İstanbul’da Anadolu Aydınlanmacısı Erenlerin İzinde Önemli Bir Sempozyum

İstanbul’da Anadolu Aydınlanmacısı Erenlerin İzinde Önemli Bir Sempozyum

İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’de, 4- 5 Aralık 2021 tarihleri arasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen;“13. Yüzyıl Tasavvuf Düşüncesi ve Günümüze Etkileri: Anadolu’da Aşkın, Işığın ve Kardeşliğin Kaynağı Olarak Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evran” Sempozyumu başarıyla tamamlandı.

Birbirinden önemli akademisyenlerin ilgiye değer bildirilerini sundukları sempozyumun ilk gününde İBB Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu ve UNESCO Türkiye Milli Komisyon Başkanı Sayın Prof. Dr. Öcal Oğuz birer konuşma yaptılar. Sempozyumun Koordinasyonunda görevli olan Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. Bülent Bilmez’in ve İBB Genel Sekreter Yardımcısı Sayın Mahir Polat’ın sempozyumun içeriği hakkındaki konuşmalarından sonra sempozyum bildirilerine geçildi.

İki gün boyunca birçok bilim insanın konuşmacı olarak yer aldıkları sempozyumda farklı yönleriyle Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Ahi Evran’ın daha çok, özellikle yaşadıkları devirde yarattıkları etkilerin izinde, Türk Kültür tarihindeki yer ve önemlerine yer veren konuşmalar yapıldı.

Yıllar yılı ifade ettiğimiz gibi Anadolu’nun, Türk Kültür dünyasının ve de Alevi – Bektaşi Öğretisi’nin ve Düşünce Evreni’nin temel taşı olan ulu erenlerin, ozanların, düşünürlerin tüm boyutlarıyla ortaya konulduğu araştırmaların yapılması, panel / sempozyum gibi etkinliklerin düzenlenmesi ve yayınların çoğalması hem yeni bilgilerin ortaya çıkmasına, bunların kayıt altına alınmasına, hem de mevcut bilgilerin, sağlıklı bir şekilde daha geniş kesimlere yayılmasına vesile olacaktır.

Bugüne kadar daha çok üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilen, desteklenen bu tür faaliyetlerin son yıllarda sayının artacağı yerde azalması bir büyük eksikliktir.

İşimiz gücümüz birilerini karalamak, yersiz bir şekilde eleştirmek değildir. Ama zaten bu konularda Alevi kuruluşları son otuz yılda son derece kötü bir sınav vermişler; zaman zaman dile getirseler de hiçbir şekilde ciddi bir hedef ve amaç olarak bu alanda bilimsel çalışmaları hedeflerine koymamışlar, bu konuda ciddi manada çaba harcamamışlardır. Bir üniversite kurmak, bir bilim araştırma merkezi oluşturmak, enstitü kurmak, bu alanda çalışacak akademik öğrencileri, uzman kişileri desteklemek hedeflerinde olmamıştır. Yeri gelince “bizi asimile ediyorlar” diye bağırmışlar, sahte nutuklar çekmişler ama kendilerini asimile edenlerle bazen bilerek, bazen bilmeyerek kol kola yürümüşler, bir yandan devlete küfrederken aynı zamanda devletin nimetlerinden yararlanmak için kapalı kapılar ardında devleti yönetenlerden her türden ricacı olmuşlardır. Bu ikiyüzlü tavırlar hiç bitmemiş, riyakârlık bazılarında karaktere dönüşmüştür.

Benim kişisel en büyük korkum ise; böyle giderse zamanla Alevi kurumlarının en büyük Alevi asimilasyon merkezlerine dönüşmeleridir. Bunların başındakilerin, burada görevli dede isimli, hoca isimli sözde inanç önderlerinin birçoğunun çıkar odaklı yaklaşımları, davranışları, açıklamaları, tavırları, konuşmaları, yazıları bunu gösteriyor maalesef.

1997’de İSAV tarafından düzenlenen ilk ciddi sempozyumdan bu yana en azından imkanlarım ölçüsünde en azından dinleyici – izleyici olarak yüzlerce sempozyum, panel ve bu alandaki etkinliğe katılan birisi olarak şunu söylemek zorundayım ki, içlerinde Aleviliği / Bektaşiliği ters yüz edip, kendi asimilasyoncu kafalarına payanda yapanlar olsa da, yine üniversitelerdeki çalışmaların bu alandaki ana öneme sahip çalışmalar olduğunu söylemek zorundayım.

Yani her şeye rağmen iyi ki akademi ve akademisyenler var.

İşimiz; “kes / kopyala / yapıştır” mantığıyla çalışan sözde alandaki yazarlara, kendisini Aleviliğin merkezinde gören yarı cahil bazı önderlere vs. kalsaydı halimiz çok perişandı doğrusu. Elbetteki akademi dünyasında da bu tür hadiseler çok oluyor, oranın da ciddiyeti zaman zaman suistimal edilmiyor değil. Ama Arapça, Farsça, Osmanlıca, İngilizce, Almanca vd. yani yabancı dil bilmeden ciddi kaynaklara, verilere ulaşmanın mümkün olmadığı günümüz bilim dünyasında bu verilere dayanmayan çalışmalar da insanları derin yanlışlara düşürmektedir.

Başınıza her an geldiği gibi halk söylencesi çok yerinde bir tespitte bulunuyor, çok basit gibi gelse de ne önemli bir sözdür: “yarı doktor insanı canından eder, cahil din adamı insanı inancından eder, yarı bilim adamı da gerçekleri ters yüz eder” mealinde söylenen sözler gerçeği dile getiriyor.

 

Sempozyum

Bizim izlediğimiz sempozyuma gelince; burada gerçekten basmakalıp, daha önce hazır olan çalışmalarından yararlanıp; “kes / kopyala / yapıştır – yuttur gitsin” yaklaşımının dışında, özgün, genel / geçer değeri olan bildiriler ağırlıktaydı.

Prof. Dr. Abdurrahman Güzel malumu ilam üzerine bundan sonra daha yeni bir şey söyleyip, kendi geçmişi dışına çıkacak değildi. Yıllar yılı “devletin resmi görüşü” diye bilinen Aleviliğe klasik bakışla “Türk – Sünni – İslam” eksenindeki yaklaşımı doğrultusunda konuşmasını yaptı.

Prof. Dr. Ali Yaman uzun yıllar bu camianın içinde olmasının da vermiş olduğu rahatlıkla birikimlerini özet bir şekilde sunarak dinleyici kitlesine de seslenmiş oldu.

Kendi alanında yetkin bir halkbilimci olarak yetişen Doç. Dr. Mehmet Ersal ise bilimsel yaklaşımı bir kenara bırakmadan, alanda yapılmış en geniş araştırmaların da etkisiyle en etkili ve anlaşılır, kalıcı konuşmayı yaptı.

İlk gündeki diğer konuşmalar ve İkinci gündeki tüm konuşmacılar da yetkin bir şekilde bildirilerini sunarak, özgün araştırmalarını bilim dünyasıyla ve halkla paylaşmış oldular.

 

Burada Benim Eleştireceğim Hususlar; genel bir ortalama tutturulmaya çalışılsa da, “alternatif” bakış acılarını yansıtabilecek akademisyen görüşlere yer verilmemesi, biraz da bir tarihi metinler sempozyumu izlenimi uyandıracak derece bu meselenin özünde sadece bir tarih meselesi gibi ele alınıp bu konuya çok fazla yer verilmesi, sosyolojik, antropolojik, sanat tarihi, tasavvuf, bu inanç ve kültür dünyasında var olan yazar / düşünce insanı ve kanaat önderlerine hiç yer vermeyerek sempozyum mantığını ters düşmemek adına somut dünyadan kopuş yaşanmasıdır.

Evet, bu büyük isimler vardır; ama bu isimler gerçekte kimlerdir? Alevi – Bektaşi Kültür Dünyası için, tüm Türk dünyası için ne ifade ediyorlar, Hacı Bektaş gerçekten Kafkaslar’da nasıl anılıyor, Balkalar’da nasıl yaşıyor? Yunus Yunus dedikleri bu ozan tarihi katmanları içinde sosyolojik olarak ve edebiyat dünyasında bizi nasıl beslemiş, yüzyıllar boyunca etkileri neler olmuş? Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik Örgütü gerçekten nasıl bir örgüttür, temeli nedir, çalışma sistemi nedir, etkisi nedir, kimdir bu Ahi’ler, Ahi loncaları, Ahiliğin somut olarak Aleviliğe / Bektaşiliğe etkileri nelerdir, Ahi Ocakları nasıl bir işlevi yerine getirmiştir Ortaçağlar Anadolu’sunda?

Bugün milyonlarca Alevi – Bektaşi var tüm dünyada. Acaba bugünün insanına, ozanına, dedesine, babasına ne ifade ediyor bu isimler? Örneğin İran’dakiler gerçekten ciddi bir şekilde Yunus’tan, Hacı Bektaş’tan haberdarlar mı, onları kendilerinde yaşatıyorlar mı? Ahi Evran Hoy’dan gelmiş, Hoy’da Ahi Evran diye birisi biliniyor mu? Gerçekten Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Yunus Emre aramızda yaşıyor mu? Yaşıyorsa nasıl yaşıyorlar?

Elbette denecektir ki, sevgili Ayhan Aydın senin bu dediklerini, değil bir sempozyum, on sempzoyum da olsa yetmez bu değerleri anlatmak için.

Evet, elbette ama nihayetinde biraz da denge gözetilmeliydi burada. Bunların bir kısmının da olsa yanıtı alamadık sempozyuma katılanlar, dinleyenler olarak.

Bir garip durum da, Alevi kurumlarının durumuyla ilgi olandır.

Bu sene içinde hasbelkader naçizane bazı eleştirilerim de olan Yenikapı’daki Hacı Bektaş’la ilgili “Festival”e bakınca meramımızın ne gerçekçi olduğu da anlaşılır umarım. Ne yaparsın bizim toplum böyle işte, demekle iş bitmiyor. Böylesine ciddi bir sempozyumun daha büyük bir salonda, Alevi – Bektaşi kurum ve kuruluşlarının, kanaat önderlerinin de katılımıyla gerçekleştirilerek; mesajların, bilgilerin tabana daha iyi ulaşmasını sağlayabilirdi. Festivale sağlanan olanaklar aynı şekilde bu sempozyum için seferber edilememiş anlaşılan.

Haksızlık yapmak istemem, çok ciddi bir emek, ciddi bir çaba ve düşünce var burada. Ama ortada bir dengesizlik de var. Belki zamanlama, belki başka hususlar ama her zaman ki gibi, bizim toplum biraz da böyle seviniyor, ya da sevindiriliyor: kitlesellik ayrı bir şey, bu her zaman ve her yerde yakalanamıyor; bir yanda popüler kültür anlayışı, bir yanda daha ciddi, bilimsel bir faaliyet alanı var.

Ama yine de zamanla bu dengenin kurulması gerekir.

Her zaman saz, sahne, meydan olmamalı, bilimsel / eğitsel çalışmalara daha çok ağırlık verilmeli.

Ama her zaman için yine amaç ne olursa olsun, daha geniş bir perspektifle olaylara bakıp verilen emeklerin sonuca dönüşmesi, hem duygu, hem bilim, hem kültür doyumunun yaşanması gerekir.

Burada yukarıda söylediğim gibi biraz da Alevi kurum temsilcilerinin anlaşılmaz tutumları göz önünde bulundurulmalıdır. Festivale bu kadar sahip çıkan Alevi kurum temsilcileri, sözcüleri, her gün o etkinliğin duyurusun yapanlar burada niye yoktu. Bu da ayrı soru ve sorun.

 

 

 

Son olarak çok sevgili Sayın Mahir Polat’ın da kapanış konuşmasında söylediği gibi, zaman içinde bu büyük zenginlik kaynağının sözlü kültür ürünleriyle de beslenen insan hikâyelerine yer veren yeni yeni etkinlikler yapmak bu evrensel öğreti değerlerinin geleceğe taşınmasını sağlayacaktır.

 

Emeği geçen cümle dostlara selam olsun.

 

Horasan’dan Anadolu’ya, Balkanlar’a ve cümle insanlığa ulaşan barış ateşi, kardeşlik ülküsü, dostluk mayası ilelebet birlik ışığımız ve kaynağımız olsun…

 

Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle.

 

Ayhan Aydın

6 Aralık 2021

 

Birinci Gün Bildirileri

İlk gün ilk oturumda; Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (Başkent Üniversitesi) “ Hacı Bektaş-ı Veli’de Gönüllü Bir Eğitim Sistemi Olarak Dört Kapı Kırk Makam Üzerine Bir Değerlendirme”,  Prof. Dr. Ali Yaman (İzzet Baysal Üniversitesi) “Hünkâr Hacı Bektaş Veli Mirası ve Kızılbaş Alevi Ocaklarının Etkisine Dair” ve Doç. Dr. Mehmet Ersal (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) “Hacı Bektaş Veli Kültü Merkezli İki Kurumsallaşma: Ocak ve Tarikat” isimli konuşmalarını yaptılar.

 

İkinci oturumda ise; Dr. Öğr. Üyesi İlgar Baharlu (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi) “Şeyh Safiyyeddin-i Erdebili’nin (1252-1334) İtikadi Eğilimleri Üzerine Yeniden Düşünmek, Prof. Dr. Ömür Ceylan (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) “Bizim Yunus mu- Yunus Bizim mi”, Prof. Dr. Saffet Sarıkaya (Süleyman Demirel Üniversitesi) “Türk Tasavvuf Geleneğinde Tarikat Fütüvvetnameleri”, Dr. Sara Nur Yıldız (Berlin) “Selçuklu Anadolu’sunda Moğollar ve Ahiler” isimli konuşmalarını yaptılar.

İlk gün son oturumda ise; Prof. Dr. Ahmet  Karamustafa (University of Maryland) “Erenlerin Gölgesinde) ismiyle ABD’den yaptığı sunumdu.

 

İkinci Gün Bildirileri

İkinci gün; ilk oturumda: Prof. Dr. Haşim Şahin (Sakarya Üniversitesi) “Moğol İstilası Devrinde Anadolu’nun Kültürel İklimi, Dr. Ali Rıza Mukaddam (Ankara İran Araştırmaları Enstitüsü) “Ahilik- Fütüvvet; İlişki mi, Aynılık mı?”, Doç. Dr. Bülent Akın (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi) “Alevi – Bektaşi Mitleri ve Tasavvuf Anlayışı Bağlamında Yunus Emre’yi Yeniden Okumak”, Dr. Öğ. Üyesi Zeynep Oktay Uslu (Boğaziçi Üniversitesi) “Yunus Emre Şiirinde Benlik ve Mana” isimli bildirilerini sundular.

İkinci oturumda ise; Prof. Dr. Levent Kayapınar (Ankara Üniversitesi DTCF) “Balkanlar’da Erken Osmanlı Döneminde Bektaşilik”, Prof. Dr. Hamiye Duran (Gazi Üniversitesi) “Hacı Bektaş Veli’de Yaratan ve Yaratılan İlişkisi”, Dr. Öğr. Üyesi Yalçın Çakmak (Munzur Üniversitesi “Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Dünyası”; Dr. Ufuk Erol (İndiana Universtiy), “Ortaçağ Anadolu Tasavvufunun 19. Yüzyılda Şah İbrahim Veli Ocağına İzdüşümleri”.

3. Oturum Dr. Patricia Blessing (Princeton Unıversity) “13. Yüzyılda Anadolu’da Tasavvuf, Şehir ve Mimari”, Doç. Dr. Rıza Yıldırım (Emory University), “Anadolu Halk İslamı’nın Kökenleri Meselesi: Vefailik Tezine Eleştirel Bir Bakış”, Doç. Dr. Vural Genç  (Bitlik Eren Üniversitesi) “15. Yüzyıl Anadolu’sunda Nurbahşiliğin Yayılım Ağları”, Doç. Dr. İlker Evrim Binbaş (Bonn Üniversitesi) “Anadolu’da ve Suriye’de Bistamiyye (14. Ve 15. Yüzyıllar)”

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile