BÜYÜK AVRUPA 6. YAZI
AVRUPA’DA ALEVİLER BEKTAŞİLER ARASINDA 100 GÜN (2013/2014) 6. YAZI
Ayhan Aydın
BUDAPEŞTE GEZİSİ (30 Mayıs) (Yazısı Aşağıda) SONRASI…
31 Mayıs 2013, Cuma
Bugün hava çok serin. Sabah yağmur yağdı.
Hüseyin Ayık
Viyana Alevi Kültür Birliği Yönetim Kurul Başkanı
Burada sizlerin de gördüğü gibi bir cemevimiz var. Ama bizim asıl hedefimiz burada bağımsız bir vakıf kurabilmek. Hepsi bir bütün içinde çalışmalı ama burada ayrı ayrı, her biri kendi görevlerini yapabilecek birer bağımsız kurum oluşmalı. Vakıfların statüleri ayrı, Ayhan Bey; bunları sizler daha iyi biliyorsunuz. Cem Vakfı’nın imkânları daha geniştir. Burada da bir bağımsız vakfın kurulması gerekir. Burada da bizler inanç konusunda hizmet etmek istediğimiz için bir vakıf kurmalıyız.
Cemevimiz toplam 700 metre kareden oluşur. Bunun 395 metre karesi cem yapılan bölümdür. Bir dede odası vardır. Cenaze yıkama yeri, morg, tuvaletler, sakatlar için ayrı bir asansör vardır.
Bizler burada tümüyle yasal olarak her türlü işi prosedürü neyse ona göre yaptık. İşlerimizin tümü hukukidir. Herkesin gözleri önünde yapılan çalışmalar vardır.
Burada 1912’de cumhuriyet kurulunca okul yasalarıyla inanç (İslam) yasaları ayrı ayrı çıkıyor. Yani aslında burada İslam zaten kanunlarda varmış. 1978 yılında ise iki mısırlı doktor yasaların kendilerine sağladığı imkânların farkına varıyorlar ve burada ilk İslam’la ilgili cemiyetleri kuruyorlar. Tabii o zaman mezhep farklıları dile getirilmiyor. Hâlbuki İslamiyet’in farklı mezheplerinden bu arada Şiiler de burada var. Elbette Aleviler de var. 1986 yılında Şiilerle Sünnilerin arasında bir tartışma oluyor. Çekişme oluyor. Çünkü Hıristiyanlık’taki gibi İslam’da da farklı mezhepler, yorumlar var.
29 Mart 2009’da ise Viyana Alevi Kültür Birliği bu sefer Alevilerin de İslam içinde ama diğerlerinden farklı bir inanç olduğu görüşünden yola çıkarak, hak talebiyle yasalar karşısında ilk dilekçelerini Avusturya Devleti’ni veriyor. Fakat ilk başta Alevilerin ayrı bir inanç olduğu ve eğitim hakkı talepleri reddediliyor. Ama buna itiraz ediliyor. Federal Mahkeme bu sefer Alevileri haklı buluyor ve Alevilerin isteklerini kabul ediyor. Bizlerin de elbette görüşü; İslam Dini içinde; Tek Tanrılı bir inanç, Hz. Muhammed’in Peygamber olması, Kuran’ın kutsal kitap olması ve de Evlad-ı Resul yani dedeler karşısında ibadet edilmesi, Aleviler’de de ruhun Allah’a teslim edilmesi hususları dile getiriliyor. İşte bizler de bu üç noktadan İslam içindeyiz, diyoruz. Var olan İslam Cemiyeti ise Alevilerin varlığını kabul etmiyor. Onların varlığını, inançlarını inkâr ediyor. Onlar bu durumdan büyük rahatsızlık duyuyorlar. Onlar tüm İslamiyet’i, tüm Müslümanları kendilerinin temsil ettiğini savunan insanlar. Bu nedenlerle bizlere soğuk bakıyorlar. Onlar ne derlerse desinler, başkaları ne derlerse desinler, bizler mücadeleyi sürdürdük. Nihayetinde 1 Aralık 2010 tarihinde Avusturya Devleti Anayasal hak olarak Alevilerin hakkını veriyor, teslim ediyor. Yani İslamiyet’in tek bir yorumunun olmadığını, Alevilik diye bir inancın da olduğuna karar veriyor.
Rıza Sarı
Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu Dernek Yöneticisi
Ayhan Bey, sizlerin de çok iyi bildiği gibi biz Avusturya’da bir zoru başardık. Burada Alevilik bir inanç değildir, diyenlere karşı veya İslam’ın tek temsilcisi bizleriz diyenlere karşı, bizler mücadelemizi verdik ve vermeye de devam ediyoruz.
Alevilik İslam içinde bir inançsa, bir inanç tek Tanrı’lı bir inançsa elbette onun bir peygamberi ve kitabı da olmalıdır. Aleviler İslam’sa, onların da Peygamberleri Hz. Muhammed ve kutsal kitapları da Kuran’ı Kerim’dir. Bunu böyle ortaya koymak lazım. Dedeler bu yolu bugünlere kadar getirmiş bu yolun, bu inancın, bu sistemin inanç önderleridir, dini önderleridir. Dedesiz bir Alevilik olmaz. Bizler yıllardır bunları savunduk ve savunmaya devam ediyoruz.
Bizler bu hakları kolay elde etmedik.
Peki, neydi elde ettiğimiz haklar?
- Bir kere dört inanç günümüz var, bu Alevilerin önemli inanç günleridir, kutsal günlerdir: Kurban, Aşure, Nevruz ve Hızır. İşte bunlar 2012’den beri bizlere verilmiş yani kutsal gün olarak kabul edilmiş günlerdir.
- Cemevimiz burada resmi ibadethanemizdir. Bu yasalar altında güvenceye alınmıştır. Alevilerin ibadethaneleri cemevleridir.
- Dedeler diğer inanç guruplarının elde ettikleri tüm haklara sahip olacaklar. Aynı statüde olacaklar.
- Mezarlıklardan hak talep etme imkânı var.
- Üniversiteler’de İslam (Alevilik) kürsüsü kurulacak. Bu konuda mastırlar başladı.
Ayhan Bey, şu anda bizlerin bünyesinde dersler veriliyor. Bunları da birlikte hareket ettiğimiz Alevi Akademisi’yle yapıyoruz. Alevilik’le ilgili ders verecek öğretmenlere ders veren hocalarımız ise şunlardır: Doç. Dr. Özgür Savaşçı (Baba), Hıdır Temel, Av. Sedat Korkmaz (Dede), Aynur Küçük, Prof. Dr. Handan Aksünger.
Şu anda 15 Alevilik’le ilgili master yapan gencimiz var.
Avusturya’da artık çocukların Alevilik derslerine katılma imkânları var. Çocukların derslere katılmaları velilerin imzalarına tabi. Onlar imza verdiklerinde okullarda öğretmenler Alevilik dersi verebilecekler.
Burada toplam 6500 okula, çocukların Alevilik dersi alabilecekleri konusunda bir yazı gitti. Bir okulda 3 çocuk Alevilik dersi almak isterse orada Alevilik okutulacak.
Peki, bu dersleri kimler verecek derseniz, bunu Alevi öğretmenler verecekler. Dili Almanca, maaşını da devlet verecektir. Elbette bu kolay bir süreç değildir ama bu zamanla oturacaktır. İşte o öğretmenleri de hocalar yetiştirecektir. Zamanla üniversitelerde kürsüler de kurulacaktır.
Öğretmen adayları, bu konuda öğretmenlik yapacaklarını bu konudaki isteklerini inanç kuruluna bildirmek zorundalar. Bunların eğitim seviyelerine bakılacak. Bu konuda akademik bir yöntem izlenmektedir. Herkes öğretmen olacak diye bir şey yok.
Hasan Erol (1958)
2008’de Prof. Dr. İzzettin Doğan’la Avusturya’ya geldiğimizde eşiyle birlikte bizlerle ilgilenenlerden birisi olan ve uzun yıllardır Viyana Alevi Kültür Merkezi’nin yönetiminde bulunan Hasan Erol, Malatya Fethiye Belediyesi doğumlu. Kendisinin bağlı olduğu ocak kendi ifadesiyle; “Hızır Rüyan” talibiyim, (Üryan Hızır). Kendi memleketi olan doğduğu yerlerle ilgili bilgi sahibi olan ve geleneğin yaşatılması gerektiğini savunan Hasan Erol; Almanya Darmstadt’ta Kızıldeli Ocağı’ndan cem yürüten Hasan Akşahin isimli bir dedenin varlığından söz ediyor. Ayrıca Yukarı Tenci Köyü’nden Kazım Aydoğan Dede’nin bilgili bir dede olduğunu söylüyor.
Kendi dedelerimiz Erzincan’dan geliyordu. Dedemiz ata binerdi, babam onları gezdirirdi, Arif Dede vardın en son hatırladığım, diyor.
Fethiye
Fethiye olarak büyük bir beldeyiz. Şu anda Fethiye’de büyük bir cemevimiz var. Bizim insanlarımız fedakârdır, yardımlaşma duyguları yoğundur. O yüzden büyük ölçüde kendi işimizi kendimiz yaparız. Hatta öyle ki Fethiye’deki okul binasını, belediye binasını bile bizler yaptık. Bizler özellikle de yurtdışındakilerin de desteğiyle birçok çalışmayı yapıp bitirdik.
Fethiye’nin 2000’in üzerinde nüfusu vardır. Büyük ölçüde yurt dışına gidenler olmuş. Bizler Viyana’da 15/20 haneyiz.
Almanya Ober-Ramstadt Fethiyeliler Derneği olarak kendi yerimizi satın aldık. Dernek başkanımız Avedas Altun idi yeni değişti Erdoğan Bıçakcıoğlu yeni başkanımız oldu.
Yeri Gelmişken
Konunun uzman isimlerinden Ali Aksüt’ün görüşleri…
(Fethiyeliler ile inançları, kültürleri, aynı olan ve Fethiye’ye en yakın olan köyün adı Tenci Köyü. Tenci Köyü, Yukarı Tenci ve Aşağı Tenci diye ikiye ayrılmaktadır.
Osmanlı vergi kayıtlarına göre Tenci: “Yol üzerinden gelip geçen yolculara hizmet eden, ziraatla uğraşan, yoksullukları nedeni ile her türlü vergiden muaf tutulmuş bir köydür. Köy halkı çok eski dervişzadelerdir.”
Bilindiği gibi dervişler Anadolu’nun birçok yöresine yayılmış Anadolu Aleviliği’nin adeta konar-göçer inanç temsilcileri olmuşlardır.
Tenci sözcüğü büyük olasılıkla taşınmış bir sözcüktür. Ancak bir grup adı olma ihtimali de uzak tutulmamalıdır. Tenci sözcüğü üstüne değişik yorumlar bulunmaktadır. Geçmişte Yukarı Tenci Köyü’nde Seyit Ali Sultan Türbesi etrafında inanç önderliği yapan dervişler yaşamakta idi. Alevi inanç önderi dedelerin davranış kalıpları ile Şamanlar’ın davranışları ve uygulamaları örtüşmektedir. Türk mitolojisinde ten sözcüğü topraktan geldiğine inanılan Göktanrı’nın ışığına zarf olan ve geçici kabul edilen beden, vücuttur. Tenger ise Tanrı’ya verilen addır.
Tengeri de Altay Türkleri ile Buryatlar’da, Tanrı’ya verilen ad olarak bilinmektedir.
Tengircilik: Orta Asya’nın kimi bölgelerinde Kamcılık’a verilen addır.
Tenci’de oturanlar, Kam’ın görevini Anadolu’ya taşımış dervişlerdir. Geldikleri yer ise Buryatlar ile ya aynı ya da bitişik coğrafya idi. Öyleyse tarihsel süreç içerisinde yuvarlanan Tengirci sözcüğü, –gir hecesini atarak Tenci’ye dönüşmüş olamaz mı? Akla en yakın olasılık elimizdeki verilere göre budur.
Ayrıca; Alevi öğretisinde teng sözcüğü dar anlamına gelir.
Her iki örnekte de görüldüğü gibi, Tenci sözcüğünü inanç açısından irdelemekte, araştırmakta yarar var.
Yukarı Tenci Köyü’nde Seyit Ali adına bir türbe bulunmaktadır. Halk burayı Seyit Ali “Kızıldeli Ocağı” olarak adlandırmaktadır. Ocak mensuplarına göre de ocağın diğer adı Kızıldeli’dir.
Anlatılara göre Kızıldeli, Ali Seydi ve Bacı Sultan adlı üç kardeş bu ocağı kurmuş; Kızıldeli buradan askeri ile birlikte Antalya’ya, oradan da Dimetoka’ya gitmiş.
Yine anlatıya göre geriye Ali Seydi ve Bacı Sultan kalıyor. Ali Seydi adına İriağaç Köyü’nde belgelerle sabit bir zaviyenin bulunması bizi, acaba burası Kızıldeli’nin ve Ali Seydi’nin kızkardeşleri Bacı Sultan’ın türbesi veya nazargahı mı? diye de düşünmeye itti.
Geçmişte belli bir misyonu olan ve adı bilinen Tenci Köyü ve Seyit Ali etrafındaki söylencelerden yararlanarak kaynak bilgilerine doğru gidilmesi gereklidir. Tenci’deki Kızıldeli Ocağı ile Karaca, Basak, Başkınık ve Güvenç köylerindeki Hacım Sultan Ocağı musahip olup, bu iki dede ocağının mürşidi Karaca’daki Zeynel Abidin ocaklı dedelerdir.
Tencili grubunu oluşturan Karabacak, Süzenli, Başıbüyük, Ketselli, Menkarı, Hamzalar, İslâmeli, Haytalı obalarının Şor-evi (yönetici obası) Hamzalar’dır.
TENCİ: Bu gün Fethiye Belediyesinin Mahallesi durumunda olan yerleşim yerlerinin ikisinin adı Yukarı ve Aşağı Tenci’dir. Yukarı ve Aşağı Tenci daha önce köy statüsünde iken Fethiye’nin Belediyelik olmasından sonra mahalle statüsünü almıştır.
Tenci köyünün önemi tarihte Seyid Ali Sultan’ın makamlarından birinsin Yukarı Tenci köyünde olmasından ileri gelir.
Ulaşabildiğimiz kaynaklardaki Tenci köyüne ait bilgileri daha önce yazdık. Ancak; Yukarı Tenci köyünden olan ve Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) evlatlarından olduğu söylenen Hasan Akşahin Dede de atadan duyduğu bazı ayrıntılı bilgiler olduğunu söyledi.
Onun aklında tuttuklarından bize aktardıkları bilgiler şöyle:
Dimetoka’da türbesi bulunan Kızıldeli’nin ölümünün ardından Yukarı Tenci’ye gelen ailelerin evlatlarından olan Mehmet Ali ve Abbas Kızıldeli’nin dedeleri Hasan Badrık’ta oturmakta imişler. Bunlar birinci dünya savaşından sonra Antep’e göçüyorlar. Kızıldeli soyadını ise Hasan Badrık’ta iken alıyorlar. Antep şehrin bir mahallesine yerleşiyorlar. Bunların üç kardeşi Hasan Badrık’ta kalıyor.
Bunlar: 1-Kayacılar, 2-İbililer, 3-Aloğ Dedeler imişler.
……
Seyit Ali Sultan Türbesi’ne komşu Sünni köylerden de kurban kesmek ve ziyaret etmek üzere gelenler olmakta imiş. Bunlar: genellikle Şeyh Ali’nin müridlerinin bulunduğu Örüşkü, Hamidiye, Başpınar, Haraba, Ansır köylerinden ceviz, pestil, tavuk, çerez gibi adak ve kurbanlarla ziyarete gelmekte imişler. Şeyh Ali’nin etrafında toplanan müridler ise buraya keçi kurban ediyorlarmış.
Komşu Sünni köyler, özellikle hastaları ile Seyit Ali Sultan’a gelmekte, bir gece türbede ve evlerde yatmaktadırlar.
Eski Malatya’dan geçmişte Alevi olması muhtemel Sünni inanışlı hasta sahipleri de adaklarla türbeyi ziyaret etmekte imişler. Komşu Sünni köyler adaklarla ziyarete geldiklerinde adak dualarını Seyit Ali Evlatlarından dedelere okutmaktadırlar. Dışarıdan Sünni inançlı komşu köylerden: Çocuğu olmayanlar, hastası olanlar, değişik dilek sahipleri ve düşlerinde Seyit Ali Sultan’ı görenler adak adamaktadırlar.
Ayrıca Yazıhan ilçesine bağlı, geçmişte Alevi inançlı oldukları bilinen İriağaç Köyü’nde Ali Seydi Sultan Çeşmesi bulunmaktadır. Söylenceye göre başı sıkışan Seyit Ali Sultan: “Beni arayan çeşmenin gözünde bulsun” deyip bu bol sulu çeşmenin oluğundan içeriye girip kaybolmuş.
Geçmişte Alevi olan İriağaçlılar, Seyit Ali Sultan Çeşmesi çevresinde namaz kılarak, çevre Alevi köylüler de adak ve kurbanlarla gelerek Seyit Ali Sultan’ı ziyaret edip, anıp, kutsamaktadırlar.
Yine Yazıhan İlçesi’nin bir köyünün adı Dede Garkın’dır. Dede Garkın Köyü Tohma Köprüsünün bir-iki km. kadar doğusundadır. Bir dede ocağından isim alan bu köy için Tencili Hüseyin Aydoğan Dede: “Onlar bizim amca çocuklarımızdır” diyor.
Zeynel Abidin evlatlarından olup, Karaca Köyü’nde oturan İsmail, Mamoğ ve Ahmet Temiz dedelerin Tencili Seyit Ali Sultan Evlâdı olduğunu söyleyen Hüseyin Aydoğan Dede: “Başımız onlara bağlı” diyor.
Kızıldeli (Seyit Ali Sultan):
Dede Garkın halifelerinden sayılan Ali Seydi tarafından kurulan bir zaviye (küçük tekke) İriağaç Köyü’ndedir. Seyyid Ali Sultan Ocağı’na ait bir zaviye ise Yukarı Tenci Köyü’nde olup Kızıldeli adıyla anılmaktadır.
İriağaç ve Ali Seydi:
Fethiye’nin komşu köylerinden İriağaç, köylüleri, köyün çeşmesinin suyunun kesilmesi üzerine saf bir köylüye: “Suyun gözüne gir de bak” derler. Giren adam uzunca bir süre dışarı çıkmaz. Uzun bir süre sonra dışarıya çıkan adam: “İçeride iri ve kara bir yılan görüp bilincini yitirdiğini, dışarı çıkmakta ondan geciktiğini” söyler. Bir süre sonra yılan suyun gözünden çekilir. Su yeniden akmaya başlar. Halk bu kara yılan için o Ali Seydi’dir; Ali Seydi “Beni arayan burada bulsun” öğüdünü bırakmıştır diyor.
İriağaçlılar, eskiden Alevi inançlı imişler. Bir kısmı Hasançelebi ve Fethiye Köyü’ne göçmüş. Hasançelebi-Akmağara (Darıyeri) Dedeleri ile Fethiye’deki Ehmetcenler (Ahmet Çelebiler tespiti Hüseyin Şahin’e ait) İriağaçlı imiş.
Fethiyeliler’e göre Tenci’deki Seyit Ali ile İriağaç Köyü’ndeki Ali Seydi aynı kişidir. Ali Seydi ya da Seyid Ali söylenceye göre, Hacı Bektaş Veli zamanında bu yöreye gelen bir komutan olup, burada şehit olmuştur.
Hamza Aksüt’e göre Babalar Ayaklanması’na katılmış bir boy beyi olma olasılığı vardır.
Ali Seydi Dede Ocağı’nın taliplerinin çoğu Halep Türkmenleri içerisindeki Beğdili Boyu’ndandır. Dimetoka’daki Seyyid Ali (Kızıldeli) Sultan ile aynı kişi olamayacağı düşüncesi Hamza Aksüt’e ait.
Bazı kaynaklar Seyid Ali Sultanı, Hacı Bektaş Veli’nin oğlu sayarlar. Ancak; Hacı Bektaş Veli’nin ölümü 1271 olarak kabul görmektedir. Bu durumda Timurtaş’ın Hacı Bektaş Veli’nin oğlu olma olasılığı kalmaz. Yol evlâdı sayılır.
Timurtaş, (Seyid Ali Sultan) Şehzade Süleyman Paşa ile 1352 yılında Balkanlar’a geçip, Dimetoka’da Seyid Ali Sultan (Kızıl Deli) Dergahı’nı kurmuştur. Hacı Bektaş Veli’nin ölümünden sonra postnişin olmuş ve 1402 yılında ölmüştür. Bazı kaynaklara göre Fatih Sultan Mehmet, Sırbistan’dan esir alınan bir Sırp Prensesi ile kızkardeşini Dimetoka’ya gönderir. Seyid Ali Sultan da bu prenses ile evlenir. Bu evlilikten Balım Sultan doğar.
Trakya yöresini araştıranlardan Refik Engin’in Seyid Ali Sultan (Kızıldeli) ile ilgili bazı notları ise şöyle:
“Seyid Ali Kızıldeli Sultan yolu erkânına bağlı olanlara “Eroğulları” denir. Halk kendisine “Dağlı” der. Seyid Ali Sultan döneminde kabilenin tümüne Kızıldeli denmiştir. Dimetoka yöresindeki Kızıldeli Irmağı hem Seyid Ali Sultan’a hem de kabilesine ad olmuştur. Dimetoka’daki Kızıldeli Vakfı’nın 1402 yılından başlayarak padişahlarca varlığı kabullenilerek yardımlar yapılmıştır. Vakıf çevresinde vakfa bağla 24 köy bulunmaktadır. Aren / Ahren adlı bir grup da halen Kızıldeli Ocağı üyesidir. Ayrıca; Trakya’da 68, Bulgaristan’da 3, Yunanistan’da 51, Anadolu’nun değişik yerlerinde ise sayısız birçok köy Kızıldeli ocağına bağlıdır.”
Toparlarsak “Seyid Hüseyin, Ataoğlu, Seyid Ali Sultan’dır.” “Hızırlâle lâkabı ile bilinir. Doğumu 1310, ölümü 1402’dir. Rumeli’ye geçiş tarihi 1397’dir. Dimetoka’da dergah kurmuş , canlar uyarmıştır. Dergah, Kızıldeli Irmağı kenarında güzel bir tepe üzerine kurulmuştur. Bu ırmağın adı sonradan Seyid Ali Sultan’a takma ad olmuştur.
Refik Engin’in Bedri Noyan’dan alıntı yaparak yazdıkları kısaca böyle.
Konu içerisinde İriağaç Köyü’nde Ali Seydi’yi yılan motifinde gördük. Yılan motifi bir gücün simgesidir. O, mitolojide Fırtına Tanrısı’na karşı durur. Bir Malatya kabartması, yılan ile Fırtına Tanrısı’nın savaşını canlandırır.
Yılan motifinin Ali Seydi’leşip bizlere kadar uzanması tarihteki bir çok mitolojik örnekle benzeşiktir. (Kaynak: Araştırmacı – Yazar: Ali Aksüt, www.aliseydi-sevim.com)
İmdat Kılıç
Şiran’dan Şemük köyü’nden hemşerim İmdat Kılıç’la tanışıyorum. Bizim köyden Kırıntı Köyü görünüyor diyor. Kendisi Şıh Delili Berhican Ocağı talibiymiş. Pirimiz, mürşidimiz kendi içimizdedir. Mürşidimizin piri Ağuiçen Ocağı’ndandır. Mürşidimiz Dersim’dedir. 30-40 yıldır bağlarımız zayıflamaya başlamıştır. Bizimle ilgili bilgileri Miktat Güler Dede de bilmektedir.
Bülent Öztoplu
Bugün Bülent Öztoplu’yu ziyaret ettik. Hayli sohbet ettik, dertleştik. Kendisi çok inançlı, kültürlü, bilinçli bir insan olan Bülent Öztoplu’yu 2008’den tanıyorum. O zaman bir kültür insanı olduğunu anlamıştım. İzzettin Doğan’la ziyaretimizde bizlere birkaç müzeyi kendisi gezdirmiş, bizimle ilgilenmişti. Ağırbaşlı, saygın, işine dikkat eden, buraya çoktan tam uyum sağlamış, buranın bir parçası olmuş, Aleviliği değerleriyle yaşayan ve yaşatma gayreti veren Bülent Öztoplu gelişmeleri takip eden candan bir dostumuz…
Ecevit Uzunkaya
Viyana’da kendisini yetiştirmiş, geliştirmiş, ufku çok geniş isimlerden birisi Ecevit Uzurkaya’dır. Zorlu bir maratondan sonra doktor olmuş. Mesleğinde ilerleyen birisi olan Uzunkaya’yla uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Kendisi lisedeyken Eski Yunanca’ya merak salmış, çok yönlü, çok kültürlü bir insan. Aynı zamanda yardımsever, çeşitli hobileri olan en çok da okumayı seven, sanat ruhlu bir genç sima Ecevit Uzunkaya.
Kendisi milliyetçiliklere karşı olan bir isim; Yahudi karşıtlığına da karşı anti Amerikancı olmaya da. Çünkü ona göre milliyetçilik dünyaya kan ve gözyaşından başka bir şey vermemiş. Hele hele de bir Alevinin milliyetçi olamayacağını, Aleviliğin temelinde 72 milleti bir nazarla görmek olduğunu, Avusturya’da tam anlamıyla Hitler düşüncesinin bitmediğini, burada bir ırkçılıktan söz etmek gerektiğini söylüyor. Ecevit Uzunkaya’ya göre buradaki Alevilerin çocukları aslında fazla okumuyor. Üniversite okuyanların çok az.
Uzunkaya’ların evi kitaptan geçilmiyor. Bu küçük ama çok sıcak ev benim gözümde sanki masal kitaplarından çıkmış bir şatoya benziyor. Çünkü her tarafta resimler, fotoğraflar, kitaplar, gravürler, cam eşyalar, çiçekler, semaverler… Her yerden bir şey fışkırıyor. Ama bu benim çok sevdiğim çok sıcak ve mutlu bir ev tablosu.
Macaristan’da gittiğimizi öğrenen Ecevit Uzunkaya burayla ilgili birkaç not iletiyor bizlere. Aslında Macaristan’da büyük bir ırkçılık vardır. Avrupa Birliği bu ülkeyi çok uyardı. Burada Yahudi ve Çingene düşmanlığı vardır. Bunu bir türlü yenemiyorlar. Ama yaptırımlar oluyor. Bu ülkede bir söz vardır: “en iyi Çingene ölü Çingene’dir” diye.
Aynı gün insanlar Viyana Alevi Kültür Merkezi’nde toplanıyorlar. Türkiye’deki gelişmeler burada yakından takip ediliyor. Türkiye’de 3. Boğaziçi Köprüsü’ne Tayip Erdoğan’ın “Yavuz Sultan Selim” ismini vermesi, İstanbul’da Gezi Olayları’nın çıkması burada merak ve heyecan uyandırıyor. İnsanlar tepkilerini ortaya koymak istiyorlar.
Cemevi merkezinde bir araya gelen yöneticiler tepkilerini gösteriyorlar.
Kazım Gülfırat, Mithat Güler Dede, Hüseyin Ayık, İmam Uzunkaya hepsi tepkilerini dile getiriyorlar. Ortak düşünce ve kanı Türkiye’deki iktidarın Muaviye ve Yavuz Sultan Selim düşencelerinin bir devamı olduğu, Türkiye’deki siyasilerin bu arada CHP’nin yeteri kadar tepki göstermediği, bir bildiriyle bunun kınanması gerektiği ve yürüyüşler yapılması düşüncesi ortak kanı olarak oluşuyor.
Ben de; bir araya gelen canlarla sohbet ediyorum, söyleşi yapıyorum. Alevilik – Bektaşilik’le ilgili konuşmam büyük ilgi uyandırıyor. İnsanlar memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Özellikle Kazım Gülfırat Dede senin gibi bir insanın değerini bilemeyenler nasıl insanlar, diyor. Tüm can dostlarla çok iyi bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Herkesin ilgisi oluyor.
Benim en büyük arzularımdan birisi de Avusturya’da yasal zeminde Alevilerin hak almaları yönünde büyük kazımlar elde etmeleri yönünde çabaları olan Sayın Ertürk Maral’la bir araya gelebilmek. Ama bir türlü bu mümkün olmuyor.
1 Haziran Gezi Olaylarına Destek İçin…
Büyük Viyana Yürüyüşü
Benim de buradaki en son büyük icraatım binlerce kişinin katıldığı ve çok büyük bir coşkuda, olgunlukta, verimlilikte geçen “İstanbul Gezi Olayları”na destek yürüyüşüne katılmak oldu. Burada ne kadar çok Türk’ün yaşadığını, devrimci-demokrat insanın var olduğunu, Türkiye’deki gelişmeleri nasıl yakından takip ettiklerini, ne kadar duyarlı insanlar olduklarını bu yürüyüşler görmüş oldum. Bu yürüye önemli oranda Alevi katılımı da vardı. Her yaştan insan, rengârenk flamalar, bayraklar… Uzun şehir turuyla bu Viyana’nın tarihi binaları, sokakları, caddeleri bu kez de Türklerin demokratik bir eylemine sahne oluyordu. Yemyeşil parklar, bahçeler, ağaçlar, kuşlar bu büyük kitleyi ağırlıyordu. Sloganlar, türküler, halaylarla bir büyük yürüyüş yaşandı Viyana’da. Bu bence bir olgunluk, duyarlılık, başarı öyküsüdür.
MACARİSTAN
BUDAPEŞTE
GÜL BABA
30 MAYIS 2013
Yıllık tatilimi geçirmek için Avrupa’da atıldığım macerada son kilometre taşı Osmanlı’nın yaklaşık 200 yıl boyunca hükmettiği Macaristan’ın başkenti Budapeşte oldu.
Ali Temel ve Meryem Temel çifti büyük istekle ve daha önce de düşündükleri gibi “Gül Baba”yı ziyaret etme arzusunu dile getirince zaten bu “içini okuma” diye bir şey diye düşündüm... Çünkü aslında 2008’de Viyana’ya ilk gelişimde İzzettin DOĞAN Hoca’yı yalnız bırakmamak için bazı arkadaşların isteklerine uyamamıştım. O gün bugünmüş. Herkes kısmetini yer, herkes kısmeti kadar yaşar.
Gönüllerde yer etmiş büyük erenlerden Gül Baba Sultan’ı ziyaret etmek düşüncesi bile büyük bir heyecan yarattı bende; içim içime sığmadı. Geziye bir inanç önderiyle daha katılmak çok iyi olacaktı. Ali Temel de bir dedeydi ve Hubyar Sultan Ocağı mensubuydu ama daha çok Bektaşilik’le anılan Balkanlar’da yani Avrupa’da bize bir Bektaşi inanç önderinin de eşlik etmesi çok çok iyi olacaktı. Bu da elbette Araştırmacı-Yazar ve bir Bektaşi Dervişi olan Kazım Balaban’dan başkası olamazdı. Uzun yıllardan beri Viyana’da yaşayan Balaban Bektaşi yol ve erkânını burada sürdürmeye çalışan bir değerli canımız. Onu da geziye dâhil ettik. Peki, Budapeşte’de bize kim rehberlik edecekti? O da kolaydı. Türkiye’den tanıdığımız Hüseyin Başar Baba’nın kendi oğlu olan Fadıl Başar bizim rehberimiz olacaktı. Kendisi Türk Macar Dostluk Derneği’nin başkanıydı. Son derece kibar, eğitimli, misafirperver, buradaki Türklerin haklarını koruyan bu canımız olan Fadıl Başar, bizim burada rehberimiz olacaktı.
Ama Yüce Yaradan’a sığınıp yola çıkıp, yol sefalığı, sağlık, esenlik ve bereket isterken; erenler bu sefer bizim aşkımıza bereketi bol eyledi, her yeri deryayı deniz eyledi!
Neylersin Hakk’dan geleni kabul etmek de bir şükürdür, iradettir. Gün boyu bir dakika durmandan yağan yağmur bizim kısmetimizmiş.
Kenti gezme şansımız olmasa da bir güne yine de çok şey sığdırdık doğrusu. Zaten bu şehir bir günde gezilecek gibi değil...
Türk Macar Dostluk Dernek Merkezi’ni ziyaret ettik, bizi çok misafirperver bir şekilde karşıladılar.
Çok az kişinin bildiği büyük mezarlık içindeki “Türk Mezarlığı”nı ziyaret edip buradaki şehitlerimize dualar okuduk. Burada Birinci Dünya Savaşı’nda şehit olan askerlerimiz yatıyor. Türk bayrağını görmek insanı çok duygulandırıyor doğrusu.
Sonrasında Fadıl Başar bizi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarına götürüyor.
Türk Şehitliği
I. Dünya Savaşı sırasında Galiçya cephesinde 1916-1917 yıllarında Alman Güney Ordusu’na bağlı olarak görev yapan 15. Türk Kolordusu çok sayıda şehit verir. Galiçya ve Macaristan’ın çeşitli bölgelerinde şehit düşen askerlerin bazılarının naaşları, 1926 yılında kurulan Budapeşte Türk Şehitliği’ne nakledilir. Budapeşte Türk Şehitliği’nde on biri meçhul asker olmak üzere 480 mezar var. Şehitliğin toplam alanı 4598 metrekare. (Çelebi Alper)
Abdurrahman Abdi Paşa
Budin Kalesi’nde 145 yıllık Türk egemenliğinin son Osmanlı Valisi ve Paşası Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarı var. Osmanlı’nın 1683 Viyana yenilgisinden sonra Buda’yı uzun süre savunan Abdurrahman Abdi Paşa, 70 yaşında savaşırken ölür. Macarların yiğitliğine saygı duydukları paşa için Buda Kalesi’ne yaptıkları mezarında Macarca ve Osmanlıca olarak şöyle yazar: “145 yıllık Türk egemenliğinin son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa, bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının ikinci günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun.” Düşmanına kahraman diyebilen Macar halkına selam olsun. (Çelebi Alper)
Macar Ulusal Müzesi (Magyar Nemzeti Muzeum)
Kentin merkezindeki büyük meydana geliyoruz. Burada heykeller ve çevresinde büyük tarihi binalar... Zamanımızı değerlendirmek istiyorum. Diğer canların aksine benim tercihim her zaman olduğu gibi bir müzeyi gezmek oluyor. Gezgin Çelebi Alper’in ifadesiyle; Macar Ulusal Müzesi (Magyar Nemzeti Muzeum) 1847 yılında bu amaçla inşa edilen neoklasik binasında Macar ulusunun en önemli eserlerini barındırıyor.
Benim aklım başımdan gidiyor. Bu sadece bir müze filan değil; burası bir tarih şeridi, resim hazinesi! Gerçek anlamda bir resim hazinesinin içine düşmüşüm ben. Resmi bu kadar çok sevdiğimi biliyordum ama bu kadar bol resimli odayı sekmeden gezmeyi başarabilecek miydim? Hem de beni aşağıda bekleyenler varken? Elbetteki gezecektim. Ömrüm olursa bir kez daha gelip bu müzeyi gezecektim! Doğa, hayvanlar değil resmedilmek; burada doğanın bizzat içine giriyorsunuz, tarihe bir yolculuk yapıyorsunuz. Resmin büyüsünü ben bugüne kadar hiçbir yerde böyle hissetmemiştim. Devesa tarihi binanın içinde aynen bir sinemada olduğu gibi abartısız tüm tablolar benim için canlandı, ete kemiğe büründü. Garip bir sarhoşluk ve neşeyle aşağıya indim. Bu tatlı sarhoşluk hep benimleydi, bir yıldan uzun sürdü aşkı.
Gül Baba
Gülbenk*
Allah, Allah, Allah,
İllallah,
Baş üryan, göğüs kalkan, dide alkan, sine püryan
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran,
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan,
Adüvelerden korkmadık, korkmayız hiç bir zaman
Kuran’da zafer vadediyor Nazret -i Yezdan
Uğrun açık olsun ey serdar-ı mücahid
Hüda kılıncını keskin etsin ömrünü gün gibi medid
Fahr i alemi hoşnud ettin Hakk gazay-ı ekberini etsin mübarek ve said
Kulluğumuz padişaha ayan,
Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırmağ ile
Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Keramet-i Veli
Pirimiz, Hünkarımız, Üstadımız Kutb-Arifîn
Hacı Bektaş-ı Veli
Dem-ü, devranına hü diyelim,
Hûûû!...
(Bektaşi, Yeniçiri Gülbengi (Duası))
Her zaman gidip görmek istediğim bir ulu erendir Gül Baba ve hafızalarda yer etmiş türbesi. Budapeşte’de yaşamış, gönüller fethetmiş, bir Alevi-Bektaşi ereni olarak Rumeli’de bilebildiğimiz en uç noktada, Batı Avrupa’nın kapısında bulunan Gül Baba’nın Anadolu’dan Kanuni Sultan Süleyman döneminde oraya gittiği, yani geç dönem bir Bektaşi ereni, babası olduğunu biliyoruz. Çevresinde çok sevilmesi, Hıristiyanlarca da kutsanması “72 millete bir nazarla bakan” yani hümanist bir dünya görüşüne sahip olan Aleviliğin Bektaşiliğin değerleriyle yaşayıp, gönüllere girmesi; genci yaşlısı, çocuğu, Müslümanı, Hıristiyanı yani inananı ve inanmayanıyla tüm dünya insanlarını Türk kültürünü en büyük erdemi olan kucaklayıcılığı ve birlikte yaşama sanatını, aşkını öğretmesidir.
Güller içinde olsa da oldukça bakımsız bir durumda olan Türbe ve türbe bahçesine korumalar eşlik ediyor. Küçük ama vakur heykeliyle kendisini ziyaret edenleri selamlayan Gül Baba halen gül kokmaya, insanları buluşturmaya, birleştirmeye, burada Türk kültürünün bir simgesi olarak kalmaya devam ediyor.
Hep birlikte Kazım Balaban Baba Sultan’ın arkasından çerağlarımız (mumlarımızı) yakıp hayır himmetlerine sığınıp dualarda bulunuyoruz. Huzuruna çıktığımız ulu erenin Osmanlı’nın en gelişmiş döneminin bir temsilcisi olarak Tuna Nehri’nin boyunca, dostluğun ve kardeşliğin, bereketin yeşermesi için verdiği mücadelenin anısına, bu toprakları yüzyıllar boyunca gönülleriyle fetheden “Rumeli Erenleri”nin de aziz ruhlarına sığınıyoruz.
GÜL BABA
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Gül Baba (asıl adı Cafer; ö. 01.09 1541) bir Bektaşi Babası, derviş ve şair olmaktadır. Doğum yeri Amasya'nın Merzifon ilçesidir.
Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ı etkileyen ve avrupa taaruzlarına katılan önemli bir Bektaşi Babası dır. Hayat yolu Evliya Çelebi tarafından yazılı kaynaklara geçirildi. Gül Baba'nın Budapeşte’de türbesi ve heykeli bulunuyor. Başından gülü elinden ise tahta kılıcı eksik olmazmış. Savaşlarda başının üstünde bir gül taşıdığı için Gül Baba diye anıldığı rivayeti nesilden nesile iletilir.
1481' de II. Bayezid döneminde Galata' nın üstleri, Perşembe Pazarı' nın Voyvoda Konağı' nın yukarılarına düşen bölge, sık ağaçlarla kaplı ve avlanmaya müsait bir bölgedir. Sultan II. Bayezid mevsim kış olmasına rağmen bu bölgede avlanırken, bir av dönüşünde, günlerini, yetiştirdiği gül fidanları arasında ibadetle geçiren Gül Baba' ya rastlar. Gül Baba' nın kendisine sarı ve kırmızı güller sunmasından memnun olan Sultan, kendisinden dileğini sorar. Adını yetiştirdiği güllerden alan Gül Baba, bahçesinin ilerisindeki tepeyi göstererek, "Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümayununda istihdam eyle, vakti gelince devletine lazım olur" der. Sonuçta devlete görevli yetiştirmek amacını güden Galata Sarayı kurulmuş olur.[1]
Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Gül Baba Budin seferine katılıyor. 1531 yılında Budin'e gelmis ve 10 yil burada yasamistir. 1 Eylül 1541 yılında vefat etmistir .2 Eylül 1541 tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazina katildigi bilgileri Evliya Çelebi'den sözlü gelenekden yazılı kaynaklara dökülür.Yalniz Türkler tarafindan degil ayni zamanda Macarlar tarafindanda cok sevilen va Halen Macaristanda Gül Baba adiyla yasatilan efsanevi bir kisiliktir. Ayni isimle bir macar filmide mevcuttur.Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
Gül Baba Budapeşte' de bir yüksek tepeye gömülür ve tepeye "Gültepe" adı verilir(Macarca. Rózsadomb) . Türbesinin yanına yaptırılan Gül Baba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkılmıştır. Bir diğer kaynağa göre Gül Baba'nın iki mezarı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, Galatasaray Lisesi' nin arka bahçesindedir ve sembol mezardır. Asıl mezar ise Boğazkesen' den Tophane' ye inen yolun sağında bulunan Gül Baba sokağındaki caminin avlusundadır. Mezar I. Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitabeli bir taş dikilmiştir.
Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli Yeniçeriler için pir olarak kabul ediliyor ve dolaysıyla Yeniçeriler Bektaşi dervişlerine derin şekilde saygı gösteriyorlardı.
*Gülbank (f.)(gülbenk) (Gülbang-ı Muhammediye): Bülbül sesi demektir. Alevi toplantılarında ve cem ayinlerinde pirin yüksek sesle yaptığı uzun duadır. Pir gülbank çekerken, secdede bekleyen canlar, durak başlarında (cümle sonlarında) “Allah Allah” der. Gülbank sırasında tüm cemaat secde secde halindedir ve duanın bitiminde niyaz edilerek normal oturuşa geçilir. Gülbankların sonu “Gerçeğe hü” ya da “hü” diye biter. Peygamberimiz ve soyuna (Seyyidler) özgü duadır. Tahtacılarda gülbanka “hayırlı” denir. (Alper Çağlayan, Alevi Terim ve Deyimleri Sözlüğü, Fabulinus, Nisan 2014, Ankara)