ABİDİN ÖZGÜNAY'LA SÖYLEŞİLER (1.)

ABİDİN ÖZGÜNAY

YAZAR, YAYINCI VE CEM DERGİSİ KURUCUSU

(1934/ 14 MART 2005)

 

 

Niyaz Yayınları,

İstanbul 2008

 

 

ABİDİN ÖZGÜNAY’LA ALEVİLİK/BEKTAŞİLİK ÜZERİNE...

 

AYHAN AYDIN

ABİDİN ÖZGÜNAY

Alevi camiasının önde gelen isimlerinden birisi de Abidin Özgünay’dır.

Özellikle Cem Dergisi’yle özdeşleşmiş bir isim olarak Abidin Özgünay, Alevilik konusunda da kendisine has bir üslup geliştirerek olayı gerçekten de alışılmışın dışında ifade edebilen, bu konuda bir entelektüel birikimi olan insanlardandır.

 

Daha çok kendi okurlarının tanıdığı, Alevi camiasının dışında fazlaca bileni olmayan, hatta Alevi camiasında da yeteri kadar görüş ve düşünceleriyle tanındığına inanmadığım Abidin Özgünay’la yaptığım söyleşilerden oluşan bu kitap çalışmasında, yazarın genel manada Aleviliğe yaklaşımını detaylarıyla öğrenmeye çalıştım.

 

Ayrıca Cem Dergisi’nin kuruluş öyküsünü, Birlik Partisi’nin kuruluşunu, Aleviliğin üzerinde fazla durulmayan ve de çok detaylı bilinmeyen teolojik boyutlarını, Aleviliğe farklı yaklaşım denemelerine rağmen Onun anladığı manada Aleviliğin değişmezlerini de sizlere ulaştırmak sanırım önemli olacak.

Şahsen biz de dahil, bu konuda uğraşanların, ilgili /  ilgisiz yüzlerce kişinin, binlerce kitabının yayınlandığı Alevilik konusunda Abidin Özgünay’ın bir eserinin yayınlanamamış olması ise üzücüdür.

Bu biraz da alçakgönüllü birisi olan sayın Özgünay’dan kaynaklanmıştır.

Fakat son birkaç yıldır görüş ve düşüncelerini içeren bir kitap hazırladığını, çeşitli talihsizlikler nedeniyle bu kitabın bilgisayar ortamında silindiğini söyleyen Abidin Özgünay’a biraz da saygı olsun diye bu kitabı yayınlamak belki bir vefa borcu olur, diye düşündüm.

 

Aslında benim temel bir düşüncem de günümüzde yaşayan; günümüz Aleviliğinin-Bektaşiliğinin temel şahsiyetleriyle ilgili biyografi tipi çalışmaları söyleşiler yoluyla oluşturarak, mevcut olan bir boşluğu doldurmaktır.

Abidin Özgünay, İzzettin Doğan, Muharrem Naci, Mehmet Yaman, Ahmet Hezarfen, Şevki Koca gibi görüş ve düşünceleri kamuoyuna mal olsa da, söyleyecek başka sözleri de olan, önemli şahsiyetlerin kitaplarını yapma düşüncesi eskiden beri aklımda olan çalışmalardı.

Bunlardan bazılarını yapsam da, bir kısmı tamamlanamadı, ya da tam tamamlanamadı, Abidin Özgünay’da olduğu gibi.

Çünkü ben kendisiyle başka söyleşiler de yapmak istiyordum.

Çeşitli nedenlerle bu mümkün olmadı.

Abidin Özgünay Alevilik için gerçekten önemli bir isimdir.

Kendisini 1992 yılında tanıdım ilkin.

Basın-Yayın Okulu’na yeni başlayan, özellikle son iki yılında Alevilik-Bektaşilik’le ilgilenmeye başlayan genç bir insan olarak, araştırma merakım beni Cem Dergisi’yle buluşturdu.

Şişli’deki o unutulmaz dostlukların, tanışıklıkların yaşandığı büroda, benim ilgimi anlayışla karşılayıp, daha baştan beni itip-uzaklaştırmadan, çalışmalar içinde olmamı sağlayarak dergiye bağlanmamı da vesile olan kişi olmuştu Abidin Özgünay.

İlişkilerinde sakin, tutarlı, samimi bir havası olan, işini ciddiye alan, yaptığını benimseyerek yapan, çalışkan bir insan olarak hep aklımda, ruhumda oldu, Özgünay. Hiçbir zaman onunla temasımı kesmedim.

Gelen misafirleriyle içten bir şekilde ilgilenir, okurlarından gelen mektupların tümünü okur, tümüne yanıtlar göndermeye çalışır, fazla hayallere kapılmadan hayatın gerçekleriyle yol alıp gemisini bir başka limana sağ-salim ulaştırmaya çalışan bir kaptan gibi, dergisine sahip çıkan bir kimliği de vardı Abidin Özgünay’ın.

Türkiye şartlarında hassas dengeleri gözeterek, Aleviliğin özüne zarar gelmemesine özen gösterip, bildiği doğrularda yürüyen, sahip olduğu değerlerden ödün vermeyen; olayların arkasındaki gerçekleri de merak eden vakur duruşuyla cambazlara da fazla pirim vermeden bir kişilik de sergilerdi.

Araştırmacı bir kimliği olan, karşısındakini, başka görüşleri de dinlemesini bilen, sarsılmaz, sabit bazı görüşleri olsa da, yeniliklere tümüyle kapısını kapamayan, üretken bir beyindi Sayın Özgünay.

Alevi toplumu için gerçek bir değer, şahsına münhasır yapısıyla eşi pek ender bulunur bir dava adamı olarak, tarihteki yerini alacaktır.

Alevi toplumuna hizmet veren; hiç değilse vefa borcu kalmış olan Alevilerin-Bektaşilerin, yazarların, ozanların, sanatçıların, dedelerin, babaların, kurum ve kuruluş temsilcilerinin son yolculuğuna adına yakışır şekilde uğurladıkları Abidin Özgünay’ın, yaptıkları Hakk katında kabul-u makbul, Ruh-u Revan-ı Şad-ı Handan olsun, Atalar Ruhu’na yürüyen ruhu huzur bulsun, bu büyük inanç ve kültür için en ufak bir hizmette bulunanların tümüne de Bozatlı Hızır Yardımcı Olsun!, diyorum...

Teşekkür;

Kitaba değer katarak, onu iyi tanıyanlardan birisi olarak önsöz yazan ve kitabın basımına olanak sağlayan sevgili Hocam Niyazi Öktem’e teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Ayhan Aydın

 

Aralık  2006

 

 

ABİDİN AĞABEY

 

Cem Dergisi’nin Abide-i Hürriyet'teki merkezi... Caddeye bakan geniş bir salon...

Arkada Abidin Ağabey’in bürosu.

İkinci Cem'in, ikinci sayısında çıkan yazımdan sonra ziyarete gîttim.

Orada tanıdım kendisini,   Süleyman Cem dost da oradaydı. Sonra Muharrem Naci Dede geldi. 

Dostluk böyle başladı; erenleriyle,  pirleriyle,  daha ilk günden sohbet koyulaştı.

Muharrem Naci Dede, dedelik kurumunu anlattı,   Süleyman Bey Alevi geleneklerinden söz etti.

Aleviliğin, felsefe sunan boyutunu Abidin Ağabey dile getirdi.

"Özden sudur eden varoluşu" yakalamaya çalıştım.

Abidin Ağabey Hallac'tı, Muhiddin-i Arabi'ydi, Spinoza'ydı,  ateşti, suydu, havaydı, topraktı.

 

Kim di bu adam?

 

Malatyadan kopup gelmiş, İktisat Fakültesini bitirmiş,  iş hayatına girmiş bir Alevi.

Bu felsefi derinlik nereden geliyor?

Alevi ve Sünni  teolojisindeki farklılıkları, zenginlikleri, kelam ilminin derinliklerine inerek ne de kolay ve sade anlatıyordu.

Kaptırıp gittim.

Alevilik denildiğinde Sıffın Savaşı,  Kerbela, Sah ismail'den ileriye gidemeyenlerden çok farklıydı Abidin Ağabey. 

Aylık makalelerimi elden ona teslim etmek benim için bir mutluluk vesilesiydi.

 

Sonra "Almanya' ve 'Anadolu Seferleri' başladı.

Panellerde celalli bir Abidin Ağabey tanıdım. Aleviliğe yeterince sahip çıkmayanlara sitemkâr, cahillere öfkeli, Aleviliği bölmeye çalışanlara haşin, inanç boyutu dışına taşıyanlara kızgın bir dava adamıydı bu kez Abidin Özgünay.

 

Ve dem meclîsleri.

Genellikle   Taksim'de Hacı Baba'da buluşurduk,   Afşar Timuçin, Cahit Tanyol Sadık Göksu, Demirtas Ceyhun... bir araya geldiğimiz bazı isimler.

Dem meclisinin âdap ve erkân adamıydı bu kez Abidin Ağabey.

Yumuşak üslubuyla konuları deşen, zarif nükteleriyle neşelendiren, fıkrâlar anlatan,  bizlere takılan bu can dostla zaman zaman  Bodrum Handa Ercihan'ın (Ercihan Denmen) kebapçısında  da karşılaşırdık.

Ben Üniversiteden kaçıp öğlen rakısıyla  Ercihan'ı dinlemeye giderdim, bakardım Abidin Ağabey de orada.

Kendi gibi erenlerden olan Ercihan'ı sisteme oturtmak istiyor,   Ama ne fayda Nimri Dede'nin oğlu Ercihan uçuyor, hele de demi kaçırmışsa.

Politikaya da meraklıydı,  Parti   kurmuştu,  hüsrana uğramıştı.

1991 seçimlerinde Alevi önderlerinden birini Meclise sokmak için beraberce Bülent Ecevit'e gittik. 

Tabi olmadı. 

Daha sonra Ali Haydar Veziroğlu'nun yanında yer aldı.

Olmadı.

Ama Vezıroğlu vefalı dostuymuş. Ölümünde bir gazete ilanıyla üzüntülerini dile getirdi.

Diğerleri nerelerdeydi?

Üzüntülerine de tanık oldum Abidin Ağabeyin. Cem Dergisi’nin kutlama yıldönümünde, Yıldız Sarayı’nda  çok üzülmüştü.

Birincisini de ikincisini de  o çıkarmıştı.

Adı zikredilmedî, ya da şöyle bir değinildi. Allak bullak olmuştu.

Söz aldı ve de bindirdi.  Çok haklıydı.  Vefa ve saygı,  "Eline, beline, diline sahip çıkmak'' söz de mi kalmalı?

Hakikati, olanı yok saymak ne anlama geliyordu?

"Eline, diline, beline sahip" bir Aleviydi Abidin Ağabey.

Dobra söylerdi,  dolambaçlı yoldan sevmezdi.

Bilgisini, Aleviliği yaşamına aktarmıştı.

Bilgi satan bir solist değil, felsefeyle yaşayan, bîlginin derinliğini özümseyip yaşamındaki alçak gönüllüğe   aktaran bir Anadolu ereniydi o.

O hiçbir zaman Aleviliği kullanıp rant sağlamadı, basit çıkarlar için Aleviliği saptırmadı.

Gerçek bilgiye,  bilime ve ahlaka asla ihanet etmedi.

Bildiği doğruları söyledi.

 

Ve aynı ekolden biri, sevgili öğrencim Ayhan Aydın.

 

İ. Ü. İletişim Fakültesi’ndeki genç öğrencim.

Aleviliği anlatması için bir dersimi ona verdiğim,   ve sonra Cem Vakfı’na çağırdığım   vefalı Ayhan, Anadolu İnanç Önderlerini toplayan, Aleviliği işleyenlerle söyleşiler yâpan, tıpkı Abidin Ağabey gibi   karşılık beklemeden, kendini bu işe adayan ve de Aleviliği bilimsel temelleriyle kavrayan, söylenceleri seven, yaşatan; fakat aşmasını da bilen genç bir beyin.

Abidin Ağabey’e o sahip çıktı.

Ne güzel!

Prof. Dr. Niyazi ÖKTEM

 

 

ABİDİN ÖZGÜNAY

 

Söyleşi (I)

 

Sevgili Abidin Özgünay, bizi birçok sıkıntılar içinde, bir çok işinizin arasında, zaman ayırarak kabul ettiğiniz için size çok müteşekkirim, çok sağ olun.

 

Abidin Özgünay kimdir?

Yaşam öyküsünü bizimle nasıl paylaşır?

 

Malatyalıyım.

1934 doğumluyum.

Alevilikle ilgili düşüncelerimin temel kaynağını, evvela kendi ailemin içinde görerek almaya başladım.

Dedem Hasan Hüseyin Ağa, yörenin önderlerinden biriydi.

Alevilik adına bulunduğu bölgede, Aleviliğin eziyetini çeken, Alevi olmayan çevrenin baskısına karşı direnen, ezilmeyen ve Aleviliği onurla temsil eden birisiydi.

Ben böyle bir dedenin torunuyum.

Ailemizde Alevilik geleneği, Alevilik terbiyesi ve Alevilikle ilgili yaşantı biçimi her kademe de işletilir durumda idi.

Ben böyle bir ortamda yetiştim.

Dolayısıyla Alevilikle ilgili, küçüklüğümden beri hassas bir varlık olarak ve hassasiyet gösteren bir insan olarak daima Aleviliğe karşı dikkatli, ilgili ve onunla birlikte, onun ilkeleri ile birlikte yürümeye özen gösteren ürünün, yapının adamı oldum.

Okul çağında da böyle devam etti.

Sınıfımızda da Alevi olan çocuklar vardı, bir de Alevi olan bu çocuklara karşı tavşan yemezler, diye onlarla alay etmeyi huy haline getiren haylaz çocuklar da vardı.

Ben bu iki taraf arasında daima ezilmek ve horlanmak istenen Alevi çocuklarına karşı himayekar tavırlar takınarak, bunları ezmek isteyenlerle aşağı yukarı her hafta kavga eden bir talebelik hayatı yaşadım.

Kavga etme kabiliyetim, o zaman güreş çalışmalarına iştirak ettiğim için vardı, ezilmeden yana bu mücadeleyi yürütebiliyordum.

Böyle bir hayatın içerisinden gelen, yani Aleviliğe karşı hassasiyeti olan, Alevilik konusunda daima kendimi ve Alevilik düşüncesini müdafaaya gayret eden bir yapının insanı olarak büyüdüm ve bunu hayatımın şu anına kadar da sürdüren biri olarak devam ettiriyorum.

Daha sonra üniversite hayatı ve ticari hayatım oldu.

Bu dönemlerde de Alevilikle ilgili çeşitli hassasiyetler beni olaya karşı yönlendirdi, bilinçlendirdi.

Alevilikle ilgili yapılması gereken savunmaların, elde edilmesi gereken bilgilerin sahiplenilmeden Aleviliğin savunulamayacağını, dolayısıyla Aleviliği bilmeden, Aleviliği anlatmadan ve Aleviliğe karşı özellikle yobaz çevrelerin yönlendirdiği eziyet, eza ve cefalardan kurtulmanın olanaksız olduğunu görmenin bilinci içinde, daima kendimi Aleviliğe karşı yenileştirerek, yeni bilgiler elde ederek yetiştirmeye gayret ettim.

 

Cem Dergisi’nin Ortaya Çıkış Öyküsü

 

1960’lı yıllarda Alevilik konusunda camiamızın derin üzüntülere düşmesine neden olan acı olaylar yaşadık.

Bunlardan bir tanesi, Diyanet İşleri Başkanı Elmalı’nın “Alevilik sönmüştür”,  beyanatı oldu.

Bir diğer olay da Muğla’nın Ortaca Kazası’nda bir ormanlık bölgede, Alevi karı/kocaya yapılan eza/cezaydı.

Alevi oluşlarından dolayı onlara ceza kesmek üzere, beş kişilik bir yobaz grubunun kocayı ağaca bağlayarak onun gözleri önünde eşine tecavüze yeltenmeleri olayı oldu.

Bunu basında okuduğum zaman çok etkilenmiştim.

Diyanet İşleri Başkanı’nın bu lafı ile birlikte meseleyi ele aldığımızda, Aleviliğin gerçekten bir hayat dönemecinde bulunduğunu ve bu zihniyetle mücadele etmenin; bu işte emeği olan, bilen insanlar için, vazgeçilmez bir görev olduğunu anladım ve Aleviliğin savunmasına Sünni ve Alevi kitlelerin aydınlanmasına ışık tutabilecek Cem Dergisi’nin yayımına başladım.

Bu yayın Sünnilerin, Sünniliği; Alevilerin, Aleviliği bilmemesi nedeniyle bir bakıma bir aydınlanma görevi yüklenmenin adı idi.

Ayrıca 1000 yıldan beri Anadolu’da var olan Aleviliğin yok sayılmasına, inkar edilmesine, bunların meşruiyetinin tanınmamasına ve de gelenek ve görenekleri ile bir bakıma alay edilmesine isyanın tepkisi idi.

 

Hz. Muhammed ve İslam Dini

 

Alevilik öğretisine ve inancına, dolayısıyla nefer olarak başlayışım yazılı bir biçimde bu olayla başladı.

Bu noktada gördüm ki Alevilik, İslam’ın özgün ve aşkın bir yorum biçimi idi.

Bir elinde kılıç, bir elinde kitap tutarak cesaret makamına çıkan İslam Peygamberi; kılıç ile İslam devletini, kitap ile de İslam dininin mesajını veriyordu.

Akıbette böyle oldu, kılıç İslam devletine, kitap da İslam dinine inkılap etti.

Hz. Muhammet’in üstün bir insan olarak gerçekten içinde bulunduğu coğrafyanın yetiştirdiği insanların ortalama seviyesi ile mukayese edilmeyecek derecede yüksek ve ulu bir şahsiyet olarak getirdiği Muhammedilik, maalesef ondan sonraki dönemlerde özünden saptırılmıştır.

Dinin içeriğine yönelmek yerine biçimselliğe yönelmek sureti ile dinin icabına göre toplumda bir evrimselleşme yaratmadığını, tam tersine bu noktada üst üste yanlışlar yapılmak sureti ile biçimsel bir din anlayışının, bir Arap anlayışının, bir çöl medeniyeti anlayışının geleneklerine dönüşen; kadını yine ihmal eden, özden ziyade biçimselliğe önem veren bir din anlayışının egemen olduğu görüldü.

Bununla da yetinilmedi, dünyada emsali görülmemiş bir hızla, otuz senelik bir süre içerisinde İslamiyet, kendi öz coğrafyasının dışındaki ırkların da dini olmaya yönlendirildi.

 

Hz. Ali

 

Bu noktada, Peygamberin getirdiği bu yüce dinin gerçek temsilcisi olarak Hz. Ali’yi görüyoruz.

Hz. Ali, Hz. Muhammet’in tebliğ ettiği dini en iyi özümleyen, en iyi yorumlayan birisi olarak, bir veli olarak ortaya çıkıyordu.

Hz. Ali kitabın ne demek istediğine göre bir din anlayışı, kendi anlayışıyla bütünleştirmek sureti ile, Ali’ye özgü prototip düşüncesini ortaya koydu.

Bu düşünce Sünnilikten önce idi, yani öncelik Sünnilikte değil, Ali’nin yarattığı bu Alevi düşüncesindeydi. Ama daha sonraki iktidarlar Hz. Ali’ye, hayır Peygamber senin gibi değil, bizim düşündüğümüz gibi düşünüyor, diye mukabil bir tavır koydular ve Hz. Muhammet’in getirdiği dinin özüne değil, şekline önem veren, aklı dışlayan nakle ve imana, inanca öncelik veren ve insanın elinden iradesini alıp, hayatın merkezi Allah’ı ve imanı oturtan bir anlayışı Sünnilik diye, ortaya koydular.

Ama Ali’nin anladığı din, nakilden ziyade akla dayanan bir dindi, biçimden ziyade özü ön plana çıkaran bir dindi.

O günün şartlarına göre toplumu biçimlendirmeye, toplumu ileriye götürmeye yönelik Kuran’ın mesajlarını gelecek asırlara da yönlendirecek biçimde bir anlayışla Kuran’ın ne dediğine değil, ne demek istediğine önem veren bir anlayışla Ali’nin dini yorumladığını görüyorduk.

İşte bu anlayış daha sonra Hz. Ali muhaliflerinin ve onun evlatlarının tarihte bildiğimiz acı ve hunhar olaylarla karşılandı, bu hareket Ali’nin yandaşı olan Şiayı güçlendirdi.

Öylece Ali’nin öğretisine, Ali’nin din anlayışına rehber edinmeyi ön planda tutan bir prototip Şii öğretisi ortaya çıkmaya başladı.

Zamanla bu öğreti Hz. Ali’nin din anlayışına sahip olmanın, ona göre Sünniliğin karşıtında bir anlayışı ortaya koymanın sürecine girdi, böyle bir süreç yaşandı.

 

 

Alevilik ve Şiilik

 

Bu noktada Alevilik ve Şiilik konusunda bugün günümüze intikal eden bir yanlış anlayış ortaya çıktı.

Alevi yazarlarında da, Sünni yazarlarında da dikkat ederseniz, Alevi; Ali’den olan, Ali’ye ait, Şii de Ali’den yana olan Ali taraftarı şeklinde anlatıldı.

Bana göre lügat anlamı ile, Alevi ve Şii’nin tanım ve tarifi böyle yapılabilirdi ama acaba içerik böyle miydi?

İşte burada en büyük yanlışlık başlamış oldu.

Çok iyi biliyoruz ki, bir şeyden yana olmak veya bir şeye ait olmak ya mezhep ile yahut da bir sebep ile olabilir.

Ali’den olmak, Ali’nin mezhebinden olmanın ifadesiydi, yani buna göre Alevi; Resullullah’ın ailesinin adıydı. Yani Ali el Mustafa’nın, Mustafa’dan olanların sıfatları ve isimleriydi.

Bir de Ali’den yana olan Şiilik vardı.

Bu da, hem Alevi yazarlar ve düşünürler tarafından hem de Sünni yazarlar ve düşünürler tarafından netice itibarıyla Alevilikle de daha sonra 10. asırda aynı anlama gelen Ali’den yana olanlar anlamına gelen, bir deyim olarak kabul edilerek, Aleviliği tarihçiler ve yazarlar Ali yandaşlığı biçimine sokmak sureti ile çarpık ve özünden kaydırılmış tanımlama icat ettiler.

Alevi yazarların kitaplarını açıyoruz, Aleviliği tarif ediyor, Ali’den yana olmak, Ali taraftarı olmak biçiminde anlatılıyor.

Böyle olunca, bu tarihte tanımın manasının ne olduğu üzerinde durmak bizim için görev oluyor.

Bir şeyi tanımlamak o şeyin ayrıcalığını, benzemezliğini ortaya koymaktır.

Eğer Alevilik Ali’yi sevmekse, bir şeriatçı da kalkar, ben Ali’yi sizden daha fazla seviyorum, der ve bunu derken de gerçekten samimi bir ifade kullanır. Çünkü Ali sevilmeyecek bir insan değildir.

Ali, şeriatçının da sevdiği, Alevinin de sevdiği birisidir.

Ama şeriatçı ben de Aleviyim derse, Aleviliği saptıran biri de Aleviliği böyle kabul eder, eğer karşıdakinin bu anlatımını sükutla karşılayarak, o anlatımın doğru olduğuna onay verirse, Alevilik şeriatçının da Aleviliği olur.

Bu yanlışlardan toplumu kurtarmak lazım.

 

Peki nedir Alevilik?

 

Bir şeyi kendinden olmayan başka şeylerde farklı kılabilmek için tarif ve tanım yeterli olmalıdır.

O halde ben diyorum ki, bundan böyle her Alevi bu bilince sahip olarak Aleviliği, Ali’yi sevmek, Ali’den yana olmak şeklinde değil, Ali’nin ilminden yana olmak, Ali’nin hikmet bilgisini bilen ilminden yana olmak, Ali’nin, dinin biçimine değil, özüne yönelişini esas almak, Ali’nin kıyas ile değil, içtihatla bitmeyişinin talihkarı olarak, insan yolu ile Ali’nin yoluna sahip olmak iddiasını taşıyanların sıfatıdır.

Böyle olunca, ne bir şeriatçı Ali’yi ben de seviyorum, ben de Aleviyim, diyebilir ne de bir başkası bu yanlışa düşebilir.

Bu konunun altını çizmek istiyorum.

Bu üzerinde durulması gereken birinci konu.

Ayrıca da burada Alevilik ve Şiilik Hz. Ali’nin ilmine ve hikmet bilgisine yönelmek onu irfan ile kazanabilmektir.

İrfan, bir şeyi sadece ve sadece insanın sınırlı aklı ile kavrayabilmesinin ötesinde esiren bir düşünce ile, coşkulu bir anlayış ve kavrayışla aklı bütünleştirerek Ali’nin yolunun ne olduğunu hırs edebilmek onu sahiplenebilmektir.

Bugün İslam aleminin geri kalmasının nedeni de, nakilciliğe dayalı bir anlayışla İslam’ı kavramaya çalışmalarıdır.

Eğer bu kavrayışın içerisinde, Alevi kavrayışındaki gibi irfan olmazsa akıbet böyle olur.

Yani düz akımla elde edilmesi mümkün olan bir rıza hali ile sahiplenebilen bir Müslümanlık böyle bir neticeyi çıkarabilirdi.

Dolayısıyla İslam’ı anlayabilmek mutlak ve mutlak irfan yolunun kapısını açmak ile mümkün olabilirdi.

İşte bu Alevilikte vardır, dolayısıyla Alevilik bir irfan yoludur.

Bu irfan yolu Ali’nin düşüncesi ile bağdaşabilmiş midir, özdeşleşebilmiş midir?

Hayır.

Bu irfan yolu Ali’nin anlatmaya çalıştığı, yorumlamaya çalıştığı bilimsel irfan ile özdeşleşme noktasında beceri sergileyememiştir.

Çünkü Şia irfan yolunun talimilik ile değiştirilmesine, saptırılmasına neden olabilecek bir İslam anlayışını kendi anlayışının içerisine sokmuştur.

Nedir bu anlayış?

Ehli Sünnet’in Kuran’ı veya bir sünneti varsa, bizim de Kuranımız ve Ehlibeytimiz vardır, düşüncesinden hareket edilerek Ehli Mustafa’dan gelen imamların her birinin hikmet bilgisine sahip olan kutsal bir aile bireyleri olduğu, her birinin başının üzerinde ilahi bir cevherin dolaştığını dolayısıyla birinin ölümü halinde onun yerine geçenin de o ilahi cevherden nasipdar alarak bunu nesilden nesile böylece sürdürdüklerini ve Allah’ın hikmet bilgisine bunların sahip olduğu gibi aşırı bir iddiayı talimilik adı altında getirip, Şia’nın içerisine soktular.

Tekrar ediyorum, Alevilik; salt Hz. Ali’den yana olmak, Ehlibeyti sevmek gibi kuru bir taraftarlığa indirgenemez.

 

Alevilik; Ali’nin ilminden yana olmaktır, Ali’nin iştiharlığından yana olmaktır, Ali’nin dinin biçimine değil, özüne yönelen anlayışından yana olmak ve irfan yolu ile yani aşkın bir anlayışla İslam’ı kavrayabilmektir.

Bu olmadığı sürece böyle basit tapınmalarla, İslam’ı yaşayan ve de hem kendilerini, hem de dini müşkül vaziyete düşüren, bir İslam aleminin tablosunun örneklerinden biri olarak kalmaya mahkum olur.

 

Sizce nedir Ali’yi Ali yapan özellikleri?

 

Birincisi; Ali’nin veliyullah oluşudur.

İkincisi; Ali’nin ilmin kapısı yada ilmin kendisi olduğudur.

Üçüncüsü; ilim ile Tanrısal hikmet bilgisine hürriyet edişi onu sahiplenen bir kimlik sergilemiş olmasıdır.

Onun dışında da bir beşer olarak benzerlerinden son derece farklı, son derece özverili ve dünya malına, dünya varlığına, dünya iktidarına yan durmayı becerip özü ile kendisini Allah’a yaklaştırma becerisini sergileyen bir beşer portresi çizmesidir.

Veliyullahlık, Alevi inanç ve geleneğinde çok önemlidir.

Rısalet, bir elçilik görevi ile sınırlıdır. Tanrının kullarına vermek istediği mesajları nakletmekle yükümlü, rısalet makamının sahibi Hz. Muhammet, aynı zamanda resul olmanın yanı sıra nebidir de, velidir de.

Rısalet gelip geçicidir ama velayet devam eder, Alevi inancında.

Yeryüzünde her asırda insanların imdadına cevap verme yetkisi ile donanmış, Tanrının sevgili elçileri veya temsilcileri olarak veya kainatta bu velilerin var olduğu görüşü teorik olarak Alevi düşüncesinde vardır.

Bunlar felsefi meseleler, felsefi meseleler bir yerde kurgusaldır, kabul edip etmemek inanca bağlıdır.

Velilik, İslam’da Alevilik düşüncesinde, dinin önderliği, toplumun dini önderliği konusunda kırılmayan, devam eden bir silsile olarak devam eder.

Resullük öyle değildir, resulün ömrü ile sınırlıdır.

Öldüğünde biter, velayet ise devam eder.

İrfanilik, talimilik ile yer değiştirmiştir.

Talimilik inanca, itikate dayanır, ama bana göre bir inanç, akıl ile beraber yürüdüğü sürece saygınlık ve önem kazanır.

 

Bir sözünüzü hiç unutmuyorum; “İman akıl ile bütünleştikçe hayat ile özdeşleşir.”

 

İman, salt inanmaya dayalı; bir öğretmenin topluma verebileceği kalıcı, sürekli bir tarafı olacağını ben düşünmüyorum.

İman akıl ile birleşirse, akıl iman ile bütünleşirse ancak yaşayabilir ve bir anlam ifade edebilir.

Bunun olmadığı yerde, bunun gibi düşünmeyen insanlara kabul ettirmenin temanahı da yok.

 

(Ayhan Aydın, Abidin Özgünay, Yazar, Yayıncı ve Cem Dergisi Kurucusu, Niyaz Yayınları, 2008, İstanbul, Sayfa: 1-21)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile