AŞIK İHSANİ (İHSANİ SIRLIOĞLU)

 (1932 - 21 Nisan 2009)

 Aşık İhsani, Türk Halk Ozanlığı içinde kendine has bambaşka bir üslup geliştirebilmiş ender ozanlardan birisidir.

Aşık İhsani, ozanlığının yanı sıra, politik kimliğiyle de, kişisel farklılıklarıyla da uzun zaman gündemde kalabilmeyi başarabilmiş benzerleri arasında da belki de ilk olarak, yurt dışına taşan ünüyle, kasetlerinin yanında kitapları, kıyafeti, evlilikleriyle olduğu kadar, siyasi bir partiden milletvekili adayı olmasıyla da, belleklerde yer etmiş bir isimdir.

Aşık İhsani, uzun saç ve sakalıyla sahneleri inleten, sazını çok özgün bir şekilde çalabilmesinin yanında, onu düşüncelerini çok geniş kesimlere ulaştıran için ustaca kullanabilen sanatçıydı.

Uzun zamandan beri Diyarbakır’da yaşamını sürdürmüş Aşık İhsani geçmişte yayınladığı kitaplarını yeniden düzenleyip yayınlarken, anılarını da yeniden imbikten geçirip derlemenin yanı sıra, yeni ürünleriyle de; yaşama, hayata dair görüşlerini yansıtmaya uzun zaman devam etmiştir.

Kitapları… Söyleşilerle, insan öyküleriyle dolu kitapları. Kendisi hani çok yönlü bir ozan dedik ya, gerçekten de öyledir… Gazeteci bir yönü de vardır Aşık İhsani’nin.

Ağaların dünyasını çok iyi bilen İhsani onların zulmünü anlattı eserlerinde, tarlada işçinin, emekçinin alnının terinin davasını güttü yazılarıyla.

Anadolu’yu gezdikçe sevmiş, sevdikçe coşmuş, kederlenmiş ama yiğitçe bu insanların hem dertlerini, hem de destansı hayat öykülerini çok lirik bir şekilde yazmıştı.

Avusturalya’ya da bir uzun gezisi vardır İhsani’nin... Anadolu’da Ağalı Dünya’nın, yeni dünya denilen bu topraklarda insanların nasıl Beyaz Köle yapıldığını ne müthiş anlatmıştı.

Davası insanlık davasıydı, kavgası emekçinin kavgasıydı.

Sadece şiirleriyle değil, gezi notlarıyla, söyleşileriyle de insanımızın senfonisini yazma uğraşırsındaydı Aşık İhsani. O bir Sırlıoğlu’ydu; sırlar içindeki dünyayı hem devrimci bir sesle sislerinden arındırmak isterken aynı zamanda insana ait sırları da çözme yarışındaydı. Kükreyen sesiyle okyanusların dalgalarına benziyor, her dalganın yüzüne vurmasıyla saçları bu suyla besleniyor, saçları ve hayalleri ülkesinin hayalleri gibi uzuyordu.

Kendisiyle telefon aracılığıyla başlayan tanışıklığımız derin bir muhabbete dönüştükten sonra, eserlerini yeni baştan okumamdan sonra, yazılı olarak kendisine ulaştırdığım yazılı sorularıma, yazılı olarak gönderdiği yanıtları alıp, bu söyleşi metnini Pir Sultan Abdal Kültür Dergisi’nde yayınlandıktan sonra, Onunla telefon ve mektupla bağlantımız artarak devam etti.

Nihayetinde 2002’da Anadolu’yu kapsayan araştırma gezim esnasında Diyarbakır’da CEM Vakfı Adıyaman Gölbaşı Şube Başkanı Niyazi Aslan’la kendisini iki kez ziyaret ederek uzun saatler süren kamera çekimli, söyleşiler yaptım.

Onu çok daha yakından tanıma fırsatını yakaladığım bu görüşmelerimden sonra Aşık İhsani’nin; nasıl bir yurtsever bir aydın, ülkesinin sorunlarını nasıl yakından takip eden, halkının dertlerini kendisine dert edinen, ülkemizde sürüp giden emperyalist işgale karşı eskiden olduğu gibi mücadele etme aşkının onda nasıl hala canlı olduğunu açıkçası heyecanlanarak görüp, yaşadım.

Ezgilerini dertli dertli sazının tellerinde yine yanık sesiyle dillendiren Aşık İhsani, yeni eserlerinde bu sefer, Anadolu’nun tümüyle sevgi ve dostluk felsefesinin harmanlanmasına rağmen büyük çilelerle kavrulmuş Alevi kesiminin yangınlarının da yansıtan çalışmalarıyla dikkat çekiyordu.

Evi özellikle oturma salonu, bir müzeyi andıran Aşık İhsani; kendisine yurt içinden ve yurt dışından hediye edilen onlarca armağanı bizlere gösterirken çok neşeli ve mutlu görünüyordu.

Duvarda kendisinin yaptığını öğrendiğimiz bir yağlı boya tablo ise gerçekten de görülmeye değer doğrusu.

Fotoğraflar, fotoğraflar… Geçmişin tanığı, belleğinin canlı belgeleri fotoğraflar… Duvarlardan derken, albümlerden taşıp, bir dönemi, devri bize hatırlatan, tanıtan afişler, resimler, belgeler, fotoğraflar, kitaplar, plaklar, dergiler…

Öyle çok anlatacak, söyleyecek şeyi var ki; öyle anıları, projeleri var ki o anlatırken şaşıp kalıyorsunuz, hayranlıkla dinlemekten başka yapacak fazla bir şeyiniz yok zaten.

 

Çaldın, söyledin İhsani.

Sadece saz değil davul da çaldın İhsani.

 Zalimin yüzüne tükürdün İhsani.

Ağanın anasına avradına sövdün İhsani.

Çok okudun, sordun, sorguladın bir aydın ozan oldun İhsani.

Diyarbakır kalesinin taşları gibi yıllanmış şarap tadında şiirler yazdın İhsani.

Faşistin, Muaviye’nin, Yezit’in postunu yere serdin İhsani.

Zifiri karanlıkta bir güneş oldun doğdun İhsani.

Gürzünü eline aldın zalimin başına vurdun İhsani.

Coşkuna coşkular kattın dünyayı gezdin İhsani.

Çok sevdin, sevildin, Baltasını Biledikçe Biledin, cellatların sevincini kursağında bıraktın İhsani.

Haykıran bir yürektin, dostlara dost, düşmanlara düşman oldun İhsani.

Sırlıoğlu’ydun ne de güzel yakıştı bir Aşık İhsani olarak gönüllere aktın büyük ozan İhsani.

 

AYHAN AYDIN

 

 

SÖYLEŞİ

 

 

Diyarbakır’dan Âşık İhsani Sırlıoğlu ile birlikteyiz. Gönlü insan sevgisi ile dolu ozanımızın çocukluğundan başlayarak yaşamıyla ilgili bakalım bize neler anlatacak?

 

1930 yılı… Babamlar Muş’a bağlı Varto’dan gelmişler. Ben burada doğdum bu benim suçum değil. Kürt ağalarının elinde büyüdüm. 5 yaşındaydım… Anam açlık çekiyordu, babam yoktu… Ve anam beni bir ağaya 3 kilo ekmeğe sattı. Çünkü ekmeğimiz yoktu. Hem karnını doyur, dedi; hem de ben karnımı doyurayım, dedi. Böylece Kürt ağalarının eline düştüm. Kars, Van, Muş, Erzurum çevrelerinde ağalar birbirlerine sattı beni. Çarekler köyü vardı Alevi, oraya gidiyordum. Ağa gelip beni dövüyordu, ne işin var senin Kızılbaşlar arasında, diyordu. Eskiden kimse Kızılbaş demiyordu; Muaviye pezevengi, Hz. Ali ve ordusuna karşı savaş hazırlamıştı. Ali sinirlendiği zaman önüne gelene vurmuş ama (yeri gelince) kendi adamlarını da vurmuş. Dostları toplanmış, ya Ali sen sinirlendiğin zaman vuruyorsun, o zaman biz birbirimizi ayırt edemiyoruz, biz ne yapalım, diye düşünmüşler ve sormuşlar. Hepsinde kırmızı gömlek varmış, çıkarmışlar kırmızı gömleği yırtmışlar kafalarına sarmışlar ki Ali tanısın onları. Ali’nin de kafasına kırmızı gömleği sarmışlar. Ya Allah deyip saldırınca, Muaviye bunu görünce kaçın Kızılbaşlar geliyor, demiş ve Ali savaşmadan galip gelmiş.

Ali her zaman galipti, Ali demek ulu demektir, büyük demektir.

Muhammed onları bir savaşa gönderdi ganimetler geldi ama Ali almadı. Ali bileğinin hakkıyla kazandı, yedi.

Ali’nin iki oğlu Hasan ve Hüseyin bunlar ikiz. Önce Hasan dünyaya geldi. Bir gün Muhammed Mescitte namaz kıldıktan sonra sormuş, ey tanıdıklar; benim iki gözüm nerededir, biliyor musunuz? Ya Resullullah bizim gözlerimiz gibi alnının altında, burnunun üst tarafında, demişler. Hayır açın iyice gözlerinizi bakın, Hasan ile Hüseyin’i göstermiş işte benim iki gözüm bunlardır, bunlara değen bir çöp benim iki gözüme değer, demiş.

Osman geldi Muaviye’yi getirdi Şam’a vali yaptı ve O da İslam’a baş belası oldu. Benden sonra İmam Hasan Halife olacaktır, dediler ve üçkâğıtçılık yapıp İmam Hasan’ı ortadan kaldırdılar. Muaviye insan kanı içe içe şişer ama sonunda etleri dökülür hiç kimse ona yaklaşamaz, kokar. Onun yerine Yezit gelir ve Hüseyin’e, gel bana biat et herkes bana biat etti ben artık halifeyim, der. Ve Hüseyin der ki, benim ecdadım size biat etmedi siz bize biat ettiniz ben size biat etmiyorum, der. Hüseyin 72 yoldaşıyla feda eder kendisini. Yezit taraftarları sadistçe Hüseyin’in kellesini keser mızrağa takar ve gezdirirler. Yezit babası gibi sahtekârdır. Büyük Şahı hemen orada gömerler ve babasına, dedesine kavuşur Cennet-i Ala’da. Yezit ne yapar, ne yaparsa kötü yapar, Yezit şeytandır, Yezit lanettir. Biz şeytandan, fesatlıktan yana değiliz, biz Hakk’tan, haktan, adaletten yanayız, Ali’den, Hasan’dan ve Şah’tan yanayız.

 

Bu düşünce içerisinde Âşık İhsani 1930’larda hayata atılıyor, yaşam kavgası ile tanışıyor her şeyden önce. Ağaların, beylerin, paşaların zulmunden başlıyor hayat öyküsü, öyle sürüp gidiyor. Değişen çok bir şey yok değil mi?

 

Değişen bir şey yok ama biz isterdik ki bizim geleneklerimiz, göreneklerimiz bizde kalsın. Bilirsin bıyığımız, sakalımız gelir ama yasını tutarız Şah Hüseyin’in, İmam Ali’nin, Seyit Hasan’ın ser verir, sır vermeyiz ama sırrımız açıklandı. Üç kuruş para kazanmak için hepsi açıklandı.

 

Düşünceler yazı ile dilden dile, gönülden gönüle akıyor ve tercüman oluyor. Kaç kitap oldu bugüne kadar?

 

22 kitabım var. Avrupa’da tercüme edilmiş birkaç kitap da ben de var. Bazıları da geliyor buraya ben kitapları okuyayım tercüme edip sana getireyim, diyorlar ama geri getirmiyorlar. Avrupa’dan çağırıyorlar ama bizim hanım gelmiyor. Sen de gel gideriz orada Ali’yi sevenler var, diyorum. Hayır, gidemezsin Diyarbakır’da kalacağız, sen gidersen öldürürüm kendimi, diyor.

 

Zincirleri kıran birisiniz ne oldu böyle?

 

Evet. Yaşayanlar arasında zinciri kıran halk ozanıyım, Pir Sultan’ın dışında. O bizim öncümüzdür diğerleri var hepsinin adını söyleyemiyorum çünkü hepsi İmam Ali’den yana, Şah Hüseyin’den yana.

 

 

 

 

 

Zincirleri kıran bir ozansınız, gönül ferman dinlemiyor. Ozanlık, sanatçılık, yaratıcılık aynı yerlerde buluşuyor galiba?

 

Halk ozanlarının okurluğu yoktur. Halkın önünde mutlaka gitmeli, halk adına söylemeli, halk adına duymalı, halk bir deryadır. Gerçek halk ozanı bir deryadır. Halk ozansız olmaz, ozan da halksız olmaz. Halk bir çiçek ozan bir arıdır.

 

Halkı ezenlerin karşısında yılmaz bir savunucu olarak dinledim sizi.

Devrimci dediğimiz ve faşizm, kapitalizmle hayat bulan onların düzenini sarsacak şekilde eleştiren toplum önderleri, yazarlar, aydınlar vs. Dinledim, okudum. Siz bu halk ozanlığı geleneğinin içindeki en ünlü isimlerden birisiniz, biz böyle biliyoruz.

Halk ozanlığının içinde mücadeleci bir yapınız var. Sizde o geçiş nasıl oluştu, nasıl bir devrici halk ozanı oldunuz; birinden mi etkilendiniz, bu okumalarla mı oldu ya da ruhunuzun derinliklerinden gelen bir ses miydi bu değişim rüzgârını alevleyen?

İmam Ali’yi, Hasan ve Hüseyin’in varlığında kendinizi buluyorsunuz ama onun dışında bir de Amerikan emperyalizmi diğer emperyalist güçlere karşı mücadeleniz var.

Acaba çektiğiniz çilelerin dışında, okumalarınızın dışında sizi ne etkiledi bu kadar?

 

Beni etkileyen çocukluğum, çünkü çok çektim. Kürt ağalarının elinde uykusuzluktan çatlıyordum, kuru ekmek ve suyla karışık yiyordum. 5 yaşını yeni bitirmiş birisiydim, gurbet elde ağaların elinde beni gece gündüz çalıştırırlardı.

18 yaşını yeni bitirmiştim birisi trenle gitmiş Adana’ya, İzmir’e. Gel kaçalım, dedi. Öylece kaçtık ağaların elinden. İstanbul’a geldik Büyükçekmece Mimar Sinan’a. Orada karnımızı doyurmak için yedi kat yer altında kömür taşıdık. Oradan çıktık lastik fabrikalarına girdik. Ben o sesi dağlarda öğrenmiştim. Pir Sultan’ın gelin canlar bir olalım, sesini. Adana ile Tarsus arasında Yenice var, Yeniceli Sıtkı Baba aynı dörtlük Ozan Sıtkı’nın da var. Ozan Dertli var “Şeytan bunun neresinde” türküsünü söyleyen, bir de aynı şekilde Erzurumlu Emrah’ta gördüm o da Ali’yi seven bir ozan. Ben onları dinledim, onlarla büyüdüm.

Bizler dünyaya yayılmışız, Avustralya kıtasına gittim orada da Alevi’yi gördüm. Ekmek Leyla oldu bre dostlarım, Mecnun oldum ardı sıra gezerim, bu düzen Aleviliği aç bıraktı. Artık kız Leyla’nın peşine takılmadı ekmek Leyla’nın peşine takıldı.

Japonya beni çağırdı orada Alevi gördüm, Çin’e gittim orada da Alevi gördüm, Hindistan’da Alevi gördüm, Suriye’de Alevi gördüm.

Gerçek Türk müzik aracı Alevinin çaldığı saz ve çobanın üflediği kavaldır. Davul zurna bize Pakistan’dan geliyor, cümbüş lafı Arabistan’dan geliyor, keman İtalya’dan, gitar İspanya’dan diğer zirzoplar da Amerika’dan geliyor.

Gerçek müzik Alevi müziğidir. Yunus Emre’yi Sünni bildiler ama Alevi’dir. 1979’da Avustralya’ya gittiğimde Aleviler beni karşıladı, Tunceliler, Antepliler, Maraşlılar.

Ecevit Başbakandı Maraş olayı oldu. Bıyığı olana vuruyorlardı benimde bıyığım vardı. Onlar bize saldırıyorlar ama biz yine onlara bir şey yapmadık. Türkiye’nin kültürü Alevi kültürüdür.

 

Güllü Şah’la geziler, ziyaretler kitaplaştı, çok ünlendi...

 

Çok ünlendi ama bu kültürü kaldıramadı çünkü yabancıydı. Kaldıran gelsin, dedik. Muğla Köyceğiz’de yobaz Yezit zihniyetliler ayaklandı, Alevilere karşı. Bizim Alevi kızlarımız atlara bindi silahları aldı dağlara çıktılar, bunu bileniniz var mı?

 

Devrim dünyası ile Alevi dünyası ile kapılar aralıyorsunuz bizlere, sizin dimağınız çok genç, yüreğiniz çok genç demek ki bunları diri tutuyor?

 

Çok evliliktendir.

 

 

 

O dönemde uzun saçlar ve sakallar vardı. Siz bu kimliğinizle çok ünlendiniz, bir dönemin deyimi ile hippiler gibiydiniz?

 

Hippi değiliz biz İmam Hüseyin’in yasını tutuyoruz.

 

Öyle bir dünya çapında bir gelenek veya akım olduğu için öyle isimlendirmeler oldu.

 

Sultanahmet mahpusunda müdür geldi ağır paltolar giymiş, Sultanahmet savcısı geldi, dediler. Bunun saçını, sakalını kesin, dedi ve kestiler. Sakala gelince, eğilip baktılar orak çekiç aradılar 1966’da.

 

Sesiniz, tavırlarınız ve bu giyim kuşam ile çok aşırı popülerliğe kavuştunuz. Sadece görünüş değil sloganlarınız, şiirleriniz, davranışlarınız da değil, siz klasik halk ozanlığı geleneğinin temsilcisi olmakla birlikte farklı yapınızla da yeni bir soluk getirdiniz.

 

Şarabi Köyü var mı yakınlarda, şarap yetiştirirmişler.

 

Çok yerlerde var ama küp şarabı özel bunu Rumlar bir ada da yapmışlar, birisi onların yanında çalışmış Denizli’nin Çal kazasında Rumlar’dan öğrenmiş ve bütün dünyada satılıyor. Kan aynı, dil aynı, amaç aynı sizin içtiğiniz bizim içtiğimiz anlamına geliyor. Nazlı bir oğlan doğuruyor 4-5 yaşlarında daha herkes ona piç diyor, ana da gidiyor onun bunun kahrını çekiyor. O çocuğun tek arkadaşı kediler, köpekler ve tavuklardır başka kimsesi yok. Sonunda yorgun düşüyor akşam eve gelince ağlamaya başlıyor,  her zaman ağlayan o çocuk diyor ki; “anacığım köyde bana herkes piç diyor, piç ne demek... Böyle bir şiirim var, biliyorsun... Ağasız Dünya...

Ağasız Dünya

Anacım be akşam eve dönünce

Neden hep ağlıyor gülsen olma mı

Köyde bana “piç” diyorlar ne dimek

Birinden öğrenip gelsen olma mı

 

Bu gün Abuzıt’ın süslü Memedi

Gördüydüm elinde ağ ekmek yedi

Bi ısırık istediydim vermedi

Versin deyi haber salsan olma mı

 

Okula komadı bizi Kel Ağa

Odunu yoğumuş iletti dağa

Taş kestiydi basamıyom toprağa

Ayağıma babıç alsan olma mı

 

Tahsildar tefeci hökümet ganun

Dam su inek eşşek hepsi mi onun

Öyle isem şu dünyada ağanın

Olmadığı biyer bulsan olma mı

 

Ağasız Dünya’yı 1959’da yazdım, 61’de çıktı. 1962-1963 arası Nazım Hikmet 1500 satıyordu. Çünkü okur yoktu, korku vardı. Yaşar Kemal de 700 bin satıyordu okur yoktu. Ağalı Dünya 2 milyonu aşkın sattı.

 

Bazı ozanları, sanatçıları da teşvik ettiniz, sahneye çıkmaya korkan, çekinen insanları, arkadaş olarak aldınız yanınıza sahneye çıkardınız. Öyle de bir coşkunuz da var paylaşma, birleşme gibi.

 

Ben tek başıma Pir Sultan Abdal’dan kalma çağdaş halk şiirleri okudum, şiir söylenmeyenlerin adına şiir yazdım, beş halk ozanı ile bir araba kiraladık Tunceli’ye gittik 2500 lira verdiler, adam başı 500 lira düştü. Benim amacım halk ozanlarını ayaklandırmak onları bir yere getirmek, artık pısırık kalmayalım, Pir Sultan gibi başkaldıralım, hakkımızı arayalım, düşüncesindeydim.

1960’ların başında Mahzuni ile Osman Dağlı vardı. Osman Dağlı şiir yazardı Mahzuni’ye bir iki plak yaptı tutmadı ama şu türküyü söyledi tuttu, Ali’yi seven onu kendisinden bildi sarıldı Mahzuni’nin türkülerine “Aman doktor bak bebeğe / Param yok ceketimi al / Aman doktor bak bebeğe” türküsü söyleyince tutuldu Mahzuni.

Alevilikte ezgicilik vardır çünkü (Aleviler) Şah Hüseyin’in yasını tutar, İmam Ali’nin yasını tutar, Seyit Hasan’ın yasını tutar o nedenle hep ezgi söyler.

Türkiye’nin en büyük kültürü Alevi kültürüdür, Alevi kültürü kalktı mı Türkiye çöker.

Davut Sulari’yi gördüm, İsviçre’de kızını gördüm Nesimi adlı Maraş’lı birisiyle evli, baban nasıl dedim, sus söyleme, dedi. Davut Sulari’nin yorumu iyi, muhabbeti iyi ama zikzakları yapmaması lazımdı ama işte aşıktır.

 

Daha birçok halk ozanları var biraz bunları değerlendirseniz?

 

Topladım onları hepsi kendi içinde halk ozanıdır. Ozan Dolu Anadolu kitabında kimisinin şiiri yoktu mesela Aşık Zamani, Tunceli’li, onun şiiri yoktu adına şiir yazdım kitaba koydum düzene sahip çıkalım.

Cem Dergisi bizim Kuran’ımız, orada Hıfzı Topuz’un bir yazısı var Özal ve Demirel yıktı bu Türkiye’yi Tansu Çiller. Ben İstanbul’da birinci sıra milletvekili olurken Hıfzı Topuz Afrika’dan bana bir mektup gönderdi oy’um senin için, demişti. Fransa’ya gittim Hıfzı Topuz’u gördüm. Hıfzı Topuz büyük bir yazardır, Alevi gibi aydındır.

 

Siyasi politik günlere biraz dönelim. Nasıl oldu Türkiye İşçi Partisi’nin öyküsü, kuruluşu? Türkiye’nin gerçek anlamda devrimci, demokrat, sol çizgide ve güzel çizgide olan ilk ve tek partisi, deniliyor.

Diğer aydınlarla içli dışlı oldunuz; Ruhi Su, Çetin Altan, yazarlar, çizerler artık o camianın içindesiniz.

 

Evet. (Ben o zaman) bilmiyordum cahildim, Kürt dağlarından gelmiştim daha yeni, Adnan Menderes başbakan, Celal Bayar cumhurbaşkanı, saraydaydım yani gidip geliyorduk.

1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurdular bir başkan aradılar Mehmet Ali Aybar’ı getirdiler uzun boylu konuşan, sözü dinlenen bir kişiydi. Mehmet Ali Aybar geldi, Çetin Altan da destekledi. Türkiye İşçi Partisi’ni destekledik. O parti aydınlık getiriyordu, Aleviliğin aydınlığı gibi ama Alevinin aydınlığı bir başkadır, pırıl pırıldır güneşten daha aydınlıktır. Türküleri söyledim atıldım mahpuslara bugüne kadar geldik.

1957-58 hatta 60’a kadar Ankara Radyosu vardı, herkesin gözü, kulağı Ankara Radyosu’ndaydı. Çarşamba günleri programlarımız vardı, bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar vardı, Adnan Menderes başbakandı ve diğerleri bize el attılar. Celal Bayar’la muhabbet ederdik

Adnan Menderes, Celal Bayar el attılar bize amacı şu idi: Aşık İhsani ve Güllüşah yani Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre’nin uzantısı olduk, halk bizi benimsedi çünkü 68’den sonra Demokrat Parti’yi kimse dinlemiyordu. Halk arasına gittiklerinde nutuk çekerlerdi, bizi de götürürlerdi. Halk onları dinlemediği için bizi yanlarına almışlar, bizi görünce toplanıp gelirdi herkes. 27 Mayıs’ta (1960) bunlar devrildi askeri darbe oldu. Cemal Gürsel ve başbakan Fahri Özdilek İstanbul sıkı yönetim komutanı o da geldi başbakan oldu. Yabancılar için gösteri yapacaklar Ankara Radyosu’nun üst tarafı. Yabancı konsoloslar, yabancı genel müdürler, bakanlar, milletvekilleri gelmişti. Başka sanatçılar geç kalınca ben çıktım sahneye bu türküyü de yeni yapmıştım.

(Aşık) Veysel’i hepimiz çok severiz, hastalıktan ve öküz vurmasından iki gözünü kaybetti ama iç gözü görüyordu. Önceleri dedelerden söylerdi sonra Pir Sultan’dan söylerdi daha sonra kendisi söylerdi. İlk Atatürk’e söyledi. Ankara Radyosu hemen ona yer vermişti Atatürk şiirini okudu derken Atatürk’ün vefatıyla İsmet İnönü cumhurbaşkanı oldu bu kez İsmet İnönü’ye bir şiir yaptı ondan sonra Ankara Radyosu sürekli Veysel Baba’yı almaya başladı. Ankara’da Şah Hatayi gecesi yapıyorduk Yaşar Kemal vardı, Ruhi Su vardı, Can Yücel vardı, Mahzuni vardı. Veysel’e gittik Şah Hatayi gecesi yapıyoruz dedik, bizi kendinize alet etmeyin siz komünistlersiniz, dedi ve gelmedi Şah Hatayi gecesine. Halkının sırtından trilyonlar çalan halkını aç bırakanlara karşı Veysel Baba bir şey demedi. Veysel Baba Pir Sultan’ın torunlarındandır. Pir Sultan bir başkaldırı ozanıdır, Ali bir başkaldırı yiğididir, bizim ailede başkaldırı ozanlarımız vardır. Bu düzencilere, hırsızlara Veysel Baba bir şey söylemedi.

Veysel bir Alevi halk şairidir, öncülerimizdendir,  nur içinde yatsın saygı ile selamlıyorum.

Biz istedik ki Veysel Baba baltasını çalan küçük hırsıza söylediğini büyük hırsıza da söylemeliydi.

Bu ülkede Aleviler neler yaşadı, neler...

Maraş da korkunç katliam oldu Alevileri bırakmadılar, Ecevit o zaman başbakandı ve hiç sesi çıkmadı.

Daha yeni Sivas’ta 35 canımızı yaktılar; Tansu Çiller başbakandı, idare edin dediler, çünkü düzen yezidin düzenidir.

Biz uyanalım artık onları korkutalım ki bizi vurmasınlar.

Bizim de şerefli bir insan olduğumuzu anlasınlar. Çünkü aslımız onların aslından daha çok şereflidir biz şerefli bir kavimin evlatlarıyız.

 

Mahpusluk tabi ki sizi etkileyen unsurlardan birisi oldu, oranın yapısı, bünyesi sizin dünyanız, yaşamınız, halkınız, oranın ise paslı zincirleri, demirleri... Bu tutsaklığı, esirliği ve özgürlüğü çağrıştırıyor fakat sizin ki daha büyük bir dava; toplum davası, toplum esir olmasın, toplum sömürülmesin, birey de bu toplum içinde olduğuna göre tabi ki tek başına işkence görmesin, çile çekmesin (ama toplumun huzuru için birey biraz sancı çekebilir) düşüncesi vardı.

 

Biz toplumu ezenlere karşı savaştık, Pir Sultan’ca savaştı o nedenle bizim aslımızda savaş var. Yunus bir Alevi şairdir, Tabtuk Emre de öyle. Sünniler bunu kendilerine yordular, Yunus Yunus’tur başkası değildir.  Yunus Hacı Bektaş’a geliyor o da sen Taptuk Emre’ye git, diyor. Yunus’un Alevilikle kendi nesli ile ilgili bütün şiirlerini yok etmişler diğer şiirlerini çıkarmışlardır ortaya.

 

Âşık İhsani en çok nelerden hoşlandı, nelerden hoşlanır özel dünyasında neler vardır?

 

Ben savaşmaktan başka hiçbir şeyden zevk almıyorum. Cem Dergisi’ni okuyorum ama gazete geliyor sadece başlıkları okuyorum gözüm izin vermiyor.

 

Burada (Diyarbakır’da) yaşam nasıl gidiyor, siz bütün Anadolu’yu, dünyayı dolaştınız geldiniz yine doğduğunuz yere.

 

Bizim hanıma diyorum ki; gidelim İstanbul’a, İzmir’e, Anadolu’ya. O inatla gelmiyor, kendimi asarım gelmem, diyor. Ben de burayı çok seviyorum. Sinem Bacı, sonra Sarıca Kız ondan sonra bu hanımım geldi. Ne yapayım geliyorlardı... Bunların çoğu da tiyatrocu, balerin ve sinemacı ama hiç birisi 20 yaşında değildi, hep 17-18-19  yaşlarındaydılar. Ama bu hanım 20 yaşında geldi. (Sanırım Aşık İhsani ondan fazla evlilik yaptı. A. A.)

 

Burayı pek fazla sevmiyor musunuz, yerleşme bakımından başka yer düşünür müydünüz?

 

Benim amacım güzel yerlere gitmek savaşmak yani ben istiyorum sahnede… Yada halkın arasında evimde türkülerimi çalıp söyleyeyim.

 

Kaç plak, kaset çıktı bugüne kadar?

1957’de ilk taş plağımı çıkardım. Şimdi herkes kendi kendine çıkarıyor.

 

Emekliliğiniz var mı?

 

Hiç okula gitmediğim halde basında 1962-1971’e kadar en sert dergide yazı yazdım; Ant Dergisi’nde. O kapanınca Vatan Gazetesi’nde yazılarımı yazdım. Sivas’a konsere gittik. Bütün yobazlar saf saf oldular, burada konser yapamazsın, dediler. Ben yapacağım, dedim. Yapamazsın, seni öldürürüz dediler, bıçak ve silah gösteriyorlar bana. Ben Sivas’ın çarşısında bir o tarafa gidiyorum, bir bu tarafa gidiyorum. Kalabalık gruplar geldi kapıda beni bekliyorlar, gelip bizi öldürecekler. Onlara söyledim, söyledim, ağızları tutuldu bir şey yapamadılar.

 

Emeklilik?

 

Emeklilik gazeteden. Bir gün bakana gittim dedim ki; ben bu kadar halk kültürüne hizmet etmişim ama emekliliğim yok, bundan sonra ne yiyeceğim, dedim. Sen dur ve sus dedi, çay ve kahve içirdi. Sonra bakanlığa gittik, kültür bakanıyla telefonla görüştü, sonra gel, dedi. Ankara Oteli’ne gittik, yemek yedik o zaman genel müdürü çağırdılar söylediler emekliliğimi yaptılar.

 

Bu kadar Anadolu, yurt dışı gezileri ve nice anılar var. Bunlar kitaplara da sığmaz.

 

Neler var neler... Yabancı basın benim hakkımda yazıyor, dışişlerine geliyor gidiyorum benim hakkımda yazılanlardan bir tanesini verin bana diyorum, beni dövüyorlar, senin ne işin var bu gavurlarla, diyorlar. İngilizler, Fransızlar ortaklaşa benimle ilgili bir film yapacaklar... İzin vermediler katiyen olmaz, dediler. Ben gizliden gittim peri bacalarına, oradan Kayseri’ye... Bir film yapıldı, Türkiye’ye geldi ki kesilmiş filmi öyle yapmışlar anlamı kalmamış, kesmişler.

 

Belgesel şeklinde mi?

 

Benim yaşantımı çektiler ama beni gösterirken peri bacalarını da gösterdiler.

 

Saz sizin ayrılmaz bir parçanız yine konserler oluyor mu, konserler için teklifler alıyor musunuz?

 

Bizim hanım istemiyor. İstanbul ve Avrupa çok istiyor, beni çağırıyorlar. Eskiden siyahlara köle diyorlardı şimdi biz Beyaz Köle olduk. Kitap yazdım adını Beyaz Köle koydum.

Gittim bir fabrikaya elektrikler bozuk çünkü bütün Avrupa’da Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da bütün bozuk makineleri oraya atmışlar, o adaya Avustralya’ya, yeni modern makineleri de kendileri kullanıyorlar.

Anadolu’da gördüm köten diyorlar toprak biraz sert olunca öküz sürüyorlar ve bizimkiler de öküz gibi sürülmüşler oralarda otobüs ve kamyonları çekiyorlardı, onları resimledim getirdim, bu kitabı Cumhuriyet çıkardı.

 

72 yaşının birikimleri, coşkusu her şeyi ile birlikte…

 

Ben kendimi hiç 72 yaşında gibi görmüyorum... 1960’larda 70’lerde çaldığımın daha sertini çalarım. Şimdi daha bir güç geldi bana. Ben sahneye geçerken toplanıp geldiler aydınlar. Dediler ki, bize bir şey çal. Benim ayaklarım bir karış yukarıya çıktı. Çalarken hopluyorum, şaşırdılar, biz hayatımızda böyle bir şey görmedik, dediler.

 

Bunlardan sonra geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

 

Yeniden halk ozanlarını aldığım Ozan Dolu Anadolu kitabı var biliyorsun. Ozanların hayatlarını, şiirlerini koydum. Çünkü Anadolu bir ozanlar deryasıdır. Veysel öldü halk ozanları gömüldü, demişlerdi Veysel’in vefatında. O zamanlar halk ozanlarıyla kimse ilgilenmiyordu ben ilgilendim, şiir yazmayanlara şiir yazıyordum, yazıp onlara veriyordum. Şimdi işte siz biliyorsunuz Ozan Dolu Anadolu, ozanlara bir hizmetimdir. Bu şekilde çalışıyorum.

 

 

Söyleşi; 16 EKİM 2002, Diyarbakır, Ofis

 

 

 

AŞIK İHSANİ

Aşık İhsani (d. 1932, Diyarbakır - ö. 21 Nisan 2009, Diyarbakır), halk ozanı.

Aşık İhsani özellikle 1970'lerde oldukça popüler olan halk ozanıdır. Yaşamı Diyarbakır'ın yoksul bir köyünde başlar. Demokrat Parti ile başladığı politik hayatına TİP ile devam eder. Sert ve açık anlatımı ile devrimcilerin ozanı olarak tanınır. İstihbarat arşivlerinde kendi tabiri ile iki elarabası dosyası bulunmaktadır.

17 Nisan 2009'da evinde yapılan belgesel çekimleri sırasında aşırı heyecan nedeniyle fenalaştı. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahi Servisi’ne yatırılan Aşık İhsani'nin tansiyonunun yükselmesi sonucu beyin kanaması geçirdiği belirlendi. Yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınan Aşık İhsani, 21 Nisan 2009’da sabah saatlerinde yaşamını yitirdi. Diyarbakır’ın Şehitlik semtindeki mezarlıkta toprağa verildi.

Yaşam Öyküsü

Asıl adı İhsan Sırlıoğlu’dur. 1932 yılında Diyarbakır’da doğar, küçük yaşta şiir yazmaya başlar. İki yaşında iken babası Filit'i kaybeder ve annesi tarafından sıkıntılı ve yoksul bir ortamda büyütülür. Çalışmak için sürekli diğer köylere ve şehirlere gitmeye başlar. 17 yaşındayken İstanbul Büyükçekmece Mimarsinan Köyü’nde maden ocağında çalışmaya başlar. Maden kapanınca lastik fabrikalarında çalışır daha sonra Erzurum’a askere gönderilir. Askerlik sonrası kendi kendine saz çalmaya başlar. Sazı ile Anadolu’yu dolaşmaya başlar. Bu seyehatlerinin birinde Manisa Tarzanı ile tanışır ve bir müddet yanında kalır. Aşık İhsani türkülerini Güllüşah ismindeki hayali bir kıza söylemektedir. 1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başlar. Uşakta bir hapisane müdürü ona senin Güllüşah’ı bulduk der, kız her ne kadar İhsani'nin hayallerindeki Güllüşah değilse de bu kızla evlenir. İhsani ona da saz çalmayı öğretir ve Aşık İhsani ve Güllüşah olarak şehir şehir dolaşmaya başlarlar. Bu ikili halk tarafından oldukça ilgi görmeye başlar. Aşık İhsani ve Güllüşah adlı kitapları yapılır. 1958’de Ankara Radyosu Yurttan Sesler programının şefi Muzaffer Sarısözen tarafından programa davet edilir. Her hafta Çarşamba günleri Güllüşah ile birlikte radyoda türkü söylemeye başlarlar.

Bu esnada Celâl Bayar ve Adnan Menderes ile tanışır ve görüşmeye başlarlar. DP'nin mitingleriyle Türkiye'de dolaşmaya başlar. “Evvel Allah sonra Demokrat Parti” ve benzeri şarkılar yapar.Bu esnada 27 Mayıs Darbesi olur. Türk Ocakları’nın 51. Yıldönümü dolayısyla TRT‘de verilen bir törende alel acele sahneye çıkarılır. Sakalı gögsünde, saçı belinde bir halde sahneye çıkan İhsani’nin söylediği şarkı Başbakan Fahri Özdilek tarafından beğenilmez. Başbakan ayağa kalkarak “Atın şu komünisti oradan …” der ve İhsani şaşkınlık içinde kendini karakolda bulur. Bir yıl sonra Fransızlar tarafından yapılan bir Türkiye tanıtım filminde karısı ve oğlu Garip ile birlikte yer alır. 1962’de milletvekilleri maaşlarına yapılması istenen zam ile ilgili kararın görüşüldüğü günlerde meclise giderek protesto gösterilerinde bulunur. Belçika Kültür Bakanı ile bir Türkiye ziyareti sırasında tanışır ve gezi dönüşü “Saçı ve sakalı gibi uzun görüşlü Aşık İhsani” olarak Belçika gazelerinde boy gösterir. Türkiye İşçi Partisi'nin kuruluşuyla birlikte sol hareketlere ilgi duymaya başlar. İlk yazdığı devrimci şiir "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" Şiiridir. Daha sonraki röportajlarında bu döneme kadar ki yaşamını cahillik olarak tanımlayacaktır. Bu dönemde Ağalı Dünya adlı kitabı yayınlanır. Daha önce içinde olduğu Adalet Partisi ile artık düşman olurlar. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği kıbrıs mitingi sırasında Deniz Gezmiş ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri bayrağını yakarlar. Şiirleri birçok dergide yayınlanmaya başlar. Bu arada Çetin Altan ile tanışırlar. Çetin Altan onun ve sol çevreden birçok kişi yazdığı şiirlerin, kitapların Sovyetler Birliği'nden gönderildiğinden şüphelenmektedir. Bu şiirleri okul yüzü görmemiş birinin yazdığına inanmazlar. En son onu konunun uzmanıolan Pertev Naili Boratav’a götürürler. Boratav İhsani’yi dinler ve “İhsani bir halk ozanıdır.” Diyerek İhsani üzerindeki şüpheleri kaldırır. 1977’de Almanya ve Belçika’ya gider ve bu ülkelerde de televizyon programlarına katılır, ödüller alır.1979’da Avusturalya’ya gider. Son yıllarında Diyarbakır'da yaşayan Aşık İhsani 21 Nisan 2009'da Diyarbakır'da öldü.

Şiirlerini, »Ağalı Dünya« (1964-65, 2 cilt), »Yazacağım« (1966), »Bakalım Hele« (1967), »Bak Tarlanın Taşına« (1974), »Vur Ağanın Başına« (1975) adlı kitaplarda topladı. »Dünden Bugüne Aşık İhsani« (1976), »Düş Değil Bu« (1993) ve tüm şiirlerini topladığı »Bıçak Kemikte« (2002) adlı kitapları yayımlandı.

Ayrıca 1973 yılında çıkardığı »Ozan Dolu Anadolu« adlı antoloji ile gezi izlenimlerinden oluşan »Beyaz Köle« (1985), adında kitapları bulunmaktadır.

 Le Monde'da hakkında çıkan haber

"... İhsani ile söz konusu olan başka şey. Bunu söylerken Bob Dylan'ı, Joan Baez'i, Gospels'in politik olmuş kara derili şarkılarını düşünüyorum. Ray Charles'ın ya da Johnny Hallyday'in çığlık türküsü, Charlie Mingus'un yakarı türküsü, Bob Dylan ya da Joan Baez'in yakınma türküsü,Leo Ferre, Georges Brassens'in taşlama türküleri, İhsani sözlerindeki şiddetle karşılaştırıldıklarında adeta çekinden kalırlar. Yalnızca Vietnam Savaşı'na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsani şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir. İhsani bu öfkeyi, bu sertliği halkına karşı olan her şeyi yermekte kullanıyor. Kibarlar belki bu tondan inciniyorlar ama bu akım, bu hakaret rayına oturmuştur..."

 

AŞIK İHSANİ’NİN KİTAPLARI

  • Aşık İhsani'nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960)
  • Ağalı Dünya 2 cilt (1964-1965)
  • Yazacağım (1966)
  • Bakalım Hele (1967)
  • Ozan Dolu Anadolu (Gezi, 1973)
  • Bak Tarlanın Taşına (1974)
  • Vur Ağanın Başına (1975)
  • Dünden Bugüne Aşık İhsani (1976)
  • Beyaz Köle (1985)
  • Düş Değil Bu (1993)
  • Bıçak Kemikte (2002)

KAYNAK: VİKİPEDİ ANSİKLOPEDİSİ

 

 

 

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile