Küçük Prense Mektuplar- Denemeler (3.) (2)
“ YÜREĞİMDE İNCE DALLAR KIRILIR”…
KÜÇÜK PRENSE MEKTUPLAR (DENEMELER-GÜNCE) – (2015)
KIŞ ORTASINDA BAHAR SEVİNCİ, NE GÜZEL BİR GÜNDÜ!
Ayhan Aydın
KÜÇÜK PRENSİM,
Şimdi soruyorum sana bugün ben mi seni kıskandım, yoksa sen benim yerimde olmak isteyerek beni sen mi kıskandın?
Bugün tam anlamıyla felekten bir gün çaldım. Uzun süren ağır, yorucu, bıktırıcı bir kış yaşamışım da ondan kurtuluşun günüydü adeta bugün. Elbette havalar çok kötü oldu, yağmur yağdı, kar yağdı, fırtına esti, yollar buz tuttu günler boyu, İstanbul’da ve Türkiye’nin birçok yerinde okullar günler boyunca tatil edildi. Ben de çoğu zaman eve mahpus kaldım. Sen bilmez misin beni canım, hiçbir zaman içerde duramayan, içerde sıkıntıdan patlayan bir insanım. Ne olursa olsun, hiçbir işim olmasa da, kar kış olsa da kendimi sokağa atan adamım. Sokaklar beni çağırır, ben sokakların çocuğum aslında. Gerçi sen tam bunları bilemezsin. O kadar anlatıyorum, o kadar tecrübe ediyorsun ama sen biraz muhallebi çocuğusun be Küçük Prensim!
Öyle değil mi? Ne o, alındın mı yoksa?
Şaka şaka sen muhallebi çocuğu değilsin, benim Küçük Prensim’sin… Ve de hep Öyle kalacaksın.
Küçük Prensim işte böyle nerdeyse on gün, on dört gün çoğunlukla evde kaldım en azından ev odaklı bir düşünce içindeydim. Ama bu arada hiç boş durmadım ha, şu Avrupa’da gezmelerimi yazmakla bitiremedim. O kadar ki, beni hayli de sıktı. Haaa tam anlamıyla, tümüyle de bitmiş değil daha. Ama olsun çoğunu bitirdim. Yüz sayfayı çoktan geçti. Bir de diğer notlar var… Onlarla birlikte yüz eli sayfalık bir yazı. Bir kitap yahu! Yaz yaz bitmedi. Avrupa’nın sorunlarını anlatmak bitirebilir miyim? Ama aynı zamanda oranın güzelliklerini anlatmakla, yazmakla bitiremem.
İşte o uzun günlerden sonra ilk kez kendimle baş başa kalabileceğim bir günü yaşadım, dün sevgili Küçük Prensim!
Öyle mutluydum ki, anlatamam. Bir hasta ziyaretinden sonra doğruca Kadıköy’e gitmek için vapura bindim. O kadar tatlı, o kadar tatlı bir uyku çöktü ki üstüme. On dakika bana on saat gibi geldi. Ve beni çok mutlu ve huzurlu etti. İskeleye yakın bir genç yayıncı arkadaşla uzun uzadıya çok güzel sohbetlerden, yarenleşmeler, dertleşmelerden sonra, balıkçıların, taptaze meyve sebze satanların, baharatçıların arasından, sırılsıklam aşkların büyülerinin arasından geçtim.
Aman ne de güzel aydınlık, sıcak, eşi bulunmaz bir gün bugün.
Hava aydınlık, güneşli, sıcak; ne güzel bir mutluluk verdin yarabbi bana. Bu ne güzellikler böyle. Her yerde gencecik delikanlılar buranın hayatına hayat katıyorlar. Ama sokak aralarındaki güzel yemek kokuları, antika dükkânları, güzel binalar, dükkânlarının önünde müşteri bekleyen babacan satıcılar, insanlar, insanlar… Hele de kediler. Burası bir kedi cenneti olmuş da haberim yok.
Ben daha sık gelmem mi sana Kadıköy, senin benden çekeceğin var, alacağın var.
Küçük Prensim ne yiyeyim, ne yiyeyim derken, bir de baktım ki nar gibi tavuklar dönüyor. Ama orayı biraz geçince Kırım haritalı bir mantıcıya girdim. Bol sarımsaklı bir mantı ve çiğ köfte çok iyi geldi. Ağzına layık. Bu arada sana söylemeyi unuttum. O karlı, soğuk günlerin bana en büyük karı ise evde eskisi gibi yemekler yapmamdı. Hatta Facebook’ta o yaptığım yemekleri de paylaştım da çok insan beğendi onları. Yahu kuru’ fasulye, ıspanak, kim sevmez bunları. Sonradan da bir şimdilerde sizlerin krep filan dediğiniz benim ise annemin yaptığı ve çok sevdiğim “gaygana”ya özendim. Bol yumurta, mısır unu, biraz süt, bol tere yağda tavada pişir, soğutmadan hemencecik ye!
Mis gibi kokuyor her taraf. Gide gide yine kimi liseli, kimi üniversiteli, gençlerin arasından süzülerek, yol aldım. Ama ben bu hallerimle ne yapayım bilemiyorum, dayanamadım; aldım bir külah dondurmayı yemeye başladım. Herkes bana bakıyor. Kedilerin çok bol olduğu sokaklardan ilerleyip, Moda’ya ulaştım. Gün batımına yakın her taraf yine ap aydınlık. Bu sefer genci yaşlısı, çoluğu çocuğu, Arabı, Lazı… Sahili dolduran neşeli insanlar arasından yol aldım. Ama birçoğunun elinde bira şişelerini görünce üzüldüm.
Küçük Prensim be… Çoğu benim gözümde çocuk… Hadi diyelim ki senin gibi.. Senin gibi tatlılar, gençler, olur mu böyle şeyler… Yapılır mı bu bana? Parmak kadar çocuklar sigara içiyor, içki içiyor… Bunun sonu nereye varacak?
Neyse uzun uzun yürüdüm ve nihayet iskeleye ulaştım. İskeleden çıktım ve Kadıköy’e ilk geldiğim noktaya ulaşmış oldum. Ama ne yalan söyleyeyim her kim yapmışsa çok iyi yapmış, buralar çok çok güzel, düzenli ve temiz olmuş. Otopark biraz gözümde büyüdü ama olsun, demek ki ona çok ihtiyaç var. Metrosu, özel vapurları, devlet işletmeleri, koşu- yürüyüş parkları, çocuk oyun parklarıyla Kadıköy özellikle Moda tarafı eskisinden de güzel olmuş.
Kucağımda bir dolu muhabbet, sevgi, aşk, mutlulukla akşama doğru yol aldım Beşiktaş’a.
Bir de yine aynı tatlı uyku çökmesin mi üstüme?
Yarabbi ben sana ne yaptım da böyle güzellikleri bana yaşattın, sana şükürler olsun, binlerce kez şükürler olsun. Ne de çok ihtiyacım varmış bunları yaşamaya.
Çok mutlu bir gün geçirdim Kadıköy’de. Darısı da sana… Belki bu sefer senim çoğu zaman yaptığım gibi, sen de uzay boşluğundan dünyaya bakıp insanları düşünüp üzülüyorsundur… Hani epey duyarlısın ya, şu Suriye’deki savaştan kaçıp gelen insanların sonu ne olacak, o ayakları yalın ayak çocukların karnı aç mı, diye düşünmüyor musun, şimdi yukarda? Elbette düşünüyorsun, elbette üzülüyorsun, hastalar var, yetimler var, öksüzler var, fakirler var, haksızlığa uğrayan insanlar var, işsizler var…
Hayat böyle bir şey mi Küçük Prensim? Kimisi çiçek satacak ekmek parası kazanacak, kimisi o çiçeğin belki de tam güzelliğinin tadını çıkaramadan sırf sevgilisinin gönlünü çelmek için ona uzatacak… Adettendir, diye bir hastaya alıp götürecek… Kimisi de belki, benim gibi içindeki sevgi ateşiyle, kendisi için, evi için nergisler, yaseminler, leylaklar, kasım patları, irisler alıp götürecek evine?
Deniz dalgalandı, martılar uçuştu… Her zaman ki gibi onlara simit atan insanlar var vapurda… Boğaz’da rüzgâr hiç eksik olmaz… Tüm sarhoşluğuyla Kadıköy geride kaldı…
Neden o güzelim Beşiktaş’a geldiğime bir türlü sevinemedim ben şimdi? Ne oldu yani? Beşiktaş’ın Kadıköy’den ne eksiği var? Yoksa var mı? Yooo… Barbaros Hayrettin Paşa’yı görmek için bile buraya gelmek yeterli neden değil mi? Salkım saçak bulutlar, koşuşturan insanlar ve toplar… Ama ben ne yapayım onları… Senin gibi içi tertemiz, ışıl ışıl gençler kaykay yapmıyorlar mı bu Beşiktaş’ta, en çok onu seviyorum.
Ama Küçük Prensim, İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda Beşiktaş öyle güzel öyle güzel gelirdi ki bana, anlatamam… Yahu ben burada çalışmadım, okumadım, kursa gitmedim, sürekli gittiğim bir dernek de yok… Niye buraya gelmek beni bu kadar sevindiriyordu, çözebilmiş değilim… Her şeye rağmen büyük ağaçlarının olması mı, Dolmabahçe Sarayı mı, Vapur iskelesi mi tam bilmiyorum, alışık olduğum bir lokanta bile yok!
Vardı demek ki bir hikmeti… Ne de olsa yolumuz oradan geçiyor ya, Kadıköy’e her zaman gitmiyoruz da biraz da o yüzden mi çok seviyorum acaba Kadıköy’ü…
Ama yıllar önce zaman zaman gelip, Moda’da hayaller kurmuyor muydum, yaşamıma dair? Acaba daha geniş bir açıdan mı denizi görüyor, daha mı çok farklı kültürleri barındırıyor, ne bileyim işte… Kitapçılar dersen belki… Orada da sahaflar var, bir sürü antikacı var… Var bir şeyler işte…
Ya… İşte böylece senin sayende bir şeyler de yazmış oldum Küçük Prensim benim…
Sen acaba Kadıköy’ün, Beşiktaş’ın nelerini daha çok seviyorsun… Bir bilsem…
Diyorsun ki, Beşiktaş’a biraz fazla dokundun, Beşiktaş bir bütün… Tophane’den başlar, Dolmabahçe, Ortaköy, Yeniköy’e doğru bir yol gider… Aslında en güzel sahil buralarda mı diyorsun yoksa? Beşiktaş’ta bol, büyük ağaçlar, çınar ağaçları var diyorsun, yani. Bir sürü tarihi bina, okulda burada yani… Doğru söylüyorsun… Resim kursları da var değil mi?
Hay aklınla bin yaşayasın Küçük Prens… Ben vazgeçtim bu iki kıyının güzelliklerini kıyaslamayı, pek başaramayacağım doğrusu…
Ama kendini benim gibi çok üzme…
Hayat bir bütün… Acısıyla, tatlısıyla, tüm renk ve tüm atmosferleriyle bir bütün…
Bunun dengesini kaçırınca, keçileri de kaçırabiliriz… Sahi keçiler kaçınca niye büyük sorun oluyor acaba Küçük Prensim? Dağda, ormanda koyunlardan farklı olarak hemen mi kayboluyorlar? Çok hırslı oldukları için hem çevreye, hem de kendilerine zarar verme olasılıkları daha mı yüksek? Hem inatçı, hem hırslı, hem doyumsuz, hem de ağaçların dallarına uzanıp onları yeme hastalığı olduğu için gözleri yukarılarda diye mi, keçileri kaçırmamak lazım? Pek bilmiyorum.
Keşke sen bunun cevabını bana verebilsen… Ama şunu biliyorum ki, çok fazla keçi sütüyle yapılmış dondurma yememek lazım, neme gerek, bir de üstelik keçi boynuzunu fazla kaçırırsak maazallah keçilere benzeriz!
Sana iyi akşamlar, iyi geceler Küçük Prensim…
Hayallerin sonunda oluşmuş bol maceralı, tatlı rüyalar…
(2015 Başları…)