MELİH DUYGULU

MELİH DUYGULU

(ETNOMİKOLOG)

 

AYHAN AYDIN

Sevgili Melih Duygulu, Alevi/Bektaşi/Kızılbaş Kültür ve İnancı içerisinde sayısız kavram ve terimle yani karşılaşıyoruz.

Bu Kültürün daha çok sanatsal boyutu içinde; deyiş, deme, nefes, semah, mersiye, düvazimam vb. sözcükleri çok sık duyuyoruz. Bunlar Alevilik’te şiir ve müziği çağrıştırıyor bize.

Bunlar içinde deyişle nefesin anlamları nedir? Alevi/Bektaşi/Kızılbaş Kültürü’ndeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz bir etno müzikolog olarak?

 

Bugün genel olarak Alevilik /Bektaşilik olarak adlandırılan geçmişte ise Kızılbaş, Rafizi gibi adlar alan heteredox karekterli İslami topluluklar, kuşkusuz kendilerine özgü kültürlerini zaman içinde oluşturarak bunları günümüze kadar gtirmeyi başarmışlardır. Bu toplulukların kültürlerindeki en önemli özellik, sözlü geleneğe bağlı olarak doğması ve yayılmasıdır. Çoğunlukla aşıklar tarafından yaratılan- ve elbette geliştirilen- Alevi/Bektaşi edebiyatı içinde sizin saydığınız terimlere (Deyiş, Nefes, Semah, Düvaz vs.) sıkça rastlamaktayız. Alevi/Bektaşi geleneğinde son derece duyarlılıkla kullanılan bu terimlerin üzerine söylenecek çok şey olduğu muhakkaktır. Bunların içinde deyiş ve nefes terimleri yayıldıkları geniş coğrafya, terimleri kullanan grupların kimlikleri, edebi ve müzikal özellikleri, toplumsal ve dinsel yaşamdaki izleri bakımından önemlidirler.

 

Deyiş hakkında hazırladığım ve yayınladığım monografide de belirttiğim gibi Anadolu’daki Alevi – Bektaşi topluluklarının grup kimliklerinin öne çıktığı edebiyat ve müzik biçiminde deyiş teriminin son derece karmaşık bir yapısı vardır. Deyiş Türk Halk Müziği ve Edebiyatında türkü, mani, koşma gibi nazım şekilleriyle yazılan veya söylenen ezgili şiir türlerinin genel adıdır. Halbuki Alevi – Bektaşi müziğinde ve edebiyatında deyiş, daha çok tarikat ilkelerini ve inancını anlatan şiirlere verilen addır.

Anadolu Aleviliği içerisinde daha çok ocaklı Aleviler ve köy Bektaşileri arasında kullanılır. Dini ve tasavvufi inancı, tarikat ilkelerini öğretici, eğitici, öğüt verici bir üslupla anlatan deyişlerin yanındaladini karekterli deyişlere de rastlamak mümkündür.

Deyiş için son derece kısa bu açıklamadan sonra nefes terimi hakkında da şunları söylemek yerinde olur. Bektaşiler’in Babağan Kolu ile Kent Bektaşileri’nde nefes teriminin yaygınlığı hemen dikkat çeker. Özellikle Balkanlar’daki ve Trakya’daki Bektaşi gruplarının ve Ege’deki bazı Bektaşiler’in bu terimi kullandıkları görülür.

Bir şiir Bektaşiler tarafından nefes, Aleviler (Anadolu’daki ocaklı Alevileri kastediyorum ) tarfından deyiş olarak adlandırılabilir. Buradaki asıl mesele müzikal farklılaşma ile üslupta belirginleşir.

Bizde bu tür konular konunun uzmanları tarafından incelenmediğinden her zaman yanılgılar ve yanlış anlatımlarla karşı karşıya gelme durumunda kalabiliyoruz. Daha çok bu türden hataların müzik bilmeyen edebiyatçılar tarafından yapıldığı ortadadır. Konuya bir de meraklıların dışarıdan müdahalesini hesaba katacak olursak karmaşıklığın ne durumda olduğu anlaşılır. Halbuki halk bu türden kavram kargaşasını günlük yaşamında hiç yaşamaz. Anadolu’daki derlemelerim sırasında yaşları 20 ile 30 arasındaki gençlerin dışında bu terimlerin yanlış kullanıldığını duymadım. Hemen belirtelim ki, deyiş ve nefes arasındaki bu ilişkinin Alevi aydını diye bilinen ve bu konularda kalem oynatan zevat tarafından bilinmediği ortadadır.

Halkın geleneksel kültüründe ise Alevi/Bektaşi kimliğinin öne çıktığı durumlarda anlam kazanan iki terimdir bunlar. Yoksa Aleviler ve Bektaşiler düğünlerinde halay çeker eğlencelerinde türkü söylerler.

Ancak dinsel veya yarı dinsel ritüeller gündeme geldiğinde deyiş, nefes, semah, düvaz gibi edebi ve müzikal terimler kullanılmaya başlanır.

Birçok köyde yerel incelemeler yapmış birisi olarak Aleviler ve Bektaşiler’in atalarından miras aldıkları sözlü kültür unsarlarını yaşattığını söylüyebilir misiniz? Sizce zamanla ne gibi değişimler olmuş, bu toplulukların kültür dünyalarında.

 

Hiç kuşkusuz geleneksel kültürlerini yaşatan her topluluk gibi Aleviler ve Bektaşiler de atalarından devraldıkları kültürlerini günümüze kadar getirmişlerdir. Sözlü kültür veya sözel kültür dediğiniz kavramın oluşmasında ve yaşamasında bir çok etken var. Kültürel verileri veya sosyal verileri yazıya dökmenin nedenlerini sosyal ve siyasal sebeplere bağlamak mümkündür. Genellikle günümüzde bu türden sebepler siyasal boyutlarıyla ele alınıyor. Belki de Alevilerin yüzyıllardır siyasetle içiçe geçmiş bir topluluk olmalarından ötürü konuşuluyor bunlar. Ancak bana göre böyle herşeyi siyasal boyutlarla ele almak olası değildir. Siyasal sebepleri dahi doğuran sosyal sebepleri irdelemek lazım.

Folklorcular ve antrapologlar bilirler sözlü kültür verileri dinamik bir yapıya sahiptir. Devamlı değişirler ve çeşitlenirler bu bakımdan Alevi/Bektaşi kültürünün pek çok verisi bu şekilde değişmekte ve çeşitlenmektedir. Bu değişim çoğu kez biçimselmiş gibi görünse de zaman zaman özde de böylesi değişimlere rastlayabiliyoruz.

 

Alevi Halk ozanlığı geleneğinin günümüzdeki temsilcilerinin tarihsel mirasa kalıcı katkılarının olabildiğini / olabileceğini düşünüyor musunuz, ortaya koydukları ürünlerle?

 

Şimdi bakın günümüz Alevi ozanlarının ya da Alevi aşıklarının tarihsel sürecin bir parçası olduğu muhakkaktır. Ortaya koydukları ürünlere bakacak olursanız elbette her birinin Pir Sultan gibi, Hatayi gibi, Virani gibi yolun ve davanın içinden gelmesini onlar kadar güçlü edebi veriler bırakılmasını bekleyemezsiniz. Günümüz aşıklarının sanat seviyesi ile Alevi Edebiyatı’nın bu usta isimlerini karşılaştırmak doğru olmaz. Alevi kökenli aşıklar 60’lı ve 70’li yılların politik ortamından o kadar etkilendiler ki bunların Alevi Kültürü’nün içindeki yeri değil de , sınıfsal mücadele içindeki yeri konuşulur oldu. Tabi bunların içinden sıyrılan aşıklar yok değil, bir Mahsuni Şerif , bir İsmail Daimi , bir Davut Sulari özgün olabilmeyi başarabilmiş ender aşıklardır.Gerek söz (şiir) söylemeleri, sanat seviyeleri gerek müzikal tavırları bu aşıkları diğerlerinden farklı kılmıştır.

Şimdi bugün bir Dertli Divani var Kısaslı (Şanlıurfa) bir aşık bu. Sazı ve sözü kuvvetlidir. Bununla birlikte dava insanı. Bir şiiri var Divan tarzında:

 

                         Güftümu güşana mengüş eyleye gör ey ihvan

                        Ağyara meyledenin arzusu yar olamaz

                        Cemalinden cemal vermiş sana Hazret-i Sübhan

                        Na Hak’taysa gözün çün gördüğün didar olamaz

 

Ben bu şiiri bir halk edebiyatı uzmanına okumuştum. Kaçıncı yüzyılda yaşayabilir bu aşık dediğimde “16 yüzyıla benziyor” yanıtını almıştım. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum. Bu aşık 35 yaşında, öyle bir yürek, öyle bir duygu, öyle bir yetenek var ki, gelenek ile özdeşleşiyor. Bakın Mahsuni Şerif’e şiirlerinde geleneksel kalıpların dışında bir şey bulamazsınız. Ama tema değişiktir. O da çağ ile ilgili bir şey. Kalıcı olmak sanat seviyesiyle olur; duyguyla olur. Ben kalıcı olucam hadi türkü söyleyeyim derseniz olmaz. Alevi Kültürünün tarihsel mirasına katkıda bulunabilecek aşıklar yakın tarihimizde yetişmiştir. Ben bu sürecin devam ettiğine inanıyorum.

 

Alevi/Bektaşi Toplulukları arasında görülen sosyal ve kültürel yaşamdaki farklılığın nedenleri sizce nelerdir?

 

Alevi/Bektaşi toplulukları arasında bunların “Alevi” ve “Bektaşi” olmalarından kaynaklanan farklar var. Dolayısıyla meselenin önce bu boyutu ele alınmalıdır. Bunun uzantısında köylü kentli, okur – yazar – ummi, göçer – yerleşik, dağlı – ovalı gibi pekçok ikilemin farklılaşmaya neden olabileceği bilinmekte. Alevi/Bektaşi toplulukları arasında bazı farklılıklar olabileceği bugünkü “Alevi anlayışı”nda çok da benimsenen bir görüş değil. Günümüzde bir çok alanda uygulanan “birlik beraberlik“ sözleri git gide daha da alevlenerek devam edeceğe benzer.

 Bektaşiliğin 20. yy’da oluşturulan Babailik, Ahilik ve Abdallık gibi üç mesleğin karışımıyla bütünleştikten sonra Hurufiliğin etkisi altında kalmış bir tarikat olduğu Aleviliğin ise kökünü Asya’ya Anadolu Kültürü’nden ve inançlarından besleyen, bugün ise soylarını Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ ye kadar dayandıran dedeler aracılığıyla şekillenen bir oluşumun adı olduğu çeşitli yazılarda ve ortamlarda yinelenmesine karşın her zaman alınan tepki farklılaşmaların üzerinde fazla durulmaması gerektiği noktasında tıkanmıştır. Tüm bunlara karşı Anadolu’daki Alevi ve Bektaşi gruplarının hep birbirinden farklı karekterdeki inanç grupları ve kültürel yapılar olarak karşımıza çıktığını yinelemek istiyorum. Bu farklılıkları ocaklara (dolasıyla dedelerin kişisel anlayışlarına) bölgesel kültürlerin etkisine, tarihsel nedenlere bağlamak - konuya genel hatlarıyla bakıldığında mümkündür.

Böylesi farklılıkların sosyolojik zeminde ele alınıp irdelenmesi çıkan sonuçtanda gocunulmaması gerekir. Her farklılık çeşitliği, her çeşitlilik zenginliği getirir.

 Anadolu’daki bütün Alevi/Bektaşi gruplar aynı gülbankı çekip, aynı deyişi söyleyip, aynı semahı dönselerdi Alevi Kültürü’nün zenginliğinden söz etmek mümkün olur muydu?

 

Alan araştırmalarının, derlemelerin, Anadolu Toprağındaki yerel kültürel ürünlerin toparlanmasındaki önemi hakkında neler söyleyeceksin?

 

 Sosyal bilimlerdeki son gelişmeler bize gösteriyor ki çeşitli toplulukları, toplumları, grupları, kitleleri anlamak için sosyal bilimlerin metodlarıyla çalışmak gerekiyor. Sosyal bilim deyince birçok alan giriyor işin içine; sosyoloji, antropoloji, folklor, etnoğrafya, etnoloji vd.

 Eski sosyologlar köye gider köylünün kaç tane koyunu var , öküzü var, insanlar haftada kaç defa banyo yapıyorlar böyle şeyleri toplayıp getirirlerdi. Tabii şimdi çağdaş sosyolojide bu tür veriler kullanılmıyor. Yeni yeni teknikler ve metodlar geliştirildi. Antropologlar, folklorcular hep bu yöndeki gelişmeye ayak uydurdular. Ancak ülkemizde bunların ne kadarı uygulanıyor o ayrı bir problem tabii. Anadolu’muzun kültürel mirasını derlemek, araştırıp incelemek, disiplinler arası bir çaba ve uzmanlık gerektirir. Özellikle Alevi – /Bektaşi topluluklarının araştırlması için disiplinler arası ilişki tekniğinin çok verimli uygulanması gerekir. Bizde bu işin başındakiler tüccarlar falan olduğundan böyle konuların tartışılması dahi yapılamıyor. Dernekler, vakıflar falan (bir kısmı hariç tabi) hep politizasyon sürecini yaşıyorlar. Şimdilik “bilim” gibi bir kayıgıları yok!..

İnsanlık binlerce yıl süren yaşam serüveninin hangi toplumsal, kültürel, psikolojik zeminlerde cereyan ettiğini merak etmiştir ve bugün de ediyor. Insanın kendini tanıması, anlaması hatta çözmesi için fen bilimleri yetersiz kalıyor. İnsan sosyal bir varlık ise konunun bu boyutunu da incelemek gerekiyor. Bu öyle bir karmaşık yöndür ki sosyal bilimlerin bir alanı bu işte yetersiz kalabilir. Diğer disiplinlerin verilerinden de yararlanmak işi kolaylaştırır. Anadolu gibi kavimlerin uğrak yeri olan topraklardaki sosyo – kültürel öğeleri ortaya çıkarmak soru – cevap tekniği ile ortaya konulacak kadar kolay değildir. Alan araştırmalarının, derlemelerin veri toplamadaki önemi işte burada ortaya çıkar. Her disiplin kendine özgü yöntemlerle veri toplar. Konuya bütüncül yaklaşan uzmanlar da bu verilerden yola çıkarak bazı sonuçlara varırlar. Bu Alevi/Bektaşi toplulukları için de böyle olmalı.

 

Alevi/Bektaşi müziğinin, şiirinin, kökleri nelerdir?

Eski Türk Kültürü unsurlarının, Anadolu’nun yerel kültürel birikimlerinin Alevi müziğindeki yansımaları nelerdir?

 

Size daha önce tanımını yapmaya çalıştığım Alevilik ve Bektaşilik kavramlarının birçok kişi ve uzmanlar tarafından yapılan başka tanımları da var. Bunlar temelde birkaç başlıkta toplanabilir. ”Alevi inanç, kültür ve felsefesinin Asya kökenli olduğunu savunanlar, Anadolu kökenli olduğunu savunanlar, Aleviliğin İslam’la özdeş olduğunu veya tam tersi “İslam dışı” olduğunu vurgulayanlar vardır. Aleviliği inanç, kültür ve felsefe üçlemesinden ayrı düşünemeyiz. Alevi/Bektaşi Kültürünün hep bu yan öğelerle bütünleştiğini görüyoruz. Yani inançla düşünceyle Alevi/Bektaşi Kültürü deyince akla ilk gelen müzik edebiyat ve dans oluyor. Bu kültürel öğelerin kökeninin hangi kaynaktan geldiği yada daha sonraki süreçte hangi kaynaklardan beslendiğini kesin hatlarıyla belirlemek öyle kolay bir iş değil. Bilimsel olmayan yaklaşımlar bugün öylesine sarmış ki çevremizi sapla samanı birbirine karıştırıyorlar. Popülizm hastalığı ve kültürel mirası siyasete alet etme merakı yüzünden bilgi gerektiği kadar değerini bulamıyor. Bu sebeple de sizin sorunuza doyurucu bir cevap bulunamıyor.

Ancak hiç kuşkusuz günümüz Anadolu ve Balkan Aleviliği’nin temel taşları Türk Kültürü’nün öğelerinden beslenmektedir. Enstrümanlar, ses sistemi, metrik yapı Asya kökenli müziklerle yakın benzerlikler göstermektedir. Anadolu’nun çeşitli etnik müzikleri de Alevi müziğini üslup bakımından renklendirmiştir.

 

Sizce Alevi/Bektaşi toplumunda, ozanlar ve aşıklar hangi işlevi yerine getirmişler / getirmektedirler?

 

Daha önce belirttiğim gibi Alevi Kültürü sözlü bir kültürdür.

Her toplumda kültürü aktaran bazı gruplar veya şahıslar toplumdaki diğer bireylere nazaran biraz daha öne çıkarlar. Bunlardan müzisyen, din adamı, büyücü vb. gibi bazı meslekler her zaman aktif rol oynarlar. Sizin ozan ve aşık dediğiniz kişiler, Aleviler arasında bu sözlü kültürün aktarıcıları konumundadır. Bu aktarım işlemi teknolojinin ve iletişimin bugünkü kadar yoğun olmadığı dönemler için geçerlidir. Yakın geçmişte bu mesleklerin / kişilerin kültür aktarıcılığı ile birlikte halkın aydınlanmasına katkıda bulundukları da bir gerçektir. Bu bakımdan aşıkların gerek Alevi toplumunda gerekse diğer halklar arasında konumları önemlidir. Aşıkların yukarıda sayılan fonksiyonlarının yanında belki en önemlilerinden biri estetik / sanatsal boyuttur.

Bugün ise aşıkların işlevleri, yapıları, konumları vs. çok değişmiştir. Bunların bugünkü konumları apayrı bir tartışma konusu olabilir.

 

Alevilerle, Tahtacılar, Çepniler, Köy ve Şehir Bektaşiler’i Trakya, Ege ve Anadolu Bektaşileri, Bedreddinler’in inanç, günlük yaşam ve genel olarak folklorlarındaki farklılığın, ibadetlerine, müziklerine, şiir ve ayinlerine yansımaları nasıl olmaktadır. Bunların en genel nedenleri nelerdir?

 

Alevilerle Bektaşileri veya bunlarla diğer grupları (çepni, tahtacı, bedreddinli) mukayese etmek gerçekten çok önemli fakat ihmal edilmiş bir konudur. Zira bu türden bir karşılaştırma yeterli bir bilgi birikimiyle olur.

Benim Anadolu, Trakya ve Ege’de yaptığım alan araştırmalarında gördüğüm kadarıyla bu grupların kültür bakımından altını çizerek söylüyorum, kültür bakımından birbirleriyle olan ilişkileri mekana, etnik kimliğe vb. bağlı olarak değişmektedir. Ancak Hz. Ali, Ehlibeyt, Oniki İmam kültleri teslis (Allah, Muhammed, Ali) insan eksenli dünya görüşü vs. en genel ve ortak motifleri oluştururlar. Her grup kendi boy, aile, ocak gibi örgütlenme biçimine göre çeşitlenir. Bu farklılaşmadaki temel neden insan ve değişimdir kuşkusuz...

 

Günümüzde, tarihten gelen Alevi/Bektaşi Kültür, folklor, edebiyat ürünlerinin korunması için neler yapılmalıdır?

 

Günümüzde yaşanan en büyük sıkıntılardan biride budur. Aleviler ve Bektaşiler kendilerini tanıma sürecinde pek de etkin görünmüyorlar. Dolayısıyla tanımlama, tanıtma gibi işlevler de yeterince etkinleşemiyor. Dış dünyanın sizi nasıl tanımladığı, sizin kendinizi nasıl tanımladığınız, sorunun temelidir bence. Bu da bilimsel bir aktiviteyle olur. Alevi ileri gelenleri bir kere bilimin aydınlık yoluna inanacaklar. Bilimsel bilginin değerini idrak edecekler. Şimdilerde bunun gerçekleştiğini söylemek kolay değil. Herkes Aleviliğin ve Bektaşiliğin bir yerinde kendilerine zemin hazırlıyor. Bir de finans meselesi var ki buda zengin Alevi işadamlarının himmetine kalmış. Size çarpıcı bir örnek vereyim. Bir alevi işadamı kendi köyünün monografisi için az bir miktar para ayırmıştı. Araştırmaların her evresine karışacağı daha ilk konuşmalarımızda kendini gösterdi. Şöven bir yaklaşım ve bilgiyi çarpıtma eğilimi karşısında projeden vazgeçildi.

Kısa bir durum değerlendirmesinden sonra asıl neler yapılması gerektiğine gelelim isterseniz. Alevilik ve Bektaşilik sosyal bir olgu olduğuna göre sosyal bilimlerin hemen tümüyle ilişkisi vardır. Tarih, sosyoloji, teoloji, antropoloji, folklor, etnoğrafya, edebiyat, etnomüzikoloji, resim, dans, tarih vs. Bunun gibi daha pekçok bilim dalı Aleviliği, Bektaşiliği ortaklaşa veya kendi açısından ele almalıdır. Bu da tekil çalışmalarla, derneklerin kısıtlı imkanlarıyla, yapılan araştırmalarla altından kalkılacak bir konu değildir. Bir enstitü işidir bu. Formülasyonu çok karmaşık olduğu için burada değinemeyeceğim. Ama dökümantasyon ve bilgi işlem merkezi, araştırma birimleri, kütüphanesi ile bir enstitü. Yoksa karadüzen araştırmalarla anlaşılacak bir konu olduğunu sanmıyorum Aleviliğin.

 

Yerleşik ve göçer topluluklarda müzik formlarındaki farıklılıkları bizim için değerlendirebilir misiniz?

 

Yerleşik topluluklar kendine özgü bir kültüre, göçerler kendine özgü bir kültüre sahiptir. Kültürel parametreler yanyana getirildiğinde yerleşiklerin ve göçerlerin müzik uygulamalarının ve zevklerinin farklılığını görürsünüz. Müzik toplumların yaşam biçimleriyle şekillenen bir sanattır. Bu sebeple yaşam tarzı direkt olarak müziği etkiler. Bunun üretim ve tüketim mekanizmasıyla direkt ilgisi vardır.

Müzik formu deyince yapıdaki kalıplar anlaşılıyor ki burada ancak notalarıyla örnekleme söz konusu olabilir. Sanırım o da burada mümkün değil.

 

Anadolu’nun birçok yerinde Abdallar üzerine araştırmalar yaptığınızı biliyoruz. Abdalların toplumsal ve kültürel (inançsal) boyutları ile ilgili bilgi verebilir misiniz?    

Abdallar Anadolu’nun daha çok orta kesimlerinde az miktarda da kenarlarına dağılmış olarak yaşayan bir topluluktur. Göçer, yarı göçer ve yerleşik düzende yaşayanları vardır. Elekcilik, nalbantlık, kalaycılık gibi küçük el sanatlarında yoğunlaşmalarının yanında Abdallar müzisyen bir toplumdur. Bir bakıma Anadolu’nun müzisyen kastı diyebiliriz Abdallar için.

Abdalları birçok araştırmacı eftalitlerle ilişkilendiriyor ve bunları bir Türk boyu olarak gösteriyor. Bununla birlikte fizyonomileri ve toplumsal yapıdaki benzerlikten ötürü bunları çingenelerle akraba olarak gösterenler de vardır. Her ne olursa olsun Anadolu’da yaşayan Abdalların neredeyse tamamı Alevi – Bektaşi kökenli. İbadetlerini büyük oranda Hacı Bektaş Dergahı’ndan gönderilen dedeler aracılığıyla yürütüyorlar. Bazı ocaklara bağlananları da az da olsa var.

Abdallarla ilgili en geniş monografi Fuat Köprülü’nün Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi’ndeki makalesidir. Konunun tarihsel boyutuyla ilgili daha pek çok çalışma olmasına rağmen Abdalların kültürel yönünü geniş soluklu anlatan bir yayın bulunmamakta.

 

Çingeneler ve çingene müziği konusunda da araştırmalalarınız olduğunu biliyoruz. Çingeneler kimlerdir, onların yaratmış olduğu müzik hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

 

Çingeneler 9. Yy’dan itibaren dünyanın çeşitli yerlerine göçler yoluyla dağılmış Hindistan kökenli bir kavimdir. Çingene adı bir topluluğun Türkiye’de yaşayanları için kullanılır.

Kıpti, pırpırı, mango, roman gibi diğer adları da vardır.

Müzik çingenelerin yaşamında önemli bir yer tutar. Yaşantılarındaki özgürlük anlayışının müziğe de yansidiği söylenebilir. Sınır ve kural tanımamazlıklarının bir yansıması olarak yaptıkları müzik daima özgür bir karekter taşır. Çingeneler bulundukları ülkelerin yerli kültürlerine ve dillerine hemen adapte olurlar.Ancak bu adaptasyon çoğu kez beraberinde entegrasyonu getirmez. Kendilerine özgü olanı her zaman saklamayı bilmişlerdir.

Aslında çingene müziğinden çok müzikte çingene üslubundan söz etmek gerekir. Çingenelerin müzikteki esnek tutumları genel olarak çok rağbet görür. Ama yoğun bir müzik ortamında olmalarına karşın müzikte her zaman piyasaya yönelik olanı seçerler. Bir çingene için müzikten hoşlanmak ve “x” müziği sevmek anlamsızdır. Çünkü o müziği yaşar.

Folklor Edebiyat Dergisi’nde yayınlandı.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile