Veli Akkol Dede Işıklı Yolculuğuna Çıktı...

VELİ AKKOL DEDE Işıklı Yolculuğuna Çıktı…

Ayhan Aydın

1937, Malatya, Arguvan, Gürge (Koyuncu) köyü doğumlu; Şeyh (Şıh-Işık) Süleyman Evlatlarından, Veli Akkol Dedemizi, 28 Ocak 2016 Perşembe gecesi kaybettik.

20 yıldır, dünyanın en önemli Alevi - Bektaşi inanç ve kültür merkezlerinden birisi olan Şahkulu Sultan Dergâhı’nda görev yürüten, oranın post dedesi olmasının dışında, etkin isimlerinden birisi de olan Veli Akkol Dede için İstanbul ve Malatya’da cenaze merasimleri yapıldı.

İlk etkinlikle; Veli Akkol Dede için, uzun yıllar boyunca çalışmalarına önemli katkılar sunduğu Cem Vakfı Genel Merkezi Yenibosna Cem Kültür Evi’nde kendisinden helallik alındı.

Yine aynı gün öğlen sonrası Şahkulu Sultan Dergâhı’nda Veli Akkol Dede için bir merasim düzenlendi.  Binali Doğan Dede tarafından Alevi erkânına göre cenaze erkânı yerine getirildi.

Burada çeşitli konuşmalar yapıldı, dualar edildi, sevenleri tarafından ağıtlar yakıldı.

Şahkulu’ndaki cenaze merasimine; başta birçok Alevi Bektaşi kurumunun başkan, yönetici ve dedeleri, ozanlar, yazarlar olmak üzere yüzlerce kişi katıldı.

Veli Dedemiz; Şahkulu Sultan Dergâhı’ndan uğurlanarak, son yolculuğu için aile fertleri, sevenleri tarafından memleketi olan Arguvan’a doğru yola çıkarıldı.

29 Ocak Cuma günü doğduğu köy olan Gürge’de, evinin önünde, hem köylüleri, hem de kendisini seven çevre köylerden gelen insanların katılımıyla ve Ali Rıza Akkol Dede’nin yine cenaze hizmetlerini yerine getirmesi sonrasında, omuzlar üzerinde atalarının yattığı köy mezarlığına (türbe alanı) getirildi.

Burada hayır dualar edildi, helallik alındı…

Gözyaşları içinde Atalar Ruhu’na teslim edilen Veli Akkol Dede’nin naşı; sonsuz istiratgahı olan mekânda bırakılırken, ölümsüz ruhu kendisini seven binlerce insanın hayır duaları yanında, hizmetleriyle anılacak bir ulu pir olarak, Anadolu’nun birlik ve beraberliğinin, sevgi ve dostluğun timsalleri olan erenler katarına katılmış oldu…

 

 

Ey sevgili Veli Akkol Dedemiz;

Seni şimdiden özledik, sen de bizlere haklarını helal et…

Senin yolundan, izinden, erkânından gidecek gençler; inşallah atalarının, diğer dedelerin ve senin verdiğin hizmetlerin karşılığı olarak bu topluma hizmet etmeye devam ederler…

Nurlu Veli Dede, sen de, senin gibi tevazu sahibi çocuklar, torunlar yetiştirmişsin…

Onlar ve onlar gibi senin evlatların olan Alevi Bektaşi gençliği senin açtığın aydınlık yolda yürümeye devam edecektir.

Tüm dilek ve temennimiz budur…

Sonsuz ışıklar içinde uyu…

 

(Veli Akkol Dedemizin 7 Yemeği (Lokması), 7 Şubat 2016, Pazar günü, Saat: 16.00’da Şahkulu Sultan Dergâhı’nda verilecektir. Ailesinin istemiyle; tüm sevenleri, dostları, muhibleri, talipleri, yarenleri davetlidir…)

 

VELİ AKKOL’UN ŞAHSINDA YAŞAYAN DEDELİK VE ALEVİLİK…

Veli Dede’nin yanına giden huzur bulurdu. Sinirlendiği de belki olmuştur, insandır. Ama ona hep güler yüz, tevazu yakışırdı.

Kadınlar, erkekler, gençler onda ne bulurdu? Biz ne bulurduk onda? Niye onu özler, onunla sohbet etmek isterdik?

Hep çok ihtiyacı olanlar, derdi olanlar, konuşacağı, soracağı şeyler olanlar mı Veli Akkol Dede’ye ve onun gibi gerçek dedelere, içlerinde bir sevinçle, koşarcasına giderlerdi?

Aşk deryasına girip sizi bulunduğunuz anın sıkıcılığından ve anlamsızlığından alıp, bir başka âleme, belki bir düş dünyasına, belki de tüm insanlığın arayıp bulamadığı huzurun dünyası olarak görüp girdikleri inanç dünyasına götürenler vardır; inanç önderleri diyebileceğimiz rehberler; papazlar, hocalar, keşişler, hahamlar gibi.

İşte Alevi Bektaşi dünyasında da bunlara dede ve baba denir zaman zaman derviş denir, ozan denir, âşık denir, kamber denir.

Sizi bir ışık dünyasına götürmesini istediğiniz, dertlerinizden, tasalarınızdan sizleri alarak, her türlü derdi gideren, çölü cennete çevirebilen Hızır’ın dünyasına sizi ulaştırmasını arzuladığınız insanlar ararsınız. İşte bu inançta onlara Alevilik Bektaşilik’te dede ve baba denir.

Yanmış yakılmış savaş meydanları gibidir hayatın gerçeklerinin gerçek yüzü. Aç, susuz çocuklar, soğukta titreyen yaşlılar, tüm umutlarını tüketmiş çaresizler… Bunlar şu anda da dünyanın dört bir tarafında milyonlarca insanın kaderi yapılmış acı gerçeklerdir. Ama yeryüzü insanlığı, insan tabiatına uygun hale getirildiği gibi bunları benimsemiş gibidir. Karnı toksa, televizyon ekranlarından izlediği gibi hemen yanı başında yaşanan bu acımasız gerçekleri izler geçer, gider. Kendini sorgulamaz bile ben bir insan olarak bu haksızlık karşısında ne yapabilirim, diye. Ama belki de bu doğal bir durum mudur? Şu dünyada dertsiz, tasasız insan yok, derler. Elbette savaş meydanlarındaki gibi gaddar değildir ama her insanın dünyası biraz da acılar dünyasıdır. İşte sözde boylu poslu, endamlı, kıyafetiyle kelli felli, vakur, huzurlu, emin adımlarla yolda yürüyenlerin bile hemen tümünün hayatlarının mutsuzluklarla dolu olduğunu bile biliyoruz.

Dünya sahnesinde herkes çok iyi rol yapabildiğinin kanaatinde olduğu kadar sağlıklı olduğunun da yanılgısı içindedir. Ama rol yapmaya ne hacet, ölüm değil mi, tüm canlılara ve elbette insanların tümüne de gelip ulaşacak, hastalık değil mi ki hemen yanı başımızda, yokluk, yoksulluk hemen herkesin hayatlarında yaşadıkları gerçeklikler değil mi?

İnsan sosyal bir varlık olarak; ailesinde, işinde, okulunda ve tüm çevresinde çevrili olduğu insan ilişkileri sayesinde, insandır. Herkesin derdi vardır, sevinci vardır, bin bir hülyası, planı, programı, hayali vardır. Ama tüm bunlar başkalarıyla paylaşılınca anlamlıdır. Yüce dağların başında yaşayan insanlar da var… Yalnızlığı seçen, bin bir nedenden dolayı… Elbette onların da bazı düşünceleri, planları vardır… Ama yanında hiçbir insan olmayan, dağlar başında yaşayan ve tüm hayatını orada sürdürmek isteyen bir insanı düşünürsek, onun hayalleri ne kadar insani olabilir? Biz bu soruyu sorma hakkına sahip miyiz, diyenler olabilir. En azından şöyle diyemeyiz mi? Kendisinden başka tek bir insanın olmadığı bir yaşamda insana ilişkin bir gelecek, bir hayal, bir düş kurulabilir mi?  İşte insan düşünen bir canlıysa, aynı zamanda sosyal bir canlı olması ancak ve ancak insanlarla, insan ilişkileriyle mümkün olur…

Geçmişte de, bugün de, gelecek de de işte sosyal bir çevrenin içinde yaşayan bu insanoğlu, kendini var edebilmek için sıkı sosyal bağlarla hayata tutunan, tutunabilen bir insansa, yaşamın büyük güçlüklerini atlatabilir. Bu ancak böyle mümkün olur. İnsanı annesi, babası tüm aile yakınları, sevdikleri, arkadaşları, dostları ve de hayat arkadaşı, çocukları ve en yakınları ayakta tutar…

Ama insan sosyal bir varlık oldukça toplum içinde nice nice farklı insanlarla, insan topluklarıyla yan yana gelir, iç içe yaşar. Görür ki, yaşam sadece kendi dar çevresinden ibaret değil. Bunu böyle sananlar ise hayatları boyu yaşamı kendilerine dar eden, zaman zaman kendini beğenmişliğin pençesine düşebilen, gerçekte ise yalnız insanlardır.

Sanatçılar, edebiyatçılar, bilim insanları, gazeteciler… Türlü insan figürleri… Sevdiğimiz, önemsediğimiz, yaşamı daha anlamlı kılan, daha yaşanılır kılan, nice nice insan toplulukları, öbekleri…

İşte Alevilerin Bektaşilerin de yüzyıllar boyunca sadece inanç dünyalarına rehberlik etmekle kalmamış aynı zamanda, toplum önderi, tüm tutum ve davranışlarıyla toplumun ortak değeri olarak, sevilen sayılan kişileri olarak dedeler, babalar önemlerini hep koruya gelmişlerdir.

Babacan, kucaklayıcı, nüktedan, bilgili, hazır-cevap, pozitif düşünen, problem çözen, ayrım yapmayan, gerçek hoşgörü timsalleri, dürüst karakterli, ezbere nice dualar, şiirler, güzel sözler söyleyen, anlık olarak pratik düşünüp sorunları halleden, çocukla çocuk, kadınla kadın, erkekle erkek olabilen, hastanın yanında, nikâhta en mutlu günlerde, ölümlerde en zor anlarda hep insanların yanında yer alabilen…

İşte dedeler, babalar, zaman zaman zakir ve âşıklar, ozanlar… Bunlar toplumun öncüsü olmuş, rehberi olmuş kimliklerdir…

Alevi Bektaşi toplumunun hiç şüphesiz ki, tem sembol kişiliklerinin başında bu inanç ve toplum önderleri, rehberleri gelir…

Onların sofraları herkese açıktır, onların evi tüm köyün, köylülerin, tüm Alevilerin Bektaşilerin, tüm insanlığın evleridir. Gerçek paylaşım da oradadır, gerçek dayanışma da oradadır. Gelen insanlar geri çevrilmez, dertliler derman, hastalara şifa kapılarıdır dede, baba evleri…

Dede evi, cemevi, tekke, dergâh…

Tarihler boyunca bu sıcak insan ilişkilerin yaşandığı, inanç, kültür, ilim, irfan yuvaları olmuş mekanların adlarıdır.

Cemler kurulanca; Sazlar çalınca, gönüller birlenince, tevhit kararını alınca, ayaklar yerden kesilip Kırklara karışan canlar insan olmanın vasfına erdikçe, gözlerden kâh gözyaşları, dudaklardan Hakk Muhammed Ali nidaları yükseldikçe, insan bir bedende cem olup, bir can olunca insanlık da huzura ermiş olmuş… Orada barış güvercinleri uçar, orada lokmalar eşit paylaşılmış karınlar doymuş, herkes bir huzurun mutluluğunu birlikte yaşarlar.

Veli Dedemle yirmi yıldır yan yana, diz dize idim… Elbette onu sevenler çok… Ben de onlardan birisiyim. Benim için ise o birçokları gibi o çok farklı bir insan, farklı bir dede, farklı bir önderdi.

Veli Akkol dedem de elbette bazılarını daha çok sever, bazılarından hoşlanmaz, bazı konularda daha hassas olurdu… Ama Veli Dede’yi Veli Dede yapan; onun gerçek bir Ehlibeyt mürşidi olması, Ehlibeyt’in aydınlık yoluna en içten bir şekilde inanmış olmasıydı. Güttükleri İmam Hüseyin davasıyla haksızlıklara ödün vermeyen kararlılıklarının yanında, onlardan hem inanmış bir insan olarak beslenmiş, hem de akılcı bir insan olarak onların eşitlikçi-barış dolu bir dünyayı savunan, haksızlıklara uğrasalar da inandıkları davalarından dönmeyen, çıkar için savundukları değerleri terk etmeyen insanlar olmalarındandı.

O ulu Alevi Bektaşi ozanlarının deyişlerini, şiirlerini ezbere bilir, hemen her konuda okuduğu bu Alevi Bektaşi kültürünün inancının emsalsiz simgeleriyle dolu büyülü sözlerle konuşmasını zenginleştirir, daha anlamlı kılardı.

Veli Dede, her zaman olumlu, yapıcı, sorun giderici bir insan olmuştu. Gençlere kapısını her daim açmıştı. Her konuda fikir beyan eden, her zaman yapıcı, birleştirici bir yönü olan, Alevi Bektaşi kurumları arasında birliği – beraberliği savunan, Alevilerin Bektaşilerin örgütlenerek, bir ortak güç olarak sorunlarının üstesinden gelebileceklerini her zaman dile getiren, tüm bu birlik çabalarının içinde ağırlığı koyan bir toplum önderiydi.

Veli Akkol Dede; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, insan haklarından yana gerçek bir demokrattı.  Devrimci cumhuriyetin tüm önderlerine sahip çıkar, onları savunur, aydınların kitaplarının okunmasını gençlere önerirdi.

Veli Akkol bulunduğu Şahkulu Sultan Dergâhı’nın tarihte ve günümüzdeki yerini ve önemini çok iyi bilen, bu kurumu sürekli koruyan, kollayan, gelişmesi için çaba harcayan aynı zamanda bağlı olduğu ocak kadar, görev yaptığı kurum başta olmak üzere tüm Alevi Bektaşi kurum ve kuruşlarının tüzel kişiliğin var olması için, daha iyi görev yürütebilmeleri için çaba harcardı.

Veli Dede, cemi coşkulu bir şekilde yönetir, dedelerin birincil vasıflarından birisi olarak cemin baştan sona hem duygusal yoğunluklu, hem kurallara uygun bir şekilde yürümesini sağlar, konuşmalarıyla halka bilgi sunardı.

Veli Akkol Dede; hem geleneksel Aleviliği yaşatan, aynı zamanda her yöreden gelen insanların, İstanbul’da sıkışıp kalmış insanların, özellikle gençlerin “Alevi Sünni Evliliği Meseleleri gibi” her konuda kapısını çalanlara yardımcı olan, aynı zamanda Sünni vatandaşların da Alevilik’le ilgili sorunlarına içtenlikle eğilin, “hem ocaklı- hem kentli” bir dede idi.

Veli Dede; tam bir örnek dede olarak; ceme girenin ruhunu görür, o anda orada bulunanlarının gönüllerine hitap eder, şekilsel olarak değil öz olarak herkesi eşit, bir can olarak algılar ona göre konuşurdu.

Veli Dede; cem boyunca nurlu yüzüyle, bir post piri- dedesi olarak, bir mürşit olur, ağzından bal damlar, “leblerinden” ceme katılan her can kanar, doyardı.

Veli Dede; yüzlerce kez tanık olduğum gibi, yanına gelen herkese sordukları sorularda yardımcı olur, açıklamalarda bulunur, Alevi Bektaşi ahkâmına göre çözüm yolları gösterir, insanları yarı yolda, çaresiz bırakmaz, onları aydınlatırdı.

Veli Dede; hiçbir hizmeti görmezden gelmez, gelen her cana hayır duada bulunur, kendisine getirilen her lokmaya aynı şekilde içtenlikle dua verirdi.

Veli Akkol Dede; kendisine verilen “nezir, lokma, hakkullah, dua parası” gibi tüm maddi varlığı, Şahkulu Sultan Dergâhı’na kendisi bağışlardı.

Veli Dede; en çok gençlere, gençlerin okumasına önem verir, bu konuda öncü olurdu.

Veli Akkol Dede; Aleviliğin Bektaşiliğin bir bütün olduğuna inanır, tüm Bektaşi Babalarına saygılarını iletir, onlarla doya doya konuşur, onları bir başka, ayrı inanç önderi olarak görmez, bir bedenin parçaları olarak onlarla çok ilgilenir, Şahkulu Sultan Dergâhı’nın (Tekkesi’nin) Bektaşi babaları sayesinde bugünlere geldiğini her daim söyler, tüm Bektaşi babalarına saygı gösterirdi.

Veli Dedemiz; aydınlara, yazarlara, bu arada Alevi – Bektaşi aydın ve yazarlarına çok büyük önem verir, onların haklarının gasp edilmemesi gerektiğini her zaman dile getirir, onların uğradıkları haksızlıklara karşı çıkardı. 

Veli Akkol Dede; özelikle Şahkulu Dergâhı’nda hizmet veren veya daha sık uğrayan yazarlarla hem hal olur, onların sorunlarıyla ilgilenir, onlara sahip çıkardı.

Hiçbir ocağı, ocağın dedesini, dernek ve vakıf başkanını bir birinden ayırmayan Veli Akkol bir birlik sembolüydü.

Veli Dede; örnek bir dede olarak dedelik görevini Şahkulu Sultan Dergâhı’nda yapıyordu. Bir dedenin tarihler boyunca yaptığı hemen her şeyi yerine getirerek tüm dedelere, genç dedelere bu yola gönül verenlere örnek bir sembol dede oluyordu.

Bir dede kimdir, bir dede neler yapar, onun görevleri nelerdir, bunları nasıl yerine getirir? Sorularının en güzel yanıtlarından bir kısmını yaşantısıyla Veli Akkol Dede vermiştir.

Veli Dede’nin insani yönlerini, Alevi Bektaşi erkânına uygun yaşantısını, tüm yeryüzü insanlığıyla bütünleşen evrensel hoşgörülü yapısını, gittiği her yeri, girdiği her meclisi aydınlatan üstün vasıflarını burada yazmak bitirmem mümkün değildir.

 

Benim açımdan da tam yirmi yıldır, hem hal olduğum, aynı şekilde dertlerimi açtığımda dermanlar bulduğum, cemlerde yan yana oturunca manevi huzura erdiğim, ilham aldığım, yaralarımı saran, en güvendiğim can insanlardan, çok çok önem verdiğim dedelik kurumumun en önemli baş temsilcilerinden birisini kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum.

 

Bu duyguyu benim gibi onlarca kişinin de yaşadığını biliyorum. Bu yazı beldi onların dillerine bir parça tercüman olmuştur.

 

Veli Dedem, bu aşk bitmez, bu sevda bitmez…

 

Sonsuzlukta bir gün buluşmak dileğiyle… 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile