüne aslan olup oturan onun parmağında hatem yüzüğünü de alıp da bin bir kelam danışmaya gittiği zaman perde açıldığı zaman perdenin arkasında gördüğü yine Hz. Ali’dir. Hz. Resulullah Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi “Ya Ali eğer ana rahmine düşmeseydin sana Allah diye tapacaktım.” Bu kadar tesirli kerametlere ulaşan koskoca bir veliyi sevmek suç mu? Ben Alevi olarak değil insan olarak onu her yönüyle aşığım, seviyorum Hz. Ali’yi.

Hz. Ali büyük bir insandır. Çünkü insanlık alemine büyük hediyeler bırakmıştır. Bıraktığı en büyük hediyelerden birisi de Hz. Hasan ile Hüseyin Efendimizidir, Ehlibeytin özüdür. Eğer onlar bırakılmasaydı kainat yaşamazdı. Onlar bir Hüseyin diyemezdim kainat belki yaşardı ama sevgi kalmazdı. Çünkü insanlık alemine onların sevgisini aktardık. Bir Fransız ya da İngiliz’e de sorsanız ki seviyor musunuz, onlar bizden daha güzel okumuşlar o  Ehlibeyt yolunu, Ehlibeyt bendesini göz yaşıyla içiyorlar. Biz niye bir Müslüman olarak ağlamayalım bu Muharrem ayında? Gözyaşı dökmeyelim onlar için? Elimizden gelen bütün varlıklarımızı göstermeyelim? Madem ki bir Ehlibeyt yoluna yürüyorsak, madem ki  Muhammed’den emanet aldığımız Ehlibeyti, Kuran-ı Kerimi Azmi Şerifi okuyup inceliyorsak, bunları sevmemek bizim için en büyük yanlış olur.

Sadece bu aylarda değil, her zaman onlar için ağlayıp göz yaşı dökmek bir Ehlibeytin değil, tüm Ehlibeyt dostlarının, insanların en büyük görevidir.

 

Evet. Bu sevgi ve duygu dolu konuşma için teşekkür ediyoruz. 

 

Erenlerin evliyaların piri

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

Aşıkların maşukların serveri

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Arayıp da bu gönlümde buldum

Miracına dönüp secde kıldım

Ayağın tozuna kurban oldum

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Yezidler katlime çıkarsa ferman

Getirmem sevgine zerrece güman

Benim sevdiceğim ol şahı Merdan

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Bundan geri durmaz gözümün yaşı

Feryadım inletir dağı ile taşı

Doksan bin erlerin server başı

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Böyle midir şu feleğin kuralı

Kimse cevap vermez sordu soralı

İçim kan ağlıyor gönlüm yaralı

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Lanet olsun zalimlerin şanına

Kıydılar ol Şah Ali’min canına

Yaralanıp düştü kapı önüne

Eyvah Şahı Merdan şehit oldu

 

Evet, devam edilecek bu yollar.

 

Gönül geldi matem tutma zamanı

İnsanlığın gerçek soyu bozulmuş

Aşkın pınarları zehir akıyor

İçilmiyor artık suyu bozulmuş

 

Büyük küçük birbirini bilmiyor

Ar ile namusa değer kalmıyor

Ne sözden anlıyor ne laf dinliyor

İnsanlık yükünün tayı bozulmuş

 

Başlara giyilmiş rezalet tacı

Gerçekçi azalmış çoğu yalancı

Şimdi ki insanlar olmuş plancı

Vicdan kantarının yayı bozulmuş

 

Gönlünde kalmamış Tanrı sevgisi

Evladın babaya yoktur saygısı

Eski çağlar unutulmuş doğrusu

Kanaat lokmasının payı bozulmuş

 

Garip Bektaş yaşlar akan gözümden

İnsanlık sevgisi gelir özümden

Gerçekçiğim yalan yoktur sözümden

Şimdiki insanın huyu kalmamış

 

Sevgili Garip Bektaş, Garip Baba çok çilelisiniz, dedik sohbetimizin başında. Çok çilelisiniz ama çok da sitemlisiniz, içlisiniz, kederleniyorsunuz. Gerçekleri de bir bir, akıl mantık süzgecinizden geçirerek haykırmayı da bir borç biliyorsunuz, bir görev biliyorsunuz ve yazıyorsunuz devamlı. İnsanlık niye bozuldu, gerçekten ne dersiniz bu konuda? Neler yapılabilir?

 

Teşekkür ederim Ayhan Bey. Haliyle ki insanlığın bozulmasına baktığınız zaman şöyle bir insanlığın alemine baktığın zaman tarihtir insanları yaşatan, tarihtir insanları birbirine bağdaştıran, tarihtir insanların sevgisini birbirine ulaştıran, tarihtir bizleri aydınlığa çıkaran, tarihtir kardeşi kardeşe sevgiyle bağlayan. Tarihe baktığımız zaman, eski dostlara baktığımız, geleneklere baktığımız zaman; gördüğünüz kadarıyla o zaman ki insanlarımız birbirine karşı daha güzel davranırlardı. O zamanki insanlar sevgi, saygı dolu ve sözünün eri kişiydiler. Şimdi gençlerimiz birbirlerini öyle sevsinler ki Allah sevgisiyle sevsinler, sevgi Allah’ın kendisidir. Sevgisi olmayan insan kuru bir ağaç gibidir, meyve dahi veremez bence. Çünkü sevgiye ulaşmak Allah’a ulaşmak demektir. Şimdi bakıyorum ki yeni gençlerimiz şeriata, tarikata, marifete, sırrı hakikate doğru hiç ilerlemiyorlar. Bundaki yozlaşma galiba ben de tahmin ediyorum ki, biraz toplumun vurdumduymazlığından oluyor herhalde. Öğretilmiyor onlara hakikatleri, gerçekleri, huylarının neden bozulduğunu söyleyen olmuyor. Böyle bir Garip Bektaş kalkmışta oraya bir kitabın bir köşesine yazmış şimdiki insanların huyu bozulmuş, gerçek vicdan kantarının yayı bozulmuş, diye sesleniyor ama niye sesleniyor? Bunları görüyor, geziyor, içlerinde bakıyor ki yeni gençlerin hiç birisi anlamıyor bu ozanmış, evliyaymış, bu peygambermiş, bu pirmiş bunları kati suretle benimsemiyor. Bir halkına, insanlığın babına dönmüş, insanlık uğruna ömrünü vermiş ozanları, bir peygamberleri göz önünde tutmuyorlar. Bana ne diyor onlar? Yaşamışlarsa bana ne diyorlar? Olmuyor gül yüzlüm. Bizler birbirimizi öyle seveceğiz ki canı yürekten seveceğiz; birbirimize barış getireceğiz, kardeşlik getireceğiz. Ben burada aç kalırken sen villalarda, saraylarda yaşarsan bu insanların vicdan kantarlarının yayı bozulmamış da ya neyi bozulmuştur ki? Doğrudan doğruya insanların vicdan kantarının yayı bozulmuştur. Bu yozlaşmalar, bu bozulmalar onun içindir, diyorum başka niçin diyeyim ki?

 

Bu bozulan yaylara en iyi ilaç dedelerin, babaların, ozanların, aşıkların, bilim adamlarının, araştırmacıların gerçekçi sözleri, gerçekçi çalışmaları, gerçekçi eserleri olsa gerektir.

 

Vicdanında hakkı bulmayan kişi

Yüz bin kere Hacca gitse nafile

Göz ucuyla namaz kılmayan kişi

Ömür boyu oruç tutsa nafile

 

İnsana hak bilip onu sevmeyen

Bir gönüle girip mihman olmayan

Verdiği ikrara sadık kalmayan

Gece gündüz secde etse nafile

 

Kalbinden atmayan kini nefreti

İnsanlığa olmaz sevgi hürmeti

Kendinde görmezse her hakikati

Bütün ilimleri yutsa nafile

 

İçinde var ise kin ile nefret

Onda mevcut olmaz sırrı hakikat

Helalı haramı etmiş ganimet

İlmin gıdasından tatsa nafile

 

Garip Bektaş her keramet insanda

Hakkın nişanesi mevcuttur onda

Onsuz hayat olmaz bütün cihanda

Softa keramete yetse nafile

 

Evet softaları, yobazları, yobazlığı eleştiren ozanlar gerçek dostluğun, kardeşliğin ve barışın samimi duygularla kurulabileceğini yüz yıllar boyunca savunan telli, kırık sazıyla, üç telli sazıyla, bunları yüz yıllar boyunca günümüze getiren ozanlar. Evet Garip Bektaş.

 

Gönül Kabe’sini aşk ile yaptım

Ateş bende alev bende köz bende

Yaptığım Kabe’ye kendim de taptım

İkrar bende imam bende öz bende

 

Efendim gönül Kabe’sini aşkla yapmayan insan hiçbir hedefe ulaşamaz. Aşkı, muhabbeti vicdanında Hakkı bulmayan kişi dediğim gibi yüz bin kere hacca gitse nafile diyorum. Doğrudur, vicdanında Allah’ı bulmayan insanın yapmış olduğu hiçbir dilek bence kabul olmaz. Çünkü Cenabı Allah’ın ne kimsenin rüşvetine, ne kimsenin sadakatine, ne kimsenin merhametine ihtiyacı yoktur. Çünkü sadakatleri de, sevgileri de, merhametleri de, vicdan duygularını da veren Rabbil Alem’inin kendisidir. Onun ne namaza, ne oruca, ne hacca, ne Mekke’ye hiçbir şeye de ihtiyacı yoktur. Zaten Allah rahmet eylesin ozanlarımızdan Aşık Kul Ahmet diyor ki, bir Şah olsam hüküm eylesem cihana, başta haksızı yıkar giderim. Doğru söylüyor. Zaten bir kere ben Allah’ı vicdanım da bulduktan sonra niye Allah’ı arayayım ki? Arama Allah’ı sırda değildir, ne gökte, ne de yerde değildir. Can gözü açıkta kör de değildir. Gözü kör olanın önüne ayna tutsan göremez ki gerçekleri zaten. Bu nedenlerle ben ikrarıma, imanıma çok tapmış ve vicdanımda Allah’ı bulduğum için insanlara karşı bu sevgimle haykırıyorum. Bu sevgimi de bütün insanlara duyurabilmek için burada bugün misafir olarak gelmiş olduğum Cem Radyo’sunda bu imkanı bulduğum için muhabbetime devam ediyorum.

 

Güzel bu gönlüme girmek istersen

Başta haksızlığı yık da öyle gel

Eğer gerçekleri görmek istersen

Cihana bir gözle bak da öyle gel

 

Evvela özünü Hakkı bir eyle

Kendin insanla sadık yar eyle

Her zaman gerçeği doğruyu söyle

Gerçek aydınla çık da öyle gel

 

Fitnelik yaratma ikilik etme

Doğru yol dururken eğriye gitme

Gösteriş yapıp da hiç oruç tutma

Özün Hakk yoluna yak da öyle gel

 

Çek elini bu dünyanın malından

Elin namusuyla para pulundan

Ayırma kendini Tanrı yolundan

Berrak bir su ol da akta öyle gel

 

Aç gözünü seyret fani alemi

Bırakma dilinden gerçek kelamı

Bu Garip Bektaş’tan kesme selamı

Aşkın kemendini tak da öyle gel.

 

Evet aşkın kemendini tak da öyle gel, diyorsunuz?

