Şiran Yeniköy'lü Zakir Hüseyin Şahintaş
Hüseyin Şahintaş
(Şiran-Yeniköy/Zakir)
80 yaşınıza geldiniz, bu yıllar boyunca nice canlar, insanlar tanıdınız, sevgili zakirimiz Hüseyin Şahintaş, her şeyden önce büyüğümüzsünüz. Bugün gelip, bizi Şişli’de buldunuz. Allah razı olsun, ayağınıza sağlık.
AYHAN AYDIN
Sen de sağ ol, hepiniz sağ olun. İzmir’de bir anım vardır. Dedim ki, “Osman ağabey, Allah senden razı olsun.” Dedi ki, “Yanlış konuşuyorsun. Allah hepimizden razı olsun, ama senin sabaha çıkmanı istemiyorum.” “Niye Osman ağabey?” “Demişler ki kitaplar vererek Osman Ağayı Kızılbaş ettiler.” “Niye?”, “Bak, seni severim. 6 senedir beraberiz. Hz. Ali deliymiş” dedi. “Yahu olur mu? Hz. Ali dünyaya meydan okumuş.” dedim, “Okumuş ama, boşuna okumuş. Yahu, Allah sana Zülfikârı vermiş, ‘Aslanım’ demiş. Bu kâfirlerin kökünü kesmemiş. Sizi bunlara esir bırakmış, bunlar hâlâ sizi iğneliyor.” dedi. Deli Osman yabancı olduğu halde, Sünnilerin bizi ezmesini istemiyor. 6 sene onun ekmeğini yedim, orada çalıştım. Sonra bizi arabasıyla götürdü, trene bindirdi. O zamanın parası ile elli lira yol parası verdi, yolda yemek yedik. Basmane’den trene binip, Erzincan’a geldik. Gece ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bekçiler gelip, “Buradan gidin.” dediler. “Buradan gidemeyiz.” “Gecenin bir vakti. Burayı tanımıyoruz, bilmiyoruz.” “Peki ne olacak?” “Müsaade et, burada kalalım.”, “Tamam, kalın.” dediler. O gece yer gösterdi, orada kaldık. Sabahleyin gidip, bir minibüs getirdim, o zamanın parası 80 lira verdim. 1964’te bindik, doğru Şiran’a gittik. O gece Şiran’da yattık. Sabah kalkıp, bütün yükümüzü kağnıya yükledik ve köye gittik. Bizim çayırlığı çıktık ki babam tarlada ekin biçiyor. İyi de tırpan kullanır. Arabayı çabucak durdurup, babamın yanına gittik. “Göçüp geldiniz mi?” dedi, “Göçtük geldik baba.” dedim. Diyeceğim köye geldik, ama boşuna geldik.
Boşuna olur mu? Nice hayatlar, nice canlar...
Rahmetli, “Bak şimdi buradayız. Eğer baban köyde ölürse, bize dert olur. Haydi, burayı bırakıp gidelim.” demişti. O zaman Hüseyin Dede otobüsü aldı, dedi ki, “Göçü yükleyelim. Sen İstanbul’a gel, burada duramazsın. ”Amcam dedi ki, “Boş ver yahu, İstanbul’da ne var?”, dedi.
“Oradan Almanya’ya geçeceğim.” dedim. Rahmetli (eşim) yollamadı, köyde kapandık, kaldık.
Yoksulluk çoktu, değil mi?
Kırıntı’ya okula giderdik. 1932 – 33’de ortaklaşa okul yaptık, o okula gittik. Ayağımızın altına, çarıkların altına ip gerer, saman doldurur, kışın o samanla okula giderdik. O kadar fakirdik. Kış uzun sürerdi, 6 ay kar kalkmaz, bacaların boyuna çıkardı.
Okullar nasıldı? Öğretmenler ne yapıyordu? Arkadaşlar nasıldı? Biraz anlatır mısınız?
Ali Rıza diye bir öğretmenimiz vardı, Gümüşhane’den gelmişti. Öğretmen sobaya “Soba” diyemez, “Sıpa” derdi. Bir gün, “Sıpayı yakar mısınız”, dedi hepimiz çok gülmüştük. İyi öğretmendi.
Seksen yaşındasınız. Annenizden, babanızdan bahsedin biraz. Çocukluğunuz nasıldı? Bu adamlar ne şartlarda okumuş, yaşamışlar?
Anamız babamız ne yapacak? Onlarda da aynı fakirlik. Babam Rus harbindeki askerliğini anlatırken derdi ki, “Rus harbinde 24 saat bir şey yemedik. Bir bardak haşlanmış buğday verirler, onunla dururduk. Mevzileri karın içinde, ayağımızın altında çamur, beklerdik. Ayakkabı yok, çarık vardı. Açlık da bir yandan, sefalet bir yandan. ” Derdi.
Nerede askerlik yapmış?
Kars’ta, mevzilerde askerlik yapıyor. Askerden Tersin’e (Tersün) geliyor. Ruslar Tersin’i bastığı zaman, babam oradaymış. Oradan kaçıp eve gelmiş. “Üç gece hava bozuk, yıldırım çarpıyor. Onun ışığı ile gidiyorum, hem de bir ses geliyor. O ses beni Şiran’a getirdi. ” diye anlatırdı. Gelmiş, bir daha da gitmemiş
Kaç yaşında vefat etti?
7 Eylül 1975’te.
Anneniz ne zaman vefat etti?
Annem 1986’da öldü.
Kaç yaşında vefat ettiler?
Babam 70 vardı, annem küçüktü. Önceden tarlalar vardı. Ekiyor, satıyorduk.
Çocukluğunuzu, arkadaşlarınızı, oyunlarınızı hatırlıyor musunuz?
Eskiden düğün yaparlardı.
Düğünler nasıl olurdu?
Köy düğünlerinde geliniatla getirir, cirit oynarlardı. Kimin atı kuvvetliyse, evden içeri girerdi. Böylece vakit geçerdi.
Düğünler kaç gün sürerdi?
Bir hafta sürerdi. Düğün boyunca yer, içer, oynardık.
Kışın, karda kıyamette ne yapardınız?
Eskiden çok cem yapılırdı. Şimdi adam yok. Eski adamlar dedelerin, babaların yolunu sürerlerdi, ama bunlar öyle değil. Biz eskiden büyüklerin cemaatine gitmezdik, korkardık. Büyükler bir yere toplanır, kitap okurlardı. Deli Durmuş’un (Şahintaş) babası Hüseyin Ağabey’in odası büyüktü. Sobayı yakar, kitap okur, yemek yerlerdi. Büyüklerde birbirine saygı çoktu. Şükrü Aydın, senin büyük deden, çok bilgili, eski yazı bilen, Aleviliği süren çok iyi bir insandı. Yeni yazı çıktığında, yeni kitaplar basılmıştı. Ben de okurdum. Beni eve götürür, kitap okutur, dinlerdi. Bahar zamanı geldiğinde, “Gel, seni bir yere yollayacağım.” dedi. “Nereye?” “Sizde fener var mı?” “Var” dedim, getirdim verdim, gitti. Fenerin camını kırmış, “Sen bunun camını kırmışsın, babam duyarsa beni dövmez mi?” dedim. “Yok, ben söylerim” dedi. Beni çok severdi. O zamanın adamları iyiydi, anlayışlıydılar, bilgiliydiler, gençlere öğütler verirlerdi, birbirlerine saygıları çoktu.
Köyde cem yapacaklarmış. Malatya, Erzincan ve Sivas’tan dedeler gelecekmiş. Ben de hiç olmazsa görürüm dedim, ama bir şey demediler. Bizim kalbimizde Ehlibeyt sevgisi var. Yataktan uyandım mı, 12 İmamları zikrederim. Çünkü gücümüz geçmiş. Artık bir şeye yetmiyor gücümüz, ancak onlara yetiyor.
Buralardan, eskiden kimleri hatırlıyorsunuz? Kimlerle konup göçtünüz?
O zamanın büyükleriyle konuşurduk; Topal Ali, Ahmet Zemci, Şerif Ağa, İsmail’in babası, Yusuf Dayı, Karabey Dayı, Cafer Dayı, Veli, Halil, Pehlül Dede’nin babası Mehmet Dede vardı.
Pehlül Dede’nin babası Mehmet Dede nasıldı? Ona niçin Fındık Dede derlerdi?
Küçük olduğu için derlerdi. Tokat’ın bir köyünde mektep yapılıyordu, gittik oraya, içinde üç kişiyle bir taksi yanımıza geldi. Biz de okul yapımına yeni başlamıştık, Elmalı köyü idi “Nerelisiniz?” dedi, “Şiran’lıyız” dedik. Adam dedi ki, “Size bir şey soracağım: Fındık Dede’yi tanıyor musunuz?” “Tanıyoruz, bizim köylü”. “O, bizim köye geldiği zaman, babamın yanında kalırdı. Ben mektep müdürüyüm. “Birgün Fındık Dede bize gelmiş, evde çoluk çocuk yok. Babama, “Bu evde çocuk yok olmadı mı?”, demiş. Babam da, “Ne yapalım dede, Allah vermedi” demiş. “Sana bir elma vereceğim, Allah sana bir oğlan verecek” demiş. Elmayı anamla babam yemişler ve dokuz ay sonra ben dünyaya gelmişim.
Reşadiye’de mi okul yaptınız?
Reşadiye Niksar’a yakındır. Çok günler geçirdik de yaş erdi yetmişe, kimse kimsenin yüzüne bakmıyor.
Baharda gurbete gider, güzün gelerdik. Askere gidiyorduk kış günü, Şiran’dan Erzincan’a kadar yürüyerek gittik, öyle devirler vardı. Büyükler de ne yapsınlar, çoluk çocuk, rençberlik, güz gelince ekseri Giresun’a giderlerdi. İyi kötü yaşayıp, ölüp gittiler. Şimdi öyle değil, adam buradan şuraya gidecek, arabaya biniyor. Onların bacaklarında derman vardı.
Bu dünyanın her tarafında Alevi türbeleri var mı acaba?
Her tarafta yok. Bulgaristan, Yunanistan, Azerbaycan, Arnavutluk, Kafkasya’da, Balkanlar’da umumi olarak buralarda var. Amerika’da var, Bektaşiler kurmuş. Çalışmak için nerelere gittiniz?
Erzincan, Sivas, Giresun... O zaman İstanbul’a gelen pek yoktu.
Askerliği burada mı yaptınız?
33 ay Selimiye Kışlası’nda kaldım, oradan Haydarpaşa’ya geçtim, bir sene kaldım. Makineli tüfeklerimiz vardı, karların üzerine yerleştirirdik.
44 ay askerlik mi yaptınız?
44 ay askerlik yaptık. 44 ay oldu, terhis yok. O sırada Rus-Alman harbi var. 3 tane tayyare düşürdük. Kendi kendime, “Ya Rabbim, halimiz ne olacak?” dedim. Çatının üstünde yatıyoruz, kalorifer borularının üstüne kum doldurmuşlar, o kumların üzerinde yatıyorduk. Rüyamda Fındık Dede geldi, bana üç tane değnek vurdu. Dedim, “Dede bana niye vuruyorsun?”, “Sen kabahatlisin” dedi. Uyandım ki vücudum sızlıyor, ağrıyor. Kimse yok, kimseye de bir şey demedim. Kendi kendime, “Bunda bir hikmet var” dedim, bu dede geldi bize vurdu.
O cem yapmıyordu, nasıldı?
Oturur, hiçbir şeye karışmazdı.
Dua bilir miydi?
Dua ederdi. 15 gün önce aşağıdaki yoldan Kırıntı mezarlığına giderken, orada rastladım. 3 tane incir verdi, “Al bunları lokma yap” dedi, yaptım. Dediler ki, “15 gün sonra terhis. ” Rüya da iyi geldi.
Dede Kars’a çok gidermiş. Başka yerlere de gider miydi?
Ekseri Kars’a giderdi. Orada yeğenleri vardı, mal getirir, Hacı Bektaş’a giderdi.
Nasıl gidiyordu? Atlı mı, yaya mı?
Araba vardı. Yaya bile giderdi. Anam, “Ben onu rüyamda yeşil örtünün içinde yatıyorken gördüm” dedi. Burga Baba’da görmüş.
Burga Baba ziyaretgâhına çıkar mıydınız?
Her sene yayladan sonra çıkardık.
Yaylayı kaldırıp, bitirip, oraya mı çıkıyordunuz?
Öyle. Kırıntılılar köye gelmiş, ben de gittim. Kırıntılılar Burga Baba’ya gitmiş, ama kar çok. Bizim köylüler “Biz de gidelim” dediler. Dört beş kişi, bir de ben, köyün yaylasına çıktık. Karanlık ve kar var. Burga Baba’ya çıktık, kışın soğuğunda. Bende radyo var, güzel de çekiyor. Orada Kur’an okuduk, niyaz ettik, ayrıldık. Sis bastı, kaldık dağların başında. Yusuf Ağa bir yere, Aslan bir yere gitmiş. Ben de Çirmişin yaylasına inmişim. Yukarıda mezarlıklar görünüyor. Bir de baktım, babanla Yusuf Ağa geldiler, toplandık geldik. Ne günler geçirdik.
Bir gün evde yatıyordum; rüyamda, Rahmetli büyük deden de Bektaşların Mahallesi’nden geçiyor. Koltuğunda bir kitap, arkasında da bir asker.
Dedi ki, “Oğlum, okudun mu, ezberledin mi?” “Neyi?” dedim. “Yıkılsın çarkın dağı/ Geldi ayrılık çağı/ Hüseyin sana emanet/ Bu Kerbelâ toprağı”.
Kaç yıl oldu?
50 yıl.
50 sene önce, rüyanda Şükrü Aydın’ı görüyorsunuz, onun sana söylediği şeyi şimdi hatırlıyorsun?!
Dedenin koltuğunda bir kitap, rüyada bana diyor ki, “Sana bir şey söyledim, bunu ezberledin mi?” Hemen uyandım. O zaman elektrik yok, lâmba vardı. Lâmbayı yukarı verdim. Rahmetli, (eşim) “Ne oldu?” dedi, “Şükrü Amca bu kelimeyi söyledi, deftere yazdım. ” dedim.
Siz zakirlikte yaptınız cemlerde. Saz çalmaya nasıl başladınız?
Benim sazım yoktu. Amcam dedi ki, “Sana bir saz yapayım” ve ardıç ağacından saz yaptı.
Kaç yıl oldu?
Saz çalmaya başlayalı 40 sene oldu. Topal Ali, Cemal geliyor, ben çalıyorum onlar dinliyor.
Şu âleme nur doğdu
Muhammet doğduğu gece
Yeşil kandilden bir nur indi,
Muhammet doğduğu gece
Muhammet kalktı oturdu,
Ali hizmetini getirdi
Cümle âlem salâvat getirdi,
Muhammet doğduğu gece
Şah Hatâyî’m der ki dervişler
Sağ olsun kardeşler
Secdeye indi bütün ağaçlar
Muhammet doğduğu gece”
Ben söylerdim, onlar dinlerdi. İşte o zaman saza başladım.
Bunu nereden duydunuz?
Kitaptan okuyarak. Şah Hatâyî’nin büyük bir kitabı var. Elime geçse, onda çok şey var.
Şiran’da cem nasıl olurdu?
Dede gelirdi, kurban keserlerdi. Hüseyin Şıh çok gelirdi.
İbrahim Şıh’ın nesi oluyor?
Amcası. O gelir, bizim köyü görürdü. Bir de Karahisar’ın Eliğ köyünden çok gelirlerdi. Bizim Seferler’in dedesi esas oradan gelirdi.
Hüseyin Şıh nasıl biriydi?
Evliya gibi bir adamdı.
Bilgisi, görgüsü nasıldı?
Kur’an’a manâ verirdi. 50 gün onunla Çal köyünde kaldım, âşıklığını yaptım.
Hangi tarihte?
1951 – 52’de.
50 gün nasıl cem yürüttünüz?
Köylü toplanıyor, küs olanları barıştırıyorlar, kurban kesiyorlar. Sonra 12 hizmeti yürütmeye başlıyorlar.
Cem nasıl yürüyor, hangi gün yapılıyor?
Ekseri kışın yaparlar. Dede köye gelince, bir ay cem yaparlardı. Eskiden yumma taşlarından evler vardı, böyle alafranga evler yoktu. Ben Hüseyin Şıh’a bir soru sordum: “Dede, kitapta yazıyor ki millet, cemaat toplandığı zaman, ocağın sağ tarafında post serilidir, kimse oraya oturamaz. O postun sahibi gelir, oturur. ” “Doğru konuşuyorsun, hakikaten öyle” dedi. Kurban kesilir, musahip olunurdu.
Cem hangi evde olurdu?
Büyük evlerde olurdu. Hangi ev büyükse, oraya toplanırlardı.
Fındık Dede ile Hüseyin Şıh, aynı cemde bulunmuş, iki dede bir cemde yan yana olur muydu?
Olurdu. Fındık Dede bir şeye karışmaz, başında sarık, dinlerdi.
Başka hangi dede vardı?
Benim zamanımda, ikisi vardı.
Büyük evde hangi günler toplanırlardı?
Bir ay hiç ara vermeden her kış günü cem olurdu.
Ne zaman başlardı?
7 – 8 gibi başlar, 10 gibi biterdi.
Cemlerde hangi dualar, deyişler okunurdu?
Meselâ kurban duasını verdilerse onu okuyacağız, süpürgecinin, sakanın duaları ayrı ayrıydı.
O zaman herkes kendi görevini bilip, duasını ezberliyordu. Sizin göreviniz de âşıklıktı.
Çal’da aşıklık yaparken, Torun Baba geldi. Bayburtlu imiş, her sene Çal’a gelirmiş. Biz oradayken, yine geldi. Cemaate getirdiler, başladı semah dönmeye. Çal’ın kadınları onunla semah ediyorlar, adam ateşi ağzında söndürüyor. Gözümle gördüm.
Meselâ dede ceme başladı, siz ne zaman saz çalardınız?
12 hizmet başlamadan evvel çalardım. “Kavuşturan, Şah-ı Merdan Ali’dir, murattan verici cömert kânidir, pîrimiz üstadımız Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir” der, sazı bırakırsın. Ondan sonra dede 12 hizmete başlar.
Dede saz çalar mı?
Hayır, çalmaz. Bizde saza değil, söze itibar vardı. Arada duvaz-ı imam söylerdik. Dede, “Hizmetin kabul ola, yüzün ak ola, elin ayağın dert görmeye” derdi. Ben vazifemi bırakırdım, kapıcılar gelir, kapıcıların duasını verirdi. Sonra duasını eder, cem dağılırdı.
Dedelere hakkullah verirler miydi?
Verirlerdi.
Ne verirlerdi?
Bilmiyorum. Sen benim cebime koyuyorsun mesala, ben ne bileyim ne koyuyorsun?
Yani bulgur, yarma mı verirler, para mı ?
Para verirlerdi, o da bana verirdi.
Kırıntı’da âşıklık yaptınız mı?
Yaptım.
Yeniköy’de de yaptınız mı?
Geçen sene İbrahim Şıh’la yaptım.
İ
nşallah bu sene gene görüşürüz, cemlerde beraber olur, sesinizi, sazınızı dinleriz.
3 Şubat 1999, RUMELİHİSARÜSTÜ, İSTANBUL
ZAKİRİMİZ 11 EKİM 1999’DA İSTANBUL’DA HAKK’A YÜRÜDÜ.
Dost Gülüşün Gönlümüzde Kalacak
Hüseyin Şahintaş
Şiran Yöresi’nde nice cemlerde zakirlik yapan, Yeniköylü Hüseyin Şahintaş 11 Ekim 1999’da İstanbul’da vefat etti.
Tüm ömrü boyunca Alevi/Bektaşi İnancı’nın temel düsturlarından olan eline/beline/diline sahip olmayı yaşamına geçirmiş olan; hiç kimseyi incitmemeyi temel erdem sayan Hüseyin Şahintaş çevre köylerce de sevilen bir insandı.
3 Şubat 1999’da kendisiyle yaptığım söyleşide; köyde yokluklar içinde geçen çocukluk günlerini, gurbet yıllarını, askerliğini, cemlerde yaptığı aşıklık hizmetlerini anlatmıştı.
Çal’da, Kırıntı’da, Yeniköy’de cemlerin ayrılmaz parçası olarak birçok dedeyle beraber hizmet yürüten, güzel sesinden ve sazından, Ehlibeyt nefesleri yükselen Hüseyin Şahintaş, aynı zamanda okumayı çok seven bir insandı.
Yeniköy’deki evinin girişine “boş han, boş dünya, gelen göçer” yazısını asmış olan Hüseyin Şahintaş’ın maharetli elinden birçok ağaç işi süs eşyaları evleri süslemekte, onun o dost gülüşlü yüzü şimdi sevenlerinin hafızasında insanları hüzünlendirmekte...
Atalar ruhuna kavuşan Ruhu şad olsun; gittiği yerden utandırmasın, nur göllerinde yatsın.
CEM DERGİSİ, KASIM 1999, SAYI: 95