FİKRET OTYAM’IN ELVADA İSTANBUL SERGİSİ
FİKRET OTYAM’IN ELVADA İSTANBUL SERGİSİ
AYHAN AYDIN
Çocukluğumun hatıra ormanında, anılarımda annemin-babamın yatak odası, küçücük bir oda olarak belirir. Ve duvarda halı gibi duran bir ince örtü... O hep, her zaman oradadır… Çok iyi bir dokuma olmasa da ne gam… İşte iki uzun kuyruklu kuş, bir gölün kenarında birbirlerine bakıyorlar. Niye bu resim, niye bu hatırlama… Benim babam çok uzaklara giden bir seyyah değil, gurbete gider zaman zaman, ama onu pek özlemem. Annemi çok üzüyordu o. Ağlıyor annem hep… Bazen ben de ağlıyorum, ama daha çok kardeşim Seher ağlıyor çığlık atıyor, anam ağlarken… Ama ben babamdan ne çok korktum, ne de çok nefret ettim… Duvardaki o kuşlar, o kuşlar... Sanki burayla pek ilgisi yokken annemin çok sevdiği bir yerin özlemini dile getiren o göl, o kuşlar, evde soba yanınca, çaydanlık ötmeye başlayınca evin az olan huzuruna huzur katan o tablo… Ne çok sevmişim o kuşları…
Zaman zaman Anadolu’da seyahat ettiğim köy evlerinde onlarla karşılaşınca bazen bizim o eski evi hatırlarım…
Bugün 12 Aralık. Bugün gelebildim Fikret Otyam’ın sergisine, hem de Çırağan Sarayı’na da. Hoşçakal İstanbul, diyor büyük usta…
Gönül tahtını Antalya’da kurmuş uzun zamandan beri.
O insanlığın Himayalarından birisi…
O gençliğimin idollerinden, ismini erken ezberlediğim bir can sima. Bir gazeteci olarak hep sevdim ben onu. Bitip tükenmez öyküler anlatan bir söz büyücüsünden çok; insanların ortak dili olarak olarak kullandığı kaleminden, dert, tasa, öfke taşan; Anadolu’yu anlatan bir büyük usta olarak çok sevdim onu ben. Birçok kez karşılaştım, söyleşi yapmak için kalktım gittim Antalya’ya iki üç kez, hatta Alanya’ya çok sevdiği Gazipaşa’sına.
Onun ne büyük bir fotoğraf ustası olduğunu ve büyük bir arşiv derlediğini unutmadan ressam yanını da ruhumda hep taşıdım, nice kitap kapaklarında, takvimlerde imrenerek bakıp, sergilerini de gezdim üstelik…
Ama şimdi… Soğuk ama pırıl pırıl sararmış yapraklarıyla bir aralık ayında sahilde bir sarayda bir sergi var…
Turuncudan kızıla çalan alazların önünde yeşile ve çiçeğe batmış bir beyaz küçük saray önünde bir derin göl… Ama dingin, ama uslu, ama durulmuş, bayılmış dostun ayağına… Bir garip hali var bu gölün. Ve… salkım saçak yoğun koyu rengi ve dokusunun içinde yaşam fışkıran renkleri de barındıran büyük kanatları, kuyruklarıyla mahsun iki dost, başlarında yeşil çıkıntılarla iki tavus kuşu, işte çocukluğumun resmi!
Ve onların önünde, benim anam, benim bacım gibi gözlerinde hüzün saklı, dert saklı, hafif utangaçlık saklı bir gelinlik genç kız Anadolu’dan, Mezopotamya’dan, Ortadoğu’dan... Umutla umutsuzluk arası bir duyguyla, biraz ürkek, biraz çekingen koca kara gözleriyle yüreğinize işliyen bir bakış… Yüzü ışıklar içinde, burnu küçük, dudaklarında hafif bir korku… Hiç kimse bu tavus kuşlarının içine, bu alazın içine, bu kızı böyle ustaca yerleştiremezdi... Sadece ve sadece yüzyılda Anadolu’ya gelen bir büyük sanatçıya, ozana aittir bu buluş. Yatak odalarının duvarları kadar eski bir resim, yatak odalarındaki, oturma odalarındaki o duvar resmindeki gibi eski bir hüznü barındıran bir Anadolu kızıyla birleşirse ancak böyle ölümsüz bir imge olabilirlerdi. Bu buluşu Fikret Otyam yapmıştır. Ölene kadar o resim hayalimde de olsa hep yatak odamda asılı kalacak…
Sadece bu değil…
Tüm resimlerinde boyayı boya, rengi renk olmaktan çıkaran Otyam; sadece fırçalarıyla hayallerime hükmetmiyor, onları yeniden de yaratıyor… Yeşil hiçbir zaman böyle canlı olmamıştır. Tablolarda Ala Dağı’n karı hiç bu kadar güzel sevişmemiştir yeşille. Kadınların başlıklarında canlanan sarı, kırmızı, mor renkler; semah dönen kızların giysilerinde kanat olmuş, yılanı hiç bu kadar sevdirmemiştir insanoğluna, hem de Şahmaran’ı.
Bir yerde ins-ü cünsi var eden bir tılsımla On İki İmamlar’dan Musa-yı Kazım soyundan, Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli… Tüm doğa ve doğanın canlılarıyla kucak kucağa…
Bir yanda yiğitler yiğidi, adaletin sembolü; İmam Ali Efendimiz, bir beyaz güvercinle…
Bir yanda Mustafa Kemal Atatürk dağlarda dalgalanan bayrakta, devrim mücadelesinde, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, gönüllerde…
“Dağlar ile, taşlar ile çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile, çağırayım Mevlam seni
Gök yüzünde İsa ile, Tur dağında Musa ile
Elimde asa ile, çağırayım Mevlam seni
Yunus okur diller ile, ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile, çağırayım Mevlam seni”
Bir zamanların halk aşığı Müslüm Sümbül’ün seslendirdiği Yunus Emre’nin bu dizelerinde olduğu gibi fırçalar; tanrısal çağrıyı insanlara iletme gayretinde, Şaman dualarının ve Alevi dede ve ozanlarının sazlarıyla evrenin coşmasını resmetmektedir.
Sarısı sarı, moru mor, alı al, mavisi mavi gerçek bir dünyadan evrene bakan…
Tavus kuşlarının cennetinde barış türküsü söyleyen, ve doğanın şiirini resmeden Fikret Otyam bu sergisiyle Türk resminin doruklarından bir büyük usta olduğunu göstermiş oluyor…
86 yaşında şimdi o…
Nice kitaplar, fotoğraflar, anılar, hatıralar ve resimler... Koskoca bir ulu çınar var karşımızda, her dalı aydınlık Türkiyemizi hatırlatıyor, var ediyor, sevdiriyor yedi cihana...
Haydi Türkiye büyük ustayı hep birlikte ayağa kalkıp alkışlayalım…
Elveda İstanbul, merhaba yaşam, merhaba Büyük Türkiye, merhaba büyük usta, diyerek…
DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 295-296