 

Şimdi efendim, güzel bu gönlüme girmek istersen başta haksızlığı yık da öyle gel, diyorum. Eğer gerçekleri görmek istersen cihana bir gözle bak da öyle gel. Zaten ozanlığın kuralları budur; ozan cihana bir gözle, gerçekçi bakar. Gerçekleri sever ozanlar. Çünkü ozanlık büyük bir mertebedir. Ozanlığın kitabı yoktur, kitabı doğrudan doğruya Cenabı Allah’ın verdiği bir lütuftur, onun vermiş olduğu bir ilhamdır. Bunu milyarlarca insan içerisinde Cenabı Rabbilalemin pek nadir insanlara nasip eyler. Saz çalabilirsin, türkü söyleyebilirsin, gönül alabilirsin, gönül dostu olabilirsin, bütün bunlar çok güzel. İşte bütün bunlar bir ozanın örneğidir.

Ozanlık çok büyük bir mertebedir ki bugün Hz. Peygamber Efendimiz de büyük bir ozandır. Söylemiş olduğu kelimeler ölümsüzdür, emsalsizdir. Diyorlar ki, Allah tarafından gelmiş, Kuran’ı Kerim.  Hayır kardeşim bunlar Peygamberimizin sözleridir. Cenabı Allah tarafından hiçbir zaman böyle şeyler olmamıştır. Cebrail postacı mıydı ki getirdi bunları? Peygamberimizden önce insanların dini, imanı yok muydu ki, onlara kitap inmedi de geldi? Değil dostum, değil. Hz. Muhammed çok büyük bir ozandır. O kendi bulmuştur, Allah’ı vicdanında yakalayarak. O eğer kendi bulmasaydı onları, büyük ozan olmasaydı Muhammed olmazdı. Ahır zaman nebisi olmazdı, haksızlığı yıkmazdı. Ozanlar haksızlığı yıkar, ozanlar daima bütün haksızlığa karşıdır, gerçekleri söyler. İşte ispatı meydanda; ozanların Pir Sultanı Sivas’ta kendini niçin astırdı? Gerçekleri söylediği için, haksızlığa boyun eğmediği için, Pir Sultan kendini astırdı. Ozanlık mertebesi yüce bir mertebedir. Ozan olmak kolay mı öyle? Onun için ozanlık sevgidir, ozanlık saygıdır, ozanlık yol göstermektir. Ozan insanlık aleminin ayağının turabıdır. Ozan insanı seven ve bütün canlıları canı kadar seven ozan Allah’a inanmış bütün bitkileri, dağı, taşı, yerleri temelsiz, göğü direksiz, suları, kainatı yürüten bir Rabbil Alemin olduğuna inanmıştır. Ama ozan kalkıp ta kuru kuruya hiçbir zaman safsatalara inanmaz. Hacı Bektaş-ı Veli cansız duvarı yürütmüş. Olur mu be kardeşim? Benzin mi koydu, motor mu koydu yürüttü? Ya bu bir gönül aleminde olan bir şeydir. Gül yüzlüm gönül aleminde yürütmüştür Hacı Bektaş. Bunu, bunu yanlış tanıtmasınlar, tanımını yanlış yapmasınlar. Keramet gönül aleminde yürütmüştür. Onu öyle yansıtmıştır insanlara. Yoksa motor mu koyuyor öyle bir şey yoktur. Muhammed’e diyorlar Kuran Allah tarafından yazıldı ya olmaz kardeşim ondan önce Hz. Muhammed’in zamanına kadar Allah’ın okulları yok muydu kapalı mıydı. Öyle şey olur mu ya onların hepsi Cenabı Allah tarafından irşad olan kişilerdir. Hacı Bektaş-ı Veli bugün irşad olmuş büyük bir evliyadır. Hz. Muhammed’i iki cihanın serveri diye anarız neden deriz çünkü iki cihana gönül aleminde hüküm ettiği için deriz. Bunlar ozanlığın en büyük delilleridir, ozanlık çok yüce varlıktır. Ozanlık hiçbir şeyin arkasına gizlenmez, ozanlık öyle bir akarsudur ki onun önüne ne atarsan at durduramazsın. Burada taş, kum, çakıl döker önünü durdurursun ama ozanlık gider ta Konya’da çıkar meydana, gider Amerika’da çıkar. Çünkü o bir gerçektir, gerçeğin önüne kimse engel koyamaz. Ozanlık Allah’a ulaşmak, yollarını tanımış, bilmiş vicdanında hatta diyorum ya vicdanında hakkı bulmayan kişi şiirlerimde söylüyorum. Pir Sultanlar boşa mı söylüyor Karacaoğlanlar boşuna söylüyor Nesimi’nin boşuna mı derisi yüzüldü kardeşim. Pir sultan kendisini boşuna mı ipe verdirdi kardeşim bunlar hep gerçekler için verdirdiler kardeşim. Bunları Ayhan Bey sizler daha iyi bilirsiniz.

 

Biz sizler kadar iyi bilemeyiz çünkü siz bunları yaşayansınız, siz bunları üretensiniz, siz bizim ışığımızsınız. Yüz yıllardır halk ve hak aşığı olarak topluma önder oldunuz, yol gösterdiniz. Bugün de hala şu şiirlerinizle, konuşmalarınızla gösteriyorsunuz ki bu gelenek yaşıyor, yaşatıyorsunuz. Ne mutlu bize bu gelenek kalmadı. Aşık Veysel’le bitti dediler hayır bakın sizler varsınız daha onlarca ozanımız var Anadolu’nun bağrında ne mutlu. Ve ben her ozanla, her aşıkla konuştukça en mutlu günüm oluyor, çünkü bu gelenek kalmamış yüz yıllar ötesinde, damardan damara akmış gelmiş. Nehirler gibi çağlamış gelmiş ve bugünde yaşıyor. Çok mutlu oluyorum.

 

Çok teşekkür ederim Ayhan Bey. Güzel konulara giriyorsun. Dostum ozanlık bitmez çünkü daha öyle gelir ki bakarsın hiç ummadığınız yerde, bütün insanlık alemi bunu böyle bilmelidir, öyle bir tane eline alır sazını o sazıyla ok gibi bütün insanlığa ayağına turab olmuş insanlara seslenir kulağıyla, yüreğiyle, gücüyle ey biz ozanız, biz yok olmayız, biz varız diye. Bir ozan bir dünyaya bedeldir. Hz. Muhammed’e soruyorlar ki “halifeliği kaldırıyorsunuz ama ondan sonra kim insanlara yol gösterecek?” “siz bunu bu kadar mı şey görüyorsunuz bizden sonra gelecek ozanlarımız vardır ki onlar insanlık aleminin en büyük önderleri olacaktır” diyor.

 

Ne mutlu size ne mutlu bize evet kesmeyin.

 

Ozanlar onun için tarikatı, şeriatı, marifeti bildirmiştir zaten tam dört dörtlük yapmasını bilen ozanlardır. Ozan çok büyük bir yük almıştır sırtına. Ozanın yükü ağırdır çünkü halkının ayağının turabıdır, kulağıdır, gözüdür, dinidir ozan halkını her şeyidir. Bir şiirimde diyorum ya,

 

Taş atsalar gül sayarım

Ben kimseye darılmam ki

Zehir içsem bal sayarım

Ben kimseye darılmam ki

 

Çekseler özümü dara

Kılıç vursalar bin kere

Yaksalar ateşe nara

Ben kimseye darılmam ki

 

Bu mutlu günü Cenabı Rabbilalemin bütün insanlık alemine Ehlibeyt nesline, bendesine hayırlı ve uğurlu mutluluk getirmesini temenni ederek halk ozanı Aşık Garip Bektaş olarak bütün Cem Radyosu dinleyicilerine, çalışanlarına gönül dolusu selam ve sevgilerimi sunarım. Bütün insanlık alemine barışın gelmesini dilerim, Rabbilalemin hiçbir varlığa zarar vermesin der hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlarım, gözlerinizden öperim hoş çakalın.

 

Söyleşi: 24. 04. 1999. Cem Radyo’da Muharrem Sohbetleri.

Aşık Garip Bektaş Kimdir?

Aşık Garip Bektaş, 1.1.1938 tarihinde Erzurum Aşkale’nin Şoik (Özler) köyünde doğdu. Asıl adı Bektaş Eyi'dir. Küçük yaşlardan itibaren şiire ve halk edebiyatına ilgi duymaya başladı. Köyüne gelen aşıklar ve dedeler aracılığıyla geleneği öğrendi.

 1952’de İstanbul’a yerleşti. Bir süre değişik işlerde çalıştıktan sonra 1963’te askere gitti. 1976 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde çalışmaya başladı ve 1999 yılında emekli oldu.

 Garip Bektaş bu dönem içinde birçok aşıkla görüşüp dostluk kurdu. Şiirlerden 50 kadarı değişik sanatçılar tarafından bestelendi. Çağımızın en verimli ozanlarından biri olan Aşık Garip Bektaş’ın ellinin üzerinde kasetlere okunmuş eseri vardır.

 Sevgiden toplumsal taşlamaya dek her konuşu işleyen Garip Bektaş’ın, şiirleri “Geldim” (1996), “Gördüm”(1999), “Gezdim”(2001), “Yazdım” (2003) ve “Gidiyorum” (2005) adlı kitaplarda yayınlandı.

 

 

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

Karışmadıkça

 

Ufacık bir harkın dalgası olmaz

Varıp ummanlara karışmadıkça

Bu dertli gönlüme çare bulunmaz

Gerçek bir dost ile buluşmadıkça

 

Virane bağların gülleri bitmez

Bahar gelmeyince bülbüller ötmez

Bu aşkın sevdası serimden gitmez

O yar benim ile konuşmadıkça

 

Kurumuş ağacın gölgesi olmaz

Dökülür yaprağı dalından kalmaz

Tembel olan insan hiç menzil almaz

Arı gibi konup çalışmadıkça

 

Garip Bektaş gönül derdim bitmiyor

Zalim ayrılığa gücüm yetmiyor

Cahile nasihat versem tutmuyor

Varıp bir kamile danışmadıkça

 

 

Ne Güzel

 

Hakikat bağından derdiğim çiçek

Kokusu ne güzel gülü ne güzel

Kırkların ceminde gördüğüm gerçek

Sakisi ne güzel hali ne güzel

 

Gördüm cümle canlar semah dönüyor

Gök yüzünden nurlar yere iniyor

Bütün gönüllerde kandil yanıyor

Erkanı ne güzel yolu ne güzel

 

Pirler oturmuşlar kendi postuna

Hakka niyaz ettim niyaz üstüne

Herkes yalvarıyor gönül dostuna

Lisanı ne güzel dili ne güzel

 

Sevgi oldu bu gönlümün gıdası

Her güzelin çekilir mi edası

Beni hoş eyledi aşkın badesi

Şerbeti ne güzel balı ne güzel

Garip Bektaş gonca gülü derince

Muhabbet sevgisi kalbe girince

Hakkın cemalini kulda görünce

Yaradan ne güzel kulu ne güzel

 

 

Biçersin Gönül

 

Bu dünya dediğin çepersiz bostan

Sen de ektiğini biçersin gönül

Acılar çeksen de düşmandan dosttan

Bir gün şu alemden göçersin gönül

 

Kayıp olur gider şöhretin şanın

Kesilir yarandan akan hicranın

Senden ayrı kalır canın cananın

Kanatsız kuş olur uçarsın gönül

 

Vakit saat gelip tamam olunca

Mevla’nın verdiği süre dolunca

Can alıcı melek sana gelince

Bu gerçekten nasıl kaçarsın gönül

 

Hayal olur gider gördüğün düşün

Kesilir dünyada ekmeğin aşın

Mezar merteğine değince başın

Gafletten gözünü açarsın gönül

 

Garip Bektaş der ki var oldum yoktan

Bütün kerameti bilirim Hakk’tan

Belki akşam gelir belki şafaktan

Ecel şerbetini içersin gönül

 

 

Bir Daha İçem

 

Şarabın çok güzel beni mest etti

Doldur meyhaneci bir daha içem

Bu gönlümü kainata dost etti

Doldur meyhaneci bir daha içem

 

Gerçek pir eliyle ellenmiş olsun

Muhabbet demiyle demlenmiş olsun

Aşkın mayasıyla yıllanmış olsun

Doldur meyhaneci bir daha içem

 

 

Bu dertli gönlümün bulunmaz eşi

Zaten ben olmuşum aşkın sarhoşu

Getir dolusunu götür şu boşu

Doldur meyhaneci bir daha içem

 

İçip kendi alemime dalayım

Kendi vicdanımda Hakk’ı bulayım

Sen bana darılma kurban olayım

Doldur meyhaneci bir daha içem

 

Ettiğin hizmetin başımın tacı

Muhabbettir şu gönlümün ilacı

Bu Garip Bektaş’ı görme yabancı

Doldur meyhaneci bir daha içem

 

 

İstemem

 

Günah defterinden sildim ismimi

Bir daha günaha girmek istemem

Yaradan aşkına yaktım cismimi

Kimsenin gönlünü kırmak istemem

 

Ne tekke isterim ne de Mekke’yi

Yüce yaradana döndüm kıbleyi

İnsanı Hak bildim ettim secdeyi

Boşuna kendimi yormak istemem

 

Ben gönlümü sevgi ile süsledim

Bütün canlılara sevgi besledim

Gece gündüz Yaradanı sesledim

Başka gönüllere girmek istemem

 

Ne gavur ayırdım ne de Müslüman

İnsanlık içinde din ile iman

İkilik yapmaya bulamam zaman

İnsanları ayni görmek isterim

 

Yaradan yaratmış cümle insanı

Her birine vermiş başka lisanı

İnsanlar bulmuşlar ilmi irfanı

Başkasına hesap vermek isterim

 

Garip Bektaş gerçekleri söylerim

Ben de bu dünyadan gönül eylerim

Bu dünyada malı mülkü neylerim

Boşuna menzile varmak isterim

 

Ayrılalı

 

Hasretin çıkmaz içimden

Veysel senden ayrılalı

Beyazlar çıktı saçımdan

Veysel senden ayrılalı

 

Yaram derdinden kanıyor

Gerçekten içim yanıyor

Günbegün ferim sönüyor

Veysel senden ayrılalı

 

Belli değil bahar yazım

Hep ağlarım gülmez yüzüm

Pas tuttu mızrabım sazım

Veysel senden ayrılalı

 

Garip Bektaş dertli oldum

Hem sarardım hem soldum

Keder ile elem doldum

Veysel senden ayrılalı

 

Gidemem

 

Yağan yağmur akan seller

Nazlı yare ben gidemem

Serin serin esen yeller

Nazlı yare ben gidemem

 

Çok hasretlik var serimden

Ayrı kaldım vatanımdan

Uzak düştüm öz yarimden

Dağlar engel ben gidemem

 

Kaldım zalim gurbet elde

Sıla ismi düşmez dilde

Gece gündüz hayalimde

Gönül ister ben gidemem

 

Bu hasretlik gitmez serde

Kaldım uzak bir diyarda

Yar sılada ben gurbette

Çöller engel ben gidemem

 

Garip Bektaş hasret kaldım

Elim keder ile doldum

Şu beylere esir oldum

Geçti zaman ben gidemem

Kızarım

 

Şu yalan dünyada üzgünüm dostlar

Tilkinin yaptığı poza kızarım

Aslanın yurduna çakallar dolmuş

Çakala verilen koza kızarım

 

Aslanı vurmuşlar yarası derin

Tilki çakallardan almış aferin

Zamane kimlere kalmıştır görün

Tilkiye yem olan kaza kızarım

 

Kargalar kendini bülbül sanıyor

Has bahçe içinde güle konuyor

Böyle haksızlığa içim yanıyor

Vakitsiz bahara yaza kızarım

 

Aşkı bilmeyenden aşık mı olur

Sanma Garip Bektaş bu böyle kalır

Elbet bir gün sıra bize de gelir

Çirkinin yaptığı naza kızarım

 

Kim Var Ederdi - (Sitem)

 

Fazla gururlanma yüce Allah’ım

Ben olmasam seni kim var ederdi

Sen beni yarattın çıkarın için

Seni kim gönlüne dost yar ederdi

 

Dünya kainatın tadı olmazdı

Nimetinden kimse gıda almazdı

Canlıların ismi dilde kalmazdı

Senin pazarında kim kar ederdi

 

Ben senin ismini eyledim hece

Ne fark eder idi gündüzle gece

Ben seni severim canımdan yüce

Kim utanç duyardı kim ar ederdi

 

Kim şükür ederdi nimetlerine

On sekiz bin alem devletlerine

Kim vakıf olurdu kıymetlerine

Kim ağlardı sana kim zar ederdi

 

Garip Bektaş canım senin canındır

Beni ozan yapan yüce şanındır

Damarımda kanım senin kanındır

Kim kalpte saklardı kim sır ederdi

Eder Seni

 

Gönül düşer isen vefasız yare

Halinden anlamaz çark eder seni

Her gördüğün güzel sana yar olmaz

Gider uzaklardan fark eder seni

 

Boşuna düşersin dilden dillere

Bir gün gazel düşer gonca güllere

Akar göz yaşların döner sellere

Gider derelerden har eder seni

 

Artık çiçek açmaz olur bağında

Hiç kar eksik olmaz senin dağında

Kahrolup gidersin gençlik çağında

Çileden çileye gark eder seni

 

Başından eksilmez aşkın belası

Çekilir mi zalimlerin çilesi

Belli olmaz insanların hilesi

Ayaklar altında berk eder seni

Şu Garip Bektaş’ı boşa yorarsın

Bilmem ne yitirdin sen ne ararsın

Her seher yelinden haber sorarsın

Gider yadellere terk eder seni

 

Zalim İkiliği Kaldıramadım (Madencinin Türküsü)

 

Yıllarca uğraştım devri alemde

Zalim ikiliği kaldıramadım

Hedef aldım bir domuzu vurmaya

Tutmadı nişanım öldüremedim

 

Harap etmiş bizim güzel bahçeyi

Zimmete geçirmiş bütün akçayı

Sırtımızda döndü beyler köşeyi

Derdimi kimseye bildiremedim

 

Dağların altından maden çıkardım

Metresiz arşınsız kuyuya vardım

Grizu patladı canımdan oldum

Yetim yavruları güldüremedim

 

İsmim ameledir kendim madenci

Yıllarca olmuşum vatana bekçi

Benden evvel babam dedem nöbetçi

Arada engeli kaldıramadım

 

Garip Bektaş dert çekmeye alıştım

Hep dertliler kervanına karıştım

Yıllar yılı ağalara çalıştım

Akan gözyaşımı dindiremedim

 

Ağam

 

Bilmem ne diyeyim ağam ben sana

Hani benim hakkım nerede ağam

Yıllarca çalıştım çok emek verdim

Hep hakkımı yedin sen benim ağam

 

Çok koyun otlattım yüce dağlarda

Meyve yetiştirdim bahçe bağlarda

Yirminci asırda uygar çağlarda

Hep beni sömürdün sen zalim ağam

 

Köyde konak yaptın şehirde villa

Olmuş işin gücün senin hep hile

Yıllarca çektirdin sen bana çile

Vermedin hakkımı sen benim ağam

 

Ağlarım bitmiyor hiç ahu zarım

Kalmadı takadım kesildi ferim

Bak senin evinde var yedi karın

Benim koynum bomboş gör zalim ağa

 

Şu Garip Bektaş eyledin esir

Yıllarca çalıştım ellerim nasır

Altımda kalmadı bir kuru hasır

Kuş tüyü yatağın var senin ağam

 

Gidiyor

 

Şu dünya benziyor bir meyhaneye

Ayık gelen sarhoş olup gidiyor

Hiç bitmez tükenmez dünyanın malı

Herkes kısmetini alıp gidiyor

 

Her canlı kendine göre yaşıyor

Aşkın deryaları dolup taşıyor

Sonunda nefsine esir düşüyor

Kul kulun hakkını çalıp gidiyor

 

Ne zaman başlarsa çıkar savaşı

O zaman vuruyor kardeş kardeşi

Paylaşmak istiyor ayı güneşi

Aradan sevgiyi silip gidiyor

Sınır icat edip toprak bölüyor

Bir dünyanın tapusunu alıyor

Sanki dünya malı ona kalıyor

Gözü bu dünyada kalıp gidiyor

 

Fikir edip kendi nefsime sordum

Bu yalan dünyayı ben fani gördüm

İnsanlık uğruna ömrümü verdim

Şimdi Garip Bektaş ölüp gidiyor

 

Gel

 

Güzel bu gönlüme girmek istersen

Başta haksızlığı yığ da öyle gel

Eğer gerçekleri görmek istersen

Cihana bir gözle bak da öyle gel

 

Evvela özünü Hakkı bir eyle

Kendin insanlığa sadık yar eyle

Her zaman gerçeği doğruyu söyle

Gerçek aydınlığa çık da öyle gel

 

Fitnelik yaratma ikilik etme

Doğru yol dururken eğriye gitme

Gösteriş yapıp da hiç oruç tutma

Özün Hakk yoluna yak da öyle gel

 

Çek elini bu dünyanın malından

Elin namusuyla para pulundan

Ayırma kendini Tanrı yolundan

Berrak bir su gibi ak da öyle gel

 

Aç gözünü seyret fani alemi

Bırakma dilinden gerçek kelamı

Bu Garip Bektaş’tan kesme selamı

Aşkın kemendini tak da öyle gel

 

Kardeş

 

Nedir senin kavgan kinin

Gel gezelim kardeş kardeş

Aynı vardan biz varolduk

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Akmasın boşuna kanlar

Üzülmesin tüm insanlar

Kırılmasın genç fidanlar

Gel gezelim kardeş kardeş

Irkın aynı dinin aynı

Damarında kanın aynı

Milletin vatanın aynı

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Yas tutmasın ana bacı

Yeter çektin bunca acı

Yıkılsın şu nefret tacı

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Garip Bektaş bir olalım

Tüm dünyaya yar olalım

Yok değil de var olalım

Gel gezelim kardeş kardeş

 

Biz Bizi

 

Ta Ademden beri sürüp geliyor

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

Kardeş kardeşini vurup geliyor

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

Habil’le Kabil’den başladı zulüm

Kardeş katilliği ecelsiz ölüm

Ondan sonra oldu insanlar zalim

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

Kılıç yaptık kalkan yaptık gürz yaptık

Öldürücü her silahı biz yaptık

Katil olduk türlü türlü poz yaptık

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

Nefsimize yenik düştük her zaman

Bütün canlılara vermedik aman

Aramıza girdi ikilik güman

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

Irklara ayrıldık hep bölük bölük

Parselledik bu dünyayı üstelik

Ticaret başladı çıktı metelik

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

Yıllardır bitmiyor bu acı dram

Garip Bektaş der ki: derindir yaram

Engel bırakmadı menzile varam

Bilmem neden öldürürüz biz bizi

 

 

Vuran Vurana

 

Yine hazan çökmüş bizim bahçeye

Şu genç fidanları kıran kırana

Haklısı haksızı belirsiz olmuş

Kendi kardeşini vuran vurana

 

Bahçıvan da kıranları bilmiyor

Yıllardır ağlıyor yüzü gülmüyor

Artık bu bahçeye bülbül gelmiyor

Gerçek adaleti soran sorana

 

Suçlular meydanda hesap soran yok

Kanıyor yaralar gelip saran yok

Bizim memlekette haksız insan çok

Boşuna kendini yoran yorana

 

Kurt kuzu postuna hemen bürünür

İnsanlık önünde suçsuz görünür

Fakir aç perişan gezer sürünür

Çalarak menzile varan varana

 

Bak Garip Bektaş’ın derdi artıyor

Günlerin yaklaştı ömür bitiyor

Her zaman haksızlar bana çatıyor

Beni parmağına saran sarana

 

Gidiyor

 

Yine benim gönlüm bugün kederli

Zalimler mazlumu ezip gidiyor

Hani nerde kaldı insanlık hakkı

Bu haksızlık beni üzüp gidiyor

 

İnsanın insandan olur mu farkı

Başına çalınsın doları markı

Haklıyı eziyor haksızın çarkı

Ak alnıma kara çalıp gidiyor

 

Zalimin elinden tükenmez varlık

Yıllardır bitmedi kulluk kölelik

Hala sürüp gider patron ağalık

Ölmeden mezarım kazıp gidiyor

 

Kurt bürünmüş mazlum kuzu postuna

Hergün kan akıyor kanlar üstüne

Nice canlar verdik canlar üstüne

Gözümüzden yaşlar süzüp gidiyor

Garip Bektaş her dert bizi buluyor

Her ne olsa fakirlere oluyor

Her gün zam üstüne zamlar geliyor

İçimde yaralar azıp gidiyor

 

Bizim

 

Yüklemiş yükünü dost diyarına

Gider Kerbela’ya göçümüz bizim

Dosta kavuşmaya az kaldı zaman

Hasretlik doludur içimiz bizim

 

Yol oğluyuz yol erkanı biliriz

Hakka ikrar verdik sadık kalırız

Neslimiz Muhammed oradan geliriz

Ali’yi sevmek mi suçumuz bizim

 

Zehir içirdiler İmam Hasan’a

Hazreti Hüseyin boyandı kana

Zeyneli Abidin düştü zindana

Genç yaşta ağarır saçımız bizim

 

Bakır’la kazanda kaynar tenimiz

İmam Cafer ile yol erkanımız

Musayı Kazım’a kurban canımız

Her zaman kurbanlık koçumuz bizim

 

Taki Naki Şah Askerim ağladı

İmam Rıza ciğerimi dağladı

Şahı Merdan onikiye bağladı

Yas tutmayan kaldı kaçımız bizim

 

Ol Şahlar Şahına bağlıdır başım

Mehdi Muhammet’tir zafer güneşim

Yüklemiş yükünü Garip Bektaş

Başımızda kızıl tacımız bizim

 

Kıldım Geldim

 

Nolur hocam kızma bana

Ben namazım kıldım geldim

Vardım Hakk’ın divanına

Desturumu aldım geldim

 

Attım kin ile nefreti

Buldum sırrı hakikatı

Neslim İmam tarikatı

Ummanlara daldım geldim

 

İman dolu özüm ile

Secde ettim gözüm ile

Sürünerek dizim ile

Hakk yolunu buldum geldim

 

Ömür boyu oruç tuttum

Gece gündüz hep aç yattım

Gözyaşımla iftar ettim

Dertle içle doldum geldim

 

Garip Bektaş berrak suyum

Ehlibeyttir benim soyum

Anladınsa işte buyum

Cehaleti sildim geldim

 

Nafile

 

Vicdanında Hakkı bulmayan kişi

Yüzbin kere Hacca gitse nafile

Göz ucuyla namaz kılmayan kişi

Ömür boyu oruç tutsa nafile

 

İnsanı hak bilip onu sevmeyen

Bir gönüle girip mihman olmayan

Verdiği ikrara sadık kalmayan

Gece gündüz secde etse nafile

 

İçinde var ise kin ile nefret

Onda mevcut olmaz sırrı hakikat

Helalı haramı etmiş ganimet

İlmin gıdasından tatsa nafile

 

Garip Bektaş keramet var insanda

Hakkın nişanesi mevcuttur onda

Onsuz hayat olmaz bütün cihanda

Softa keramete yetse nafile

 

Önce

 

Hakikat babında nurda idim ben

Bir kişi Leyla’ya yanmadan önce

Hakkın haznesinde sırda idim ben

Bedenim toprağa dönmeden önce

 

Desturla yapıldı cümle bedenim

Cesedim içine gizlendi canım

Damarım içinde dolaştı kanım

Şu lain şeytana kanmadan önce

 

Kuvvetimi aldım güneşten sudan

Adem sıfatına girdi bu beden

Kendi öz nurundan verdi Yaradan

Nefsi bedenime sunmadan önce

 

Tanrım irademi verdi elime

Hak ismini evvel aldım dilime

Eliften okudum birkaç kelime

Nurdaki kandiller sönmeden önce

 

İnsanlık ismini aldım nişane

Aklımla hükmettim bütün cihana

Cümle canlılardan oldum merdane

Garip Bektaş aşkım dinmeden önce

 

 

Öyle Gel

 

Aşık bu divana girmek istersen

Pir elinden dolu iç de öyle gel

Her aşık çözemez ilmin sırrını

Yalanı gerçekten seç de öyle gel

 

Hamları yetiştir çiğleri pişir

Gönlünü güneşten öteye düşür

Yetişen meyvayı vaktinde döşür

Ektiğin mahsulü biç de öyle gel

 

Bırak bir kenara zararı karı

Bu dünyada kalır dünyanın varı

Ceset bir kovandır gönül de arı

Çiçekten çiçeğe uç da öyle gel

 

Gerçek aşık dönmez doğru yolundan

Onun ismi kalır halkın dilinden

Mevlam sorgu sormaz doğru kulundan

Halk uğruna candan geç de öyle gel

 

Garip Bektaş öyle varsam dostuma

Azrail gelmeden canım kastına

Kara toprak örtülmeden üstüme

İlmin kapısını aç da öyle gel

Aşkına

 

Bir canım var idi verdim erenler

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

Serimi meydana serdim erenler

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Aşkın ateşine yaktım özümü

Uyandım gafletten açtım gözümü

Muhammed Ali’ye verdim sözümü

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Bütün kainatı eyledim seyran

Hakkın emri ile dönüyor devran

Dosta varmak için yürüyor kervan

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Varıp kapısına yüzümü sürdüm

Erenler cemine kusursuz girdim

Bütün gerçekleri orada gördüm

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

Garip Bektaş der ki kurbanlık koçum

O cananı sevmektir benim suçum

Kınamayın dostlar yanıyor içim

Kerbela’da Şah Hüseyin aşkına

 

.

 GARİP BEKTAŞ’IN

“GİDİYORUM” KİTABINDAN ŞİİRLER

 

HOŞÇA KAL DÜNYA

 

Yordu beni iniş yokuş yolların

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

Derdime dert kattı dertli kulların

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

 

Tükendi dört mevsim yaşamak fani

Yüzüme gülerek aldattın beni

Şurda görünüyor bak yolun sonu

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

 

Helal eyle tuzun ekmeğin yedim

Bazen sinirlendim kahpesin dedim

Seni kırmak değil asıl muradım

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

 

Çile defterini dertle doldurdum

Aradaki engelleri kaldırdım

Son arzumu nazlı yare bildirdim

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

 

Daha durduraman Garip Bektaş’ı

Ben sana bıraktım doluyu boşu

Son gediğe indi ömür güneşi

İşte gidiyorum hoşça kal dünya

 

UNUTTUM

 

Gaflet uykusundan uyandı gönlüm

Bundan önce hallarımı unuttum

Yanardağ misali yandı bu gönlüm

Ateş söndü küllerimi unuttum

 

Dünya parsellenmiş ırklar ayrılmış

Parça parça kıtalara bölünmüş

İnsanoğlu diye bir adem gelmiş

Konuştuğum dillerimi unuttum

 

Varlık dağlarını çoktan delmişim

Bazen yaşamışım bazen ölmüşüm

Bu faniye nice gidip gelmişim

Yürüdüğüm yollarımı unuttum

 

Aşk meyinden içip sarhoş olmuşum

Garip Bektaş Ummanlara dalmışım

Ben benden habersiz çoktan ölmüşüm

Umanımı göllerimi unuttum

 

TAŞIRDIN BENİ

 

Şikâyettim Hakk’a kula değil ki

Bir zalim sevdaya düşürdü beni

Can dostum dururken ele değil ki

Aşılmaz dağlardan aşırdı beni

 

Mecbur etti beni vefasız yara

Yaktı bu sinemi ateşe nara

Hallaç Mansur gibi düşürdü dara

Sevda kazanında pişirdi beni

 

Çok hayaller kurdum gerçek olmadı

Artık bu gönlümde umut kalmadı

Gönlüm sevdi ama murat almadı

Gerçek hedefimden şaşırttı beni

 

Doğmaz bu gönlümün sevda güneşli

Yıllardır dinmedi gözümün yaşı

Bak ne hale koydun Garip Bektaş’ı

Deryadan deryaya taşırdın beni

 

OTURDUM

 

Dünya bir bahçedir bende bahçıvan

Suladım yeşerdi güller bitirdim

Emrime verildi bu koca cihan

Bunca mahlûkata kısmet yetirdim

 

Vicdan terazimle hep doğru tarttım

Hakk’ı Hakk eyledim birlik yarattım

Bütün kainata bir tohum attım

Bir uçtan bir uca aldım götürdüm

 

Çırak oldum usta oldum çalıştım

Tabiatın sırlarına alıştım

Allah ile bu mekânda buluştum

Arş-ı Kürş-ü bir araya getirdim

 

Sakladım sırrımı etmedim beyan

Hiçbir mahlukata vermedim ziyan

İşte bu sevdaya olmuşum giryan

Bu bedeni çok gaflete yatırdın

 

Nice sırlar işva ettim dilimde

Hayrı şerri ben işledim elimde

Garip Bektaş oldum kendi halimde

Şimdi çıktım seyrangaha oturdum

 

GÜL OLSUN

 

Bülbüle hoş gelir kendi yuvası

İster diken olsun iste gül olsun

Hür yaşamak onun gerçek davası

İster sahra olsun ister çöl

 

Tutsaklık hiç gitmez onun hoşuna

Altın kafes yapsan boşu boşuna

Gider konar bir çalının başına

İster yaprak olsun ister dal olsun

 

Gönül bahçesinde gül ile buluşur

Muhabbet sevgisi orda oluşur

Kendi lisanıyla söyler konuşur

İster figan olsun ister lal olsun

 

Akmasın bülbülün gözünün yaşı

Hür gezip dolaşsın dağ ile taşı

Boşuna üzmeyin Garip Bektaş’ı

İster yaren olsun ister el olsun

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile