BÜYÜK AVRUPA GEZİSİ 5. YAZI

AVRUPA’DA ALEVİLER BEKTAŞİLER ARASINDA 100 GÜN (2013/2014) 5. YAZI

Ayhan Aydın

AVUSTURYA BÖLÜMÜ

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Viyana

Uzun yolculuktan sonra beni bu sefer de yine buradaki dostlar; Ali Temel ve Kazım Balaban, tren istasyonunda karşılıyorlar. Bizler hep birlikte Kazım Balaban’ın evine gidiyoruz. Uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Kazım Balaban yeni çalışmalarını bana anlatıyor. Cem Vakfı ve diğer Alevi kurumlarındaki çalışmaları soruyor. Aslında kendisi Türkiye’deki gelişmeleri izleyen bir yazar dostumuz. Aynı zamanda kendisi Bektaşiliğe intisap edip, Bektaşi yolunda hizmet alan bir Bektaşi dervişi.

O gece orada kalıyorum. Sonrasında Ali Temel ve doğum yapacak olsa da, eşi beni bırakmıyorlar. Ben zahmet vermek istemesem de onlarla birlikte kalıyorum. Evet, burada Alevi Kültür Birliği - ALEVİ (Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu) öncülüğünde önemli bir etkinlik yapılacak. Dolayısıyla buradaki etkinliğe katılmak istiyorum. Her kurumda olduğu gibi Avusturya Viyana Alevi toplumunun en önemli biriminde de çeşitli sorunlar yaşanmıştı, yaşanmaya da devam ediyor.  Şu ana kadar bunlardan hiç bahsetmedik ama aslında tüm Alevi Bektaşi kurumlarının için kazan gibi kaynıyor. Bir kere birlik yok. Kurum için de de bastırılmak istenen çok ciddi yönetim, Aleviliği yorumla konusundaki görüş farklılıkları, atılan adımlar, devlet-Aleviler ve kurum ilişkileri üzerine görüş ayrılıkları var.

 

26 Mayıs Pazar günü

 

Avusturya Alevi İslam Toplumu tarafından aynı zamanda Avusturya Alevi Kültür Birliği merkezi olan MOZAİK A. Ş. Büyük Salonu’nda yani, Eventcenter  Mozaik Schererstr, 4, 1210 adresinde, geniş katılımlı; “Alevliğin Yasal Olarak Tanınmasıyla İlgili Tören ve Yolumuz Şahı Merdan’a Çıkar Paneli” yapıldı. Viyana’nın aslında bu konuda sloganı da var: “Güçlü Alevilik Birlikten Geçer”. Ben bunu 2008 yılında Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın katıldığı ve Ali Temel’in yürüttüğü panelde de görmüştüm. Temel düstur, hedef buydu ve yine bu. Aradan zaman geçti, köprünün altından çok sular aktı. Bir aşk halinde çalışıldı, Avusturya’da belli adımlar atıldı derken, dünyada devlet nezdinde Alevilik’le ilgili en büyük adım Avusturya Devleti tarafından atıldı ve Alevilik anayasal güvence altında bir inanç olarak devlet tarafından resmen tanındı.

 

Etkinlik iki bölümden oluştu. Birinci bölümde Avusturya’daki devlet erkânına göre program yapıldı. Konuşmalar açıklamalar Almanca yapıldı. Burada tümüyle Avusturya Devletinin varlığı hissettirildi. Yani Avusturya’da olunduğu, onlarla bir bütün olunduğu imajı verilmek için abartılı bir şekilde Almanca’ya ve devlet protokol geleneklerine uygun bir şekilde davranıldı.

İkinci bölümde ise Panel vardı. Ve sonrasında serbest konuşmalar yapıldı.

 

Etkinlikler

Aleviliğin Tanınması Nedeniyle Tören ve

“Yolumuz Şah-ı Merdana Çıkar” Paneli

 

Avusturya Milli Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanlığı (BMUKK) un Avusturya’da Alevilik inancını “Din toplumu” olarak 22 Mayıs 2013 tarihli Resmi Gazete sayısıyla tanıdığını duyurması sonrası Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu (ALEVİ)nin 26 Mayıs 2013 tarihinde Viyana Mozaik salonunda düzenlediği “Yolumuz Şah-ı Merdana Çıkar” Konferansında Canlar ile birlikte coşkuyla kutladı.

Avusturya Federal Cumhuriyeti’nin Aleviliği “Din Toplumu (Anerkannte Religionsgesellschaft)” statüsüyle tanıması, 22 Mayıs 2012 tarihli Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmesi, Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu (ALEVİ)nin davet ettiği çok sayıda önemli kurum ve şahsiyetlerin katılımıyla, büyük bir coşkuyla kutlandı. Kutlama töreni iki bölüm halinde gerçekleştirildi.

Birinci bölüm Almanca olarak, ALEVİ İcra Kurulu üyesi sayın Mag.a Türkan Parlak’ın sunuculuğuyla gerçekleştirildi. ALEVİ İnanç Kurulu Başkanı Sayın Murat Yeşilbaş (Taner Dede)nin Çerağ’ı uyandırması ve Gülbank okumasının ardından, Viyana AKB üyesi Sayın Meltem Baykal’ın üç deyiş söyleyerek, yürekleri titretti. ALEVİ İcra Kurulu Genel Sekreteri Sayın Cengiz Duran konukları selamlamasının ardından ALEVİ İcra Kurulu Genel Başkanı Sayın Kazım Gülfırat kürsüye gelerek teşekkür konuşmasını gerçekleştirdi.

Avusturya Federal Cumhuriyeti adına konuşmayı Uyumdan sorumlu Devlet Bakanı Sebastian Kurz yaptı. Sebastian Kurz “Merhaba Canlar” diye başladığı konuşmasına “Alevilerin Avusturya’da tanınmasının kendilerini çok mutlu ettiğini, Avusturya’nın artık Aleviliğin ve Alevilerin vatanı olduğunu” ifade etti. Kurz “kapısının Alevi Toplumuna sonuna kadar açık olduğunu, bu kararla Alevilerin artık Avusturya Federal Cumhuriyetinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini ifade ederek; işte Entegrasyondan biz bunu anlıyoruz” diyerek sonlandırdı.

Daha sonra kürsüye TC Büyükelçiliğini temsilen Din işleri Müşaviri davet edildi. Barış ve kardeşlik mesajları verdiği, büyük Alevi ozanı Yunus Emre’den deyişler okuduğu konuşmasında, Aleviliğin din toplumu statüsünde tanınmasının kutladıklarını ve bu karara çok sevindiklerini ifade etti. Avusturya’da ki inanç toplumlarını temsilen konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Viyana  Katolik Başpiskoposu (Weihbischof) Sayın Mag. Dr. Franz Scharl “Alevileri iyi tanıdığını, İstanbul’da da Alevi temsilcileriyle görüştüğünü, orada Cemevini ziyaret ettiğini ve Aleviliğin tanınmasından çok memnun olduğunu” dile getirdiği konuşmasında “birlikte güzel bir diyalog ortamı oluşturacaklarını” söyleyerek, konuşmasını tamamladı.

Alevi Kurumlarını temsilen kürsüye gelen Hıdır Temel, Avusturya Almancasını çok iyi bilmediği için konuşmasını Türkçe yapmak istediği espirisiyle başladığı konuşmasında “bu tanınma kararıyla Alevilerin bir önemli eşiği daha geçtiklerini” söyleyerek, Avusturya Federal Cumhuriyetine teşekkür etti. Buradan Sayın Büyükelçinin hazır bulunduğu için, ilgili yere iletmesi ricasıyla, tüm Alevi Toplumunun mesajını iletiyorum diyerek “Sayın Büyükelçi, her ülkenin ve toplumun ak ve kara dönemleri vardır. Biz Aleviler tarihimizde tek bir kara döneme sahip değiliz. Avusturya Alevi inancı ve Alevileri tanıdı, bu ülke bölünmedi, bu ülke zarar görmedi, aksine bizim gönlümüzde taht kurdu. Bugün her cümlenin başında Teşekkürler Avusturya sözlerini duyuyorsunuz. Türkiye Aleviliği tanıdığı gün, şuna emin olun ki, tüm Aleviler, Süryaniler, Ezidiler, Şiiler, Caferiler ve en başta da Sünniler sevineceklerdir. Kardeşlik hukuku tanımayı gerektirir” diyerek konuşmasını tamamladı. Bu konuşması salonda bulunanların yoğun alkışına yol açarak, katılımcılar, bu istemleri desteklediklerini kaydettiler. Viyana 21. Bölge Belediye başkanı Sayın Ing. Heinz Lehner de konuşmasına “Merhaba canlar” diye başladı. Lehner “Alevilerin buraya yerleşmesinde çok çaba gösterdiğini ve mutlu olduğunu, bu tanınmanın kendisini daha çok mutlu ettiğini” belirttiği konuşmasında, Alevi toplumuna teşekkürlerini iletti.

Avusturya İnançlar Daire başkanı Mag. Oliver Henhapel, tanınma sürecinde güzel bir çalışma yapıldığını, Avusturya’da İslam inancına bağlı artık tek bir kurum olmadığını, bağımsız olarak hizmet eden Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumunun “Din toplumu” statüsüne erişmesi sonrasında artık eşit davranılmasının kendileri adına anayasal bir zorunluluk olduğunu dile getirdi. Henhapel konuşmasında eğer yanlış yorumlamadıysam, Eline ve Diline sahip olmak siz Aleviler için temel prensip. Tanınmayı gerçekleştiren arkadaşlarınızın, yasallaşma sürecinde hem ellerine hem de dillerine sahip olduklarını gördüm. Dört yıllık bir süre içerisinde tanınma süreci gerçekleştirildi. Alevilerin eşit statüde din toplumu olmasını yürekten kutluyorum. Buraya katılan bu kadar çok din toplumu mensuplarından, üniversite temsilcilerinden, devlet erkânından görüyorum ki, Aleviler diyalog ortamını yaratmada oldukça başarılılar. Hepinizi kutluyorum.

Son olarak kürsüye gelen, ALEVİ Genel Başkan yardımcısı Sayın Rıza SARI, “Danke Österreich” diye başladığı konuşmasında, dört yıl uzun gibi görünüyor ancak diğer toplumlarının tanınma sürecinin 20 yıldan daha fazla olduğunu düşündüğümüzde, çok kısa sürede tanınmayı gerçekleştirdiğimiz görülmektedir. Bu günlere gelmesinde emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarıma, dedelerime, kurum başkan ve yöneticilerine ve elbette ki Federal Avusturya Cumhuriyetine teşekkür ediyorum diyerek konuşmasını tamamladı.

Alevi Akademisi başkanı Sedat Korkmaz ve Viyana Alevi Kültür Birliği onursal dedesi  Miktad Güler, Çerağ’ın Alevilikteki yeri ve önemini kısaca anlatıp, çerağı sır etmeleri ve kapanış Gülbankı okumaları sonrası kutlama töreni sona erdi.

 

Kutlama Töreninin 2. Bölümü, Türkçe bölümü için Alevi Toplumunun  önemli kesiminin temsilcileri ile Caferiler ve Arap Alevilerinin temsilcilerinin konuşmacı olarak yer aldığı “Yolumuz Şah-ı Merdana Çıkar” konferansına geçildi.

 

Sunumunu ALEVİ Genel Bakan Yardımcısı Sayın Fazlı Temel’in gerçekleştirdiği Konferans, ALEVİ İcra Kurulu Başkanı Kazım Gülfırat’ın açış konuşmasıyla başladı.

 

Düzenlenen Konferansa:
- Alevi İnanç Kurumu Başkanı Sayın Murat Yeşilbaş
- Viyana Alevi Kültür Birliği Onursal Dedesi Sayın Miktad Güler
- Alevi Akademisi Genel Başkanı Sayın Sedat Korkmaz
- Alevi Akademisi Onursal Başkanı Sayın Mustafa Düzgün
- Türkiye Caferilerini temsilen Sayın İsrafil Demirtekin
- Arap Alevilerini temsilen EHDAV Genel Başkanı Sayın Ali Yeral
- ABF GYK ve Almanya ABF GYK üyesi, ve Hubyar Eğitim Vakfı Genel Başkanı Sayın Hıdır Temel
- ve ABF Genel Başkanı Sayın Selahattin Özel davet edildi.

 

Moderatörlüğünü ALEVİ Genel Başkan Yardımcısı Dipl. Päd. Sayın Ertürk MARAL’ın yaptığı Konferans başlangıcından Sayın Maral, “tanınma sürecine ilk adım 23 Mart 2009’da atıldı. 25 Ağustos 2010 tarihinde başvurumuz, Emevi Zihniyetlilerin itirazı sebebiyle reddedildi. 7 Ekim 2009 tarihinde Red kararını Anayasa mahkemesine taşıdık. 1 Aralık 2010 tarihinde Anayasa Mahkemesi Red kararını bozdu. 16 Aralık 2010 tarihinde, Muharrem ayının 10. gününde elimize gelen ön tanınma kararıyla, ulusal ölçekte “Din Toplumu” statüsüyle tanınmanın önü açıldı. “Din Toplumu” statüsü için gereken sayıda beyanı 25 Kasım 2012 tarihinde misliyle tamamladık. 9 Nisanda yapılan açıklamayla, 18000’e yakın imzanın doğruluğunun kanıtlandığı ve “Din Toplumu” olarak tanınmanın tüm koşullarını yerine getirdiğimiz devlet tarafından açıklandı. 8 Mayıs 2013 tarihine kadar tanınmaya itirazlar için süre verildi. 8 Mayıstan itibaren gün gün, saat saat, dakika dakika, saniye saniye,  resmi gazetede yayınlamayı bekledik. 22 Mayıs’ta Aleviliğin “Din Toplumu” statüsüyle tanınması kararı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu tarih Alevilerin tarihinde bir dönüm noktasıdır” diyerek, tanınmadan doğan haklarımızın belli başlıklarını saydı. 

Sözü ilk önce ALEVİ İnanç Kurulu başkanı Sayın Murat Yeşilbaş’a verdi. Murat Yeşilbaş elde edilen hakların önemine dikkat çekti. Sonrasında Viyana Alevi Kültür Birliği Onursal Dedesi Miktad Güler bu sürecin büyük zorluklarla aşıldığını gelinen noktanın tüm Aleviler için umut olduğunu ifade etti. Sürece katkıda bulunan Canlara teşekkür etti. Hubyar Eğitim Vakfı Genel Başkanı Hıdır Temel, bu tanınmanın yansımalarının tüm Avrupa’da olacağını ve asıl işin şimdi başladığını ifade ederek, konuşmasını kısa tuttuğunu çünkü çok önemli konuklarımızın olduğunu belirtti.

Alevi Akademisi Başkanı Sedat Korkmaz, bu tanınmanın tarihi bir gelişme olduğunu, işlerimizin asıl şimdi başladığını belirttiği konuşmasında katkıda bulunan tüm Canlara teşekkür etti. Caferileri temsilen konuşan Sayın İsrafil Demirtekin, Caferiler Lideri Selahattin Özgündüz’ün rahatsızlığından ötürü Konferansda hazır bulunamadığını belirterek Sayın Özgündüz’ün mesajını okudu. Kendisini Ali’nin yolunda görenlerin Suriye’de yaşanan bu durum nedeniyle bir araya gelmek zorunda olduklarını ifade etti. Bir Caferi olarak Türkiye’de kendilerine yaşatılan baskıyı anlattı. Avusturya’da Aleviliğin tanınmasının tüm Caferiler için de örnek olduğunu belirten Demirtekin, bize ışık oldunuz Hakk hepinizden razı olsun, diyerek konuşmasını bitirdi.

Alevi Akademisi Onursal Başkanı Mustafa Düzgün, ne mutlu ki, Alevilerin tüm renkleri Suriye örneğinde yapılmak istenen oyunu net olarak gördüler ve istisnasız ortak bir tavır aldılar. Kendisini nasıl adlandırırsa adlandırsın tüm Aleviler aynı sesi çıkarıyorlar.  Burada elde edilen haklar biz Aleviler için örnektir. Buna katkıda bulunanlara teşekkür ediyorum. Elimizden gelen katkıyı da sunmaya devam edeceğim dedi.

EHDAV Genel Başkanı Ali Yeral yaptığı konuşmasında, Alevilerin bu tanınmasının kendileri için büyük bir sevinç olduğunu, umutlarımızı yeşerttiği konuşmasında Antakya’da yaşananları ve faillerini belirtti. Kendisini evini kundaklayanlarla, reyhanlıda katliam yapanların aynı olduğunu belirten Yeral, adımız ne olsa da hepimiz biriz ve Aleviyiz. İbadet çeşitliliğimiz bizim için bir zenginliktir. Bizlerin görevi ortak hareket noktalarımızı konuşmaktır. Biz kendimizi böldürtmeyeceğiz. İçimizdeki zenginliğe de sahip çıkacağız dediği konuşmasında, Emevi zihniyetini sert bir dille eleştirdi.

Son olarak konuşan Türkiye’den Konferansa katılan Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin ÖZEL “bu yasal tanınmada emeği geçenlere selam olsun, bizi buraya davet edenlere selam olsun, bizim gelmemizi engellemek isteyenlere de selam olsun!” diye başladığı konuşmasında, Türkiye’de bu kararın önemli etkide bulunacağını anlatarak Türkiye’de ki gelişmeleri anlattı. Alevilerin birliğinin önündeki en önemli engelin üslup olduğunu belirten Özel, “üslubumuza dikkat etmek zorundayız” diye belirtti. Alevilerin en büyük kurumu ABF, konu Alevililerin hakları olunca elbette diğer Alevi Kurumlarla bir araya gelecektir. Türkiye’de Yavuz ve İdrisi Bitlisi ortaklığının kurulmak istendiğini belirten ÖZEL Alevilerin buna karşı ortak ses çıkarmaları ve bencil davranışlardan uzaklaşmaları gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizdi. (ALEVİ, Viyana, 26.05.2013)

 

Viyana’da Alevilik’le İlgili Gelişmeler…

 

Viyana Alevi Kültür Birliği Viyana’daki Alevilikle ilgili en önemli kurum. Bu Birliğin bünyesinde Mozaik isimli bir şirket var. Bu şirkete üye olanlar aynı zamanda Viyana Alevi Kültür Birliği’nin kurucuları veya üyeleri. Cemevinin, kültür binasının ve bu yapıyla ilgili her türlü taşınmaz malın da sahibi olan bu şirket yönetiminde ağırlıklı olarak “Alevilik İslam İçidir” görüşünü savunanlar hâkim.

Bir de şimdi Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu var (ALEVİ). Bu da hem Mozaik’ten hem de Dernek’ten bağımsız bir birim gibi görünse de onlarla bağlantısı var. Aslında Avusturya’da Aleviliğin bir inanç olarak Avusturya Devleti tarafından kabul edilmesi, inanç önderlerinin toparlanması, etkinliklerin yapılması konusunda, yani inançla ilgili ana yapı artık ALEVİ kurumudur. Avusturya’nın diğer şehirlerinde de üye birimleri olan ALEVİ; bir bülten çıkarmakta, bilimsel bir dergi yayınını hedeflemekte, Avusturya’da okullarda okutulacak Alevi derslerinin içeriği ve bu konudaki öğretmenler konusunda kilit rolü üstlenmektedir.

Bir de yine buradaki bina ve yapılan cemevi üzerinde, tüm Avusturya’daki Alevileri temsil etme, bu konuda her türlü kararı alma konusunda, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonun etkisi daha doğrusu söz sahibi olma isteği var. Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’na bağlı olarak hizmet yürütüyor. Bu tümüyle farklı bir kurum ve mevcut Cemevi yönetiminin, ALEVİ çalışmalarının tümünün karşısında onları çok ciddi bir şekilde eleştiren bir anlayışa sahip.

Bu nedenle burada aslında kurumlar arasında bir rekabetten söz etmemiz gerekir. Başkanlıklar, temsil, dedelik kurumu ve diğer üyelikler hep sallantıda, geçişli, tartışmalı yapılar. Kurumlar arası eşgüdümü oluşturmak ve hiyerarşik olarak kişiler arasında bir bütünlük sağlanması buradaki en büyük problemlerden birisi bence.

Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi ama şimdi hepsinden çok Viyana’da kazanlar kaynıyor. Ne için, kimin için kaynıyor? Tam bilinmiyor. Herkesin burada kendine göre bir hesabı var. Bu ifadeler sanki Lübnan, Filistin için kullanılan kelimelere benzedi.

Ama Aleviler kusura bakmasınlar, öyle dalmışlar ki birbirleriyle kör bir yarışa, dışarıdan nasıl göründüklerinin farkında değiller.

Yani sonuçta burada devletin desteğinde, işine gelirse PKK’nın, işine gelirse Ulusalcıların yardımını almaktan çekinmeyen kimliği belirsiz, kukla ve zayıf karakterli sözde yöneticiler gerçeği var.

Bir de burada her ne hikmetse, çok uzun süredir inşaatı devam eden bir de cemevi var. Aslında burası kısa sürede bitebilecekken bunun zamanın bilinçli bir şekilde uzatıldığı, halkan para yardımı almak için bu inşaatın sürekli ileriye ertelendiği şeklinde bir görüş de var.

Şimdi herkes Avusturya devletinden alınacak paraya odaklaşmış durumda.

Yani biraz da işin ucunda gözü çıkasıca şu para ve iktidar olmak, muktedir olmak yarışı var…

Olaya bu çerçeveden bakanlara Allah akıl fikir versin diyorum, daha ne diyelim…

 

Avusturya Alevi İslam İnanç Toplumu’na etkin olan kişi şu anda Ertürk Maral hocadır. Kendisi bu işte öncü isimlerden birisidir. Aynı şekilde bu çalışmalar içinde büyük emekleri olan Kazım Gülfırat, Kazım Balaban, Ali Temel, Bülent Öztoplu gibi çok değerli isimlerin de Avusturya’da Alevilerin haklarını almalarında emekleri olduğunu görmezden gelemeyiz.

Şu anda kendisini ciddi şekilde hissettiren soğukluklar bir gün inşallah giderilir, çabalar ortak çaba ürünü olarak görülür umarız.

 

Burada iki gün Balaban isimli köklü bir aşiretten Erzincanlı aynı zamanda yazar ve Bektaşi Dervişi olan Kazım Balaban’da, sonrasında 5 gün Tokat Almus Hubyar Sultan Ocağı’ndan Ali Temel’de kaldım.

 

26 Mayıs – 1 Haziran, Viyana

 

27 Mayıs 2013, Pazartesi

 

Kazım Gülfırat (1948)

(Dede, ALEVİ İcra Kurulu Genel Başkanı)

(Erzincan, Büyükkadıhan Köyü)

(Ağuiçen Ocağı, Seyyid Mençek Kolu)

 

Ayhancığım, buraya kadar geldiğin bizlerle ilgilendiğin, bu araştırmaları yaptığın için sana çok teşekkür ediyorum. Sizin gibi insanlara minnettarız. Bu işler çaba harcamakla, araştırma, gayretle, birlik ve beraberlikle olur. Sen kâmil bir insansın, okumuşsun, kendini geliştirmişsin sen bizim dilimizden anlarsın, gönlümüzden geçeni sezersin.

Ben 25 Haziran 1973 tarihinde Viyana’ya geldim. Kırk yılı geride bıraktım. 24 senedir de Avusturya’da, Viyana’da Alevilikle ilgileniyorum, bu işlere koşuşturuyorum.

Ayhan Bey,

Biz burada gerçekten çok uzun zamandan beri Alevilik konusunda çaba veren insanlarız. Avusturya’da ve Avrupa’nın her yerinde de aynı böyledir, Alevi olmak, Aleviyim demek, Aleviliğini meydana koymak, bu işlerle ilgilenmek öyle kolay değildi. Bugün her şey kolay. Eskiden nasıldı? Bunu unutmamak lazım. Eskiden her şey çok daha zordu.

Bizim ezelden beri en büyük isteğimiz ve bu işlere girişmemizin ne deni de bellidir; bizler inancımızı yaşatmak istiyoruz. Özetle bu böyledir. Alevilik bir inançtır ve bu inanç yaşatılmalıdır, yaşamalıdır. Bizler niye yıllar yılı bunu söyledik, bunun mücadelesini verdik? Bizler ezelden beri böyle yetiştik, atamızdan, dedemizden bunu gördük. Gerçekten inançlı ailelerden geldik. Sonradan insanlar şuraya buraya gitmiş olabilirler ama önemli olan, aslolan neslimize ihanet etmemektir. Bizler dedelerinizin, atalarımızın, babalarımızın, analarımızın yolundan gidiyoruz. O nedenle bizim verdiğimiz mücadele küçük bir mücadele değildir.

Peki biz burada neyi hedefledik, neyi yaptık? Sizler bunları bize soruyorsunuz.

Biz burada ilk önce inanç için ne yapabiliriz? Dedik. Benim ise en büyük arzu ettiğim şey sizlerin İstanbul’da, Türkiye’de Cem Vakfı’nda yaptığınız gibi tüm inanç önderlerini, yani dedeleri, babaları, dervişleri, anaları, zakirleri bir araya getirmekti. Bizim öncelikle yapmamız gereken buydu. Ben bunun için çok çaba harcadım. Herkese söyledim, dedesiz, cemsiz Alevilik olmaz dedim ve de bunu uygulamaya çalıştım. Bizi biz yapan sazımızdır, sözümüzdür, dedelerimizdir, cemimizidir, dedik. Sağ olsun benim hanımımla birlikte burada dedeleri de, yazarları, da sanatçıları da, profesörleri de ağırladık. Kendi evimizde ağırladık. Helali hoş olsun.

Avusturya’ya soracak olursan, sen de takip ediyorsun, burada Alevilik verilen büyük mücadeleler sonucunda 2 yıl önce tanındı. Bunda çok insanın katkısı vardır. Bizim inancımız Avusturya’da devlet olarak resmen iki sene önce kabul edildi. Alevlerin bayramları burada bayram olarak kabul edildi. Alevilik ders olarak kabul edildi. Viyana Alevi Kültür Birliği olarak bizler de öncü olduk, destek verdik ve İAGÖ yani İslam Toplumu kuruldu. Dedelerin birliğini kurup, inançta birlik için büyük adım attık. Ben de çok uzun süreler Viyana’daki Alevi kurumunun başkanı olduğum için, tecrübemden, inanç önderi olduğum, dede olduğum için, beni de buranın başkanı yaptılar.

Son gelişmeler çok kötü. Türkiye’deki son gelişmeler bizi endişelendiriyor. Burada ne yapılmak isteniyor. Türkiye’ye yönetenler ne yapmak istiyorlar? Tayyip Erdoğan aynen Muaviye’nin bir devamı olduğunu gösteriyor.  3. Köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi büyük bir hatadır. Büyük bir yanlıştır. Ama onlar kalplerindekini ortaya koymuşlardır. Avusturya’da Hitler adıyla bir köprüye bir isim verilebilir mi? Bu nasıl bir kafadır, bu nasıl bir görüştür, düşüncedir.

 

İmam Uzunkaya (1945)

(Erzincan, Çayırlı, Koçmarat (Turnaçayır)

 

Ayhan Bey, ben annemi çok erken bir yaşta kaybettim. 13 yaşında İstanbul’a çalışmaya geldim. İnşaatlarda çalıştım. Bir vatandaş beni Almanya’ya göndermek istedi. Ama askerliğim vardı. Daha 17-18 yaşındaydım. Benim aklıma bu çok yer etti, mutlaka ben Almanya’ya gitmeliyim, dedim. Askerlik var ama ben oraya gitmek istiyorum. Bir kere kafaya koydum. İlk önce kaçak yollarla Almanya’ya gittim, bir taksi tuttum gittim. O kadar ki Almanya’ya gitmek istiyorum. 1958-1960 arasında herkes Almanya’ya gitmek istiyor, kendini yazdırıyor, adam buluyor yazdırıyor. Herkesin kafasında bir Almanya sevdası var.

Almanya’ya ilk gittiğimde büyük çileler çektim. İlk önce Münih’e gittim. Bir ay çile çektim, işe giremedim. Sonra bir işe girdim. Asfaltlara döşeme yapıyordum. Ama ben pratik olarak iş yapabiliyordum, bir gün Alman çavuş şu döşeme işini yapabiliyor musun dedi, ben de çekinmeden yapıyorum, dedim. Hâlbuki nerden bileceğim, döşeme işini. Hemen on dakikada kaptım, ve işi tam yapmayı öğrendim, özendim. Bitirdim. 35 kişi idik, domuz ahırında kalıyorduk.

Öyle şeyler yaşadık ki, bazıları güllük gülistanlık sanıyor. Bizim çektiklerimiz kitaplar doldurur.

Benim avantajım sıkı Almanca öğrendim, baktım ki, burada Almanca öğrenmeyince bir şey yapamazsın, derdini anlatamazsın, işini halledemezsin…

Sonra hep önüme engel olan bir mesele vardı; Askerlik. 1963’de asker oldum, 1965’de terhis oldum.

Sonra tekrar Almanya, sonrasında 1972’de babam geldi.

1974 yılında Avusturya’ya geldim. Kendi ailemi İnsbugr’a getirdim. 1975’da Linz’e geldik. Burada havalar daha sıcaktı. İnsburg daha soğuk olduğu halde babam burası da soğuk dedi. Ben sosyal yönü kuvvetli bir insandım, işçi haklarıyla da ilgileniyordum. 1997 yılına kadar Sosyal Demokrat Parti’yle içli dışlı oldum.

Ayhan Bey, sayısız insanın Avusturya’ya gelmesi için büyük fedakârlıklarda bulundum. Ama şimdi bakıyorum da bu bir aptallıkmış. Bundan benim bir çıkarım yoktu. Öyle ki 50 bin Şilin gaz parası, 30 bin Şilin elektrik faturası geliyordu. Kalabalıktan çocuklar ders çalışamıyordu. Evde otuz kişinin kaldığını bilirim. Rahatlıkla söyleyebilirim 50 ailenin Avusturya’ya gelmesini ben şahsen sağladım. Anlatsan bir uzun kitap olur, birçok sıkıntıları boşu boşuna yaşadığımı şimdi çok iyi görüyorum. O kadar açılmaya ne gerek vardı?

İnanın ki, parasızlıktan dolayı icradan dolayı mahkemeye düştüm. Beş kuruşa muhtaç oldum.

Bizler Pirlerin yolundan giden insanlardık, inançlı insanlardık, gördüğüm rüyaları yorumlayarak kurtuluş yolları aradım. Allah’ım sen bana yardım et, benim kötü bir niyetim yoktu, bu benim başıma gelenler neydi? Dedim. 

2007’de İsmail Tanyeli bana geldi. Bir Alevi federasyonu kuralım, dedi. Ben de Cem Federasyonu’nun kurulmasını çok istiyordum. Bizler inancımızın yaşamasını, yaşatılmasını isteyen insanlardık. Yaşadığımız tüm yaşam koşullarına rağmen atalarımızdan aldığımızı buralarda da yaşatmak, çocuklarımıza anlatmak istiyorduk, bunun için fedakârlıkta bulunmaya hazırdık. On kişi bir araya geldik. Tüzüğü birlikte hazırladık.

Bizler önemli işler yaptık. İzzettin Doğan’ı Avusturya’ya davet ettik. Söyleşiler yapması için geldi.

Her zaman için Alevilerin haklarını almaları için çaba gösterdik. Elimizden geleni yaptık. Alevilik bir inanç yoludur. Kimsenin Aleviliği yozlaştırmaya hakkı yoktur. Bizim atalarımız çok çileler çektiler şimdi biraz rahat etmeliyiz.

 

Ali Temel (1971)

(Dede -Hubyar Sultan Ocağı)

Tokat, Almus, Hubyar Köyü)

 

Bizim köy eskiden Sivas’a bağlıymış.  Ben 18 Mayıs 1971 doğumluyum. İlk okulu Hubyar’da okudum. Alevilik bilgilerimi arttırmak için Kuran eğitimi de aldım bir süre. Benim çok küçükken bir büyük merakım vardı. Gerçekten de çok küçükken Alevinin ne olduğunu merak eder, sorardım. İçimde bir ayrı duygu vardı. Bu güzel bir şey, bu iyi bir şey, bunu bileyim, öğreneyim, bu konuda kendime bakayım duygusunu şimdi çok iyi hatırlıyorum, bu benim içinde vardı. Bizim köy Alevi ve dede köyü olduğu halde bazı ailelere daha çok ilgi gösterilmesi benim dikkatimi hep çekiyordu. Bunun sebebini bilmiyordum, merak ediyordum. Bende her zaman için öğrenme isteği vardı.

Taa 6/7 yaşlarında semah etmek isteği vardı. Hızır orucunu biliyordum, muharremi biliyordum. Demek ki, o köyün ortamı, o ortamın etkisiyle bizler daha çok küçükken bazı şeyleri görüyor, anlamaya çalışıyorduk. Bu çok ayrı bir duyguydu. Şimdi her şeyi daha iyi görmek mümkün oluyor. Ama köyde yaşam çok zordu. Gelir yoktu. Bizlerin çalışmaları yetmiyordu. Bu da çok küçük olsak da hemen öğrendiğimiz bir gerçekti.

Babam Kamil Dede 2009’da 79 yaşında Hakk’a yürüdü. Annem Fatma (Fadime) 85 yaşında İstanbul’da yaşıyor, ona ablam bakıyor.

1950’lerde vefat etmiş Mahmut Dedem eski yazıyı çok iyi bilen bir insanmış. Dedem aynı zamanda hocaymış. Şiirleri de varmış. Babam özellikle kızların okumasını çok isterdi. Her zaman için kızımı okutacağım, derdi.

Benim amcam Şıh Mehmet Dede cemleri yürütüyormuş.

Ayhan Bey;

Bence Hubyar Talibi Hubyar Dedelerinden daha çok yola sahip çıkıyor. Gerçekten ben taliplere daha büyük sevgi ve saygı besliyorum. Onların özlerinde itikat ve inanç beni şaşırtıyor, çok mutlu ediyor. Onlar gerçek mucizeye, yani kerametlere yürekleriyle inanıyorlar.

Bence mucizeler de çeşit çeşittir. Bir kere insan kucaklayıcı olursa, cömert olursa, misafirperver olursa, Ehli kâmil olursa o da bir keramet göstermiş olur. Önemli olan insandır, insan gönlünü kazanmaktır.

Bizler her türlü cemleri yaşıyorduk, yaşadık; görgü cemi, düğün cemi, kına cemi vardır bizlerde. Abdal Musa cemi vardır.

Görgü ceminde herkes görülür, sorulur, yıllık olarak her Alevinin  görgü ceminden geçmesi gerekir.

Dedeler; talip- dede ilişkisini, diyalogunu kesmemeli. Talip deyip geçmemek lazım. Talip olmazsa dedelik de olmaz, cem de olmaz.

Avusturya’daki çalışmalar da sizin de bildiğiniz gibi çok kolay olmadı. 1991-1992 yıllarında Ahmet Kömürcü Dede gelip St. Pölten’de cem yapmıştı.

Viyana Alevi Kültür Birliği 1991’de kurulmuştur. 16. Viyana’da küçük bir yerde faaliyetleri başlamıştır. Nuri Yılmaz Dede’nin bu kuruluşta emeği çoktur. Ben şimdi bakıyorum, kurucuların tümünü büyük saygıyla anıyorum. Benim de ilk sevgim ve ilgim ta o zamanlara kadar uzanır. Bu yola, bu kuruluşlara kimlerin emeği varsa hepsini büyük bir sevgi ve saygıyla anıyorum. Şimdi her şey çok kolay oldu gibi bir hava oluyor insanlarda. Ama bunun bir geçmişinin olduğunu hemen unutuyorlar. Bizim insanımızda, hatta hepimizde bu duygu vardır. Bence bu yanılgılara düşmemek gerekir. Kimin emeği varsa onlara teşekkür etmek gerekir. Aslında bu bizim temel sorunlarımızdan birisidir. Yani kadir kıymet bilmeyen bir toplumuz. Ben ise 1993-1995 arasında yönetime girdim.  1993 yılında Viyana Alevi Kültür Birliği’nde çok iyi hatırlıyorum Cuma sohbetleri oluyordu, sazlar çalınıyordu.

1993 yılındaki Sivas Olayları’nın ardından büyük hareketlenme başladı. Sonra 2. Viyana’da daha geniş bir yer tuttuk.

2006 yılında dört yıl yönetim kurulunda oldum.

İzzettin Doğan Dede’yi Avusturya’ya getirmek için mücadele ettik. Bu bile burada büyük olay oldu. Nasıl gelir, nasıl getirilir, sizler ne diyorsunuz, ne yapıyorsunuz? Büyük olaylar çıkacak, her şey kötü olacak, diyenler vardır.

Bizler cesaretle bu işin üstüne gittik. Özellikle ben de onun gelmesini istiyordum. Tehditlere aldırmadık, sizin de bildiğiniz gibi o işi başardık.

Gücümüz yettiği kadar, elimizden geldiği kadar bizler hizmet ettik. İyi niyetli olarak, iyi düşüncelerle hareket ettik. Emeğimiz varsa da herkesin emeği söylenmeli. Ama burada da çok büyük yanlışlıklar yapıldı. Halen de yanlışlar yapılmaya devam ediyor.

 

Kadim Ülker

Sosyal Hizmetler Uzmanı, Yazar

(1 Mayıs 1960, Sivas, Şarkışla, Sivrialan)

 

Kendisiyle uzun bir söyleşi yapıp, kayıt altına aldığım Kadim Ülker söyleşisinden not ettiklerim…

 

Avusturya’da, belki de tüm Avrupa’da okullarda yabancılar bu arada Türk çocuklarının büyük sorunları var. Her şeyden önce sizin bahsettiğiniz bazı hususlar doğru, duyumlarımız doğru. Avrupa’yı bizler mükemmel işleyen ve dört dörtlük adaletin olduğu bir yer olarak görüyoruz bu tamamen yanlış bir fikir ve kanı. Burada bir adaletsizlik söz konusudur. Bir kere buradaki temel zihniyet siz kimin çocuğuysanız sizler de onun kaderini paylaşmalısınız, anlayışı vardır. Çok zeki de olsanız aslında bir işçinin çocuğu işçi olmalı, anlayışı vardır. Sanılır ki bu Türkiye’ye özgü bir şeydir. Yani Türkiye’de derler ki işte zenginin çocuğu okur, okumuş ailenin çocuğu okur, işçi ailenin çocuğu okuyup ne olacak? Gibi şeylere inanılır. Aslında bir mantıkla buradaki de ayrı bir şey değildir. Çünkü burada çok eskiye giden ve değişmeyen, değiştirilmeyen gelenekler baskındır. Bu olay bir devlet politikasıdır. Uzun yüzyıllardan beri bu böyledir. Burada devletin insanları, insanların meslek edinmelerini, okuyacakları okulu bulma konusunda zorlayıcı, yönlendirici bir etkisi vardır. Burada Türk çocuklarının durumları çok kötüdür. Aileler evde Türkçe konuştuları için, Türk kanalları izlendiği için, çocuklar okullarda Almanca konusunda geri durumdadırlar. Bu onların eğitimi açısından son derece kötü olmaktadır.

 

1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum. 1987 yılında Sosyal Çalışma Uzmanı olarak çalıştım.

Ben on beş senedir iş hukukuyla ilgili danışmanlık yapıyorum. On yıl kadar Türkçe danışmanlık yaptım.

Babam yetmişli yıllarda Viyana’ya gelmişti.

Ben buradaki Türklerin sorunlarıyla yoğun bir şekilde uğraştım ve uğraşıyorum bu benim hem işim, hem de uğraş alanım.

Ayhan Bey; burada insanlar 70 yaşına kadar dilerlerse çalışabiliyorlar.

Burada Türklerden dolayı yabancı düşmanlığını görmemek mümkün değil. Avusturya’da bir 1683 Viyana Kuşatması etkisini görmek mümkün. İkinci Dünya Savaşı’nda mahalleri yok edilen, hayatları yok edilen Avusturyalılar onları unutuyorlar ama Türklerin Viyana’yı kuşatmalarını unutamıyorlar!

Buradaki Türkler çok başarılı oldular her alanda. Ama bunu kabul etmek istemiyorlar. Buradaki ırkçı parti lideri açıkça Türk düşmanıydı. Broşürlere kadar işlemişti bu. Burada aslında bakarsanız Türklerin suç işleme oranları normalde düşükken, Avusturya’nın bulvar gazeteleri tüm kirli işleri, suçlu işleri Türklerin ve yabancıların üstüne atmak gayretindedir.

 

28 Mayıs Salı

Birol Kılıç

 

Aslında Viyana’daki başarılı Türk simalarından birisi olan Birol Kılıç’ı Kazım Balaban sayesinde Viyana’nın merkezindeki ofisinde ziyaret ediyoruz. Ama asıl söyleşiyi akşam yine Kazım Balaban’ın evinde yapıyoruz. Ses kaydına aldığım söyleşisinden satır aralarını sizlerle paylaşıyorum…

 

İstanbul Şişli doğumluyum. Çapa Tıp Fakültesi’nde 3 yıl okudum. Ama Zürih Teknik Üniversitesi’ne geçtim. Yüksek Mühendis oldum ama benim okuduğum bölüm Haberleşme, Medya üzerineydi. İş hayatına çok erken girdim. 25 yaşında kendime ait bir şirketim vardır. 20 yıldır Türkiye-Viyana arasında gidip – geliyorum. Her iki ülkeyi gözlemliyorum. Aralarındaki ilişkileri takip ediyorum. Asıl olarak yayıncılık işiyle uğraşsam da benim işim kültür, halkla ilişkiler.

Avusturya’ya gelen Türklerin burada çok büyük problemleri oluyor. Bir kere “ithal gelin – ithal damat” buradaki yaşamı alt üst eden faktörlerden birisi. Sırf akraba, hemşericilik ilişkilerinden dolayı insanlar evleniyorlar. Birilerini kurtarmak, ona iş bulmak vs. adı altında Türkiye’den insanlarla, çok tanımadıkları insanlarla, zoraki evlilikler oluyor. Bence bu çok büyük bir problemdir.

Burada çok ciddi bir dil problemi vardır. Türkler maalesef burada Almanca konuşamamaktadırlar. Bu da onların, okullarını, işlerini, yaşamlarını çok olumsuz etkilemektedir.

Burada bir önemli sorun da işsizliktir. Avrupa’da da, Avusturya’da da işsizlik hat safhadadır.

Yeni Dünya bir Türk tarafından kurulmuş önemli kitapların yayınlandığı Almanca-Türkçe yayın yapan bir yayınevidir.

Bizler de Yeni Vatan Gazetesi’ni çıkarıyoruz. Reklamlarımızı alıyoruz. On yılılk bir hizmetimiz var. Bizim temel amacımız Avusturya Devleti ile Türk Devleti ve Avusturya’da yaşayan Türkler arasında bir köprü kurabilmektir. Biz gerçeklerin, doğruların yanındayız. Benim yaşamımda mezhepçilik, bölgecilik, hemşericilik, milliyetçilik yoktur.

Buradaki Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda ben muhabirlik de yaptım.

14 yıllık bir Yeni Hayat vardır. 50 bin baskı yapmaktadır. Bu gazete ücretsiz olarak dağıtılmaktadır. Reklamlarla ve desteklerle yaşıyoruz. Ben on dört yıldır bunların mücadelesini veriyorum. Bizim amacımız gazetenin her yere ulaşmasıdır.

Çok çalışan kazanır. Hiçbir balktaya sap olamamışlar, hiçbir emek vermemişler, çok büyük yerlere gelmek istiyorlar. Burada bizlerin kendimize bakmamız gerekir. Kendimizi eleştirmemiz gerekir. Sizler yıllar yılı koştuğunuzu söylüyorsunuz, geziyorsunuz, çekimler yapıyorsunuz, araştırmalar yapıyorsunuz, kitaplar basıyorsunuz, çalıştığınız kurumun sizi desteklemediğinden bahsediyorsunuz. Bu nasıl olur? Böyle bir gelişme olmaz.

Sağcısı, solcusu, dincisi işin kolayından yükselmek, zengin olmak, bir yerlere gelmek istiyorlar. Bunlar ilkel kafalardır. Bunların aşılması gerekir. Herkes emeğiyle, bilgisiyle, başarısıyla hedeflediği yerlere gelebilmeli. Ama bunları Türkiye’de ve Türkiye’den buraya gelenlerde göremiyoruz. Ben bunlara üzülüyorum ve bunları kabul etmiyorum. Ben kendi yolumda yürüyorum.

Bence Türkiye ve Avusturya ve burada yaşayan insanların en büyük sorunu “Uyum Problemidir”.

Ayhan Bey soruyorsunuz, buradaki büyük problemleri… İşsizlik. Türkiye’nin AB. Müktebasatını yanlış yorumlaması ve uygulamaması, her şeyin kolayına kaçmak istemesi sonucunda AB süreci sekteye uğradı. Buradaki insanlarımızın bence en büyük sorunu işsizliktir. Ama burada yine de işsizlik parası alınıyor.

Eğitim. Bana göre buradakiler; “Vitrin Müslümanları’dır. İnsanlar her türlü değeri bu arada İslam’ı da kullanıyorlar. Türkleri bir arada tutmak sorunlarını çözmek için bazı kurumlar kurulmuş. Köprülerin kurduğu Avusturya Türk Kültür Cemiyeti var. Ayrıca Türk Kültür Cemiyeti var.

 

29 Mayıs 2013

 

HASAN AYIK (1954)

(Dede, Baba Mansur Ocağı)

(Tunceli, Pülümür, Ünveren (Mukuf))

 

On Ekim 1954 doğumlu olan dede kendilerine çevrede “Ali Babagil” dendiğini söylüyor. Dedeliği yaşadıklarını, yaşattıklarını söyleyen Ayık şunları dile getiriyor.

 

Bizler taliplerimizle devam ilişki içindeydik. Her Hızır cem bağlardık. İnsanlar inançlarına bağlı, duygusal insanlardı. Bizim orada “Hızır Ayağı Ziyareti” vardır. Burada kurbanlar kesilir. Bizim yöremizde inanç çok kuvvetliydi. Eskiden mahkeme kapısı nedir bilinmezdi. Talip köylerimiz şunlardı: Çorş (Taşlık) Sindar Mezrası. Sansa Göykan Mezrası, Elmalı, Erzincan Yeniköy, Şıhlı (Mertekli), Tercan’da Doluca (Çancik) bizim talip köylerimizdi.

Avusturya’ya 1977 yılında turist olarak geldim. Sonra çalışmak için ilk önce 1990’da St. Pölten’e geldim. Yaşam mücadelesiyle baş başa kaldık. Ama inancımızı yaşatmak istiyorduk. İnançsız insan olmuyor. Dedelik kurumunun gereklerini yerine getirmek istedik. İsmail Tanyeli isimli çok inançlı bir büyüğümüz vardı. Onunla tanıştık. Aleviliğin burada yaşatılması için mücadele verdik. İnsanları bir araya getirip toparladık. Burada mücadele eden insanlar bellidir.

Nihayetinde de herkesin katkılarıyla Avusturya’da Alevilik yasallaştı. Burada Halil Coşkun Dede, Mahmut Coşkun Dede, Kazım Gülfırat Dede, Hasan Ali Buğa Dede gibi isimlerin de katkılarıyla buradaki cemevinin mülkiyetinin elde edilmesi için gayret gösterdik. Cemevinin mülkiyetinin alınması için gayret ettik. Bizim cemlerimize 500 kişi katılır. Benim tahminime göre Avusturya’da 60 bin Alevi yaşıyordur.

Bizler 2 Dedelik Çalıştayı yaptık. 2008-2009 yıllarında topladık. Gayretlerimiz oldu devam da ediyor.

 

Mithat Güler (1943)

(Dede, Ağuiçen Ocağı)

(Tunceli, Hozat, Söğütlütepe (Bargini/Karabakır))

 

Kendisiyle cemevinin misafirhanesi olan ve kendisinin kaldığı mütevazi odasında uzun bir söyleşi yaptığım Mithat Dede’nin buradaki en önemli simalardan birisi olduğunu söylemek gerekir. Bazıları işçi olarak Avrupa’ya gelir, burada kalır. Sonradan Alevilik çalışmaları başlar. Çok azı da Mithat Güler Dede gibi sonradan bu ülkelerin bir parçası olur. Alevilik’le ilgili Türkiye’den Avrupa’ya gelip en uzun hizmetleri verenlerden birisinin Mithat Dede olduğuna inanıyorum. On yıldan fazla bir zaman içinde inanç hizmetlerini yerine getirmek amacıyla Viyana’ya gelen Mithat Dede buranın ayrılmaz bir parçası en renkli simalarından birisidir. Bilgili, bilinçli, hoşgörülü, birleştirici, kamil, ahenkli, sazıyla, sözüyle aranan, sevgi dolu bir insan olan Mithat Dede burada Aleviliğin ayrılmaz bir parçası olmuş durumdadır.

 

Köyümüzün tümü Ağuiçen’lidir diyen Mithat Dede normalde de Ankara’da otursa da, Tunceli’yle ve Mersin’le devamlı bağlantı içinde çok yönlü bir insan.

1984 yılında emekli olan Güler Dede, 1988 yılında Mersin’e yerleşmiş. 1992 yılında Mersin’de Hünkar Hacı Bektaş  Veli Derneği’nin kurulmasında öncü olmuş. 1993, 1994, 1995 dernek başkanlığı yapmış. Ankara’da Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezi’nde iki yıl boyunca hizmet ettim. Bizler orası daha inşaatken kurbanlar kesiyorduk. Ali Doğan’la birlikte çalıştım, diyen Mithat Dede şunları anlattı:

 

Bizim köyümüzün tümü Auğiçen’lidir Aydın Bey. Köklerimizi sizler de çok iyi biliyorsunuz. Bizler kök olarak On İki İmamlardan İmam Zeynel Abidin’e kadar uzanır. Sonra Zeyd, Ebul Vefa var. Öncü olarak; Koca Seyid, Mir Seyid, Seyyid Mençek, Köse Seyid. Bunlar dört kardeşlermiş.

Bizim ayrıca çok geniş bir talip kitlemiz var. Mersin’de, Adıyaman’da, Amasya’da, Çorum’da, Sivas’da, Erzincan’da. Talip kitlemiz çok fazladır. Elazığ, Mersin, Ankara benim kaldığım başlıca yerlerdir. Ama her yerde hizmet etmeye çalıştım. Ben inancımı yaşatmak için her yere giderdim. Yeter ki ecdadımıza layık olmak için hizmet edelim. Ben çağrıldığım her yere gidip üzerime düşen görevleri yerine getirmek için çok gayret gösterdim. Sivas Ali Baba Mahallesi’ndeki cemevinin temel atmasında da ben vardım. 1989 yılından itibaren ise Avrupa’ya da gidip gelmeye başladım. İlk önce Heilborn’a gittim. 1990’da Almanya Federasyonunun çalışmaları vardı. O zaman da geldim. Federasyonun Köln’deki merkezinin alınmasını da biliyorum. Avusturya Vorarlberg’a davetli olarak geldim. Bregenz belediye başkanı bizzat beni davet etti. Kasım Aksu aracılığıyla bir belge doldurdum bir senelik vize verdiler. Bu davetler devam etti. Bizler orada Alevilikle ilgili cemlerin yapılması, Aleviliğin gençlere anlatılması konusunda mücadele verdik. Bizler inancımızın yaşamasından başka bir şey düşünmüyorduk. Hatta Ayhan Bey 1902 yılında burada İslam zaten yasalara girmiş. Buradaki arkadaşları buna araştırdı ortaya koydular.

Bizim köy bir inanç merkezidir. Herkesin ilgi duyduğu, bağlandığı, ziyaret etti bir köydür. Bizler hiçbir ocağı, hiçbir talibi, hiçbir insanı biri birinden ayırmadan seven insanlarız. Gerçek dede de böyle olmalı. Ancak kamiller önüne diz çökülür. Alevilik cemle başlar. Cem Aleviliğin en önemli kilit taşıdır. Bu yol için Paris’e de gittim. Orada da cem yaptık. Bizim dedelerimizin, amcalarımızın,babamızın mezarları da ziyaret edilir, türbe olmuştur.

Sivas Hafik Yalınca’ta biz de oturduk. Büyük dedelerden Sayid Keki vardı. O yolun kurallarını çok iyi bilirdi. Onun büyük etkisi, nufusu vardı. Adıyaman Çelikhan, Bulam’da Alevilik yaşıyor. Apı Aziz her sene törenler yapılıyor. Seyyid Keki oğlu Seyyid Mahmet Ali var, Seyyid İsmail, Seyyid Hüseyin var.

Bir de bizim ocaktan Miktat Dede vardı. O çok bilgili, derin bir dedeydi. Hüseyin Güler dede var. Ali Haydar (Ali Dede) çok önemli bir dededir. Aycancığım bizim yolumuz zengindir, derindir. Çok insan var bu yola hizmet eden.

Bizim esas büyük büyük dedemiz Pir Mehmet Ali Dede derler, biz esas onun torunları oluyoruz.

Tunceli’de aşiretler arasında bir tartışma oluyor. O zamanlarda, Sarı Saltık Ocağı’ndan Seyyid Kasım, Baba Mansur Ocağı’ndan Seyyid Hasan, Hacı Kureyşan Ocağı’ndan Mahir Dede varmış. Bu ocakları temsil ediyorlarmış. İşte aradaki bu tartışmalardan sonra bizim büyük dedemiz Pir Mehmet Ali Dede sonrasında Sivas’a geliyor. Sonra tekrar memleketine dönmek istiyor. Biz bunları çocukken hep dinlerdik. Sonra kendisi işte Seyyid Halil’i tembihliyor bu işleri sürdürmesi için.

Aslına bakarsan Koca Seyyid deniyor ya, ocak öncüsü olarak onun esas ismi Ahmet’miş. Bizim elimizde seceremiz vardır.

Ebul Vefa bizim ocağın köküdür. Ondan sonra bizim ocak hizmet vermek için dağılmış. Amasya’da da Ağuiçenli dedeler var. Diusbirg’’da da hizmet gören dedeler var. Erzincan’da var.

Ebul Vefa

Kendisi 990 Hicri, 1017 doğumludur. Büyük dedesi İmam Zeynel Abidin’dir. Babası Muhammed Zeyd’dir. Ebul Vefa’nın babası Muhammed, onun babası Muhammed Zeynel (?), onun babası Ali, onun babası Hüseyin, onun babası Büyük Zeyd, onun babası İmam Zeynel Abidin.

Kendisi 990 hicride Kufe’de doğmuştur.

Söyleşiye 1 Haziran’da devam ettik. Cumartesi günü.

Kırklar Cemi 616 yılında kurulmuştur. 622 yılında 12 kişi vucüt buluyor. Aynı yıl 48 kişi daha biat ediyor. 12 hizmet ilk başta 48 kişiyle yapılıyor. El Ele El Hakk’a orada gerçekleşiyor. 628 yılında 4. Biat gerçekleşiyor. Samur Ağacı’nın altında 1524 kişi biat ediyor. O ağaç önemli ve o ağacın dalları da önemli. O yüzden o ağaca veya o ağacın bir dalına (sondan bir sembol oldu) “Tarik-i Müstakim / Secerey-i Ridvan” denir.

632’da Kadir Hum’da büyük birlik toplanıyor. Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi kendi vasisi tayin ediyor. Hatta Ömer de Hz. Ali’yi tebrik ediyor. Birlikler böyle kuruluyor…

 

(Çok uzun ve çok zengin söyleşi, tam metin olarak yayınlanacaktır. Ayhan Aydın)

 

Bir de Türkiye’de köprüye (3. Boğaziçi Köprüsü) Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi, çağ dışı bir yaklaşımdır. Bunu kınıyorum. Bu zihniyet Muaviye – Yavuz zihniyetinin bu ülkede devam ettiğini göstermektedir.

Bu bizi çok üzüyor, Türkiye’de olup bitenler bizleri çok endişelendiriyor.

Almanya’da ilk dernek Sabit Yıldız (Erzincan –Çayırlı’lı) tarafından kuruluyor. Ben de vardım. Helborn’da ilk derneği kurduk.

 

Kazım Balaban

(Bektaşi Dervişi – Balım Sultan Erkanı (Kolu))

Araştırmacı – Yazar

 

Kendi yöresi, burada yaşayan Alevilik, dedeler, cemler konusunda bilgi sahibi olan, Alevilik’le ilgili kitap çalışmaları bulunan ve Bektaşi Yoluna intisap edip, erkânlarını yürüten, Avusturya’daki ve Avrupa’daki, Türkiye’deki çalışmaları takip eten Kazım Balaban buradaki önemli simalardan birisidir.

Kendisiyle uzun söyleşi yaptığım Kazım Balaban söyleşisini tam metin olarak yayınlamak niyetindeyim. (Ayhan Aydın)

 

Yılmaz Demir (Zakir)

 

Bizler Celal Abbas (Ali Abbas)’lıyız, talibiz.

Tarik – Çubuk – Erkan – Tarık… Bunlar aslında aynı şey için kullanılan kelimeler.

Erzincan, Tercan Bulmuş Köyü’nde Derviş Camal türbesi vardır. Ama buraya camii yaptılar. Dernek kuruldu. Dedeler vardır.

Bizim rehberimiz 1978’de Hakk’a yürüdü. Gençler, çocuklar kendi kültürlerinden uzak kaldılar. Hele burada inancı yaşamak çok zor. Pir çok önemlidir. Pirsiz Alevilik olmaz.

Bizim yöredeki en önemli ziyaretler: Büklü Dede (Pülümür), Büyük Çeşme, Başköylü  Hasan Efendidir. Orada otuz kırk kurban kesilir.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile